Sarrazin olayı ve göçmenler hakkındaki gerçekler

Federal Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi ve eski Berlin maliye senatörü (SPD), Thillo Sarrazin „Lettre International“ dergisinde vermiş olduğu röportajı ile Alman halkını ikiye bölmüş ve tarz olarak da bu tür konular Alman halkına özgül bir yöntemle tartışılmaktadır. Halkın bir kısmı: „Nihayet birileri yabancılar hakkındaki gerçekleri söylüyor“ diyerek „Çok kültürlüğe son verilmesini“ istemektedirler. Buna karşılık ikinci bir grup, bunu „populist ırkçılık“ olarak tanımlamaktadır. Ortada aşılması zor olan bir ikilem varmış gibi gözükmekte. Konuyu 06.10.2009 tarihli iletişim ağı (internet) baskısında  da yer veren Bild gazetesi „Türkler Sarrazin’e sert bir şekilde saldırıyor“ başlığıyla gündeme getirmiş ve bu konuda bir de „Thilo Sarrazin Berlin eleştirisiyle haklımı? sorusuyla anket hazırlamıştır. Katılımcıların yaklaşık 83%: „Evet, nihayet birileri gerçekleri söylemekte“ diyerek onay vermiştir. .)

Her ne kadar ekonomik çıkar nedeniyle bu tür popilizm ve bilinçaltı suçlama yayın politakısını belirli ölçüde anlayışla karşılamak mümkün olsa da, populizmin sınırları aşıldığı zaman demokrasinin bundan zarar göreceği kesindir. Bild okurlarının 83% nün Thillo Sarrazin’e hak verdiği bizi şasırtıyormu? Yoksa aksine, Bild okurlarının yaklaşık 20% nin Sarrazin’e hak vermemiş olması, bizlerin önyargısız ve günah keçileri aramaksızın, federal hükümetin hedefine ulaşamayan uyum ve eğitim politikasına rağmen, birlikte yaşayabilmemiz için bir fırsat olarak mı görmek lazım?

Bir takım „sağa oynayan“ politikacılar tarafından (aslında bunların arasında SPD kökenli siyasetçilerin olmaması gerekiyordu) genelde yabancılar ve özelde Türkler hakkında yürütülen tartışma birlik ve beraberlik içinde yaşamayı zehirlemekten öteye gidemeyeceği kesin. Toplumun bir kısmı günah keçisi haline getirilip hedef gösterildiği durumlarda tüm demokratların demokrasi adına bu gidişata karşı kesin bir tavır almaları gerekmektedir.

Yabancılar hakkındaki gerçekler

Çok değil bundan bir buçuk sene önce (7.4.2006) Bild gazetesinde gene aynı amaçla üzüntü ve kaygıyla izlediğimiz şu başlıkları okumuştuk:

„Yabancılar hakkındaki gerçekler“

Bu başlık altında yabancıların

(1) eğitimsiz,

(2) suç oranı yüksek,

(3) yetirince almanca bilmezler ve getolarda yaşarlar,

(4) işsizler ve sosyal kasaları soyuyorlar

(5) müslüman kültüre sahipler ve camilerde sürekli kin ve nefret  vaazları veriyor ve aynı zamanda terörizmi destekliyorlar

oldukları toplum hafızasına yerleştirilmek istenmiştir.

Tüm bunları okurlarına sıralarken sadece doğruluk/dürüstlük problemleri çözmede yardımcı olur. diyorlardı. Ve tam üç sene sonra Sarrazin’e verilen destek aynı tonda tekrarlanıyor: „Nihayet, birileri gerçekleri söylüyor.“

O tarihlerde Hürriyet gazetesi Bild gazetesi acaba „türk düşmanlığı mı yapıyor“ diye sormuş ve Bild yönetimi tarafından 8.1.2008 tarihinde kesin bir dille red edilmişti. O zamanlar Bild gazetesi yabancıların genel nüfusun sadece 9% una tekabül etmelerine rağmen, suçların 25%inden sorumlu olduklarını yazmıştı. Ve bunun da ötesinde şöyle devam etmişti „Bizler şu gerçeği artık görmemiz gerekir. Suçların yarısı 21 yaş altındaki gruplar tarafından işleniyor ve bu suçluların da yarısı yabancı gençlerden oluşuyor.“ Bild gazetesi o zamanlar şu şekilde bir başlıkla konuya nihayi damgasını vurmuştu: „Gerçekleri söylemezsek, sorunları çözemeyiz“. Elbette, gerçekleri söyleyelim, fakat doğruca, dürüstce ve yalpalamadan.

(1) Yabancılar eğitimsiz, bir çoğu ancak ortaokulunu ve çok az bir kesimi de liseyi bitiriyor.

Bu söylem Thilo Sarrazin’nin Türkler ve Arapların zekasıyla ilgi söylemiş olduğu şu sözleri hatırlatıyor: “İnsan zekasının bir parçası çevre koşulları tarafından belirlense de büyük bir bölümünün ırsi olduğu kesindir. Gitmiş olduğumuz yol toplumdaki zeki ve belirleyici kesimin zamanla demografik nedenlerle sürekli düşmesine neden olmasıdır“

Neden, sadece yabancıların değil, aynı zamanda Almanların „sosyal zayıf“ dediğimiz kesiminin de eğitim problemi olduğunu ve bunun bilhassa Almanya’nın eğitim sisteminden kaynaklandığını ve zekanın büyük bir oranda sosyal çevre tarafından (örneğin işsizlik) ve sosyal mağduriyet nedenleriyle olumsuz etkilendiğini söylemiyorsunuz? Örneğin, Alman askerleri arasında yapılan bir araştırma doğu tarafından gelen askerlerin batılılara nazaran zekalarının 10-15 puan daha düşük olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde, Almanların işçi kesiminin de eğitimdeki başarıları yüksek kesimdekilere kıyasla 3-4 kat daha düşük olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Söylememiz gereken bir başka şey de ilkokullardan lise bölümüne geçişlerin de aynı sınıfsal engellere takılmakta olduğu gerçeğidir. Ve unutmamız gereken bir başka gerçek de yabancıların eğitim başarısının Almanya’da kalma süresine endeksle düşmesidir. Acaba Almanya’daki ağır dışlayıcı koşullar sosyal zayıf kesimin ve böylece Alman olmayanların da eğitim başarılarını olumsuz yönde etkilemektemidir?

(2) Yabancıların ve bilhassa yabancı gençlerin suç oranı yüksek.

Bu da Sarrazin’ nin şu söylemini hatırlatmakta: “Ben, devleti red ederek devletden geçinen, çocuklarının eğitimiyle ilgilenmeyen kişileri kabul etme mecburiyetinde değilim…ayrıca mentalite bakımından ve gelmiş oldukları ülke mentalitesi gereği aşırı saldırgan ve ataerkildirler. Türkler Almanya’yı Kosovalıların Kosovayı fethettikleri gibi fethetmektedirler: yüksek bir doğum oranıyla“ Sarrazin burada aynı Sırpların kullandığı ırkçı populist yaklaşımla halk arasında yabancı nüfus istilasına uğramışlık korkusunu yaymayı hedeflemektedir. Oysa gelişmeler tam aksini göstermektedir. Almanya’daki kısıtlayıcı hayat şartları göçün tersine işlediğini göstermektedir. Elde edilen verilere göre bugün itibarıyla Almanya’da 2,2 milyon Türk kökenli insan yaşamaktadır ve bu da nüfusun yaklaşık 2,7% sine tabül etmektedir. On sene öncesi de Almanya’da 2,2 milyon Tğrk kükenli insan yaşamaktaydı. Bu sayılara göre nüfüs istilasından söz etmek mümkün değildir. Aksine, Krefeld şehrindeki futureorg şirketinin yapmış olduğu bir araştırmaya göre yaklaşık dörte üçü burada doğan Türk kökenli akademisyenlerin 38% i Türkiye’ye dönmeyi düşündüklerini belirtmişlerdir. Neden olarak da 42% si Almanya’yı yeterli derecede vatan olarak hissetmediklerini söylemişlerdir. Yaklaşık beşde dördü de Almanya’da yeterli ve ciddi bir uyum politikası yürütülmediğini dile getirmişlerdir.

Dürüsütçe söylemek gerekirse, kriminal olayların artması genel toplumsal bir sorundur, sadece yabancı gençlerin değil. Bir başka gerçek de, gençler arasında kriminal olayların artışı (2000-2004 arası) yabancılarda 20% iken, Almanlarda 30% ve hatta Alman kökenli Rus göçmenlerde 50% oluşudur. Bilhassa alman kökenli Rusların nüfusunun sadece yüzde 3 olmalarına karşılık tüm şiddet olaylarının yüzde 10’undan sorumlu oldukları neden söylemiyorsunuz? Neden suçluluk oranlarını karşılaştırırken yabancılırın işledikleri suçlarn üçte birinin yabancı yasasından kaynaklandığını söylemiyorsunuz? Neden işci kökenli dediğimiz göçmenler arasında suçluluk oranının Almanlardan daha az olduğunu söylemiyor ve yabancılardaki suç oranlarının Almanya’da kalma sürelerine göre arttığını  gizliyorsunuz? Acaba Almanya daki kısıtlayıcı ve dışlayıcı ortam yabancıları daha mı çok suça itmektedir?

(3) Yabancılar yeterince almanca bilmezler ve getolarda yaşıyorlar.

Söylermisiniz neden Alman kökenli rus kardeşlerinize sunmuş olduğunuz olanakları (ücretsiz almanca, uyum kursları, eğitim olanakları, diplomalarının kabulü) bizlerden esirgediniz? Neden ev verirken „yabancıya ev yok“ söylemleriyle kapıları yüzümüze kapadınız? Unutmamamız gerekir ki Almanya’da göçmen kökenli insanlar hala daha ikinci sınıf insan olarak görülmekte ve o nedenle örneğin ev aradıklarında ev sahipleri tarafından kabul görülmemektedirler. Ve burada sormamız gereken, acaba neden Almanlar yabancı komşu istememektedir? Neden ev şirketleri yabancı ve Almanları ayrı bölgelerde tutmakta ve bununla da öğünmekteler? Yabancılar kendilerini geri çekiyorlar ve ayrışıyorlar diyebilmek içinmi?

Evet, bazıları „Türkler kendilerini kurbanlık rolünde iyi hissediyorlar“. diye suçlamaktadırlar. Neden onlar bu role itilip itilmediklerini sormuyoruz? Kimse kendini kurbanlık rolünde iyi hissetmez, fakat kısıtlayıcı ve dışlayıcı koşullar, artı her türlü çabalarına rağmen takdir edilmeyişleri insanları kurbanlık rolüne itebilir. Yoksa 2003 de UN tarafından parafe edilen „Göçmen hakları anlaşmasını“, 40 ülkenin imzalamasına rağmen Alman hükümetinin halen daha tanımadığını nasıl açıklarız? Göçmenlere her fırsatta uyum sağlayamadıklarını ve kurbanlık rolüne gizlendiklerini söyleyebilmek içinmi?

(4) İşsizler ve sosyal kasalarımızı soyuyorlar.

Bu söylem de aynı Sarrazin’ninkini çağrıştırmaktadır: “Bu şehirdeki Arapların ve Türklerin büyüki bir çoğunluğunun (…) işlevsel bir rolü yoktur, sebze ve meye satmaktan hariç; uzun vadeli de bir ümit gelişimi gözükmemektedir.“ Veya şu söylemi: “çocuklarla geçim standardını düzeltmenin” mümkün olduğunu. Ve özellikle şu söylemi çok endişe vericidir: “Çocuklara bakabilenlerin çocuk sahibi olabilmelerini düzenleyebilmemiz gerekmektedir“ ve ayrıca o (Sarrazin) “sürekli baş örtülü çocuk üretenleri kabül etme“ mecburiyetinde olmadığıdır. Buna benzer çıkışlar uğursuz sayılabilecek ve istenmeyen ölçüdeki çocukların doğmasının engellendiği zamanlarda (Nazi dönemi) kullanılmış ve uygulanmıştır. Burada Sarrazin tarafından Eugenik düşüncesinin (genetik bazda ırkların kontröllü gelişimi) üzerinde çalışmaya değer politik bir hedef olabileceğini göstermektedir.

Prof. Dr. Norbert Winkeljohann Sarrazin’in bu konuda ki söylemlerinin aksine, yapmış olduğu „Türk kökenli işadamlarının başarı nedenleri – Almanya için bir model?“ konulu araştırmasında şu sonuca varmaktadır: „Almanya’da 70.000 üzerinde Türk kökenli şirketler vardır, ve giderek artan bir oranda  bilgiye dayanan hizmet dallarında, ara malları üretiminde, endüstri hizmetlerinde ve yüksek teknoloji çözümlerinde (…) Bir çok Türk kökenli kuruluşlar artık döner ve kahvehanelerden çok uzaktırlar.“ Winkeljohann’a göre ilk zamanların misafir işçileri artık önemli bir ekonomik güç teşkil etmektedirler. ifm Mannheim tarafından yapılan bir çalışmaya göre göçmen kökenli kuruluşlar Almanya’da bir milyon kişiye istihdam olanağı yaratmaktadırlar. Bu çalışmanın verdiği sonuçları şu şekilde toparlamak mümkündür: Türk kökenli girişimciler ekonomık başarının önemli bir direğidirler. Onları başarısı yenilikçilik ve sürekliliğe dayanmaktadır. „Bizim hemşehrilerimiz yüksek başarı motivasyonu, kesin başarı hırsı, risk alma güdüsü, akdeniz ülkelerine has yaşam biçimleri, yüksek sosyal becerileri ve pazarlık yetilerini birleştirmektedirler.“ Çalışmayı yürüten bilim adamları, toplumun bu çok kültürlü girişimcilerden öğreneceği çok şeylerin olduğunu vurgulayarak çalışmalarını sonuçlamaktadırlar ).

Bunların da ötesinde Alman iş piyasasının aşırı derecede yabancılara kapalı olduğunu, aynı eğitim seviyesindeki bir yabancı gencin Alman akranlarına göre meslek yeri bulma şansının sırf yabancı olduğu için 3 kat daha kötü olduğunu neden söylemiyorsunuz? Yabancıların ekonomiye katkılarından dolayı bir milyon civarında insana istihdam yarattıklarını neden gizliyorsunuz? Sosyal yardım alan yabancıların çoğunun ilticacı olduğunu ve bunların da çalışma olanaklarının olmadığını, sosyal yardım alanların oranının Almanlar’da yüzde 3-4, yabancılarda yüzde 8 ve Alman kökenli Rus göçmenlerde yüzde 20% olduğunu neden dürüstlükle açıklamıyorsunuz? Yabancıların tüketime katkısıyla (yaklaşık 50 milyar) Alman ekonomisinin güçlendirildiğini, Türklerin yaklaşık 20% sinin mülk sahibi olduğunu, yaklaşık 10% yabancı kökenli iş sahibinin olduğunu ve bunların tüm istihdamın 3-4%ünü karşıladıklarını neden gizliyorsunuz? Yabancılar çalışmak istemiyor ve sosyal kasalarımızı soyuyorlar diyebilmek için mi?

(5) Müslüman kültüre sahipler ve camilerinde kin ve nefret vaazları veriyor ve terrörizmi destekliyorlar.

Müslüman olmayanların içinde, hatta Alman toplumunda da aynı derecede ve oranda radikallerin olduğunu neden unutuyorsunuz. Örneğin aşırı sağcıların arasındaki suç işleme oranı yüzde 30’larda olduğunu, 2000-2006 yılları arasında bu kesimde suçların yüzde üç yüz (300) arttığını  ve sadece 2006 da 912 sırf yabancı oldukları için aşırı şiddete uğradıklarını kimden gizliyorsunuz? Örneğin Münih’de 76 yaşındaki bir Almanın uğramış olduğu saldırıyı medya ‚pis Alman’ manşetiyle vermiştir. Peki neden aralık 2007 de Saksonya-Anhalt eyaletinde ırkçılar tarafından insanların gşzü önünde alenen dövülen iraklı hamile bir bayan olayı gizlenmeye çalışıldı veya aynı ton ve tarzda kamuoyuna yansıtılmadı?. Kriminal olayların aslında bir yabancı sorunu olduğunu söyleyebilmek içinmi?

Sonuç olarak

Dilek ve temennilerimiz odur ki, dürüst olalım ve ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan doğruları söyleyelim. Tek taraflı suçlamalarla toplumu germeyelim ve içinde yaşadığımız toplumu hep beraber daha ileri seviyelere götürme çabası içerisinde olalım.

Elbette biz her türlü şiddete, ayrımcılığa ve düşmanlığa karşıyız. Biz birey olarak görevimizi yapalım ve sorumluluklarımızın da bilincine varalım. Burada toplumsal gelişimi belirleyecek siyasiler ve demokrasilerin olmazsa olmaz kabul ettiği dördüncü güç olarak medya mensupları da sorumluluklarının bilincine varsınlar. Yapılan siyasi hatalar nedeniyle toplumda ‚karşı düşman’ veya ‚günah keçileri’ belirleyerek İnsanlara potansiyel suçlu damgası vurarak ve hedef göstererek ve güven sarsıntısı yaratarak toplumu germeyin ve psikolojik baskı uygulamaktan vazgeçin. Bu tür psikolojik baskılar ve bilinç altına yerleştirdiğiniz korkular nedeniyle sadece Türk toplumu bireylerinin ve diğer „yabancı“ saydığınız insanların değil, aynı zamanda Almanların da sağlığını bozarak ülke ekonomisine milyarlarca zarar verdiğinizi hatırlatmak isterim.

Dr. Ali Sak


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir