Çetin YETKİN
Sevr Antlaşması imzalanmadan hemen önceki günlerde Padişah Vahdettin, Yıldız Sarayı’nda 22 Temmuz 1920’de, koşulların red ya da kabul edilmesi konusunda görüş almak üzere bir Saltanat Şûrası toplamıştı. Şûra’ya önde gelen devlet adamları, kimi aydınlar ve yüksek rütbeli askerler (paşalar) katılmış bulunuyordu. Durum, koşulların çok ağır olduğu, ancak antlaşma imzalanmazsa devletin varlığının sonra ereceği, buna karşılık imzalanırsa, o koşullarda bile yaşama şansının olabileceği biçiminde özetlenmişti. Görüşler alındıktan sonra padişah, koşulları kabul edenlerin ayağa kalkarak oylarını bildirmelerini isteyince, bir kişi dışında tümü de ayağa kalkmıştı. İşte, Sevr Antlaşması’nın imzalanması için alınan bu karar, devleti temsil edenlerin devlet adına aldıkları bir karardı.
Ayağa kalkmayarak yerinde oturmayı sürdüren kişi ise, Topçu Feriki (Tümgeneral) Rıza Paşa idi. Evet, tek bir kişi!
Öte yandan, o günlerin “aydın” geçinen okumuş yazmışları, eli kalem tutanlarının büyük çoğunluğu, Amerika’nın ya da İngiltere’nin “manda” sının sağlanması gerektiği düşüncesindeydiler. Onlara göre, ancak bu iki ülkeden birinin boyunduruğu sağlanacak olursa, o durumu ile de olsa devleti yaşatmak olanaklıydı. Bu tutum o kadar utanç verici idi ki, ABD, neden Amerikan mandasının istendiğini araştırmak üzere İstanbul’a bir heyet gönderdiğinde ve bu heyet ABD elçiliğinde dönemin önde gelen kişilerini ve cemaat liderlerini çağırarak görüşlerini aldığında, heyetin yanından çıkan hemen herkes neden Amerika’nın mandasının gerekli olduğunu kapıda bekleşen gazetecilere anlatıyorlardı. Oysa, 4 Ağustos 1919 günlü İfham ve 5-6 Ağustos günlü İstiklal gazetelerinin bildirdiğine göre, çağrılanlardan Hahambaşı Hayum Nahum Efendi gazetecilere “Musevî unsuru kimseyi tercih etmiyor” diyecekti!…
Ve yine ne acıdır ki, Millî Mücadele kahramanlarının kimileri de mandacı idiler. Hatta Sivas Kongresi’nin başlıca tartışma konularından biri mandanın kabul edilip edilmemesiydi ve katılanların bir çoğu Amerikan mandasının kabulünü istemişlerdi. Örneğin, Refet Paşa, “Bizim Amerikan mandasını tercih etmekten maksadımız, ….İngiliz mandasından kurtulmak ve sakin ve milletlerin vicdanlarına riayetkâr Amerika’yı kabul etmektir….” demişti. Rauf Bey’e göre de (Orbay) “….bu tehlike karşısında memleketimize karşı en bitaraf vaziyette bulunan Amerika’nın müzaheretini kabule mecburuz…” (Atatürk, Nutuk’ta Refet Paşa’nın ve Rauf Bey’in bu konuşmalarına yer vermektedir.) İsmet Paşa bile, Kazım Karabekir’e yazdığı bir mektubunda “Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde, Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır, deniyor ki ben de tamamiyle bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalanmadan Amerika’nın murakabesine tevdi etmek yaşayabilmek için yegane ehven çare gibidir…” (Mektubun tam metni, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında bulunmaktadır. Ayrıca, Kazım Karabekir de yayınlamıştır.)
Dahası, bir dünya savaşından daha yeni çıkmış koskoca Osmanlı İmparatorluğu ordusunda çok sayıda general bulunuyordu ama bunlardan Millî Mücadele’ye katılanların sayısı iki elin parmak sayısını geçmez. İsmet Paşa bile, başlangıçta albay rütbesindeydi.
Atatürk, Nutuk’ta mandacılar için şöyle der:
“…Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, beşeriyet-i mütemeddine [uygar insanlık] muvacehesinde [karşısında] uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesb-i liyakat edemez [hak kazanamaz.]
Ecnebi bir devletin himaye ve sahabetini [sahipliğini] kabul etmek, insanlık evsafından mahrumiyeti, acz ü meskeneti [güçsüzlük ve miskinliği] itiraftan başka bir şey değildir…
Halbuki Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır!….”
Diyeceğim o ki, aydın olmak, subay olmak, hele general olmak kolay bir iş değildir.
Bir yanıt yazın