Site icon Turkish Forum

Seçimde herkesi görev başına çağırıyorum

"Birlik Partileri dahi göçmen politikalarını değiştiriyorsa, bunda bizim etkimiz var" - sandik secim

“Birlik Partileri dahi göçmen politikalarını değiştiriyorsa, bunda bizim etkimiz var”

“Liberaller konusunda ben gayet soğuk kanlı şekilde beklemekten yanayım, hele bir seçimler geçsin. Hıristiyan demokratlarla çoğunluğu sağlayamadıkları takdirde yeniden muhalefette mi oturacak, yoksa en azından bizimle beraber masaya oturup hiç hükümeti kurmayı denemeyecek mi… Ben soru işaretiyle yetiniyorum. Seçimlerden sonra göreceğiz.”

Resmi verilere göre Almanya’da 700-750 bin civarında Türk kökenli seçmen bulunuyor. Bu sayı 27 Eylül’de yapılacak federal genel seçimler öncesi neyi ifade ediyor?
Bu seçmen kitlesi Almanya için çok önemli. Biliyorsunuz seçim sonuçları genelde Almanya’da kıl payı bir mesafeyle sonuçlanıyor. Bir önceki seçimlerin birkaç bin oy farkıyla sonuçlandığı gibi. Dolayısıyla seçime katılım önemli. Her oy belirleyici olabilir. İnternette bir film dolaşıyor belki duymuşsunuzdur. Mail ve isminizi yazıyorsunuz, filmde adınız geçiyor. Temel mesaj şu: ‘ben seçimlere katılmadığım için karşı taraf seçimleri kazandı’. Bu duruma kimsenin düşmemesini diliyorum. Herkesi görev başına çağırıyorum. Çok geniş bir yelpaze var, herkes kendisine uygun bulduğu partiyi seçebilir. Seçimlere katılmak bir haktır ve aynı zamanda da bir vazifedir. Şunu unutmamak gerekiyor ki, dünyanın birçok ülkesinde insanlar seçme ve seçilme hakkı için mücadele veriyorlar. Birçok diktatör devlet vatandaşlarına bu hakkı tanımıyor. Bence bu önemli bir vazifedir, herkesi göreve çağırıyorum. Tabi ki gönlümdeki parti herkesin tahmin edebileceği gibi Birlik 90/Yeşiller Partisi’dir. Haydi onu bir kenara bırakalım seçimlere katılımın diğer bir anlamı ise aşırı sağcı partinin meclise girmesinin engellenmesidir.

Birkaç somut örnekle konuyu açar mısınız, Türkler neden seçime katılmalılar?

Her seçimden seçime Türk gazetelerini ziyaret eden, iftar yemeklerine katılan -hatta artık kendileri de iftar vermeye başladılar- siyasetçiler görüyoruz. 10-15 sene önce bunların olabileceğini düşünülebilir miydik, bırakın ziyaretleri Alman siyasetçilerinin böyle bir şeyi organize edebileceğine inanılır mıydı? Nereden nereye geldik. Cami açılışları, Cemevi açılışları olsun, dernek binalarını ziyaretler olsun, artık siyasetçiler buralara gidiyorlar. Hatta kim daha fazla ziyaret edecek yarışı içine bile girdiler. Kaldı ki, Türk kökenli adaylar artık sadece bizim partide de değil. 1994’de biz ilktik, bugün Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nde (CDU) dahi Hamburg ve Berlin’de eyalet milletvekilleri var. Bu şunu gösteriyor, partiler geç de olsa artık seçmen tabanının önemini anladılar. Ne kadar fazla göçmen kökenli olursa, o kadar çok oyların artacağını kavradılar. Bakın diğer bir konuda eskiye nazaran Türkiye konusu seçim kampanyalarında hemen hemen hiçbir rol oynamıyor. Eskiye nazaran insanları üzen, onları hedef gösteren çirkef kampanyalar çok fazla rol oynamamakta. Sonuçta son derece ılımlı bir seçim kampanyası yaşıyoruz, hatta bazıları ‘son derece can sıkıcı bir seçim kampanyası yaşıyoruz’ diyorlar.

Siz ‘can sıkıcı’ seçim kampanyalarını seviyor musunuz?

Ben şahsen can sıkıcı kampanyaları sevmiyorum ama ırkçı kampanyaları hiç sevmiyorum. Dolayısıyla can sıkıcı olsun da ırkçı olmasın. Bunun sebebi toplum değişiyor. İslam konferansı düzenleyen veya genel kurulda ‘Müslümanlar bu ülkenin bir parçasıdır’ diyen bir içişleri bakanı Müslümanlara karşı bir kampanya yapsa inandırıcı olmadığını herkes görecek. Dolayısıyla değişen konjonktür bir takım değişimleri kabul etmeye zorluyor. Fakat bu süreci hızlandırmak vatandaşların elinde. Yapılması gereken ise vatandaş olma bilincinde olmak ve seçme-seçilme hakkını kullanmak.

Eşbaşkanı olduğunuz Yeşillerin federal alanda ve direkt aday olduğunuz Stuttgart’ta en önem verdiği konu nedir?

Biz 1990 senesinde genel seçimler öncesi bir konu belirlemeye çalıştık ve dibe vurduk. Geriye bakıldığında modern bir kampanyaydı denebilir, ancak hiçbir şeye yaramadı. Herkes iki Almanya’nın birleşmesini konuşuyordu, biz ‘iklimi konuşuyoruz’ dedik, insanlar afişlerin önünden geçerek kafa sallıyorlardı, ‘bunlar ne konuşuyorlar’ diye. Biz bugünkü konuları o dönemde konuştuk. Ama insanları bizimle birlikte hareket ettiremedik. 7 milletvekiline takıldık, doğudan girdik meclise. Bundan dersimizi çıkardık. Yeşiller henüz büyük bir parti değil, bizim gündemi belirlemede etkimiz sınırlı. Gündemde insanları ilgilendiren hangi konu varsa bizim de konumuz o. İşsizlik, ayrıca iklim ve global kriz örneğin. Dünyadaki haksızlıkla mücadele, 1 milyara yakın insanın aç-susuz kalması, olağanüstü zor şartlarda yaşamaları bizim dile getirdiğimiz konular arasında bulunuyor. Ama sırf bunları düşünmek yetmez. Toplumdaki çocukların geleceği, yaşlılar, yoksullar, yabancılar, fakat bunlarla beraber Almanya’nın dışındaki yoksulların geleceği gibi, belki bu seçim kampanyasında rol oynamayan, konularda da taleplerimiz var. Bizi diğer partilerden farklı kılan gündemde olan konuların yanına global konuları da eklememiz.

Stuttgart’ta ise biraz önce değindiğim mevzuların yanında şehir sakinlerini ilgilendiren 5 Milyar Euro tutarındaki yer altı tren istasyonu konusu var. 30 kilometrelik tünel hedefleniyor. Biz diyoruz ki, ‘o paranın ufak bir bölümüyle var olan tren istasyonu modernize edilebilinir. Hızlı tren getirelim, yer altı tünelini inşa edelim’. Bu politikamız tabanda destek görüyor.

FDP sizinle beraber ‘asla koalisyon kurmayacaklarından’ bahsediyor. Sizce bu konuda ne kadar ciddiler?

Bence seçim alternatiflerini konuşmak gerekiyor. Biz ise ısrarla içeriği tartışıyoruz. Çünkü içerik koalisyon opsiyonlarını belirliyor, tersi değil. Orda da bizim diğerlerine göre farkımız var. İlk hedef iktidar olmak değil, ilk hedef program var, inandığın bir şey var, hedeflediğin bir istikamet var, o yolda kiminle gitmemiz gerekiyor sorusuna cevap verilmesi şart. Dolayısıyla Yeşiller ‘en iyi bir şekilde programımızı kiminle hayata geçirebiliriz’ sorusu üzerinde duruyor. Bu sorunun cevabı kolay değil. Yeşillerin tek başına iktidar olacağı beklenmiyor. Daha önceki ortağımız Sosyal demokratlar ile beraber de bu kez zor gözüküyor. Çünkü SPD bize yakınlaşıyor, sırf içerik olarak değil, taban olarak ta bize yaklaşıyorlar, yukarıdan. 5 partili sistemde tüm koalisyon opsiyonları artık zor. Bundan böyle 3 partili koalisyonlar gündeme gelmekte Büyük koalisyonun haricinde. Bu yüzden Liberaller konusunda ben gayet soğuk kanlı şekilde beklemekten yanayım, hele bir seçimler geçsin. Hıristiyan demokratlarla çoğunluğu sağlayamadıkları takdirde yeniden muhalefette mi oturacak, yoksa en azından bizimle beraber masaya oturup hiç hükümeti kurmayı denemeyecek mi. Ben soru işaretiyle yetiniyorum. Seçimlerden sonra göreceğiz.

Bu noktada hedefiniz nedir?

Hedefimiz Yeşiller Partisini güçlendirerek 3. güçlü konuma getirmek ve Hıristiyan demokratların Liberallerle birlikte hedefledikleri çoğunluğu engellemek. Bunu başardığımız takdirde bütün oyun yeniden başlıyor.

Merkel-Steinmeier düellosunu izlediniz. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

İzledim herkes gibi uyumamaya çalıştım. Zaten bu garip bir durum, iki iktidar partisi tartışıyor, 3 muhalefet partisi de kendi aralarında tartışıyor. Bence muhalefet iktidarla tartışmalı. ‘Madem aranızda tartışıyorsunuz, siz birlikte koalisyonunuzu kurun, demek ki siz onu istiyorsunuz’. Sosyal demokratlar için bu iyi bir şey olmaz kanaatindeyim. Geçen 4 yılın nelere mal olduğunu gördük bir 4 yıl daha eklerseniz Sosyal demokratların durumunun ne kadar perişan olacağını tahmin edebilirsiniz. Büyük koalisyonlar istisnai durumlar içindir. Bu istisnai durum 8 sene olursa bu demokrasi için de iyi olmaz. Bir değişim Almanya açısından iyi olur, ama tabi ki yine de son söz seçmenlerin.

5 partinin seçim programı incelendiğinde özellikle partinizin Türkiye’nin AB konusunda açık bir desteği olduğu görülüyor. Dikkat çeken en belirgin nokta ise programınızda yer alan ‘mevcut AB üyeliği Türkiye’nin iç demokrasisini de güçlendirir’ ifadesi. Bu farklı pozisyon nerden kaynaklanıyor? Bu tespitin yer alması sizin katkınız mı?

Benim de muhakkak katkım olmuştur. Bunu senelerdir dile getiriyoruz. Hatırlıyorum, Türkiye’yle müzakereler daha ufukta yokken, biz bunu delege toplantısında tartıştığımızda bazı sol kanattaki arkadaşlar ve Kürt kökenli arkadaşlarımızla aramızda bayağı ateşli tartışmalar geçmişti. Onlar insan hakları ihlalleri var, Kürt sorunu, işkenceler var diyerek Türkiye’nin izole edilmesi gerektiğini dile getiriyorlardı. Ben diyordum ki, analiziniz doğru fakat bundan çıkardığınız sonuç yanlış. Niye yanlış, çünkü sizin hedeflediğiniz, Türkiye’de eleştirdiğiniz kesimleri güçlendirir. Bizim güçlendirmeyi istediğimiz kesimleri de zayıflatıyor, onları yalnız bırakıyoruz. Mantıklı düşündüğümüzde Türkiye’nin kapılarını Avrupa’ya açtığımızda orada esen demokrasi rüzgarı demokratik güçleri güçlendirecektir. Dolayısıyla bu mantığın doğru olduğunu gördük son senelerde. Türkiye’deki hatırı sayılır değişimin mimarı tabi ki şüphesiz Türkiye’de oturuyor. En başta vatandaşlar, sivil toplum örgütleri, meclis. Ayrıca Avrupa’nın da bir payı var tabi ki. Türkiye’ye bir disiplin getirdi. Bu politikaların bize göre başarılı olduğunu görüyoruz. Hedef tam üyeliktir, oyunun kurallarını belirledik, oyun devam ederken kurallar değiştirilmez. Biz sözümüzde duran bir partiyiz, bu yolda devam etmek mecburiyetinde olduğumuzu düşünüyoruz. Yolun sonunda bakacağız, şartlar yerine getirildiğinde hedef bellidir. Ayrıca, bir Avrupa vatandaşı olarak Türkiye’nin tam üye olmasından ne kaybımız olabilir anlamış değilim. Bunu sırf Türk kökenli olduğum için değil, Avrupa’nın çıkarına olduğun için de söylüyorum.

5 siyasi partide çok farklı Türk kökenli kesimler yer alıyorlar. Almanya’daki çoğunluk ise muhafazakarlardan oluşuyor. Bu kesimi Yeşillerde de göremiyoruz. Bu durum ne zaman değişecek?

Seyran (Ateş) hanım bir çağırı yaptı geçenlerde. ‘Yeşillere oy verilmesin, çünkü Yeşillerde başörtülü üyeler var ön sıralarda’ dedi. Bu çağrıyı çok yanlış buldum. Siyasetçiler olarak parti üyelerimizi, partide aktif olanları kimlik tespitinden geçirmiyoruz. Türk kökenli misin, Kürt kökenli misin, Sunni misin, Alevi misin inanıyor musun, inanmıyor musun, başörtün var mı yok mu, evde hangi televizyonu izliyorsun, hangi gazeteyi okuyorsun, bunlar çok ayıp şeyler. Bu beni ilgilendirmez. Bizim parti programımızı benimsiyor musun benimsemiyor musun, bu önemlidir. Biz partimizde insanlara bu şekilde yaklaşıyoruz. Partimizde her kesimden insan bulabilirsiniz. Hatta, bizde diğer partilere göre farklı olan tüm kesimleri kucaklamaya çalışıyoruz. Bir şartla şiddete başvurmamak şartıyla. Bu bizim kırmızı çizgimiz. Tüm kesimlerle diyalog içindeyiz, biz diyaloğa inanan bir partiyiz. Yeşiller parti programı belki Almanya’da Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaşi Veli felsefesini siyasete çeviren tek parti programı. Farklı din, kültür, köken, mezheplerden gelen insanların birlikte yaşayabileceğini, hatta yaşamak zorunda olup birbirlerini zenginleştirdiğine inanıyoruz. Biz bunu yeni öğrenmedik, baştan beri bizim dışımızda kimse savunmadan bunları savunuyorduk. Diğer partileri de bu konuda etkilediğimizi düşünüyorum. Bugün (Wolfgang) Schaeuble (Federal İçişleri Bakanı) mecliste bunları söyleyebiliyorsa birazda bizim sayemizde söylüyor. Türk toplumu da bu sayede sürece adapte oluyor, Almanlar da kendilerini yenileme ihtiyacı duyuyorlar.

24 Eylül 2009, Perşembe

RÖPORTAJ – OKTAY YAMAN

Exit mobile version