Alman Merkez Bankası yöneticisi Thilo Sarrazin´in Türkleri aşağılayan sözleri için yirmiye yakın Alman arkadaşım ‘bunun Türklere direkt hakaret olduğunu ve politikacı olarak siyasi bedelini de Alman toplumunun değil, kendisinin ödemesi’ gerektiğini belirtip istifa etmesini istedi.
Çeşitli siyasi görüşlerden insanların bu şekilde olaya yaklaşmaları elbette olumlu ama, ortaya gayet açık ve net olarak koyulan açıklamalar da yenilir yutulur cinsten değil. Alman medyasının önemli gazeteleri de, bunun yabancı düşmanlığı yapan gurupları cesaretlendireceğini belirterek, Alman halkının dışa karşı imajını zedelediğini öne süren yazılara yer verdi. Derken beklenen oldu ve İngiltere’nin önde gelen gazetelerinde Almanların başka kültürler ile bir arada yaşamada zaten sıkıntıları olduğunu dile getiren haberler ile konu bir anda uluslararası boyuta da taşınmış oldu.
“Yabancı dostu“ Almanların olması bizi rahatlatırken, konu giderek tırmanmaya başladı. IMF toplantıları için İstanbul´da bulunan Alman Merkez bankası Başkanı Axel Weber gazetecilerden mesleği ile ilgili sorulardan çok, yönetim kurulu arkadaşının kırdığı pottan sorguya çekilince o da patladı ve “Kimse bankanın itibarını zedeleyemez. Kapıcısından yönetimine kadar bu herkes için geçerlidir. Buna sebep olanlar gereğini de yapmalıdır” dedi. Spiegel Online’ın haberine göre Weber böylece, kısa süre önce Berlin’deki Türklere hakaret eden Alman Merkez Bankası Başkanı Thilo Sarrazin’i açıkça istifaya davet etti. Özür dilemesinin yeterli olmadığını ve bankanın imajının zedelendiğini belirterek kesinlikle istifa etmesi gerektiğinin altını çizdi.
Tabii SPD gibi Türklere yakın bir anamuhalefet partisinin önemli konumundaki milletvekilinin ağzından çıkan bu beyanları Alman toplumu içerisindeki duyarlı kesimlerin sert şekilde eleştirmesiyle konu bir anda gündeme oturdu. Çok sayıda Türk asıllı üyesi olan ve her seçimde Türk kökenli oyların yarıdan fazlasını alan Sosyal Demokrat kesimin içinden de sert şekilde eleştiri aldı eski bakan Sarrazin. Vural Öger, “Sarrazin´in bu görüşleri Sosyal Demokrat bir partide dile getirmesi tam anlamıyla skandaldır. Kendisinin SPD´den atılmasını bekliyorum” şeklinde net bir görüş ortaya koydu. Nürnberg, Mühnih, Köln, Berlin ve Würzburg gibi metropollerdeki Türk ve Müslüman kökenli üyelerin de sert tepkisi ile karşılaşan parti yönetiminin partinin en kötü anında partiyi vuran bu garip açıklamalardan çıkış yolu bulmakta zorlandığına inanıyorum.
Müslüman göçmenleri en ağır şekilde aşağılayan Sarrazin´e tek desteğin NPD´den gelmesi, hatta kendisine partinin yabancılardan sorumluluğunun teklif edilmesi ise ortaya atılan görüşün “Almanya’daki derin siyasi görüşler” olduğunu ortaya koyuyor. Türk kökenli göçmenlerin ileri gelenleri rahatsız olduk, üzüldük, talihsizlik filan dese de, radikal sağ grupların tamtamlarını görünce mesaj muhatabını çoktan bulmuşa benziyor. Gelinen noktada Nazizm çizgisine kadar uzanan aşırı sağ odaklar bayram ederken SPD kan kaybediyor, Müslümanlar ve Türkler üzülüyor ve Almanya´da kör-topal giden entegrasyon çalışmaları da çok önemli pozisyondaki bir Alman yetkili tarafından baltalanıyor.
Buraya kadar olanları herkesin imkanları ölçüsünde medyadan takip edebildiğine inanıyorum. Türkler ve Müslüman göçmenler zaman zaman benzeri ve haksız eleştirileri sağ ve yabancı düşmanı partilerden hep duyageldiklerinden aslında biraz alışkındırlar. Ama bu sefer enseye vuran elin “amcaoğlu” olduğunu fark ettiler. Benim dikkati çekmek istediğim de tam burası. Seçim zamanı atmosferi ile camilerin olduğu sokaklara bile “evinize dönün, güle güle” şeklinde afişleri yapıştıranları ciddiye almayacak kadar olgundur bu ülkenin göçmenleri. ‘Alman siyasetindeki ciddi demokratik partiler bizim hak ve hukukumuzu garanti ediyor’ diyecek kadar da siyasi olgunluğa erişmiştir Türk toplumu yarım asırda. Yakın geçmişte aile bireylerinden beş kişinin yanarak öldüğünü gözleri ile gördüğü halde yakanları affedebilen bir anneye sahiptir yine Türk toplumu. Hatta birkaç Alman politikacının “Onlar küçük gruplardır, ne derlerse desinler Almanya sizin bu ülkeye verdiğiniz emeği unutmadı” diye arkasını sıvazladığında anında iyimserliği yakalayıp karşısındakine gül uzatabilen bir toplumdur Almanya´ya Anadolu´dan gelen göçmenler.
O SPD ki daha düne kadar çokkültürlülüğü savunduklarını, Türklerin Almanya’ya uyumları konusunda en fazla proje üretenlerin kendileri olduğu ve Türkiye´nin AB üyeliğine en çok destek veren parti olduklarını belirterek Türk asıllı seçmenlerden destek istedi. Özellikle 2002 ve 2005 seçimlerinde SPD´nin Schröder´li yıllarındaki Türk oyların gücü ve stratejikliği siyasi gözlemcilerin de dikkatini çekmiş ve bu kitlenin anahtar konumunda olduğunu belirten görüşler ortaya konmuştu. Son iki seçimde Türk desteğini Schröder´in gülümseyen yüzü ile arkasına alan Sosyal Demokratların, geçen haftaki ağır yenilginin ardından gündem sarsacak çalkantılar ile karşı karşıya kalması partinin uzun ve orta vadeli siyasi başarılarını da direkt etkileyeceğe benziyor.
Seçim öncesi göçmen seçmenlere verilen sözlerin Otto Schilly´nin İçişleri Bakanlığı yıllarında ne kadarının tutulduğunu ve çifte vatandaşlık dahil benzeri konularda hangi politikaların uygulandığını ve neden hep oyalanıldığını Türkler son olay ile daha iyi gördü. Daha da açık söylemek gerekirse, Sosyal Demokratların göçmen oylarından sadece nemalandığı, Almanya´da genelde kabul gören kırmızı çizgilerin dışında her partinin üç aşağı beş yukarı aynı düşündüğü görüsü göçmen kökenlilerin son günlerdeki yaygın düşüncesi. Hatta iki yüzlü bir politika izlediği ileri sürülen SPD´ye karşı, bizimle ilgili duygularını direkt açıklayan CDU´nun daha samimi olduğunu söyleyenler hiç de az değil.
Siyasetçiler dünyanın her yerinde benzer seçmene yaranma politikalarını oynasalar da SDP´nin Berlin Hükümetinde uzun yıllar bakanlık yapmış birinin ağzından çıkanlar Almanya’daki siyasi atmosferi kısa ve orta vadede etkileyecek kadar ciddi açıklamalardır. Soğuk savaş yıllarında vergi indirimi ve bir çok devlet teşvikine rağmen Almanların gitmek ve çalışmak istemediği Berlin´de yerleşerek başkentin yeniden yükselmesinde alın teri ve emekleri olan Türklerin aşağılanmasının izahının birkaç özür ile geçiştirilemeyeceğine inanıyorum.
Bakanlık koltuğuna oturmanın ve merkez bankasında yönetim kurulu üyeliği yapmanın her şeyi en iyi şekilde bilmek anlamına gelmediği açık ve net olarak görülüyor. SPD´li politikacının farkında olmadığı ya da anlama kapasitesinin elvermediği konular da var bu ülkenin geçmişinde. Geçmiş deyince Osmanlı-Alman dönemine kadar uzanan Türk-Alman Dostluğundan bir deste hediye etmek isterdim ama samimiyet ve anlama kapasitesini yeterli bulmadığım için günümüzde kalıyorum. Çokkültürlü Berlin´de yaşayan üst düzey bir politikacının yakın geçmişle ilgili dillendirdiklerine bakınca kendine soracağım bir kaç soru ile vereceğim örnekler de günümüzden olacak;
– Alman istatistiklerinde başörtülü küçük kız çocukları ile ilgili hangi negatif bilgi var ki, böyle bir örneğin kimler tarafından kullanılacağı dikkate alınmadan bir çırpıda ortaya atılabiliyor. Müslüman nüfusunun arttığının bu şekilde dile getirilmesi bu din mensuplarını rencide etmiştir. Müslümanların hızlı artışı (!) için kullanılan kelimelerin özenle seçilmiş ve aşağılayıcı anlam yüklü cümleler olması ise en büyük talihsizliktir. Entegrasyon ve birlikte yaşama için son derece önemli olan camiler ve cemaatleri hakkında dile getirilen düşüncelerin ayrışmayı ve toplumlar-kültürler arası uzaklaşmaya hizmet edeceğinin hiç mi farkında değil sayın Sarrazin?
-Bu ülkeye gelen misafir işçilerin pasaportlarında daha 90´li yılların başına kadar “serbest iş yapamaz” damgasının olduğunun farkında olmasa gerek SPD´li Thilo Sarrazin. Bir küçük dükkan açmak isteyen Türk göçmenin ruhsat (=Gewerbe) almak için mutlaka bir Alman ile beraber olması mecburiyeti, bu ülkede 15-20 yıl öncesine kadar yaşanan bir gerçekti. Hatta işler iyi gittiği anda yabancı ve Alman ortaklar arasındaki hoş ticari kavgalar bu ülkenin çok yakın tarihindedir. Düne kadar serbest mesleğe girişte elini kolunu bağladığınız göçmen Türklerin şu an gıda sektöründe geldiği noktayı küçümsemek ne kadar gerçekçi ?
-Almanya Akdeniz tipi sebze ve meyve ürünleri ile 60´lı yılların başından sonra ülkeye gelen Türk, İspanyol ve İtalyanlar sayesinde tanıştı. Taze fasulyeyi, patlıcanı ve birçok diğer Akdeniz ikliminde yetişen sebzeleri göçmenlerden öğrendi Almanya. Sayın Sarrazin taze meyve sebzeyi ülkeye gelen göçmen işçilerin o beğenmeyip küçümsediği dükkanları sayesinde yediğinin ne kadar farkında acaba. Türk işçileri bu ülkeye gelmeden sadece dondurulmuş sebzelerin menülerinden oluşan kırmızı lahana ve patates ağırlıklı Alman mutfağı olduğundan ne kadar haberi var ?
-Türk işyerlerini sadece bir kaç manav diye küçümseyen Sarrazin´in sadece Berlin´de her gün yüzlerce kamyon dolusu taze gıdayı bu insanların Alman mutfağına sunduklarından ne kadar haberdar bilemiyoruz ama her meslek gibi kanunlara uygun yapılan sebzecilik de her iş gibi kutsaldır. Köylerdeki küçücük “Tante Emma” dükkanlarının yaygınlaşması için Almanya´nın 70´li yıllara kadar devlet teşvik politikası uyguladığını bu yazının muhatabı olan SPD´li politikacı inşallah biliyordur.
-Hangi maksatla ve hangi fikre hizmet için kendini zorladığını bilemediğim Sayın Sarrazin´in Merkez Bankası gibi ülkenin en önemli para kurumunda üst düzey görevli olduğu halde Türk asıllı işverenlerin 35 milyar Euro ciro yaptıklarından haberinin olmaması kabul edilebilir bir durum değil. Sarrazin’in Almanya´nın en önemli turizmcilerinden birinin Türk göçmenlerin içinden çıktığını bildiğinden eminiz ama, her göçmenin başarısını takdir ettiği Vural Öger´in bile, onun SPD´den atılması gerek dediğinden ne kadar haberdar?
– Almanya için hayati öneme haiz entegrasyon çalışmalarında Türklere en yakın parti olarak görülen SPD´den çıkan sesin bu kadar çatlak olmasının bedelini elbette önce sayın Sarrazin ödeyecek ama, göçmenleri sarsılan güveni için partinin de acele bir şeyler yapması gerektiğine inanıyoruz. Otto Schilly için CDU, “Bizim düşündüklerimizi bizden daha iyi savunuyor” demişti. Sarrazin için ise NPD gurur duyduğunu söylüyor. Bütün bunları alt alta yazınca Almanya´nın çokkültürlülüğü ve göçmen ülkesi olma iddialarının lafta kaldığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz.
-Siyasetçilerin mesleği sevgi ve güvene dayalı proje üretmektir. Entegrasyon demek de budur zaten. Güven sağlamanın yolu bir grubu horlamadan geçse idi, diktatörleri tarih en başarılılar sayfasında yazardı. Bu talihsizlik çok sayıda genç Türkün politika yapmaya hazırlandığı SPD´de olmamalı idi. Türk toplumunun önemli isimlerinde büyük hayal kırıklığı doğdu partiye karşı. Politikacı, bir doğruyu dile getirirken bile nerelere kadar uzayıp kimlere dokunabileceğini iyi hesaplayabilen toplum mühendisidir. Sadece seçmen kitlelerini ve belli odakları memnun etmek için siyasi maymunculuk oynayanların kısa zamanda ortadan kaybolduğu bir zamanda yaşadığımızdan haberdar olmayan politikacının talihsiz açıklaması Türkleri derinden yaraladı ve “Bunu senden beklemezdik, Sende mı SPD ?” dedirtti.
08 Ekim 2009, Perşembe
DR. LATIF ÇELIK
Yazıları posta kutunda oku