San Francisco ve Los Angeles arasını, deniz ve dağlar arasına sıkışan o dar yoldan, yani Highway 1’dan giderseniz, tabii ki bu en büyük iki California şehrini birbirine bağlayan iki koca otoyola oranla çok daha yavaş hedefinize ulaşırsınız. Ama yol boyunca gördüğünüz o müthiş vahşi deniz manzaraları sizi öyle bir etkisine alır ki, her şeyi unutup o küçük yerleşim yerlerinden birinde kalıp yeni bir hayata başlamak isteyebilirsiniz!
İşte geçtiğimiz hafta sonu, Highway 1 üstünde bu inanılmaz duyguları yaşayıp her 200 metrede bir durup fotoğraflar çekerek ilerlerken, bu doğa harikası bizim ellerimizde olsa neler yaşanabileceğine aklım takıldı… O dev yamaçlara, o hazine gibi saklanan muhteşem ince kuma sahip sonsuz plajlara dalıp gittiğimde, birden ürktüm: Bizim siyasi “erk” ve “bürokrasi” buraları hemen lüks hoteller, tatil köyleri ve “shopping mall”larla doldururken, yine 15-20 kişi, 800 km’lik hat üstünde zengin olsun diye bu evren güzelliğini bugüne kadar on kere inşata boğar, yapar, yıkar, yapar, yıkar ve sonra bıkmadan tekrar yapardı.
O insanın içini, tarihin ve doğanın tüm şiirselliği ve gücü ile kuşatan kum tanecikleri, bin tırlık bir filo ile haddi bildirilerek oralardan temizlenir, haraç mezat inşaatlara satılır ve ortalık Ortadoğu’nun medeniyet kriteri sayılan betona boğulurdu. Havalı mimarlara yaptırılan post-modern mimari şaheserleri, “yılın oteli” ödülünü her sene sırayla aralarında paylaşarak, yan yana yükselirlerdi. Tabii bunların en forsluları “haremlik-selamlık” uygulamasına geçip, ortalığı zengin Arap şeyhlere ve ördek gibi sıralanıp arkalarından yürüyen kara çarşaflı, önünü göremeyen, kulakları kapatıldığından duyamayan, miras hakkı budanmış, bağımsızlığını feda etmiş kadınlara boğarlardı. Duvarlar yine çeşitli malum müteahhitlerin ve sözde büyük şirketlerin gazabına uğramış şekilde, dekoratif saçma sapan “sanat taklidi” ile becerilmiş ucuz resimlerle kapatılır, “hotel”in önünde de Başbakanlık korumaları, First Lady’lerin haşemalı resimlerini çekmeye çalışan paparazzilere meydan dayağı atarlardı…
Ama şu işe bakın ki dünyanın en girişimci ülkesi, o inanılmaz sahili tüm doğallığı ile korumuş. Parası olan ve şatosu ile gösteriş yapmak isteyenlere de iki koca kent etrafında alan göstermiş. Kapitalizmin kalbinde doğa, tüm güzellikleri ile “İsveçvari” bir kararlılıkla koruma altına alınırken, dünyanın akışını yönlendiren bu süper gücün hiçbir başkanı ya da oğlu, kızı, bu yasaları delemiyor. “Canım, Anayasayı bir kere delsek n’olur ki?” diyemiyor. “Bu sahil ihalesine bizim dünür veya damattan başka kimse girmeyecek, ona göre haa!!!” demiyor. “Bu sahillere, her kilometre başında koca bir cami yapılsın!” diye dayatmıyor. Sahiller, insan zulmü yaşamadan, sonsuza doğru akan, o kıskandırıcı ve görkemli varlıklarını mağrur bir şekilde, dev dalgalarını kayalara vura vura sürdürüyorlar…
İyi ki bizim elimizde değil bu sahiller. Bizler dünyanın en mükemmel koylarını ve California’nın aksine yüzülebilir denizlerini, kendi ellerimizle dünya kamuoyunu şok edecek şekilde, Göcek, Gökova demeden, “imara açıp” yok etmeye çalışırken, çevrecilerin yalvarmalarını, turistlerin haykırışlarını dinlemeden tarihi Hasankeyf mağaralarını yarım asır kullanılacak bir “olmazsa olur” Ilısu Barajı için “seve seve (!)” feda ederken, İstanbul’un kültür tarihinin simgesi AKM’yi yerle bir edip, binayı hukuki yollarla savunan sanatçıları, neredeyse “Ergenekoncu” ilan ederken, sözde kültürü olmayan Amerikalı, en dikkatli haliyle doğayı ve vahşi doğanın hayvanlarını korumak için tüm yaşam tarzlarını değiştirmeye razı oluyor. O konularda kapitalizmi “doğmamış” sayarak üzerine düşenleri gerçekleştirmeye çalışıyor…
Highway 1’da her benzinci, her küçük “dağ durağı”, her lokanta, her bar, her küçücük motel; sade, özenli ve çoğunlukla ahşap ile inşa edilmiş; zevkli ve tarihine sonsuz saygı duyan insanlar tarafından çalıştırılıyor.
Amerika, tabii ki bu özeniyle cennete filan girmeye hak kazanmıyor! Nedeni malum… Başkan Obama ortaya koyduğu ve doğal güzellikleri korumadan, ekonomik krize, savaşı durdurmadan, fakirlere her yerde yardım etmeye varan, kendine biçtiği misyonun güzellikleriyle, Amerikan emperyalizminin kendisine devrettiği çirkin “sorumluluk”ların çelişkisi içerisinde nerede duruyor? Haftaya…
Bedri Baykam
Bir yanıt yazın