İletişim Koordinatörlüğü ( Ankara ) –Genel Başkan Deniz Baykal, terör örgütü PKK üyelerinin teslim olma ve karşılama sürecini değerlendirirken, ”Hukuk nezdinde PKK bu operasyonla aklanmıştır” dedi.
Genel Başkan Baykal, CHP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında görüşlerini açıkladıktan sonra gazetecilerin konuyla ilgili sorularını da şöyle yanıtladı;
“Değerli arkadaşlarım, bugün son günlerde yaşanan olaylarla ilgili olarak değerlendirmelerimi bir kez daha sizlere yansıtmak istiyorum. Bu amaçla bu toplantıyı düzenledik. Önce şunu söylemeliyim. Ortaya çıkan bu son tablo hukuk ve siyaset yaşamımızda çok temel bir kırılmayı temsil etmektedir. Türkiye’nin hukuk düzeni ortaya çıkan bu tabloyla çok ağır darbe yemiştir. Bugüne kadar hukuk düzenimizde örneği görülmeyen bir açık kırılma ortaya çıkmıştır. Sadece hukuk düzenimizde değil siyaset düzenimizde de bir büyük kırılma yaşanmıştır. Bunun günlük değerlendirmelerin ötesinde çok büyük bir anlam taşıdığı, önem taşıdığı açıktır. O nedenle ben bu noktaya özellikle herkesin dikkatini çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, PKK temsilcileri olarak Türkiye’ye gelen kişilerin Türkiye’de adliye kadrolarımız tarafından karşılanış ve sorgulanış biçimleri örneği kolayca görülemeyecek bir durum yaratmıştır. Savcılar, hakimler sınır boyuna taşınmış ve PKK terör örgütünün temsilcilerinin ifadeleri onların ayağına gidilerek ve ifadeleri süzgeçten geçirilerek kayda alınmıştır. Ama bu gerçekleri örtbas etmeye hiçbir şekilde yetmez. Çünkü durum çok açıktır. Gelenler buraya ceza kanunumuzun 221. maddesinin öngördüğü şekilde terör örgütünü terk ederek gelmiş değillerdir. Terör örgütünü bırakarak gelmiş değillerdir. Tam tersine terör örgütünü temsil ederek gelmişlerdir. Terör örgütünün kuryesi olarak gelmişlerdir ve terör örgütünün liderinin talimatıyla geldiklerini açıkça ifade etmişlerdir. Terör örgütüne saygılarını belirtmişlerdir.
Bütün bunlar bizim hukuk sistemimizde, ceza sistemimizde hiçbir suç kapsamı içine sokulamamıştır. Bu gerçekten ibret alınacak bir manzaradır. Savcıların ve hakimlerin özellikle terör sanıklarının, suçluların ayağına taşınmış olması çok örneği görülmez bir tabloyu bize yaşatmıştır. Savcılarımızın ve yargıçlarımızın onurları zedelenmiştir. Hukuk sistemimiz katledilmiştir. Göz göre göre siyasi bir talimatla, siyasi bir kararla, siyasi bir tercihle hukuk biryana bırakılmış talimat doğrultusunda işlem yapılmıştır. Hukuk siyasi talimatın emrine sokulmuştur. Böyle bir manzara bu kadar açık bir hukuk ihlali çok sık rastlanan bir tablo değildir.
Önce bu derin hukuk kırılmasına herkesin dikkatini çekiyorum. Bildiğim kadarıyla savcılar eski Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün ayağına giderek onun ifadelerini almıştı. Şimdi birde PKK teröristlerinin ifadesini almak için onların ayağına gitmiştir, sınıra gitmiştir. Olayın hukuki boyutu çok açıktır. Hakimlerin, mahkemenin, savcıların, savcılarla birlikte sanıkların ayağına taşınmasının bir başka örneği de yoktur. Bu tabi kararlaştırılan amaca ulaşmak için hangi bedellerin ödeneceği, nelerin göze alındığı konusunda fevkalade aydınlatıcıdır. Yani Türkiye’nin temel hukuk sistemini dahi yok saymayı içine sindirerek bu konuda iktidarın kararlaştırdığı projeyi uygulamakta olduğunu görüyoruz.
Ayrıca hukuk sistemimizdeki bu kırılma çok tartışılacaktır ve bunun sorumluluğundan Adalet Bakanının ve hükümetin yargılama sürecine bizim karışmamız doğru olmaz, anayasamızın 138. maddesi diyerek sıyrılması mümkün değildir. Tam tersine 138. maddenin içeriği ortadan kaldırılmıştır. Bu bir siyasi talimat olmadan gerçekleştirilebilecek bir tablo değildir. Bir adliyenin sanıklarının ayağına taşınması, savcıların, hakimlerin helikopterle uçurularak bunların ayağına götürülmesi bir açık, aleni siyasi müdahaleyi ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, hukuk hayatımız ağır bir darbe yemiştir. Siyasi hayatımızda ağır bir darbe yemiştir. Terörist örgütün bir hukuk ihlali içinde olmadığı şuanda ortaya çıkan tabloyla görülmüştür. Yani PKK’lı olmanın bir suç olmadığı, PKK’lı olunabileceği, hukuk sistemimizin PKK’lı olmayı engelleyici bir yanı olmadığı bu tabloyla gözükmüştür. Buraya gelenler pişmanlık ifade etmek için gelmiyorlar. Terör örgütünü terk ettik diye gelmiyorlar. Terör örgütünü temsil ederek geldik diyorlar. Kurye olarak geldik diyorlar. Mektup getirdik diyorlar. Biz o örgütün parçasıyız diyorlar ve onlara hiçbir şey yapılmıyor. Yani terör örgütünün üyesi olmak ve örgütü terk etmemek, örgütü reddetmemek, örgütün mücadelesini bıraktığını söylememek ceza kanunumuzun 221. maddesine nasıl sığdırılıyor? Bunun anlamı PKK’nın artık bu uygulamaya bakacak olursak bir suç örgütü olarak anlaşılmadığıdır. Eğer terör örgütü suçsa bu örgütün temsilcisi olarak buraya gelenlerin suçlu olması kadar doğal bir şey yoktur. O örgütü temsil edenlerin, o örgütün kuryeliğini yapanların bir suç faaliyeti içinde olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Şimdi orada suç tespit edilmediğine göre ortaya çıkan manzara PKK örgütüne üye olmak artık suç değildir. Hukuk nezdinde PKK bu operasyonla aklanmıştır. Bu bir acı tablodur. Bu tabi çok tartışılması gereken bir manzara ortaya koyuyor. Buraya nasıl gelinmiştir? Nasıl bütün devlet teşkilatı, müsteşarlar, genel müdürler, savcılar, vali temsilcileri, vali vekilleri oraya nasıl gitmişlerdir ve orada bu tablo onların göz önünde, onların katkısıyla nasıl gerçekleşmiştir? Bunun derin bir anlamı vardır.
Siyasi bakımdan o yaşanan tablo bize terörist olarak bilinenlerin siyasal bakımdan kahraman haline dönüşmekte olduğunu bize göstermiştir. Bu son operasyonla teröristler kahraman olmuşlardır. Bu dönüşüm şaşırtıcı bir dönüşüm değildir, planlanmış olan bir dönüşümdür, öngörülmüş olan bir dönüşümdür. Buraya gelenler çok gösterişli bir biçimde onbinlerce insanın kilometrelerce selamladığı, karşıladığı, kucakladığı bir buluşma içinde Türkiye’ye girmişlerdir. Bu merasimler, bu sevinç gösterileri öyle anlaşılıyor ki bazı çevreleri rahatsız etmiştir ve şimdi itidal tavsiye etmektedirler. 25 yıl dağda kendi davası için mücadele edipte 25 yıl sonra Türkiye’de böyle karşılanmanın o mücadeleyi verenler açısından sevinç doğurucu bir yanının olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Bunun bir büyük mutluluk vesilesi olmamasını nasıl düşünebiliyorsunuz? 25 yıl o mücadeleyi vermiş olan bir örgüt şimdi Türkiye sınırları içinde bir kahraman gibi karşılanarak, savcıları, hakimleri ayağına getirerek, suçlu olmadıklarını kararını çıkararak serbest bir şekilde topluma dönüyor olmalarının, bunun sağlanmış olmasının, bu mücadelenin arkasında 25 yıllık terör mücadelesinin yattığı gerçeğini o mücadeleye katkı vermiş olan insanların bir zafer duygusu yaşamadan nasıl yansıtmaları mümkün olabilirdi.
O nedenle kimse o sevinç gösterilerini yapanları suçlamasın. Onlar kendileri açısından hak ettiklerini düşündükleri bir sevinci yaşamaktadırlar, bir bayramı yaşamaktadırlar. Önemli olan o sevincin onlara yaşatılmış olmasıdır. Önemli olan onlara bu zafer duygusunun verilebilmiş olmasıdır. Siz onlara bu zafer duygusunu vereceksiniz ama sevinmeyin diyeceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, bunun inandırıcı bir tarafı yoktur. Çok acı bir manzara. Tabi terör örgütünün kuryesi olan, temsilcisi olan kişiler Türkiye sınırları içinde onbinlerce insan tarafından selamlanıyor, alkışlanıyor, büyük bir gösteriyle Türkiye’ye dönüyorlar. Sanki İstanbul’un milli mücadele sırasındaki işgaline son veren beyaz at üstünde Refet Paşa’nın İstanbul’a girişi gibi şimdi PKK’lılar lüks cipleriyle sınıra gelip otobüslerin üzerinde insanları selamlayarak Türkiye’ye bir zafer dönüşü yapıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, Başbakanda bunu bir sevinç tablosu olarak niteliyor. Bu aslında bir utanç tablosudur. Çünkü siyasi açıdan bakılınca şu görülmüştür ki ortaya çıkan manzara teröristlerin kahraman haline dönüştükleri bir manzaradır. Bu iktidarın bu süreci getirdiği aşamada ortaya çıkan tablodur. Teröristler kahraman olmuşlardır. Ve evlatlarını şehit vermiş olan analar, babalar evlatlarının mücadele ettiği teröristlerin şimdi Türkiye’de bir kahraman haline dönüşmekte oluşunu büyük bir acıyla izlemektedirler. Dün bir şehit anasının söylediklerini hiçbirimizin unutması mümkün değildir. Şehit anası diyor ki; “Keşke ben çocuğumu dağa PKK’ya gönderseydim de bugün şehit olacağına bir kahraman gibi Türkiye’ye dönseydi ve gelip benim elimi öpseydi”.
Değerli arkadaşlarım, olay sadece bir teröristin ya da 4 – 8 teröristin 8 kahramana dönüşmesi olayı değildir. Türkiye’nin 25 yıllık terörle mücadelesinin ne anlama geldiğinin sorgulanması olayıdır. 25 yıl Türkiye niçin bu mücadeleyi vermiştir? Niçin bu acılar yaşanmıştır? Bunun anlamı nedir? 25 yıl sonra bu mücadelenin 25. yılında eğer böyle bir tablo ortaya çıkacaksa bu mücadeleyi vermiş olanların ne konumda olduğu elbette sorgulanmalıdır.
Bakınız Türkiye çok büyük acılar çekti. Çok büyük fedakarlıklar gerçekleştirildi. Ama geldiğimiz bu noktada şimdi acaba bu mücadeleye değer miydi diye insanların sorgulamaya başlaması çok düşündürücüdür. Siz bir daha terörle bir mücadele ihtiyacı ortaya çıkarsa, insanları terörle mücadeleye nasıl yönlendireceksiniz, ne diyerek yönlendireceksiniz? Devletin güvenilirliği, inandırıcılığı nerede kalmıştır? Çok acı bir manzara ortaya çıkmıştır. Siyasal hayatımız çok derin bir sarsıntı yaşamıştır. Derin bir kırılma yaşamıştır. İyi, doğru, güzel ile kötü, yanlış, çirkin iç içe geçmiştir. İnsanlar ne için hayatlarını vermelidirler, niçin vermişlerdir? Hayatlarını verenler bugün saygıyla karşıladığımız birer kahraman mıdır? Kahraman kimdir? O şehitlerin karşısında mücadele ettiği insanlar mı kahramandır? O ölen şehitler mi kahramandır? Bugüne kadar millet verdiği şehitleri kahraman diye kabul etmiştir. Onlar için gözyaşı dökmüştür, onları bağrına basmıştır, onların acılarını yaşamıştır. Şimdi tablo değişmeye başlamıştır. Şimdi onlar değil, onların mücadele ettiği insanlar kahraman haline gelmeye başlamıştır. Ve millet aldatılmıştır. Millet çok derin bir aldatılmışlık duygusu içine sürüklenmektedir. Bu siyasi yaşamımızın çok derin bir köklü bir kırılması demektir. Bunun çok büyük sonuçları olacaktır. Teröristi kahraman yapmak her babayiğidin harcı değildir. AKP bunu başarmıştır. AKP’nin izlediği politika, bu iktidarın izlediği politika teröristi kahraman yapma politikasıdır. Suçu masumiyet haline dönüştürmeyi başarmıştır. Hukuki allak, bullak etmiştir. Hukuku katletmiştir. Suç suç olmaktan çıkmış masumiyete dönüşmüştür. Terör terör olmaktan çıkmış kahramanlığa dönüşmüştür. Ve bu Türkiye’yi derinden sarsmıştır, derinden yaralamıştır. Acı olanda tabi bu tablonun bir sevinç tablosu olarak Başbakan tarafından nitelendirilmesidir. Demin söylediğim gibi bu tablo bir sevinç tablosu değildir bir utanç tablosudur.
Değerli arkadaşlarım, buraya geldiler PKK’lılar. Ne için geldiler? Pişmanlık beyan etmek için mi geldiler? Örgütü bırakmak için mi geldiler? Terörü takbiye etmek için mi geldiler? Terörü kınamak için mi geldiler? Artık silahlı mücadelenin anlamı yok, silahlı mücadeleyi bıraktık, bundan sonra silahlı mücadele yapmayacağız demek için mi geldiler? Biz silahtan vazgeçtik, bizi toplumla kaynaştırın demek için mi geldiler? Buraya geliş nasıl planlandı? Bu gelişin arkasında hangi proje var? O proje nasıl oluşturuldu, kimler tarafından oluşturuldu? Tesadüfen mi geldiler? O anda kararlaştırdıkları için mi geldiler? Kim kararlaştırdı? Kim var bu sürecin içinde? Çok açık bu sürecin içinde PKK var, İmralı bu sürecin içinde, DTP var bu sürecin içinde, AKP var. Bu üçü birlikte kararlaştırdılar. Üçü birlikte bir uygulama planı yaptılar, bir eylem planı yaptılar. O uygulama planını kimseyle paylaşmadılar, kimseye bilgi vermediler, dikkatle gizli olarak tuttular. Ucu açık bir süreçtir dediler. Herkesle konuştular ama kimseye bir şey söylemediler. Bunu bilinçli olarak yaptılar. Bu eylem planı bu üçlü tarafından hazırlanıp sahneye konulmuştur, uygulanmıştır. Dağdan insanların Kandil’den inip sınıra gelmeleri, aynı gün bütün Ankara’daki devlet teşkilatının, adliyesinin, mülkiyesinin, müsteşarının, genel müdürünün, savcısının, hakiminin oraya gelişi bu planın icabıdır.
Şimdi bu planın aslında hükümetin planı olduğuna İçişleri Bakanı bizim inanmamızı istiyor. Bu planın müşterek oluşturulmuş bir plan olduğu çok açıktır. Bu planın arkasında hiç kuşku yok uluslararası bir proje vardır. Amerika’da hazırlanmış olan zamanında bizlerin dile getirdiği o uluslararası proje doğrultusunda bu eylem planı bu üçlü arasında müzakere edilmiş, kararlaştırılmış ve sahneye konulmuştur. Peki bu eylem planının içinde PKK’lıların PKK’lı olarak, örgüt temsilcisi olarak, örgütlerini reddetmeden şanla, şerefle Türkiye’ye gelmeleri vardır. Türkiye’de o şekilde kabul edilmeleri vardır. Türkiye’de o şekilde serbest bırakılmaları vardır. Hukukun icabı olarak değil, kararlaştırılmış olan, bu üçlü arasında kararlaştırılmış olan projenin icabı olarak, onun gereği olarak, onlar arasında müzakere edilmiş eylem planının gereği olarak PKK’lıların PKK’lı olarak Türkiye’ye gelmeleri eve Türk adliyesinin ceza kanunumuzun, hukuk sistemimizin, savcılarımızın, hakimlerimizin bu tabloya rağmen onları serbest bırakmaları öngörülmüştür. Bu eylem planı hakimler, savcılar, adliye katkısıyla hazırlanmamıştır. Hükümet hazırlamıştır.
Şimdi buraya kimlikleriyle gelmişler ve o kimliği bizim adliye sistemimiz suç olarak kabul etmeme aşamasına gelmiş. Bu suç değil demiş. Hukuk sistemimiz çökmüş. Şimdi siz bizzat terör örgütünün üyesini o örgütün kuryesi, temsilcisi olarak Türkiye’ye gelmiş olan insanı suçlu saymazsanız terör örgütünün sempatizanını nasıl suçlu olarak kabul edersiniz? Türkiye’de hukukun ana sütunlarından birisi yıkılmaktadır. Burada böyle bir facia yaşanmıştır. Ve toplumun değer yargıları, toplumumuzun temel siyasi, ahlaki ana ilkeleri derinden sarsılmıştır. Buraya gelenler kendi projelerini uygulamak üzere gelmişlerdir. O proje nedir? O proje buraya gelen PKK’lıların Diyarbakır Valisine teslim ettikleri projedir. O proje çok açık bir biçimde bizim anayasal düzenimizin değiştirilmesini, ulusal bütünlüğümüzün ortadan kaldırılması, etnik temelde bir parçalanmanın gerçekleştirilmesini ve devletin bizzat kendi olanaklarıyla bu etnik parçalanmaya katkı verecek şekilde eğitim politikasını değiştirmesini ve bir yeni Kürdistan coğrafyasının artık kabul edilmesini öngörmektedir. Bu mesaj Türkiye’ye taşınmış ve Türk devlet temsilcileri tarafından alınmıştır.
Şimdi değerli arkadaşlarım, bu tablo ne sonuç verir bunu dikkatle izleyeceğiz. Ama geldiğimiz aşamada şuana kadar yaşananlar Türkiye’yi derinden sarsmıştır. Ulusal kimliğimizi tahrip etmiştir ve terör örgütünü meşrulaştırmıştır. Kürt kökenli Türkiye’de yaşayan terörle hiçbir ilgisi olmayan bu devletin, bu milletin bir parçası olarak yaşamaktan mutluluk duyan milyonlarca insanın önüne devlet kendi eliyle bu terör örgütünü sizin muhatabınız budur diye koymuştur. Çok vahim bir tablodur, acı bir tablodur. Devlet terör örgütüyle Kürt kökenli insanlarımız arasında var olan ayrışmayı o insanların sorunlarının çözümüne yönelik çabalarla terör örgütünü tecrit etmeyi bir resmi politika olarak götürmesi gerekirken şimdi resmi politika terör örgütünü Kürt kökenli insanlarımızın önüne temsilcileri gibi koymak olmuştur. Buda vahim bir manzaradır. Bir süre önce terör örgütüne karşı mesafeli duran o bölgede yaşayan insanlarımızın şimdi bu konuya bakışlarında ciddi bir değişme ortaya çıktı ise bunun sorumlusu doğrudan doğruya bu süreçtir, bu açılım sürecidir, bu politikadır ve bu politikanın arkasında bulunanlardır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi bunlar ortaya çıktı, görüldü. Bu aşamada görüldü. Bundan sonra daha çıkacaklar var. Bundan sonra o eylem planında hükümetin taahhüt ettiği adımlar, yapması gereken şeyler gündeme gelecektir. O konuda bir takım açılımlara tanık olacağız. Daha onlar gelmeden güya dağdan inme eylemini sergilerken bile dağdan inmedikleri, dağı güçlendirdikleri, dağa sahip çıktıkları, dağı temsil ettikleri, dağ adına müzakere etmek üzere geldikleri, dağın taleplerini hükümetin önüne koydukları, hükümetinde dağ karşısında boynunu eğdiği, onların söyledikleri sözleri mahcup mahcup yalvararak aman onu öyle söylemeyin, böyle söylemeyin diye bütün devlet teşkilatıyla, savcılarıyla, hakimleriyle sanıkların ayağına, dağın ayağına gittikleri halde dağı tahliye etme noktasına geldikleri görülmüştür. Dağın tahliye edilmesi terör örgütünün aklanmasıdır. Terör örgütünü aklamışlardır. Terör örgütünün siyasetinin haklı olduğunu ortaya koymuşlardır. Sonuç alıcı olduğunu ortaya koymuşlardır. Ve bu tablo Türkiye’de terör yöntemiyle pekala siyasi sonuçlar alınabileceğinin bir örneği olarak önümüze gelmiştir. Terörle sonuç alınmaz laflarının boş laflar olduğu 25 yıl terör yapan insanların birilerinin bize gelmesini sağlayabileceği ve kendi şartlarını kabul ettirebileceği, kendi haklılığını, kendi meşruiyetini, hukuki meşruiyetini, siyasi haklılığını tescil ettirebileceğini ortaya koymuştur. Daha biz adım atmadan bu tablo ortaya çıkmıştır. Şimdi adım atacağız. AKP’nin taahhütleri doğrultusunda bir takım girişimler yapılacak. Türk milletini bölmeye yönelik zaman içinde ayrıştırmaya yönelik projeler yavaş yavaş uygulanmaya girecek. Şimdi onun kabullerine tanık olacağız.
Değerli arkadaşlarım, bu vahim bir manzaradır. Bu manzarayı hep kaygıyla ta başından beri milletimizi uyararak izledik. Son dönemde hatırlarsınız bizim üzerimize yoğun bir baskı geldi. Cumhuriyet Halk Partisini de bu sürecin içine dahil etmek için olağanüstü gayretler sergilendi. Bizimle buluşmak üzere Başbakan mektuplar yazdı. Bundan önce pek çok önemli devlet meselesi gündeme geldiğinde acaba Cumhuriyet Halk Partisi ne düşünüyor diye sormayı aklından bile geçirmeyen Başbakan, Anayasa değiştirilirken, Cumhurbaşkanı seçilirken, Meclis Başkanı seçilirken Cumhuriyet Halk Partisinin düşüncelerine itibar etmeyi, onunla istişare etmeyi gereksiz sayan Başbakan hatırlayacaksınız birdenbire bu son dönemde mutlaka Cumhuriyet Halk Partisiyle buluşmalıyım diye bir büyük gayret içine girdi. Zaman konusunda sıkışığız, o kadar bekleyemeyiz, yıl sonuna kadar zamanımız yok dedi, takvim sözkonusudur dedi. Kim yaptı takvimi, nerede yaptı, neye göre yapıldı, takvimi sen mi yaptın, birileriyle mi anlaştın, verilmiş sözler mi var? Bu sorular ortada. Takvim dedi ve harekete geçti. Bu Cumhuriyet Halk Partisiyle buluşma konusunda biz özel bir dikkat sergiledik. Elbette Başbakanla buluşmaya hazırız dedik. Ama bu buluşma tarihi bir buluşma önemini taşıyacaktır. Bu buluşmanın mutlaka gelecekte hiç olmazsa, daha sonraki bir tarihte hiç olmazsa ama mutlaka herkesin haberdar olabileceği bir ortamda kayda alınması zorunluluğu vardır dedik.
Şimdi niçin böyle konuştuğumuzu anlıyor musunuz? Yani sormak gerekir acaba Başbakan birden bire niçin bu konuda acaba Cumhuriyet Halk Partisi ne düşünüyor diye sorma ihtiyacını hissetti? Bu açılım konusunda Cumhuriyet Halk Partisi ne düşünüyor bunu öğrenme ihtiyacı içine girdi birden bire. Üstelik biz düşüncelerimizi çok kapsamlı, ayrıntılı bir şekilde söylüyoruz. Bu konularda en çok düşünce üretmiş, rapor üretmiş, politika geliştirmiş partiyiz. Hepside ortalıkta. Onları Başbakan biliyor. Her güncel gelişmeyle ilgili kapsamlı değerlendirmelerimizi ifade ediyoruz. Başbakan onları biliyor. Ama onlar yetmiyor Başbakana. Bir şey istiyor buluşalım diyor. Acaba Sayın Başbakan Deniz Baykal’ın olağanüstü değerli görüş ve düşüncelerine gerçekten ihtiyaç hissettiğinden, Cumhuriyet Halk Partisinin ufuk açıcı değerlendirmelerini gerçekten çok önemli saydığından mı bizimle buluşmak istiyordu, yoksa bizatihi buluşmanın kendisini bizimle bir araya gelmiş olmayı bu süreç başlamadan önce dağdan insanlar Türkiye’ye zafer kazanmış gibi ellerini, kollarını sallayarak gelmeden önce, devlet bu gelişe teslim olmadan önce kapalı kapılar arkasında Deniz Baykal’la kimsenin öğrenemeyeceği şartlar içinde buluşmayı istiyordu. Düşüncelerimizi öğrenmek istediği için mi yoksa bizatihi buluşmanın kendisini bu takvim içinde, bu zamanlama içinde önemli saydığından mı? Çok açıktır ki, Başbakan için önem taşıyan biz bu politikayı milli politika olarak götürüyoruz. Bu politikanın arkasında bütün toplum var. Herkesle konuştu, kimseye bir şey söylemedi. E Cumhuriyet Halk Partisi Ana Muhalefet Partisi. Türkiye’nin iktidara alternatif en önemli siyasi gücü. E canım onunla da konuştuk. O da biliyor. Ne söyledi? Canım elbette hepsini yapmadık, dinledik, bir istişare var, bir paylaşma var. Bu izlemini verme gayreti içinde olduğu açık değil mi? Bizde buna karşılık dedik ki, buluşuruz ama her kelimenin kayda alınmasını şart koşarız. Öyle anlaşılıyor ki, Başbakanın takvimi bizimle bu konuyu birlikte çözmesine yetmedi ve 70 milyonunda günü geldiğinde öğrenebileceği bir görüşmeyi yapmayı göze alamadı. Çünkü o görüşmede bütün bunlarla ilgili düşüncelerimizi biz kapsamlı olarak söyleyecektir. Yani buradan şunu dikkatinize sunmak istiyorum. Bu süreç şu ana kadar niçin gizli götürülmüştür bu son tabloyla ortaya çıkmıştır. Ve niçin bu süreç ucu açık, adı konulmamış, belirsiz. Her şey konuşulabilir, hiçbir şey konuşulmaz anlayışı içinde götürülmüştür. Bu tablo bunu da ortaya koymuştur. Niçin televizyonun kayda alacağı bir görüşmeyi bizimle yapamamıştır Başbakan? Bu yaşanan olaylar onu da ortaya koymuştur. Biz niçin görüşmemekte haklı çıktık bu yaşanan olaylar onu da bunu da ortaya koymuştur. gene Başbakan niçin bu süreci hazmettire hazmettire götüreceğiz diye değerlendirmiştir. Buda yaşanan bu tabloyla ortaya çıkmıştır.
Şimdi Başbakan neyi hazmettirdi şu ana kadar? Bundan sonra neyi hazmettirecek ayrıda şuana kadar neyi hazmettirdi? PKK suç örgütü sayılmayabilir. Ucundan kenarından o gelen kişilerle ilgili olarak bu bir başlangıç. Hukuken suç olmayabilir. Hakim, savcı bunların eliyle, bunların kararıyla, Türk adliyesinin kararıyla, ceza kanunun açık suç saydığı olayları suç değilmiş gibi muamele ettirmeyi başarabildi. Akıl var, mantık var, hukuk var. Böyle bir şey olabilir mi? Ben terör örgütünün temsilcisiyim diyecek. O terör örgütünün arkasında 30 bin tane ölü var. Katledilmiş insanlar var. İnsanları katletmiş bir örgütün bütün dünyanın suç örgütü diye kabul ettiği, Amerika’nın suç örgütü diye kabul ettiği, BM’nin suç örgütü diye kabul ettiği, AB’nin suç örgütü diye kabul ettiği PKK’nın temsilcisi olmayı, o örgütü terk etmediğini söyleyerek, o örgütün bir üyesi olarak geldiğini söyleyerek Türkiye’ye adım atan birisinin Türk adliyesi, Türk hukuku tarafından aklanmış olması işte hazmettirilmek istenen ilk noktadır. Türk hukukunun onuru zedelenmiştir. Sadece savcılarımızın o ayağa götürülen savcılarımızın, hakimlerimizin değil, hukukumuzun onuru da zedelenmiştir. Şeyi söylemiyorum tabi. Türkiye’deki namuslu, dürüst, saygın insanların mesela bir Mehmet Haberal’ın, mesela bir Mustafa Balbay’ın aylarca neyle suçlandıklarını dahi bilmeden, savcının karşısına çıkma şerefini nasıl elde edeceğiz bilemeden cezaevlerinde tutuklu bırakılması gerçeği karşısında Türk hukukunun 40 bin kişinin katlinin sorumluluğunu taşıyan bir terör örgütünün liderinden mektup getirmiş temsilcilerinin Türk adliyesi tarafından aklandığına tanık olmak gerçekten kolay rastlanacak bir manzara değildir. İşin bir tarafı bu. Şimdi bunu hazmettiriyorlar bize. Mehmet Haberal’ın suçlu olduğuna inanacağız, Mustafa Balbay’ın suçlu olduğuna inanacağız ama terör örgütünün temsilcilerinin suçlu olmadığına da aynı anda inanacağız. Niye? Hukukumuz bu doğrultuda süreçleri işletiyor. Çoğulcu bir hukuk sistemi. Kanunlar değişti mi kardeşim? Kanunlar değişti mi? Sınırda uygulanan kanunlar farklı kanunlar mı? Ama oldu. Bırakın oluversin canım amaç iyi. Biz terörü böyle indireceğiz. Ya?
Gelenler projemiz aynen devam ediyor diyorlar. Biz mücadelemizden vazgeçmedik, mücadelemizi sürdürüyoruz. Sizden taleplerimiz var. Şimdi siz gerekeni yapacaksınız diyorlar. Ve biz yapmaya başlıyoruz. Neyle yapmaya başlıyoruz? Kanunlarımızı çiğneyerek, hukukumuzu çiğneyerek bunları bir kahraman gibi kabul ederek. Toplumun bir kahraman gibi kabul etmesinin şartlarını yaratarak onlara daha şimdiden en önemli kazanımı sağlıyoruz. Bundan sonra ayrıca somut başka adımları atmamız bekleniyor. Onları da önümüzdeki dönemde atacağız.
Değerli arkadaşlarım, bunlar hazmettirilmiştir. Önümüzde şimdi Türkiye’yi ayrıştıracak bir takım uygulamaları devletin yetkileri, imkanları ve kudreti seferber edilerek milleti parçalamaya yönelik bir süreç işletilmek istenecektir. Onun önerileri bize gelecektir. Onlara hep birlikte tanık olacağız.
Bu gerçekten çok derin bir kırılmadır. Bir tarih ve kültür kırılmasıdır. Başbakanın bu konularda zaman zaman gerilim içinde üslup bozukluğuna sürüklenmiş olması bu gelişmelerle yakından ilgilidir. Hatırlayacaksınız önce bu David Plips’in yaptığı çalışmayla Amerika’daki uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmalarla biz bu bağlantıyı kurmuştur. Öyle olduğu da ortaya çıktı. Orada öngörülen her şey uygulanmaktadır. Tümü orada öngörüldüğü şekilde uygulanmaktadır. O zaman Başbakan bu namussuzluktur diye kükremişti. Tablo ortada. Hiçbir şey söylemeye gerek yok. Tablo ortada. Yani PKK’yla temas kurulmasını öngören bu tahliye biçimini bir kısmının Türkiye’ye getirilmesini ve meşrulaştırılmasını öngören, bir kısmının yurtdışında, bir kısmının Irak’ta yerleştirilmesini öngören ve bir süre sonra gelecek olan kültür, dil ayrıştırmasını Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün parçalanmasını öngören model işte o modeldir. O model şimdi uygulanıyor. Çok açık. Başbakanın bu sözleri bu gerçeği kapatmaya yetmiyor. Gene hatırlayacaksınız son Başbakan televizyonların önünde konuşalım güveniyorsan dediğimiz zaman bu ahlaksızlıktır demişti. Yani 70 milyonun gözü önünde bu konuların konuşulmasının talep edilmesi Başbakanın gözünde ahlaksızlık, 70 milyonun aldatılarak demin anlattığım olayların yaşanması ahlakın bir ifadesi. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün mü?
Yani bu tablo Türkiye’yi çok ciddi şekilde tahrip etmiştir. Çok ciddi tahrip etmiştir. Bu süreç Türkiye’nin temel değerlerini, inkar eden bir süreç olarak işlemektedir. Bu sürece karşı milletçe el ele vermemiz ve bu sürecin tahribatından Türkiye’yi kurtarmamız gerekmektedir. Tabi bu kadar vahim bir manzaranın bir millete karşı nasıl uygulanabildiğinin sorgulanması da gerekir. Yani nasıl oluyor da bu kadar millete karşı bir politika bu kadar rahatlıkla uygulanabiliyor. Bu konuyu düşünürken herhalde Türk medyasının geçirdiği büyük dönüşümü herkes yaşayacaktır. Bir süreden beri medyamız sanki bu milletin medyası değil gibi çıkmaktadır. Bu gözlemimi içtenlikle ifade etmekteyim. Bizim medyamızın muhatabı milletimizdir, milletimizin değerleridir. Ne dışarıdaki güç odakları, ne içerdeki iktidar bu milletin gerçek değerlerinin Türk medyasına yansımasını engelleyememelidir. Ama maalesef Türk medyasına susturucu takılmış ve millete yönelik cinayet o şekilde işletilmektedir. Bu tabloya da herkesin dikkatini çekmek istiyorum. Milletimizin dikkatini çekmek istiyorum. Milletin hissiyatını görmemezlikten gelerek kimse bir yere varamaz. Milletimizin hissiyatına saygı göstermek sadece siyasetçilerin değil toplumun her kesiminin en öncelikli görevidir.
Evet bu gözlemlerimi, bu değerlendirmelerimi paylaşmak istedim. Soracağınız sorular varsa onlara da girmek isterim. Bu çerçevede izin verirseniz bir küçük hatırlatma yapayım. Bütün bu tezgahlar sadece bugün ortaya çıkmış değildir. Terörle Mücadele Yasasının 6. maddesiyle ilgili tartışmaya bir kez daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatırlayacaksınız Cumhuriyet Halk Partisinin uyarısıyla hangi yıl? 2004 yılında bir yasa getirilmişti. Terörle Mücadele Yasası. O Terörle Mücadele Yasasının 6. maddesinin içinde Öcalan’ın tahliyesine yönelik bir hukuk mekanizması kurgulanmıştı. Bunu biz ortaya koyduk. Buna karşı mücadele ettik. Yok yok diye inkar ettiler. Ama daha sonra o maddeyi değiştirdiler. O zaman cesaret edilmemişti. Şimdi tekrar ortaya çıkıyor. Bu süreç bilinen süreçtir. O bakımdan şaşırtıcı sayılmaması gerekir diye düşünüyorum.
Soru: Hukuki süreç farklı, fiili süreç farklı. Bu ortaya çıkan tabloyu af olarak değerlendirebilir miyiz?
Deniz BAYKAL- Şimdi PKK var olmaya devam ederken, silahlı mücadele sürerken, daha dün havan topları atıldı, askerlerimiz yaralandı. Bu mücadelenin içinde yer almış olan insanların hukuk buna elverişli olmadığı halde Türkiye’ye gelip hukukun aciz kaldığı bir durumda bulunması herhangi bir hukuki nitelenmeyle izah edilemez. Yani afta kendine göre hukuku olan, yasası olan, yetkili mercileri olan, takdiri gene adli merciler tarafından yapılan bir süreçtir. Burada böyle bir şey yok. Yasaların öngördüğü bir tablo yok. Yasa çıkarmaya da cesaret edemiyorlar. Bunu hukuki çerçeveye oturtmaya da cesaret edemiyorlar. Ama Türkiye üzerindeki hegemonyalarını, adliye üzerindeki hegemonyalarını o kadar fütursuzca kullanıyorlar ki yasal tablo uygun olmadığı halde verdikleri söz doğrultusunda istedikleri amaca hizmet edecek kararları alabiliyorlar. Türkiye’de bir trafik ihlalinin kameralarda tespiti dahi günlerce sürürken 25 yıllık bir terör mücadelesinin temsilcileri hızla serbest bırakılıyor ve ortalığa dökülüyor. Bunu anlamak mümkün değil. Yani af çıkarıyor olmanın mahcubiyetinden kurtulmaya çalışıyorlar ama hukuku katlediyorlar, adliyeyi katlediyorlar. Af terörle mücadelede bir siyasi yöntem değildir. Af terör işi bittikten sonra ancak düşünülebilecek bir şeydir. Terörün gündemden tümüyle kalktığı, silahların sustuğu, bırakıldığı, terk edildiği, silahlı mücadelenin takbih edildiği, silahların gömüldüğü, herkesin dağdan indiği ve silahlı mücadeleye başvurulmayacağı konusunda çok sağlam güvencelerin ortaya çıktığı bir aşamada bir toplumsal barış projesi belki gündeme gelebilir. O o zaman değerlendirilecek bir konudur. Şartları, çerçevesi, kapsamı. Ama fikir olarak terör devam ederken, terör tehdidi devam ederken, terör örgütü varlığını sürdürürken, terör örgütünün temsilcilerinin gelip elçiyiz biz dedikleri bir ortamda ceza kanununun bütün hükümleri bas bas bağırırken ve hakimin yüzüne bunlar söylenirken, savcının yüzüne bunlar söylenirken hiçbir şey yok canım denilmesi af değildir. Acizliktir, teslimiyettir, hukuka ihanettir, siyasete ihanettir.
Soru: Bu projenin bir devlert projesi olduğu söylendi, siz AKP, DTP, PKK projesi diyorsunuz, Neden?
Deniz BAYKAL- Devlet projesi konusu tartışmalı. Bunu ben daha öncede ifade ettim. Çünkü Başbakanın Milli Güvenlik Kurulundan sonra yapılan açıklamaya dayalı olarak bu bir devlet projesidir demesi üzerine sanıyorum 24 Ağustos’ta Genel Kurmay Başkanlığı kapsamlı bir açıklama yaptı. Bu konudaki anlayışını çok net bir şekilde ortaya koydu ve ortaya çıkınca bu izlenen politikanın o politika olmadığı görüldü. En azından ben böyle düşünüyorum. Benim aldığım izlenim o. O bakımdan bu devlet projesi lafının artık inandırıcılığı kalmamıştır. Bu bir AKP-DTP ve PKK projesidir.
Soru: Yani bir çelişki mi var Genelkurmay ile Hükümet açıklamasında
Deniz BAYKAL- Ben bu çelişkiyi ortaya koymakla görevliyim. Bu çelişkiyi anlatıyorum. Öyle bir çelişki var.
Soru: Sayın Başbakan konunun Meclis’e de getirileceğini söyledi. Siz Meclis’te konuşacak mısınız?
Deniz BAYKAL- Meclise ne gelecek, ne zaman gelecek hala belli değil. Biz bekliyoruz. Siyasi paketi ne zaman getirecekler meclise? Yani o eylem planının hükümet tarafından taahhüt edilen. Buraya gelen elçilerin işte mektuplarında dile getirilen hangi talebi nasıl uygulamaya koyacaklar onu bekliyoruz. O gelsin o çerçevede elbette Türkiye’de büyük bir tartışma yaşanacaktır. Sadece mecliste değil meclis dışında da o konuları kapsamlı bir şekilde takip edeceğiz. Ama o tabi şeyin karşılığı değil. Başbakanın kabul etmediği, katılamadığı görüşmeyi ikame edecek bir şey değil. O başka bir iş. Her zaman yapıyoruz onu. Geçmişte de yaptık. Biz Başbakana gel karşı karşıya bu açılımı konuşalım dedik. O gelirim ama kimse duymazsa gelirim dedi. Biz herkes duyacak o şartlarla gel dedik. Herkes duyacaksa gelmem dedi.
Soru: PKK’nın, DTP’nin gösterisi, karşılaması…
Deniz BAYKAL- O konudaki anlayışımı söyledim. Yani 25 yıl dağda mücadele etmiş bir insanlar devleti bu kadar aciz konuma düşürmüş olmaları karşısında elbette sevinç duyacaklar. Bunda şaşılacak bir şey yok. Bu sevinci siz ölçüsüz, saklayın, gizleyin, ifade etmeyin. Bu inandırıcı değil. Bunun bir geçerliliği yok. Böyle telkinle, tavsiyeyle olmaz. Yani o çerçevede artık teminatlar dinlemeye başladık. DTP sözcüsü de çıkıyor diyor ki, Türkler korkmasın. Korkmayın diyor. Yani ibret alınacak manzara. Devlet nerede? Kimin kimden niye korkması lazım? Devlet her vatandaşa hakkı olan hukuki güvenceyi getirecek. Ama öyle bir boşluk var, öyle bir algılama var, öyle bir tehlike sevgisi var ki, şimdi DTP sözcüsü Türkler korkmasın diyor. Yani ayrışmaya başladık mı? Türkler ve diğerleri. Herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bizim gözümüzde. Kimsenin kimseye bir üstünlüğü yok. Yani siz öyle bir süreç başlatmışsınız ki bu sürecin içinde bunlar anlamsız. O uyarıların bir geçerliliği yok. O sadece yaptığınız yanlışlar karşısında sizin nefsi müdafaa, kendinizi koruma anlayışınızın yansıması. Ben bundan üzüntü duyuyorum demeye çalışıyorsunuz. Üzüntü duyuyorsanız o zaman bu süreci kontrol altına alın, bu hale getirmeyin. Yanlış olan o. Siz yaptınız bunu. Niye sevinç duymasın adam. 25 yıl dağda uğraşmış şimdi devletin savcısına, hakimine evet geldim ben buradayım diyor. Tamam hiçbir şeyin yok kardeşim diyorlar. İşte mektup diyor. Ben temsilcisiyim diyor. PKK adına geliyor ve Türkiye selamlıyor onu. Utanmıyor muyuz bundan? Birileri utanıyor, birisi sevinç duyuyor. Sevinç duyma. O sevinç duymadığı zaman maskelemeyi başarmış mı olacaksınız? Gerçek ortada. O sevinç tabi göze batan bir nitelik taşıyor. O nedenle sevinç duymayın deniliyor. Ama işin özü zaten çok yeterince vahim.
Soru: Başbakan Türkiye’yi dolaşarak anlatacağını söylüyor bu konuyu, siz de dolaşacaksınız mı?
Deniz BAYKAL- Hiç şüphe yok. Artık bu milletin konusudur. Kapalı kapılar arkasında konuşulacak konu değildir. Bu konuyu milletle konuşacağız, millete gerçekleri anlatacağız. Millet bu konuya el koyacak. O meydanı kimse boş bırakmayacak. Bunu bilmenizi istiyorum.
Soru: Fransa’da PKK’ya yönelik operasyonlar var5.
Deniz BAYKAL- Hep beraber göreceğiz. Şuana kadar PKK’yı toplumda etkin konuma getiren ve bugüne kadar hiç olmamış ölçüde bu konunun devlet gözündeki tek muhatabı haline dönüştüren süreç uluslararası bir süreçtir. Yani burada çok ince bir tablo var. PKK’yı tümüyle Türkiye’nin ortadan kaldırmasına uluslararası güçler izin vermemişlerdir. PKK’yı düşman ilan etmişlerdir. Ama Türkiye’nin PKK’yı tümüyle tasfiye etmesini arzu etmemişlerdir ve daima o mücadeleye fren getirmişlerdir. Bunları biliyoruz. Yani öyle anlaşılıyor ki PKK’yı herkes bir ölçüde de kendi hesabı için kullanıyor.
Soru; Bu açılım süreci seçim sonucunu etkiler mi?
Deniz BAYKAL- Göreceğiz. Yani olaya biz seçim diye bakmıyoruz. Bu olay milletin varlığıyla ilgili, geleceğiyle ilgili çok temel bir konu. Yani milletimiz bunu doğru değerlendirecektir. Onun için çalışıyoruz. Ama ne sonuç ortaya çıkar bilemem tabi.
Soru: Gensoru vermeyi düşünüyor musunuz?
Deniz BAYKAL- Artık bu iş gensoruyu falan aştı. Yani bu konu gensoru kapsamında değerlendirilebilecek olmanın çok ötesinde, çok ağır bir konu. Çok vahim bir konu. Yani Türk milletinin kimliğini, bütünlüğünü sarsan bir süreç bilinçli olarak işletiliyor. Gensoruyu biz millete açacağız. Mecliste değil milletin önüne bu gensoruyu taşıyacağız.
Soru: Türkiye’ye dönenler Meclis’e de gelecekmiş.
Deniz BAYKAL- Acı bir tablo işte devam ediyor. Yani devlet orada karşıladı yetmedi şimdi burada PKK temsilcileri.
Soru: Meclsi bunu nasıl karşılar?
Deniz BAYKAL- Bu süreç zaten bunu öngörüyor. Yani bu tabloyu terör karşısındaki hazmettirme anlayışını yansıtan bir süreç. Şimdi terörü meclise hazmettirecekler. Bakalım millete hazmettirmeyi başaramayacaklar yalnız.
Soru: Süreç nasıl devam eder bundan sonra?
Deniz BAYKAL- Bu sürecin millet kararıyla işleyip işlemeyeceğini, kesilip kesilmeyeceğini göreceğiz. Yani bu sürecin devam etmesi halinde neler olur, kesilmesi halinde neler olur tabi onlar ancak yaşanırsa görülür.
Bir yanıt yazın