Savaş Süzal
Son günlerde Türkiye’de yaşananlar elimde bulunan bir kitaptaki Osmanlı’nın son günlerinde ve işgal altındaki İstanbul’da yönetimin yabancı güçlere ne kadar boyun eğdiklerini anlatan bir belgeselin aynısı. Ne acı aradan 80 yıl geçmesine rağmen bu ülkenin ve vatandaşlarının kaderi hep aynı olmuş. O yıllarda şanslıymışız ki bir Mustafa Kemal ve arkadaşları çıkıp, ülke kaderi için mücadele etmiş ve başarılı olmuş. Bugün ne yazık ki ülke kaderinden kaygı duyanlar aynı Osmanlı son sultanı Vahdettin ve işgal ordularının yaptırttığı gibi hapisteler.
Okuduğum eserde o yıllarda Ordu’nun dağıtılıp, tamamen yabancı güçlere itaata zorlandığına da işaret ediliyor. Aynı bugün olduğu gibi. Silah depoları, cephanesi ve tüm lojistik desteğine ne yazık ki yabancı işgal güçleri el koymuş durumda. Birde dikkatimi çeken ülkenin zayıf ve milli yönetimden uzak kalması sonucu İstanbul ve büyük kentlerde cirit atan yabancı ajan sayısı. Aynı bugün olduğu gibi. Bu yabancı görevlilerin ürettiği haberler sayesinde halk şaşkın hangisi doğru hangisi eğri bilemiyor. Aynı bugünki gibi.
Sözünü ettiğim kitabın adını vermeme gerek yok. O yılları anlatan hangi kitabı elinize alsanız size aynı tabloyu çizdiklerini göreceksiniz. Yabancı işgal kuvvetleri önce askerinizi devreden çıkaracaklar. Aynı bugün olduğu gibi. O yıllarda Osmanlı ordusu yalnızca bir merasim ve gösteri birliği haline dönüşmüştü. Aynı bugünki gibi. Ne acı ki bugün TSK kendi sınırları içinde bile istediği gibi savaşamayan, vatansever komutanlarını kaptıran bir müessese haline gelmiştir. Umut olmak çıkmıştır. Peki, askeri güç olarak caydırıcılığı var mıdır? Çok özür dilerim ama bence bu konu da tartışılabilir. İstihbaratını yabancılardan alan, üzerindeki üniforması milli olmayan kendi güvenliği için izin bekleyen, silah ve cephanesinde başkalarına bağımlı olan bir güç, güç değil yalnızca başkalarının oyuncağı haline gelmiştir.
Diyeceksiniz ki tüm bu olanlar kısa bir süre içinde mi oldu? Hayır. Tam tersine bu düzenleme 12 Eylül. 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ile başladı. Ordu için deki tüm temayülleri ve ananeleri bu imam çocuğu olduğunu söyleyen acemi ressam general ve takım arkadaşları yıktı. Bir ayak oyunu ile Turgut Özal’ı Başbakan koltuğuna oturtup onun icraatlarına ellerindeki sopayla herkesi korkutarak yol verdi. O Özal değilmiydi şort ile askeri birlikleri denetleyen. İşte size ilk sinyal. O Özal değil miydi Kürtlere federasyon verilmesini isteyen, Barzani ile Talabani adlı Kürt aşiret reislerine Türk pasaportu veren?
Tayip Erdoğan ve şürekâsının temeli ne yazık ki 2000 yılı sonrası değil ondan 20 yıl önce 1980 yılı sonrasında atıldı. İmam Hatiplerin artırılması Evren zamanında değil miydi? Aslında bizler laik ve Atatürkçüler yanlış zamanı ve yanlış dönemi yargıladık hep. Neden Erdoğan hükümeti yaşayan bir darbeci olan Kenan Evren’i yargılamaz. Zira Evren’e varlıklarını borçludurlar. Hiç demokrasi havarisi Tayip Erdoğan’ın ağzından demokrasi katili Evren aleyhine bir söz duydunuz mu? Duyamazsınız. Duymayacaksınız da.
Türk halkı kendi yapması gereken görevleri başkalarının yapmasını beklediği sürece başı dertten kurtulmayacaktır. Artık Türkiye’deki işgal güçleri işi öylesine azıtmıştır ki, “Ne mutlu Türküm” andına bile müdahale etmeye başladılar. Değiştirecekler. Değiştirmelidirler de. Zira bu halk kim olduğu ve kimliğine yapılan saldırıların en az cebi kadar, tuttuğu futbol takımı kadar ve geleceği kadar önemli olduğunu anlayarak geleceğine ve kimliğine sahip çıktığı an ancak kurtuluş umudu doğacaktır. Beğenmediğiniz ve bir potada eridiği söylenen Amerikalılar bile kendilerini tanımlarken “I am a İtalian, French, Irish, African American” (Ben, İtalyan, Fransız, İrlandalı, Afrika asıllı Amerikalıyım) diye etnik yapısını da vurgulayarak söyler. Onunla övünür. Bizimkiler gibi Türk olduklarından utanmaz.
Evet, sevgili okurum, ordusuna sahip çıkmayan, gazilerine şehitlerine sahip çıkmayan, milliyetine, köküne sahip çıkmayan bir ulus zaten ulus değildir. Biz yaklaşık 25 yıldır ulusluğumuzu kaybetmiş bulunuyoruz. Onun için Türkiye’nin adının da yakın bir tarihte “yahu adınız hindiyi çağrıştırıyor” diye değiştirilmek istenirse sakın şaşırmayın. Ben ve yeşile dönen Türk medyasındaki bir avuç arkadaşım hala Türklüğümüzle, Mustafa Kemal ideallerine bağlılığımızla övünüp mücadele etmeye devam ediyoruz. Edeceğizde. Belki bir gün aynı 1920’lerde olduğu gibi şansımız yaver gider ve bir Mustafa Kemal geçerde ülkenin ve ulusun başına, tüm işgal güçlerini ve cumhuriyet düşmanlarını yeniden ülkemizden kovarız. 01.Ekim.2009
Bir yanıt yazın