DIŞİŞLERİ BAKANI’NA AÇIK UYARI

Bay Ahmet Davutoğlu,

Dışişleri Bakanı

Ankara

Kıbrıs ve Ermenistan konularında gazetelere verdiğiniz demeçlerle, televizyon kanallarında yaptığınızı konuşmalarla halkımızı aldatıyor, kandırıyor ve düpedüz yalanlar söylüyorsunuz.

Bakın, nasıl yalan söylediğinizi anlatayım.

Avrupa Birliği (AB), 6 Ekim 2004 tarihinde Türkiye’ye üç rapor verdi: İlerleme Raporu, Öneriler Raporu ve Etkiler Raporu.

AB bu raporlarda; Kıbrıs’ın Rumlara verileceğini, sözde Ermeni soykırımının tanınacağını, Ermenistan’la diplomatik ilişkiler kurulup sınırların açılacağını, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürt devletinin kurulmasına giden yolun üzerindeki engellerin kaldırılacağını açıkça yazdı.

Sizin hükümetiniz bu raporların tümünü kabul etti.

Oysa siz, sanki bu gerçeği bilmiyormuşsunuz gibi 1 Eylül 2009 günü Kıbrıs’ta çözümle ilgili şöyle diyordunuz:[1]

“Türk diplomasisi esnektir ama nerede ‘hayır’ diyeceğini bilir.”

Bay Bakan,

Siz hangi esneklikten söz ediyorsunuz? Yukarıda sözünü ettiğim raporlardaki tüm koşulları kabul eden hükümetiniz, AB’nin öne sürdüğü hiçbir koşula ‘hayır’ dememiştir!

Devam ediyorum.

29 Ekim 2004 günü Roma’da, AB’nin 25 üyesi, AB Anayasasını gösterişli bir törenle imzaladılar. Sizin bugünkü cumhurbaşkanınız Abdullah Gül ve bugünkü başbakanınız Recep Tayip Erdoğan bu şatafatlı törene katılıp, ayrı bir belgeye imzalarını koyarak AB Anayasasını kabul ettiler.

Hiç bilmez olur musunuz, AB Anayasasını o gün imzalayan 25 üyeden biri de, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil eden Rum Devlet Başkanı idi! Abdullah Gül ve Recep Tayip Erdoğan, işte o tarihte Kıbrıs’ın Rumlara verilmiş olduğunu kabul ettiler.

Oysa şimdi siz tutmuş şöyle diyorsunuz:

“Yani taktik oyalamalar, zaman kazanma çabaları ve Türkiye’nin üzerinde bir AB baskısı oluşturma gayretleri iyi niyetle bağdaşmaz”[2]

Bay Ahmet Davutoğlu,

Asıl taktik oyalamalarla zaman kazanma çabaları içinde bulunan siz ve hükümetinizdir. Amacınız ‘hazmettire hazmettire’ Kıbrıs’ın Rumlara verilmiş olduğu gerçeğini Türk halkına kabul ettirmektir.

AB belgelerinin tümünde Kıbrıs’tan ‘Republic of Cyprus’ yani Kıbrıs Cumhuriyeti olarak söz edilmekte, yönetimin de Rumlarda olduğu açıkça yazılmaktadır.

AB belgelerinin hiçbirinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) diye bir varlığın adı geçmemektedir.

Bu gerçeği çok iyi bildiğiniz halde, KKTC Dışişleri Bakanı Hüseyin Örgün ile Ankara’da göstermelik bir basın toplantısı yapıyor;

“Rumların anlaşma istediğinden emin değiliz.’

Diyerek gerçekleri birlikte saptırmaya çalışıyordunuz.

Bitmedi, anlatmayı sürdürüyorum.

17 Aralık 2004 tarihinde başbakanınız Recep Tayyip Erdoğan, Brüksel’de AB Başkanlar Konseyi’nin Türkiye ile ilgili aldığı bir dizi çok ağır kararı olduğu gibi kabul etti. Kararlar o kadar ağırdır ki, İsveç’i Konsey’de temsil eden İsveç Başkanı dayanamayıp şöyle demek zorunda kalmıştır:

“Türkler kalıcı kısıtlamaları kendileri kabul ettiler. Biz olsaydık kabul etmezdik. Eğer Türk tarafı karşı çıksaydı, biz de onları desteklerdik!” Kıbrıs’ın Rumlara verilmesi ve Ermenistan’ı tatmin edecek biçimde sınırların açılması bu kararların en başta gelenleriydi. O günkü hükümetiniz bu ağır koşulları içeren kararları kabullenmekle kalmadı, kendisine bağımlı medyanın da çığırtkanlığıyla Ankara’da taraftarlarına davullu zurnalı bayram yaptırdı.

Bay Bakan,

Gazetecilerin, Türk limanlarının Kıbrıs Rum kesimine açılması ihtimaline ilişkin soru sorması üzerine, gündemde şu anda böyle bir konu olmadığını söyleyerek şöyle konuştunuz:

“Biz daha önce de bu konuyu değişik tecrübelerle yaşadık. Parça çözümlerin, parça tekliflerin nihai sonucu elde etmede çok etkili olmadığını gördük.”

Siz, hangi parça çözümlerden söz ediyorsunuz? Hükümetiniz, Kıbrıs’ın tümünü Roma’da ve Brüksel’de Rumlara teslim etmedi mi, imzaları atmadı mı?

Bay Ahmet Davutoğlu,

Hem siz, hangi limanlarımızdan söz ediyorsunuz?

Eski maliye bakanınız Kemal Unakıtan’ın, babalar gibi, “Her şeyi satacağız… Limanları da satacağız” dediğini ne çabuk unuttunuz!

Bakın, Recep Tayyip Erdoğan 5 Şubat 2005 günü İzmir’de neler söylüyordu:[3]

“Artık limanları devlet eliyle yürütme devri kapandı. Buraları özel sektör alsın, gerekli yatırımları yapsın ve işletsin. Biz de engelleri kaldıralım. Hamdolsun, şu ana kadar sattığımız limanlar çok modern hale geldi. Dileriz İzmir limanı da böyle modern hale gelir.”

Bay Bakan,

AKP hükümetleri, devletimizin, yani halkımızın neyi varsa nerdeyse hepsini özelleştirme adı altında satıp bitirdi.

Bakın başbakanınız söylüyor, devletin elinde liman kalmadı! Limanlarımızın yabancıların eline geçmesini sağlamak için hükümetiniz, tüm engelleri kaldırdı!

Bir daha soruyorum, siz hangi limanlarımızdan söz ediyorsunuz?

Bakın limanlarımız nasıl birer birer elimizden çıktı:

Ege Denizi’ndeki Limanlarımız

İzmir Limanı: 1 milyar 275 milyon dolara, Hong Kong merkezli Hutchison Whampoa şirketine satıldı. Türkiye’nin en büyük konteynır ihracat limanı olan İzmir Alsancak Limanı’ndan, yılda ortalama 30–35 milyon TL net gelir elde ediliyordu.

Kuşadası Limanı: 02.07.2003 tarihinde, 24 milyon 300 bin dolara, Siyonist Sami Ofer’e verildi.                                                                                               Dikili Limanı: 20.11.2003 tarihinde, 4 milyon 250 bin dolara, Dikili Liman ve Turizm İşletmeleri A.Ş.’ye satıldı.

Marmaris Limanı: 26.01.2001 tarihinde, 14.900.000 dolara, Marmara liman İşletme A.Ş.’ye devredildi.

Akdeniz’deki Limanlarımız

Antalya Limanı: 31.08.1998 tarihinde, 29 milyon dolara, Siyonist Ofer’in eline geçti.

Alanya Limanı: 28.11.2000 tarihinde, 1 milyon 600 bin dolara, Alanya Liman İşletmesi Den Tur A.Ş.’ye satıldı.

İskenderun Limanı: 09.09.2005 tarihinde, PSA-Tekfen ortaklığına satıldı ancak satış sonradan iptal edildi. O günden bugüne limanda hiçbir yatırım yapılmadı, çürümeye terk edildi. Amaç, sotada bekleyen sansarlara çok ucuza devretmek!

Mersin Limanı: 04.08.2005 tarihinde, Singapur PSA’ya satıldı. Limanın adı, ‘Mersin International Port’ olarak değiştirildi. Eylül 2005’de satış iptal edildi. Akbabalar takipte.

Karadeniz’deki Limanlarımız

Sinop Limanı: 30.06.1997 tarihinde, 800 bin 944 dolara, Çakıroğlu A.Ş’ye devredildi.

Ordu Limanı: 30.06.1997 tarihinde, 1.607.887 dolara, Çakıroğlu A.Ş’ye satıldı.

Giresun Limanı: 30.06.1997 tarihinde, 3.203.774 dolara, Çakıroğlu A.Ş’ye verildi.

Rize Limanı: 06.08.1997 tarihinde, 5.606.605 dolara, Asım Çillioğlu O.G.G’ye satıldı.

Hopa Limanı: 17.06.1997 tarihinde, 4.004.718 dolara, Park denizcilik ve Hopa Liman İşletmesi A.Ş’ye devredildi.

Trabzon Limanı: 20.11.2003 tarihinde, 20.160.000 dolarla ihaleye çıktı.

Samsun Limanı: 12.06.2006 tarihinde, 5 milyon dolarla ihaleye çıktı.

Burada bir açıklama yapmam gerekiyor.

Büyük çaplı özelleştirmelerde, başta Siyonistler olmak üzere Amerikalılar ve Yunanlılar bazı Türk şirketlerini paravan olarak kullanmışlardır. Tıpkı Siyonist İsrail devleti kurulmadan önce, Filistin’de toprak alımı yapan terörist Siyonistlerin bazı Arapları paravan olarak kullanmış olduğu gibi… Bazı limanlarımızın özelleştirilmesinde Hayyam Garipoğlu ve Alaaddin Çakıcı gibi isimlerin ortaya çıkmış olması bunun en açık kanıtıdır.

Marmara Denizi’ndeki Limanlarımız

Zeytinburnu Limanı: Paravan şirketler aracılığıyla Siyonist Sami Ofer’e satıldı.

Tekirdağ Limanı: 104.923.599 dolara, Akkök Şirketler grubu’na devredildi.

Bandırma Limanı: 175 milyon dolara, Çelebi OGG’ye teslim edildi.

Bay Bakan,

Şimdi size soruyorum. Siz, hangi limanlardan söz ediyorsunuz?

Hem devletin limanlarını birer birer satıyor hem de dönüp, limanlarımıza Kıbrıs Rum bandıralı gemileri sokmamaktan söz ediyorsunuz!

Acaba doğduğunuz kentin limanına mı Rum bayraklı gemileri sokmamakta direniyorsunuz, ama ne yazık ki Konya’nın da limanı yok!

Bay Ahmet Davutoğlu,

Bir televizyon programında yaptığınız konuşmada, hükümetinizin bölgede ciddi bir ‘aktör’ olduğunu, önemli bir ‘rol’ oynadığını söyleyip durdunuz.[4]

Aktör, rol ve oyun; çok yüce bir sanat dalı olan tiyatroya özgü sözcüklerdir. Tiyatronun dışında kullanıldığında bu sözcükler ‘sahtecilik’, ‘aldatmacalık’ ve ‘yalancılık’ içerirler.

Sizin partiniz iktidar olmadan önce diplomasi dilinde ‘devlet adamı’ ve ‘onurlu ve şerefli tavır’ kavramları vardı.

Artık devlet adamı yok, aktör var!

Onurlu ve şerefli duruş yok, rol var!

Bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkelerini savunma yok, oyun var!

Aslında bu durum pek de yadırganamaz. Çünkü ABD’nin buyruğunda AB Mandasını kabul etmiş yöneticiler elbette ‘devlet adamı’ olamazlar, onlar senaryosunu emperyalistlerin yazdığı oyunlarda rol alıp sadece sıradan ‘aktör’ olabilirler.

Bay Bakan,

Türk halkının çok küçük bir azınlığını sonsuza dek uyutabilir, yarısına yakınını da en çok on yıl süreyle kandırabilirsiniz. Ama Türk halkının ezici çoğunluğunu sonsuza dek aldatamazsınız!

Bay Ahmet Davutoğlu,

Çok hayranı olduğunuz AB ülkelerinde; aldatarak, kandırarak, yalanla dolanla işler çevirenlere ‘Con Man’ denilir.

Sizi, açıkça uyarıyorum.

Başta Kıbrıs ve Ermenistan olmak üzere, AB ile ilgili tüm konularda halkımızı aldatmaya ve kandırmaya yönelik yalanlar söylemeyi sürdürürseniz, sizi, Türkiye siyasetindeki ‘Con Man’ olarak ilan edeceğim!

Yılmaz Dikbaş

Araştırmacı Yazar

6 Ekim 2009

[email protected]

www.kalinka.com.tr


[1] www.tumgazeteler.com/?a=5105362

[2] A.g.e.

[3] www.gazeteparc.com/h1302-ket68-izmir-limanina-4-dev-talip.html

[4] Ahmet Davutoğlu, CNN TV’de Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in sorularını yanıtlıyor. 18.09.2009 saat 11.30

Bay Ahmet Davutoğlu, - turizm

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir