From: Atilla Vanlioglu [ativan@biri.com.tr]
Importance: High
Lütfen ankete siz de katılın.
Atilla Vanlıoğlu
Oylama için tıklayınız…
ANKET SONUCLARI 21 AGUSTOS/2009
Hükümetin “Kürt Açılımı” hakkında ne düşünüyorsunuz? | ||
---|---|---|
Dış güçlerin iç taşeronlarla birlikte Cumhuriyetimizi parçalama projesidir. | ||
913 | 74.8% | |
Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini tesis etmek için bu açılım gereklidir. | ||
160 | 13.1% | |
Açılım mı saçılım mı ne olduğu belli değil! Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım! | ||
88 | 7.2% | |
Kürtlerin, demokratik haklarının verilmesinde ciddi bir adımdır. | ||
60 | 4.9% |
Oy Sayısı | : 1221 |
İlk Oy | : Salı, 11 Ağustos 2009 23:42 |
Son Oy | : Cuma, 21 Ağustos 2009 20:52 |
Hükümetin “Kürt Açılımı” hakkında ne düşünüyorsunuz?
|
|
|
|
|
|
|
000000000000000000000000000000000000000000000000000000000 Biz Bu Ülkeyi Kürtçüler’le Birlikte KurtarmadıkBiz Bu Ülkeyi Kürtçüler’le Birlikte Kurtarmadık (Feridun YILDIZ) Etnik Bölücü Kürtçü çevrelerin Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek amacıyla kullandıkları silahlardan birisi de “ortak kurucu millet” statüsü kazanmaktır. Bu ekibe katılan “ikinci cumhuriyetçi” ve ılıman İslâmcı-liberal aydınlar anayasa değişikliği çığırtkanlığı yaparak Türk Devleti’nin kuruluş esaslarını belirleyen ilk üç maddesinin değiştirilmesi yoluyla Bölücü Kürtçü ekibin ekmeklerine yağ sürme sevdası içerisindedirler. Bu mealde DTP temsilcileri her fırsatta “Bu devlet için beraber şehitler verdik; bu ülkeyi beraber kurtardık. Bu devleti beraber kurduk” demektedirler. Ne Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, ne de devletin kurucu felsefesi olan Türk Milliyetçiliği bu vatan için çarpışanları, şehit olanları etnik kimliklerine göre ayırmamıştır. Biz Çanakkale’de şehit olan Rum ve Ermeni askerlerimizi bile kardeşimiz bildik, bu vatanın bağrına evlâdımız olarak verdik. Lozan’da bu ülkede yaşayan bütün Müslümanları alt etnik kimlikleriyle tanımlamayarak Türk dedik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dedik. Bizim ısrarla bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk olarak görme gayretlerimize rağmen aynı söylemlere devam etmek istiyorsanız, alın size rakamlar. Çanakkale Savaşı Kurtuluş Savaşı’nın kıvılcımı, Kurtuluş Savaşı ise Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran savaş olmuştur. DTP’nin son 2009 Mahallî Seçimlerde İl Genel Meclisi Üyeliği bazında birinci olarak çıktığı on ilin Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları’nda verdikleri şehit sayıları: İller________Çanakkale Savaşı______Kurtuluş Savaşı Diyarbakır__________49________________497 Muş_________________7_________________105 Ağrı________________0_________________35 Iğdır_______________0_________________11 Van________________36________________343 Hakkâri_____________0_________________21 Şırnak______________0_________________8 Siirt______________40________________153 Batman_____________0__________________8 Mardin_____________7__________________182 Toplam____________139_________________1363 Bir de rast gele seçtiğimiz on Anadolu şehrinin aynı savaşlarda verdiği şehit sayılarını inceleyelim: İller_________Çanakkale Savaşı____________Kurtuluş Savaşı Kastamonu__________2425_____________________5160 Konya______________2488_____________________4787 Ankara_____________1772_____________________4219 Balıkesir__________2779_____________________4043 Afyonkarahisar______95______________________3273 İstanbul___________1648_____________________3177 Bolu_______________1405_____________________3206 Kütahya____________1487_____________________2488 Sinop______________1488_____________________2438 Antalya_____________183_____________________2132 Toplam____________15,770__________________34,923 Görüldüğü gibi yukarıda şehit sayılarını verdiğimiz her il tek başına DTP’nin son 2009 Mahallî Seçimlerde İl Genel Meclisi Üyeliği bazında birinci olarak çıktığı on ilin toplamının verdiği şehit sayısından fazla şehit vermiştir. DTP’lilere sormak istiyorum. Aşağıda listesini sunduğumuz otuz sekiz isyanı kimler çıkartmıştı ve bu isyanları başlatırken amaçları bu ülkeyi birlikte kurtarmak, bu devleti birlikte kurmak mıydı? Babanzade Abdurrahman Paşa isyanı (1806- Musul) Babanzade Ahmet Paşa isyanı (1812 – Musul) Zaza isyanı (1820) Yezidi isyanı (1830- Hakkari) Şerefhan isyanı (1831- Bitlis) Bedirhan isyanı (1835- Botan) Garzan isyanı (1839- Diyarbakır) Ubeydullah İsyanı (1881- Hakkari) Bedirhan Osman Paşa ve kardeşi Hüseyin Paşa isyanı (1872-Mardin-Cizre) Bedirhan Emin Ali isyanı (1889- Erzincan) Bedirhaniler ve Halil Rema isyanı (1912-Mardin) Şeyh Selim Şehabettin ve Ali isyanı (1912- Bitlis) Koşgari isyanı (1920- Koşgiri) Nasturi isyanı (1924- Hakkâri) Jilyan isyanı (1926- Siirt) Şeyh Sait isyanı (1925- Bingöl-Muş-Diyarbakır) Seit Taha ve Seit Abdullah isyanı (1925-Şemdinli) Reşkotan ve Reman isyanı (1925- Diyarbakır) Eruhlu Yakup Ağa ve oğulları (1926-Pervani) Güyan isyanı (1926-Siirt) Haco isyanı (1926- Nusaybin) I. Ağrı isyanı (1926) Koçuşağı isyanı (1926- Silvan) Hakkâri-Beytüşşebab isyanı (1926) Mutki isyanı (1927- Bitlis) II. Ağrı isyanı Biçar harekâtı (1927- Silvan) Zilanlı Resul Ağa isyanı (1929- Eruh) Zeylan isyanı (1930- Van) Tutaklı Ali Can isyanı (1930- Tutak-Bulanık-Hınıs) Oramar isyanı (1930- Van) III. Ağrı harekâtı (1930) Buban aşireti isyanı (1934- Bitlis) Abdurrahman isyanı (1935-Siirt) Abdulkuddüs isyanı (1935-Siirt) Sason isyanı (1935-Siirt) Dersim isyanı (1937-Tunceli) PKK terörü (1984- Devam ediyor) Güneş balçıkla sıvanmaz, beyler… Biz ayırımcı değiliz. Ancak siz ayırımcılık yapmak istiyorsanız bizim de bu gerçekleri bu ülkenin insanlarına bildirme hakkımız vardır.
Devlet Bahceli’nin Kurt Acilimi Uzerine Basin AciklamasiMilliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Hükümet eliyle başlatılan ve Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yalnız olmadıklarını açıklama kaygısı ile devlette “görülmemiş uyum” olduğu yönünde izaha çalışılan vahim süreç içinde Türk milli kimliğine yönelik yıkım arayışları hızla devam etmektedir. Türkiye’nin ve Türk milletinin bekasına ağır darbe vuracak bu gelişmeler sürerken; 20 Ağustos 2009 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yapılan basın bildirisi milletimizin kaygılarını daha da derinleştirmiştir. Söz konusu açıklamada: hükümetin başlatmış olduğu milletimizi ayrıştırma projesinde, çalışmalara devamın tavsiye edilmiş olduğu ifade edilmiştir. Bu durumun, Milliyetçi Hareket Partisi tarafından benimsenmesi, kabulü ve devlet görüşü olarak yorumlanması asla mümkün değildir. Partimizin bu konudaki görüş ve yorumları şunlardır: 1. Milli Güvenlik Kurulu, kendisine görev, yetki ve sorumluluk veren bir kanunla kurulmuş Anayasal kuruluştur. Ancak bu kuruluşun, devletin ve milletin bekasına halel getirecek köklü ve kalıcı tavsiye kararlarını alması ve buna da devlet politikası denilmesi kabul edilemez bir yaklaşımdır. Devlet dünden yarına ilerleyen milletin organizasyonudur. Bu sürecin bir kesitinde söz sahibi olmuş yöneticiler ve memurların dönemsel yorum ve tasavvurlarına devlet politikası denilemeyecektir. Bir konunun Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından savunuluyor ve bunun da bir yüksek kurulda konuşuluyor olması da o konuyu milli ve meşru hale getirmeyecektir. Nitekim milletimize esaret dayatan Mondros Mütarekesi’nin de devlet yönetiminin rızası ile hayat bulduğu bilinen en acı gerçeklerden birisidir. 2. Kurulu teşkil eden kanun maddesinde bu kurulun yürüteceği görev alanının sınırları belirtilirken atıfta bulunulan 2. maddenin (a) bendi; “Devletin anayasal düzeninin, milli varlığının, bütünlüğünün her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunmasını ve kollanmasına” amirdir. Ne var ki, son bildirideki şekliyle, İçişleri Bakanı marifetiyle yürütülen çalışmaların devamının tavsiye edildiği sürecin, kurula görev ve yetki veren “milli varlığın, bütünlüğün korunması ve kollanmasına” açık aykırılık teşkil ettiği ortadadır. * 3. Yine bu bildiride yer alan, hükümet tarafından başlatılan sözde açılım, fırsat ve çözüm denilen yıkım sürecinin “devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü pekiştirmek” olarak tanımlanma çabası yapılanla söylenenin taban tabana zıddıdır. Bu tarihi sapmaya onay verenler ve taşıyanlar kadar sessiz duranlar veya ses çıkmayanlar da ağır ve tarihi vebal altından asla kurtulamayacaklardır. 4. Geçmiş dönemlerde Milli Güvenlik Kurulu çatısı altında bulanarak devletin ve hükümetin önemli kararlarına yön vermiş, tavsiye etmiş ve şekillendirmiş zevatın emekli olduktan sonra verdikleri mülakatlarda görevde iken yaptıkları hataları ve pişmanlıkları yayınlandıkları bilinmektedir. Bugün çeşitli saiklerin etkisi, ideolojik körlüklerin katkısı, hükümete ve zihniyetine sızmış etnikçilerin, aşiretçilerin yönlendirmesi ile oluşan yıkım sürecine ilişkin şimdi alınan kararların doğru, yerinde, ciddi ve köklü olduğunun güvencesi var mıdır? Türk devleti “affedersiniz yanlış yaptık”, “özür dileriz hatalıyız” denilerek sonradan pişmanlık duyulacak kısır ve sığ zihniyetlerin deneme yanılma tahtası, tarihe, millete ve devlete karşı sorumluluklarının farkında olmayanların sığınma zemini değildir. Her yanlış karar milletimizde büyük acılara ve kayıplara; kamu vicdanında telafisi mümkün olmayacak yaralara; devlete ve onların nezdinde devlet adamı zannettiklerine olan güvenin kaybına yol açmaktadır. Unutulmamalıdır ki, Osmanlı devletinin yıkılışında rol alanlar da devlet başkanı, devlet ve hükümet adamı sıfatı taşıyorlardı. 5. Başbakan Erdoğan’ın geride kalan yıllar içinde milli kimliği tartışmaya açan, etnik kimlikleri okşayan iptidai siyaset anlayışının, tam bir yıkımın yolunu açacak girişimler için fırsat aradığı bilinmektedir. Bu son gelişmeler, kendinde güç vehmeden mihrakların küresel gelişmelerden de aldıkları destekle başlatmak istedikleri sürecin tartılmaya çalışıldığı, tepkilerin analiz edildiği ilk perdedir. Milli Güvenlik Kurulu mevzuatı, Bakanlar Kurulunun “Milli Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dâhilinde” tespit edilen görüşleri siyaset haline getirebileceğini hükme bağlamıştır. Yine aynı mevzuat içinde “Kurul Kararlarının ve görüşlerinin Bakanlar kuruluna tavsiye edilmesi” yer almaktadır. Oysa kamuoyuna yansıyan son gelişmeler alınan kararların MGK’da değil Bakanlar Kurulunda oluşturulduğunu, MGK’da sunumunun yapıldığını işaret etmektedir Nitekim 8 Ağustos 2009 tarihinde medyaya “sivil MGK” adı ile tanımlanan toplantıda; hükümetin MGK üyesi bakanlarının “prova” yaptığı kamuoyuna yansımıştır. 6. Kurulun alacağı bütün kararların devletin ve milletin varlığını devam ettirmek üzerine inşa edilmiş olması vazgeçilemez ve tartışılamaz görev ve sorumluluğudur. Hal böyle iken, bu sürecin stratejik analizini kimler yapmıştır? Hangi fikrin, siyasi, sosyolojik, ideolojik, askeri ve ekonomik başlangıç noktası kullanılmış, hangi zeminler üzerinde ve değişkenler hesap edilerek ve parametreler öngörülerek milli kimliğin tahribatına izin verilmiştir? Sözde karar vericiler hangi tesirlerin altında, hangi yorum ve telkinlerin rüzgârındadır? Tavsiye ediciler, bin yılda oluşmuş varlığımızı, devamlılığımızı, kardeşliğimizi ve kimliğimizi oluşturan temel dinamiklerin ne kadar şuurundadırlar? 7. Kurul, kendisine görev ve yetki veren yasa ile devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili konularda “tavsiye” kararları alır ve gerekli koordinasyonun sağlanması için “görüş tespit eder”, bu tavsiye kararlarını ve görüşlerini Bakanlar Kurulu’na bildirmekle yükümlüdür. Burada geçen tavsiye kavramı, yürütmenin yetkilerine müdahale anlamı taşımaması maksadıyla demokratik şekil, nezaket ve ahlaka uygunluğu ihtiva etmektedir. Bu itibarla, bir vesile ile yönetim de ağırlık kazanarak kurulun Başkanı olan Cumhurbaşkanlığı makamının ve üyesi sıfatı taşıyan Hükümet mensuplarının kendi görüş ve önerilerini; milletimize biçtikleri rolleri ve geleceği, kısır dünyalarındaki tasavvurları meşrulaştırmak için Milli Güvenlik Kurulu zeminini ve oy çokluğu kılıfını kullanmaları söz konusu olmamalıdır. 8. Anayasamızın değişmez 3. maddesi, “Türkiye Devletinin, “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olduğunu, Anayasamızın 5. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevlerinin “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak “ olduğunu, Anayasamızın 14. maddesi, Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağını” açık ve net olarak ortaya koymuştur. Milliyetçi Hareket Partisi, bu tarihi derinlik ve milli gerçekler ışığında, milletin temeli olan milli kimliğin oluşumunu durduracak, döndürecek, parçalayacak ve bu kimlikten güç ve ilham alarak anlam ve varlık kazanan Türkiye Cumhuriyeti devletinin devamını ve varlığını sekteye uğratacak, tahrip edecek, yıkmaya yönelecek veya bu yolunu açacak bütün girişimlerin karşısındadır. Bizleri anlamlı kılan ve asırların hamuruyla yoğrulmuş milli kimliğin, birkaç yıldır yönetimde bulunanlar tarafından tahribi ve buna neden olacak yol haritası ve yanlışlar zincirinin “devlet politikası” olarak kabulü mümkün değildir. Partimiz, aziz milletimizi uyandırmaya ve aydınlatmaya devam edecek, hükümeti ve işbirlikçilerini de girdikleri çıkmaz yoldan dönmeleri konusunda uyarmayı sonuna kadar sürdürecektir. Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olan ve olacak her kurum ve kuruluşu Anayasamızın temel ilkelerine, milletimizin gerçeklerine riayet etmeye çağırmaktadır. Yapılanlar, konuşulanlar ve gidilen süreç Anayasa suçu, Türk milletinin varlığına ve devamlılığına tehdittir. Devlet Bahçeli |
Bir yanıt yazın