MURAT
YETKİN
myetkin@radikal.com.tr
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Şam’daki Başkanlık Sarayı’nda Beşar Esad ile görüşmesinden çıktığında iftar saati geçmişti. Türk heyeti topluca Şam’ın en iyilerinden olan Noble Palace lokantasına yöneldi. Davutoğlu orucunu açtıktan sonra ‘Nasıl, haberlerinizi geçebildiniz mi?’ diye takıldı. Erdal Şafak teknik bir sorun yaşamış, henüz Sabah’a yazısını gönderememişti.
Davutoğlu, ‘Neyse, biraz sonra bakarsınız başka bir haber gelir, onu yazarsınız’ diye takılmasını sürdürdü.
Sekize birkaç dakika kala, Bakan’ın hemen sağında oturan yeni Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu’nun telefonu çaldı. Konuştuktan sonra Davutoğlu’nun kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Davutoğlu, ‘Olmaz, konuştuğumuz gibi yapsınlar’ gibilerinden bir cevap verdi. Sinirlioğlu masadan kalkıp uzaklaşarak bir şeyler konuştu, tekrar oturdu. Sekizi çeyrek-yirmi geçe gibi Sinirlioğlu’nun telefonu bir daha çaldı. Müsteşar dinledi, ‘Tamam’ dedi, sonra yine Davutoğlu’nun kulağına bir şeyler söyledi, sonra henüz yemek bitmemesine karşın ayağa kalktılar Davutoğlu ile birlikte ayağa kalktılar.
Davutoğlu, ‘Arkadaşlar bizim büyükelçiliğe gitmemiz lazım. Size uçakta açıklamalarımız olacak’ dedi.
Gazeteciler daha havaalanı yolundayken, açıklama Dışişleri Sözcüsü Burak Özügergin’den geldi: Türkiye ve Ermenistan, İsviçre’nin yardımıyla diplomatik ilişki kurulması ve ilişkilerin normalleşmesi için komisyonlar oluşturulması amacıyla bir protokol parafe etmişlerdi. Altı haftalık süre sonunda, protokol parlamentoların onayına sunulacaktı.
Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin Şam büyükelçiliğine Başbakan Tayyip Erdoğan’ı arayıp bilgilendirmek için gitmişti.
Uçakta anlaşıldı ki, aslında açıklama saat 17’de yapılmış olacaktı. Davutoğlu, Bağdat’ta bombalanmış Irak Dışişleri’ne beton duvarlar labirenti içinden geçip giderken İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy Rey ile defalarca kesilen telefon görüşmeleri yapmıştı. Ama son anda Ermenistan bir kelimenin değiştirilmesini istemiş, Türkiye, İsviçre aracılığıyla anlaşma metnine sadık kalınmasına ısrar etmiş, o nedenle gecikme yaşanmıştı.
Ama yaşanan gecikme yalnızca bu değildi.
Protokolün açıklanmasının perde arkasında yaşananlar bunu gösteriyordu.
Örneğin dün ayrıntıları kamuoyuna açıklanan protokol aslında açıklamanın yapıldığı 31 Ağustos’ta paraflanmamıştı.
Türkiye ve Ermenistan’ın ilişkilerin normalleşmesi için İsviçre yardımıyla bir yol haritası sağlayacak protokoller üzerine çalışmaya başladıkları 22 Nisan’da açıklandığında bile, aslında iş tamamlanmıştı. İsviçre Devlet Sekreteri Michael Ambihl 1-3 Nisan tarihleri arasında (yani ABD Başkanı Barack Obama, 4-6 Nisan’daki Türkiye ziyaretine başlamadan hemen önce Ankara ve Erivan arasında mekik diplomasisi yoluyla bugün gazetemizde de okuyacağınız protokole parafların atılmasını sağlamıştı. (CHP’li Yılmaz Ateş bu tarihi dün akşam Kanal D’de 2 Nisan olarak açıkladı) 22 Nisan’da (yani ABD Kongresi açısından kritik önemdeki 24 Nisan’ın arefesinde ‘görüşmelerin başladığının’ açıklanması (ki bitirilmediğini söylemiyordu) Ermenistan’ın yoğun itirazına karşın, Türkiye’nin ısrarıyla olmuştu.
Peki protokol o tarihte hazır idiyse, beş aydır ne müzakere ediliyordu?
Edindiğimiz perde arkası bilgiler, Türk ve Ermeni diplomatların beş aydır Davutoğlu’nun Şam’daki iftar sofrasında onay verdiği ‘protokolü açıklama metninin nasıl yazılacağını’ müzakere ettiklerini gösteriyor.
Bu müzakerenin oldukça çetin geçtiği anlaşılıyor. 22 Nisan açıklamasının Türkiye ve Ermenistan’ın yanı sıra Azerbaycan’da yol açtığı sert iç politika tartışmasının bir basın açıklaması metni üzerine yapılan bu uzun müzakereyi defalarca kopma noktasına dek gerdiği anlaşılıyor.
O dönem yaşanan tartışmaların etkisiyle, Ankara’nın Erivan ile attığı her adımdan Bakü’yü haberdar etme işini ihmal etmediği de görülüyor. Açıklamanın metni ortaya çıkmaya başladığında Başbakan Erdoğan’ın 28 Ağustos’ta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i arayıp durumu anlatması, ertesi gün Müsteşar Sinirlioğlu ve başından bu yana süreci yükünü çekenlerden Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Ünal Çeviköz’ü Bakü’ye gönderip ayrıntılı bilgi verdirmesi bunun işareti.
Nitekim dün Bakü’den gelen ilk tepkiler ‘Rahatsız değiliz. İç işleridir’ şeklinde oldu. Aliyev’in ‘Karabağ çözülmeden sınırın açılması milli çıkara aykırıdır’ açıklaması da Davutoğlu’nun ‘Azerbaycan’ın zararına olacak hiçbir adımı atmayacağız’ açıklaması da ortaya çıkan tabloyla çelişmiyor.
Çünkü protokol ve protokolü duyuran açıklamalar, Ermenistan’ın (Dağlık Karabağ’ın süreç dışında kalmasına kapı açacak şekilde) ısrarına karşın ‘Önkoşulsuz’ kelimesini içermiyor. Yani Karabağ anlaşmazlığı bu sürecin bir parçası. Başbakan Erdoğan’ın dün yaptığı ‘Meclis onayı olmadan yürürlüğe girmez’ açıklaması da Karabağ sorununa işaret ediyor.
Öyle anlaşılıyor ki, hükümetin Dağlık Karabağ’da ilerleme sağlanmadıkça (zaten o durumda onaylanması mümkün olmayacak) protokolü Meclis oylamasına sunmayacak. Azerbaycan da, Ermenistan da bunun farkında.
Zaten Davutoğlu’nun önceki gün Clionton’a, dün (Karabağ için Minsk Grubu üyeleri Rusya ve Fransa dışişleri bakanları Sergey Lavrov ve Bernard Kouchner’e, ‘Bir adım atıldı, ama Karabağ çözümü hızlanmazsa tamamlanmayabilir. Çözüm için Ermenistan’ı ikna edin’ çağrısı da bu çerçeveyi ortaya koyuyor.
Zaten önümüzdeki altı hafta boyunca Türkiye ile Ermenistan arasında yapılması gereken bir müzakere kalmamış durumda. Davutoğlu ‘Açıklamayla bir bilgilendirme süreci de başlamış bulunmaktadır’ diyor; ‘Bu süre içinde iç kamuoyunu bilgilendirme ve istişare çalışmalarına baş-layacağız.’ Aynı şey Ermenistan ve Azerbaycan için de geçerli.
Bu sürecin en ilginç noktaları arasında süresi var. Altı haftalık süre, açıkça söylenmese de 14 Ekim’de oynanacak Türkiye-Ermenistan milli futbol karşılaşmasının hemen öncesinde doluyor. Bu protokole bir psikolojik eşik getirmiş.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Serkisyan’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçen 6 Eylül’de Ermenistan’a gitmesine karşılık Türkiye’ye gelip gelmeyeceği artık süreci doğrudan etkileyecek gibi görünmüyor.
Ancak altı haftalık sürecin bitiminde bir sürpriz daha gizli. Basit bir takvim çalışması altı haftalık sürecin
13 Ekim’de biteceğini gösteriyor. Bu da ciddi pazarlıklar sonucu alınmış bir tarih. Ermeniler sürecin 5 Ekim’de bitmesini istemiş. Ankara anlamış ki, Ermenistan bu protokol ile, 7-9 Ekim’de Moldova’nın başkenti Kişinev’de yapılacak Bağımsız Devletler Zirvesi sırasında yapılacak Aliyev-Serkisyan görüşmesinde Azerbaycan’a baskı uygulamak istiyor. Buna izin verilmemesi için sürecin mutlaka o zirve sonrasında bitmesi talep edilmiş. Bu da sürecin bitiş tarihi olarak 10 ila 14 Ekim arasının belirlenmesini getirmiş.
Gelelim 13 Ekim tarihine ki, bu Türk Dışişleri’nin neden açıklamanın 31 Ağustos’ta yapılmasına titizlenmiş olmasının psikolojik nedeni.
13 Ekim, TBMM ordularının doğu cephesini kapatıp, Sovyetler Birliği ile Ermenistan sınırını da belirleyen 1921 Kars anlaşmasını imzalamasının yıldönümü. Bu nedenle Erivan’ın zımnen Türkiye sınırının kabulü anlamına gelen protokol sürecini, Türkiye’nin kuruluşu açısından çok anlamlı bu tarihte bitirmemek için bir-iki gün önce ilan etmesi muhtemel.