Değerli dostlarım ve sevgili okurlarım.
Yaklaşık 20 yıldır (20 yıl, 3 ay ve 19 gün) çalışmakta olduğum kurumdan 19 Haziran 2009 günü itibarıyla ayrılmış bulunmaktayım. İşverenim olan kurum, personel giderlerinden tasarruf etmek düşüncesiyle ve elbette iddiasıyla tazminatımı ödemek suretiyle iş akdimi feshetmiş bulunmaktadır. Haklı veya haksız; kurumlar bu tür işlemlere her zaman başvurabilmektedirler. Bu konuda hukuk yolu her zaman açıktır ve biz de bu hakkımızı kullanarak hukuka müracaat etmiş bulunmaktayız. Umarım adalet yerini bulacak ve boynuzsuz koyun, boynuzlu koyunda olan hakkını öbür dünyaya bırakmadan, bu dünyada alacaktır…
20 yıldan sonra İş Akdimin feshedilmiş olması, beni asla yaralamadı. Ancak bu yirmi yılda kurulmuş olan dostlukların bir anda çöpe atılmış olması, beni yüreğimden yaralamıştır. Zira işten ayrılalı aşağı yukarı üç ay geçmesine rağmen, birkaç kişi dışında, ilişkide olduğum insanların bendenizi arayıp sormamaları, bir hayli zoruma gitmiştir. Bunlardan birçoğu, muhtemelen işverenin üzerlerinde kurmuş olduğu baskıdan ve işten atılma korkusuyla benimle ilişkilerini kesmiş olabilirler. Bunlara zaten sözüm yoktur. Çünkü bunlar benim nazarımda zaten adam bile değildirler! Benim asıl sözlerim, yirmi yıl boyunca ve ikbal günlerimde “Üstat” diyerek etrafımda pervane kesilen, sohbetimden, bilgimden ve tecrübemden istifade eden, ikramda bulunduğum ve ikramlarını kabul ettiğim, yetişmelerinde katkıda bulunduğum öküzleredir!
Evet, öküzlere diyorum. Ben tam yirmi yıl, üç ay ve 19 gündür insanlarla dans ettiğimi sanıyordum! Meğer ben bunca süre öküzlerle dans etmişim de haberim yokmuş! Bu bakımdan bu yazıyı söz konusu öküzlere ithaf ediyorum. Umarım bir hisse alırlar da adam olmasalar bile hiç olmazsa adam suretinde korkuluk olma yolunda çaba sarf ederler…
…
17. yüzyıl devlet adamlarından olan ve I. Ahmet ile ardılı İkinci Osman’a (Genç Osman) sadrazamlık yapan Kara Mehmet Paşa, bir öküz nalbantının oğlu olduğu için muarızları tarafından “Öküz” lakabıyla da anılırmış. Bir sefer esnasında kurulan Divan Çadırı’nda aralarında Mehmet Paşa’nın da bulunduğu vezirler ve üst rütbeli devlet adamları, toplanmış, seferde izlenecek yol ve yöntemi konuşuyorlarmış. O sırada bir öküz, çadırın kapısından başını içeri uzatmış ve oturanları şöyle bir süzdükten ve bakışlarını Mehmet Paşa’nın üzerinde yoğunlaştırdıktan sonra acı acı böğürmüş. Çadırın içindekiler bir öküze bakmışlar, bir Öküz Mehmet Paşa’ya ve basmışlar kahkahayı. Duruma oldukça canı sıkılan Mehmet Paşa kendisine bakıp gülenlere şu cevabı vermiş:
-“Bre densizler. Ağlanacak halinize niçin gülersiniz. Öküz bana diyor ki; -Yahu Mehmet Paşa, sen bizim neslimizden nazik bir hayvansın. Bunca eşeğin içinde senin ne işin var!?”
İnanın dostlarım, yaklaşık 20 yıl boyunca kendimi Sahra Divanı’ndaki Öküz Mehmet Paşa gibi hissettim desem yalan söylemiş olmam.
***
Erzurun’da Vali, Emniyet Müdürü ve Belediye Başkanının da içlerinde bulunduğu şehrin ileri gelenlerine bir iftar yemeği verilmektedir. Sofrada Solakzâde Sadık Efendi de bulunmaktadır. İftar topu beklenirken orada bulunanlar sağdan soldan konuşmakta ve kendilerine göre geyik yapmaktadırlar. Bu arada laf döner dolaşır hocaların çok yemek yediğinden filan açılır. Orada bulunan densizlerden birisi, Nasreddin Hoca’ya atfedilen o meşhur fıkrayı anlatır. Hani bağa giren öküzleri çıkarmak için giden hocanın, dayanamayıp üzümlere saldırmasını, bunu gören bağ sahibinin de “Aman komşular öküzleri bırakın de önce hocayı bağdan çıkarın” demesini konu alan fıkrayı. Aynı zamanda büyük bir âlim olan Solakzade Sadık Efendi, anlatılan bu fıkrayı içine sindiremez, sarığını düzeltip cübbesini topladıktan sonra iftar yemeğini beklemeden kapıya yönelir. Durumu fark eden vali ve diğer zevat;-“Aman hocam ne oluyor. Neden bu güzel ortamı ve leziz sofrayı terk ediyorsunuz?” derler.
Solakzâde Sadık Efendi’nin cevabı şu olur;
-“Efendiler, hoca bağı terk ediyor!”
Valla bizim durumumuz da Solakzâde Sadık Efendi’nin durumundan farklı değildir dostlarım. Önce öküzlerin işgal ettiği bağı terke zorlandık. Sonra da zorla çıkarıldık! Keşke maddi şartlarımız elverseydi de Solakzâde kadar şahsiyetli davranabilseydik! Yani çıkarılmayı beklemeden, çıkmasını becerebilseydik. Ancak bizim de Solakzâde’den bir farkımız var. Çıkarıldığımız bağ, başkasının bağı değil, kendi bağımız. 75 milyonluk Türk Milleti’nin her ferdinin hissesi bulunan bir bağ…
***
Komşuları Nasreddin Hoca’ya haber vermişler;
-“Hocam çabuk yetiş, buzağılar bahçeyi harap ediyorlar. Gitti güzelim domatesler, patlıcanlar…”
Hoca kapının yanında dayalı duran küreği kaptığı gibi ahıra dalmış ve başlamış olanca gücüyle öküze vurmaya. Duruma şaşıran komşuları;
-“Aman hocam, sen ne yapıyorsun? Bahçeye giren o yaşlı öküz değil, buzağılar” deyince, hoca onlara şu cevabı vermiş:
-“Siz bilmezsiniz komşular. Buzağıları bahçeye alıştıran hep bu öküzdür! Bu sebeple asıl suçlu odur!”
Keşke biz de zamanında koca öküzlerin marifetini bilip onların kurmuş oldukları kumpasları önceden teşhis edebilseydik, şimdi buzağıların ve danaların oyuncağı olmazdık!
***
Bahar ayları gelince köylüler sığır sürüsünü başıboş olarak yaylaya bırakırlarmış. Sürünün bekçiliğini ise tosunlar yaparmış. Özellikle içlerinde en güçlüsü ve cesaretlisi olan Ak Tosun, diğer tosunların da yardımı ile sürüye göz kulak olur, vahşi hayvanların saldırısı önlermiş. İçlerinde en güçlüsü olduğu için de göğe gelen düvelerle ve genç ineklerle çiftleşmek öncelikle onun hakkı imiş. Ancak gel zaman git zaman diğer tosunlarda, özellikle de cinsel yeteneği olmayan öküzlerde bizim Ak Tosun’a karşı bir kıskançlık başlamış. Kurtlarla savaşında ona yardım etmemeye başlamışlar. En sonunda kurtlar bir zayıf yanını bulmuşlar ve yardımsız kalan bizim Ak Tosun’u bir güzel parçalamışlar. Ancak Ak Tosun’un ölümü, sürünün de sonu olmuş. Zira korumasız kalan koskoca sürü, özellikle de kıskanç tosun ve öküzler birbir kurtlara yem olmuşlar. Kurtlara yem olan her hayvandan sonra sürünün diğer inekleri ve öküzleri “Ah Ak Tosun ah. Biz ne ettik de sana sahip çıkmadık. Şimdi sen olsaydın hiç bunlar başımıza gelir miydi…” diye hayıflanmışlar.
Ak Tosun kadar önemli olmasak da, bizim kıskanç tosunlar ve öküzler muhtemelen çok yakın zamanda “Ah Ak Tosun ah…” diye ağıt yakmazlarsa ben ne olayım…
Kıskanç dana, tosun ve özellikle öküzler dışındaki tüm dost ve arkadaşlarımın mübarek Ramazan Bayramlarını kutlar cümlesine esenlikler dilerdim.
19 Eylül 2009
Ömer Sağlam
Bir yanıt yazın