Bilmem farkında mısınız; terörist başı Apo’nun avukatları (pardon uşakları ve ulakları demek istiyorum) iki seferdir İmralı’ya ulaşamadan geri döndüler. Birincisinde hava muhalefeti sebebiyle(!) kendilerini İmralı’ya taşıyacak deniz taşıtı kalkış yapamadı. İkincisinde ise adamları taşıyan koster bozuk olduğu(!) gerekçesiyle İmralı yakınlarından geri çevrildi. Üçüncü denemede İmralı açıklarında fırtına çıkarsa sakın şaşırmayalım.
Gemlik limanında ve İmralı açıklarında oynanmakta olan tiyatro oyununun, daha doğrusu sirk gösterisinin sebebini bilmesem de! şu “koster” kelimesine çok fena takmış ve takılmış durumdayım. Neden ille de koster? Oysa adamlar istese, değil koster transatlantik bile tutarlar İmralı’ya gitmek için. Çünkü bütün dünya arkalarında bu haddini bilmez uşakların ve ulakların.
Bilebildiğim kadarıyla Koster denilen deniz taşıtı, daha çok kıyıya yakın yerlerde ve kıyı boyunca seyretmek suretiyle yük taşıyan deniz taşıtına verilen isimdir. Ülkemizde daha çok da kum ve çakıl taşımakta kullanılmaktadır. Anlaşılacağı üzere; tırışkadan bir taşıma aracıdır koster denilen deniz taşıtı(!). Zodiyak botlar bir yana, kamyon lastikleriyle ve naylon simitlerle bile ulaşılacak Gemlik-İmralı arasını kat edemeyip bozulduğuna(!) göre varın gerisini sizler düşünün. Demek oluyor ki; tonlarca kumu taşırken bana mısın demeyen koster, Apo’nun dört avukatını taşırken yalpa yapıp batma tehlikesi geçiriyor(!). Anlaşılan bu adamların günahları çok büyük. Çünkü elinde onbinlerce şehidin kanı bulunan bir yaratığa uşaklık ediyorlar.
Zaferler ayı Ağustos’ta ve mübarek Ramazan günü bu mucizeleri bize gösteren Yüce Allah’a binlerce şükürler olsun. Kesinlikle inanıyorum ki; Apo’nun gemilerini Gemlik limanına adeta mıhlayan ve İmralı açıklarından geri çeviren güç teröre kurban giden on binlerce Mehmetçiğin manevi gücüdür. Bu gücü aşmak, öyle her babayiğidin harcı ve kârı olmasa gerekir…
Aslında Apo’nun uşaklarını ve özel ulaklarını İmralı’ya taşıyan gemilerin sık sık arıza yapmasının sebebi gayet açıktır. Hükümetin “Kürt Açılımı” adı altında yürütmekte olduğu çalışmalara Apo’nun turp sıkmasını önlemek. Yani bebek katilinin pişmiş aşa su katmasını engellemek. Geçen hafta Sky-Türk televizyonunda yayınlanan “Düşünce Kulübü” programına katılan Fatih Çekirge adeta kıçını yırtarcasına bağırıyordu; “Abdullah Öcalan bu günlerde devreye girmemeli. Hükümet gayet başarılı bir politika izliyor…” diye. Akşam Gazetesi yazarı İsmail Küçükkaya’nın vermiş olduğu gazla hızını alamayan Fatih Çekirge şu anlamda laflar da ediyordu söz konusu programda;
“Abdullah Öcalan’ın günde kaç kez göz kırptığını sayma imkânına sahip devlet elbette onun çizeceği yol haritasından ve avukatları vasıtasıyla göndereceği mektuplardan da haberdardır. Çünkü Abdullah Öcalan’ın kaleme almış olduğu mektuplar, tıpkı askerlikte uygulanan ‘Er Mektubu görülmüştür’ işlemi gibi bir işlem görmektedir. Abdullah Öcalan’ın yazmış olduklarını veya konuştuklarını devletin dikte ettirmediği ne malum! İddia ediyorum, kar yağmadan Pkk silah bırakacaktır. Bu sebeple Abdullah Öcalan’ın yeni bir yol haritasıyla ortaya çıkıp süreci tersine döndürmemesi gerekiyor…”
Her şey bir yana Fatih Çekirge gibi yetkin bir gazetecinin, terör sorununun çözümü konusunda hükümetin tek enstürmanının Apo olduğuna ve devletin bir şekilde Apo üzerine oynadığına inanması akıl alır gibi değildir! Kim bilir belki de doğru söylüyordur Bay Çekirge. Karıncaların yuvalarına kapatıldığı bir ortamda çekirgelerin ve Ağustos böceklerinin iş başı yapmasından belliydi zaten böyle olacağı…
Apo’nun avukatlarını taşıyan gemilerin arıza yaptığına ve bu sebeple avukatların Apo’nun çizmiş olduğu yol haritasını ele geçiremediklerine hiç kimse inanmıyor zaten. Bunlardan birisi de Sayın Başbakan’ın hemşerisi olan Yeni Çağ Yazarı Sabahattin Önkibar olmalıdır. 20 Ağustos 2009 tarihli ve “Tayyip Beyle Öcalan arasındaki elçiler” başlıklı yazısında şöyle diyordu Sabahattin Önkibar;
“Ankara’nın derinliklerinde fısıldanan iddia şudur:
Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos tarihli beklenen açılımını ertelemesi Tayyip Erdoğan’ın ricasının eseri imiş!
Tayyip Bey aradaki elçilerle (!) haber gönderip Öcalan’dan 15 Ağustos günü açıklama yapmamasını istemiş!
Öcalan da bu istemi geri çevirmemiş ve pekiyi demiş!
Oysa 15 Ağustos Öcalan ve PKK için çok önemli bir gün!
PKK ilk kalkışması yani silahlı eylemini 15 Ağustos 1984’de Eruh’da yapmıştı.
İşte Öcalan 25 yıl sonra yapacağı açılımla, “Oradan buraya geldik” deyip mücadelesinin geldiği noktayı ortaya koyacaktı.
Nitekim bölücü örgüt 15 Ağustos günü Eruh’ta şölen yapıp havai fişekler patlatarak o tarihi adeta kutsamıştı.
Amma velakin Abdullah Öcalan aylardır hazırlandığı o günkü açılım (!) ya da şov olayını sürpriz bir biçimde erteledi.
Sebep yukarıda belirttiğimiz gibi Tayyip Bey’in talebidir.
Erdoğan; partisi AKP’nin türlü gerekçelerle apar topar başlattığı sözde Kürt açılımına 15 Ağustos Eruh baskını olayı gölgesi düşmesin ve tepki büyümesin diye aracılarla ricada bulunmuş ve ilginçtir ricası kanlı katil Öcalan tarafından saygıyla karşılanıp kabul edilmiştir. Peki bu mesaja aracılık eden isimler kimler miydi?
AKP tarafında ismi bilinen ve zaman zaman medyada boy gösteren Diyarbakır mebusudur. Karşı tarafta ise ekranlarda sık görülen Kürtçü bir yazar ile Öcalan’ın avukatıdır.
Evet Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos günü beklenmedik şekilde erteleme frenine basması olayı dikkate alındığında görülmektedir ki Tayyip Erdoğan’la bizatihi Abdullah Öcalan arasında dolaylı bir diyalog köprüsü işler haldedir.. Başka bir ifade ile Tayyip Bey bu teşebbüsle aslında Öcalan’la fiili olarak müzakere ortamındadır…”
Netice olarak söylemek isteriz ki: Türkücü İbo bugünlerde “Sevda ne yana düşer usta, hicran ne yana” Türküsünü çığırırken, Apo ve ulakları “İmralı ne yana düşer usta, Kandil ne yana” Türküsünü tutturmuş durumdalar.
…
Hükümetin “Kürt Açılımı” adı altında yürütmekte olduğu çalışmalara gözü kapalı destek verenlerden birisi de Radikal Gazetesi yazarı Soli Özel olmalıdır. Bay Özel, Genel Kurmay Eski Başkanı Hilmi Özkök’e övgüler yağdırıp kahramanlaştırdığı yazısında şöyle diyordu:
“Kim ne derse desin Kürt meselesi hakkındaki tartışma olumlu bir seyir izliyor. Açılıma karşı çıkanların ve meselenin terör hadisesinden ibaret olduğunu hâlâ savunanların bile peki bugüne kadar durmayan terörü bundan sonra nasıl durduracaksınız sorusuna bir cevapları yok…”(bk. Soli Özel, “Orgenerallik yapmış düşünen bir vatandaş” başlıklı yazısı, Radikal, 19.08.2009).
Oysa Soli Özel de biliyor ki; hükümetin yürütmüş olduğu çalışmalara destek vermeyen veya kuşku ile bakanların da bu konuda bir çözüm önerileri vardır. Nedir o çözüm önerisi; terör örgütü militanlarının silahlarını bırakarak dağdan inmesi ve Türk adaletine teslim olmalarıdır. Ancak Soli Özel gibi adamlar, Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin dünyanın gözünde rezil-i rüsva olmasından ayrı bir haz aldıklarından olacak, ille de dağdaki Pkk’nın ve onun meclisteki uzantısı olan DTP’nin resmen muhatap alınmasını savunuyorlar ve bu konuda başarılı da oluyorlar. Zira ısrarla Apo’nun sürece dahil edilmesini ve onun görmezden gelinmemesini talep eden DTP, devletin en yüce katmanlarında bu görüşünü yüksek sesle dile getirebilmektedir.
Soli Özel söz konusu yazısında ayrıca Org. Hilmi Özkök’ü göklere çıkartarak şöyle diyor;
“Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök de tartışmaya katıldı. Orgeneral Özkök bana göre Türkiye’nin gelmiş geçmiş en başarılı ve önemli Genelkurmay Başkanlarından birisidir. Askeri konulardaki yeterliliğini ölçemem ancak bulunduğu yere inanılmaz ayak oyunlarına, hatta kalleşliğe rağmen gelebildiğine göre komutan mevkiine liyakat nedeniyle çıkmış olması gerekir.
Benim açımdan Orgeneral Özkök’ü başarılı ve önemli kılan asıl unsur demokratik olma iddiasındaki bir rejimin kendi ilke ve ideallerine sadık kalması için gösterdiği çabadır. Yani siyasi duruşu ve anayasal düzene bağlılığıdır. 2003-2004 yıllarında ülkeyi felakete götürecek darbe teşebbüslerine engel olmuştur. Bu duruşuyla da 21. yüzyıl dünyasına uygun bir Türkiye siyaset yapılanması isteyenler açısından bir kahramandır.
Bunun ötesinde Orgeneral Özkök, komutanlığı döneminde yaptığı konuşmalar incelendiğinde de görüleceği gibi, entelektüel donanımı ve birikimi genel ortalamanın hayli üzerinde bir vatandaştır da. Türkiye’de aykırı düşüncelere saygı gösterilmesi gerekliliğini, işleri bu olan siyasetçilerden daha gür sesle söyleme cesaretini göstermiştir. Tıpkı 1 Mart tezkeresinin ve Irak savaşının ardından “kırmızı çizgiler” edebiyatı ortalığı kasıp kavururken koşulların değiştiğini, yeni koşullara uygun siyaset geliştirilmesi gerektiğini cesaretle söylediği gibi…”
Anlaşılacağı üzere; Soli Özel Org. Hilmi Özkök’ün milletimiz ve devletimiz adına vermiş olduğu her tavizi, onun kahramanlık hanesine yazmak gibi sapıkça ve sadistçe bir mantığın da sahibi. 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ta 11 Türk askerinin başına çuval geçirilmesi karşısında Hilmi Özkök’ün sessizliğini korumasını kahramanlık olarak nitelemesinin yanında, onun “Musul ve Kerkük Türkiye’nin kırmızı çizgileridir” türküsünü çığıran hükümeti, bu çizgilerden taviz verme durumunda bırakmasını da kahramanlık olarak nitelendirmektedir. Elbette kendisine “Hocam” diye hitap edilmesi karşısında sessiz kalmasını da.
Soli Özel “Tıpkı 1 Mart tezkeresinin ve Irak savaşının ardından ‘kırmızı çizgiler’ edebiyatı ortalığı kasıp kavururken…” diyerek “Kırmızı Çizgi” veya “Casus belli” uygulamalarının, birer edebiyat olduğunu söyleyecek kadar omurgasız olduğunu ve bu tür omurgasızlıklara destek verdiğini de açığa vurmuş bulunmaktadır. Adı geçenin, bu tür uygulamaların, cesur, güçlü ve dirayetle yönetilen büyük devletlerin işi olduğundan bile haberi yok gözüküyor…
21 Ağustos 2009
Ömer Sağlam
Bir yanıt yazın