Son MGK toplantısından hareketle, demokratik açılım süreci ve tecrübeli bir ismin tespitleri.
20 Ağustos’taki Milli Güvenlik Kurulu’nca ( MGK) açıklanan tavsiye kararı, Türkiye’nin demokratikleşme tarihinde yeni bir sayfa açması, yeni bir devlet ve siyaset zihniyetinin oluşumunun işaretlerini vermesiyle önemlidir. Bazı hukuk ve insan hakları ihlâlleri sebebiyle haklı eleştiriler almasına rağmen, devlet içinde ve/veya devletin gücünü irtibatlarıyla kullanabilen kirlenmiş bazı unsurların temizlenmesi hareketini başlatan ‘Ergenekon’ davasına paralel ‘demokratik açılım’ projesinin gündeme girmesi, Türkiye’nin demokratik dönüşüm sürecine yeni boyutlar getirebilir.
Medyada ‘Kürt açılımı’ olarak tartışılmaya başlanan ancak Cumhurbaşkanı, Başbakan, siyasi iktidar yetkililerinin açıklamaları ve MGK’nın tavsiye kararıyla bağlayıcılık kazanan ‘demokratik açılım’ projesinin hedefleri dikkat çekici; özellikle Türkiye siyasetinin kaygan zeminden çıkışını, insanlarımızın mutluluğunu, toplumsal bütünlüğünü ve refahını geliştirebilecek yeni demokratik atılım şartlarının oluşturulmasında yaratabileceği dinamikler sebebiyle…
Siyasi partiler ve Türkiye siyasetinin tüm unsurlarının sürece sağlayabileceği katkıların niteliği, sürecin dinamiklerinin onların ideolojik ve yapısal sorunları üzerinde yaratabileceği etkiler, siyaset üretiminde değişim ihtiyacını ve taleplerini güçlendirecektir.
MGK’nın çerçevesini çizerek devlet kurumlarının çalışmalarına süreklilik kazandıran tavsiye kararı üzerinde inşa edilmeye çalışılan projenin somut sonuçları alınmadan, bir ABD projesi olduğu, devleti parçalayıcı unsurlar taşıdığı hususunda yapılan spekülatif iddialar, ‘çözüm’ arayışında duyulan hassasiyetlerin yeterince anlaşılamamış olduğunu gösteriyor. CHP ve MHP’nin aynı çizgide gelişen yönetici kadro muhalefetinin, toplumsal iradenin barış, demokrasi, ekonomik refah konusundaki güçlü talepleri ile çeliştiğini ifade edebiliriz.
Keza, Türkiye’nin jeopolitik, jeostratejik ve ekonomik öneminin küresel ve bölgesel yeniden yapılanmada artmasının terör dahil temel sorunların çözümünde yaratabileceği pozitif imkânlar değerlendirilmeden, küresel başat güç ABD’ye işaret edilmesi, iç politikada kullanılagelen silahların köhnemişliğinin göstergesi olabilir.
Milliyetçilik silahı ile Silahlı Kuvvetler komuta kademesini açık ve duygusal baskı altına alarak, projenin somutlaştırılmadan baştan yok edilmesini hedef alan mesajların, öncelikle CHP ile MHP’nin kurumsal yapılarında, sonuç olarak Türkiye’nin gelişim dinamiklerinde yarabileceği tahribatın önemine işaret edilmesi kaçınılmaz olmuştur.
‘Demokratik açılım’ projesinin AKP’nin yaratıcı, şekillendirici iradesiyle hayata geçirildiği iddiaları da gerçeği yansıtmamaktadır. AKP’nin muhafazakâr çizgisine rağmen toplumsal taleplerle etkileşim içinde olan yapısı, küresel dinamikler ile jeopolitik, jeostratejik gelişmelerin desteklediği ‘iktidar’ına demokratik açılım sürecinde öncü siyasi güç olma fırsatını vermiştir. AKP’yi de değiştiren ve dönüştüren bu sürecin, partinin muhafazakâr çizgisine insani ve etik yönden, demokrat çizgisine nitelik ve derinlik yönünden daha geniş boyutlar kazandırabilmesi, demokrat muhalefete karşı güven arttırıcı gelişmeleri ortaya çıkarabilmesi durumunda, demokratik açılım hareketinin başarı şansı artacaktır.
Önümüzdeki dört aylık sürede açıklanması beklenen demokratik açılım projesi ile ‘yol haritası’nın niteliğine evrensel ve çağdaş değerlerle, AB siyasi kriterleriyle paralellik kazandırılabilmesi durumunda, siyasi ve toplumsal muhalefeti yeniden şekillendiren gelişmelerle karşılaşılabilir. Bu süreç, Türkiye siyasi yelpazesinin de yeniden yapılanmasının emarelerini vermektedir.
AKP’nin demokratik açılımının kararlı öncü rolünde ortaya çıkabilecek zafiyet ve kırılganlıklar ‘Ergenekon davası’ sürecini etkileyebileceği gibi, demokrasisine devamlılık kazandıramayan Türkiye’nin sosyal bütünlüğünün ve ekonomik gelişiminin sağlanmasında karşılaşılabilecek yeni sorunlar, yeni siyasi ve toplumsal riskleri davet edebilir. Türkiye’nin siyasi aktörlerinin ve toplumsal güçlerinin, ifade edilmeye çalışılan makro gelişmeler bağlamında meseleye yaklaşabilmeleri öncelikli görevlerindendir.
‘Demokratik açılım’ projesine genel yaklaşım çerçevesinde, öncelikle önem kazanan ve yol haritasının başarı ile uygulanabilmesinin zorunlu görülen bazı unsurlarına işaret edilmesi yararlı olabilir:
Tüm hassasiyetleri dikkate alan psikolojik ortamın hazırlanması çalışmalarının çözüm içindeki payı yüzde 50’nin üzerindedir. Siyasi iktidarın sorumluluğunun ve üstlendiği çok ağır rolün başarılabilmesi için, daha etkili ‘güven’ arttırıcı çalışma ve uygulamalara olan ihtiyaç devamlılığını korumaktadır.
Projenin hassasiyetleri, bazı muhalefet ve medya unsurlarından gelen ağır tahrik ve hakaret gibi siyaset dilinde yer almaması gereken saldırılar karşısındaki söylemlerde, insani, medeni dil kullanımından uzaklaşılmamasını zorunlu kılmaktadır.
‘Demokratik açılım’ projesi, Türkiye’nin genel demokratikleşme ihtiyacına, temel sorunlarının çözümüne cevap verebilmelidir. PKK’nın tasfiyesi meselesi, proje içinde önemli ve öncelikli bir başlıktır.
Bilinen güçlüklere ve ortaya çıkarılabilecek engellere rağmen yeni bir anayasanın inşası sürecinin başlatılması ve yol haritasının da yeni anayasanın hedefleriyle uyumluluğu, toplumsal desteği genişletebilecek, güçlendirebilecek, siyasi tartışmalara şeffaflık kazandırabilecek bir husustur. Yeni anayasada anayasal vatandaşlık kavramının kabulü, anayasanın bütünlüğü ve anayasa ile uyumlu yasa, yönetmelik benzeri hukuki, idari normlarla kararlar içinde, hiçbir etnisiteye, inanç grubuna, kültürel farklılıklara yer verilmemesini ve pozitif ayrımcılık yapılmamasını zorunlu kılmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” ve “Türk Milleti” kavramları üzerinde çıkarılabilecek olumsuz ve engelleyici tartışmaların, yeni anayasanın dibacesinde yapılacak şeffaf vurgulamalar, empati, diyalog, iletişim yöntemlerinin etkili şekilde kullanımı ile aşılması mümkün görünmektedir.
PKK’nın tasfiyesi süreci ile ilgili olarak silahsızlandırma, yönetici kadronun durumu, af şartları, rehabilitasyon gibi sorunlar için özel planlamalara ihtiyaç vardır. Yönetici kadroda, Türkiye vatandaşı ve yabancı ülke uyruklu olanlar için Irak’ta ve/veya uygun ülke ya da ülkelerde barınma ve kontrol imkânlarının sağlanabileceği, diplomatik girişimlerden olumlu sonuçlar alınabileceği kuvvetle muhtemeldir.
Öcalan’ın açıklamalarındaki çelişkiler, toplumsal barış ve demokratik çözüm taleplerinin yeterince değerlendirilemediğini ve sağlıklı bir özeleştirinin yapılamadığını gösterir mahiyettedir. İç ve dış dinamikler içinde PKK’nın, tasfiye süreci başlatılan silahlı gücünün yerinin de okunamadığını söyleyebiliriz. DTP ise İrlanda’da Sinn Fein, İspanya’da Bask milliyetçiliğinin geleneksel partisi PNN örneklerinde görüldüğü gibi meşru-hukuki kurumsal yapı içinde silahsızlandırmada belirleyici ve yönlendirici rol üstlenebilirse, öncelikli aktör olabilme şartlarını güçlendirecektir.
Demokratik açılım sürecine sorunların çözümü istikametinde devamlılık kazandırılabilmesi durumunda, toplumsal iradenin, çıkar hesapları ile engeller çıkarmaya çalışan güçleri aşarak barış şartlarını oluşturacağından şüphe edilmemelidir. Yeni anayasada AB’nin de desteklediği “bölgesel yönetim”lerle getirilecek yeni idari yapılanma şekli, ülke ve millet bütünlüğü korunarak, üniter yapı içinde, merkezi ve yerel yönetimlere getireceği zihniyet değişimi ile farklılık taleplerinin eşitlik içinde karşılanması şartlarını yaratabilecektir.
Resmi dilin Türkçe olması genel ve temel prensibi çerçevesinde yerel yönetimlerin ana dilin öğrenimi ve kullanımında talebe ve ihtiyaca göre verebilecekleri cevaplarla, zaman içinde sorunun çözülebileceğini söyleyebiliriz.
Bu konunun Türkiye’nin stratejik derinlik politikaları içinde öncelikle Irak’la ilişkilerde sağlayabileceği pozitif gelişmelerin önemine işaret edilmeli.
Türkiye Cumhuriyeti’nin potansiyel gücü, tarihsel süreç içindeki yeri, medeniyetler üreten topraklar üzerinde yaratabildiği/yaratabileceği sosyo-kültürel hayatın zenginliği, barışı ve birlikte yaşamayı zorunlu kılmaktadır. Vatandaşlarının yaşama kazandırılması, insani değerlerden eşit şekilde yararlandırılabilmesi için, devletin insanlık dışı uygulamalar karşısında da duruşunu açıklıkla sergilemesi günümüzde önem kazanmıştır. Diyarbakır Cezaevi’nde, Mamak’ta, bir hücrede, bir mekânda somutlaşan işkencelerden, insanlık dışı davranışlardan ‘özür dilenmesi’ devleti yüceltirken, devletin yeni güvenlik konseptinin uygulama prensiplerini de şekillendirecektir. Devlet dışı örgütlü yapılarda da yaşanan işkence ve benzeri ağır insanlık suçlarından arınmanın, eğitim, özeleştiri ve demokratik sistemin güçlendirilmesi, özümsenmesi mücadelesinden geçtiğini de görebilmeliyiz.
Sonuç olarak; demokrasisine derinlik kazandırılan, insani değerlerin ve barışın güvencesi olan, hukukun üstünlüğünün şekillendirdiği bir Türkiye için tüm demokratların katkılarına ihtiyaç var. Bu süreç içinde her zamankinden daha dikkatli ve dayanışma içerisinde olmak zorundayız.
Öneş, Milli İstihbarat Teşkilatı eski Müsteşar Yardımcısı.