KÜRT AÇILIMI

İSMAİL GASPIRALI VE  DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK

RIDVAN KARLUK [rkarluk@anadolu.edu.tr]

Türkiye’nin gündemini meşgul eden ve parti liderlerini karşı karşıya getiren  “Kürt Açılımı” ya da “Demokratik Açılım” konusundaki görüşlerimi bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce şu soruyu kendimize soralım. Acaba nereye kadar açılalım? Fazla açılırsak, sonunda bu işten pişman olur muyuz?

Kürt çevreleri “…Zaten Atatürk de Kurtuluş Savaşı esnasında ‘Kürtlere Özerklik’ sözünü vermişti, TBMM 10 Şubat 1922’de Kürtlere Özerklik tanıyan bir yasayı bile kabul etmişti… En azından oraya kadar açılalım…” derken ne kadar haklılar?

Tarihçi olmamama rağmen bu konuda ben Atatürk’ün Kürtlere özerklik sözü  verdiği kanısında değilim. (Bkz. Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç, Atatürk Kürtlere Özerklik  Sözü  Verdi mi?…” Maltepe Üniversitesi, İstanbul)

DTP lideri Ahmet Türk, 1991 yılında Leyla Zana‘nın Kürtçe yaptığı yemine özenerek TBMM Meclis Grubu’nda Türkiye’nin gündemine Kürt açılımı girmeden önce konuşmasının bir bölümünü Kürt dilinde yapmıştır. Böylece, bana göre mevcut Anayasamızı ve Siyasi Partiler Kanunu’nu ihlal etmiştir.

Aslında TBMM çatısı altında Kürtçe konuşmak esas sorun değildir. Günümüzde herkes kendi ana dilini konuşuyor, ana dilinde şarkı söylüyor, gazete çıkarıyor.

Bu, Türkiye’nin kültürel zenginliğidir.

Ama madalyonun öteki yüzünde başka bir sorun vardır. Kürtçe yemin etmenin arkasında  özerklik, arkasında federasyon, arkasında bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak gelmektedir.

Siz hiç Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya, Fransa, İsviçre, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya Parlamentolarında ana dili Türkçe olan ve Türk kökenli milletvekillerinin Türkçe yemin ettiklerine ya da partilerinin grup toplantılarında parti mensuplarına Türkçe hitap ettiklerine tanıklık ettiniz mi? Bu, adı geçen sözde demokratik AB üyesi ülkelerde mümkün mü?

Ya da ABD Temsilciler Meclisi’nde Latin kökenli bir milletvekilinin İspanyolca veya Portekizce yemin ettiğini ya da kendi gruplarında İngilizcenin dışında görüş bildirdiğini duydunuz mu?

Oysa ABD’nin güney eyaletlerinde İspanyolca  İngilizce kadar yaygındır ve İspanyolca yayın yapan radyolar en az İngilizce yayın yapanlar kadar dinlenir.

Anayasamızın 3 ncü maddesi açıktır. Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. DİLİ TÜRKÇE’DİR.”

Bu madde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

Milletvekilleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün “Türk Ulusunu” temsil ederler.

TBMM’deki görevlerine başlarken, Anayasa’da yazılı metni kürsüden okuyarak millet önünde and içerler. Türkiye’de Türkçe’den başka ana dili olan milletvekilleri, kendi ana dillerine TBMM çatısı altında konuşma yaparlarsa, bu dilleri bilmeyenlerle nasıl anlaşacakladır?

Dil, halk yığınlarını ulus yapan  birleştirici unsurdur. Dilde ayrılık, fikirde ve işte de ayrılık yaratır.

Bu konuda önemli bir hususu gözden kaçırmamak gerekir. Uygar toplumlarda azınlıkların kültürlerini ve ana dillerini korumaları, onların temel hakkıdır. Nitekim girmek için çaba harcadığımız AB ülkelerinde bu konu çok önemlidir.

AB Genel Sekreterliği’ne göre, AB’ye üye ülkelerde azınlıkların ana dilde eğitim ve yayın hakları vardır.

Fransa: Fransızca dışında bazı yerel dillerin kullanımına ilgili sözleşmeler yapılmak kaydıyla imkan tanınıyor. Brötanca bir TV kanalı bulunurken, diğer bölgesel dillerde günde 40 dakikalık radyo yayını yapılabiliyor. Yerel diller ana okulundan üniversiteye kadar resmi ve özel okullarda öğretiliyor.

Almanya: Azınlıkların kendi kültürlerini koruma hakkını kullanmaları eyaletlerin yetki alanındadır. Azınlık grupları özel hayatta ve kamu içinde yazılı ve sözlü olarak azınlık dillerini kullanma hakkına sahipler. Ama Türk kökenli milletvekili, Meclis Grup toplantısında Türkçe konuşma yapamazlar.

İngiltere: Azınlıkların kendi dillerinde yayın ve özel okul hakkı bulunuyor.

İtalya: Kamu belgeleri, azınlık bölgelerinde iki dilde hazırlanıyor. Bölgesel radyo ve TV’lerde korunan dillerde yayın yapılabiliyor. Talep halinde azınlık dilleri eğitim aracı olarak kullanılabiliyor.

İspanya: İspanyolca resmi dil olarak kabul edilirken, diğer İspanya dilleri de özerk topluluklarda resmi dil konumunda. Anadilde yayın serbest.

Yunanistan: 150 bin Türk azınlığın yanı sıra Arnavut ve Ulah’ların azınlık kimlikleri reddediliyor. Azınlıkların yerleşiminde yasaklar uygulanıyor. Yunan dili dışında yapılan yayının süresinin en az yüzde 25’inin Yunanca olması zorunlu. Batı Trakya’da Türkçe eğitim verilebiliyor.

Polonya: Azınlık statüsündeki Almanlara Almanca eğitim hakkı tanınmasına rağmen, Ukrayna, Ruthen, ve Tatar Türkleri ile ilgili düzenleme bulunmuyor.

Yılmaz Özdil, (Hürriyet) 21 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan  yazısında bu konuya şöyle yaklaşıyor:

“Kimimiz Türk, kimimiz Kürt, kimimiz Laz, kimimiz Çerkez… Yahudimiz, Rumumuz, Ermenimiz, Rus gelinlerimiz, Alman damatlarımız; uzatmayayım, ‘mozaik’ derler, değiliz aslında, ‘ebru’yuz, koskoca bir aileyiz… Ve, ortak bir vatanımız, ortak bir resmi dilimiz var bizim; Türkçe… Bizi, biz yapan.

Dünyaya entegreyiz; İngilizce de öğreniriz, Japonca da… Elbette, anadilini de, mesela Kürtçeyi de öğrenmek en doğal hakkıdır yurttaşların… Ama, bu doğal hakkı, ‘açılım’ adı altında, ‘resmi dil’ haline dönüştürmeye çalışmak, bizi biz olmaktan çıkarmaz mı? ‘Bizi bize yabancı’ hale getirmez mi? İki lisanlı toplum olursak eğer… Birlikte yaşamak isteyen, sorunlarını konuşa konuşa çözme iddiasında olan, ancak, birbirinin dilinden anlamayan bir toplumu, hangi tutkal bir arada tutabilir?

Silahla beceremeyen bölücülerin tuzağına düşmemeli Türkiye… Kanın durması için teröriste bile şefkat gösterilebilir; bakarsın, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır… Fakat, farklı dil, kardeşi kardeşe yabancı haline getirir, ki, terörden tehlikelidir.

Araya ‘ikinci resmi lisan’ girdiğinde… Farklı etnik gruplara mensup olan, ancak, Türkçe konuşarak, Türkçe yazarak, Türkçe okuyarak ‘anlaşan’ bir toplumun, nasıl aniden birbirine yabancılaşacağını görecektik… Terör, bizi bölemez. Lisan, böler. Cart diye.”

Özdil’e aynen katılıyorum.

23 Temmuz’da yapılan Kırgızistan Cumhurbaşkanı seçimlerinde, Kırım Haber Ajansı, (QHA) Kırgızistan Merkez Seçim Kurulu Cumhurbaşkanı adayı iki Kırgız vatandaşının Kırgız dili sınavını geçemediğini bildirmiştir. İşadamı Kutmanbek Eşenbayev ve emekli praporşçik (Sovyet ordusunda assubay ile subay arasında bir rütbe) Azamat Ulamayev yazılı ve sözlü sınavda başarısız olmuştur.

Kırgızistan yasalarına göre cumhurbaşkanı adaylarının Kırgız dilini iyi derecede bilmeleri şarttır.

Sınav sırasında adaylar seçim programlarını yazılı şekilde sunabilmeli, programın ana fikrini sözlü olarak anlatabilmeli ve bir edebi metin okuyabilmelidirler. Kırgızistan’ın iki resmi dili vardır: Rusça ve Kırgızca.

Ana dilini bilmeyen Kırgız vatandaşından cumhurbaşkanı olamayacağına göre, Türkçe bilmeyen birinden de Türkiye Cumhuriyeti’ne cumhurbaşkanı olmamalıdır.

Kürt açılımı kapsamında PKK, Öcalan ve DTP Kürtçenin resmi dil olmasını istemektedir.

Açılım nereye kadar sorusuna tam ve kesin cevap verilmeden demeç vermek doğru değildir. Mesela Sezen Aksu neye destek verdiğini bence bilmemektedir. Çünkü Aksu, İsmail Gaspıralı diye bir büyük Türk düşünürün adını hiç duymadığı gibi, Gaspıralı’nın hiç bir eserini de okumamıştır.

Şimdi ben sahneye çıkıp, Sezen Aksu’dan daha iyi şarkı söylerim desem, acaba okurlarım beni nasıl değerlendirirler?

Türkiye Cumhuriyetinin resmi dilleri, Öcalan ve bazılarının istediği gibi Türkçe ve Kürtçe olsa, Türkçe bilmeyen bir milletvekili cumhurbaşkanı makamına seçilse,  bu devleti resmi tercümanlar ile mi yönetecektir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 90 ncı kuruluş yıldönümü için hazırlanmış Diriliş adlı beste beni çok etkilemiştir. 90 ncı Yıl eserini Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası 300 kişilik bir koro eşliğinde icra etmektedir. Eserin nakarat kısmında “Ne mutlu Türk’üm diyene” deniliyor.

Ertuğrul Özkök, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözlerinin bazı çevrelerde eleştiri konusu olacağından söz ederek benim altına imza atacağım şu yorumu yapıyor:

“…bu konuda hiçbir kompleksim yok. Türk kelimesine hayatım boyunca hiçbir zaman etnik bir anlam vermedim. Onu hep, ırkıma değil, yaşadığım ülkeye ait bir kavram olarak hissettim. Zaten Atatürk’ün ona verdiği mananın da bu olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Fransızlar, ülkelerinde yaşayan insanlara nasıl Fransız, İspanyollar İspanyol diyorsa ve ülkelerinin adı da buradan geliyorsa, Türkiye’yi de böyle hepimizin ortak vatanının adı olarak kabul ettim.”

Kırım kökenli büyük Türk düşünürü İSMAİL GASPIRALI “Dilde, fikirde işte birlik” diyerek, bir ulusu ulus yapan üç temel faktörü bundan 113 yıl önce dile getirmiştir.

Dilde birlik olmadan ulus olunamaz.

Amerikan ulusu İngilizceyi ortak ve resmi dil olarak kabul etmemiş olsaydı, ırk birliği olmayan ABD’de birlikten söz edilemezdi.

Karanlığın en koyu olduğu anın, aydınlığın en yakın olduğu zaman olduğunu hiçbir zaman unutmayalım ve doğru bildiğimizden de şaşmayalım.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir