Soner YALÇIN
sonery@hurriyet.com.tr
|
Sorunlarımızı, görüşleri benzer olan medyatik isimlerle konuşarak çözmeye çalışmamızın son örneği “Kürt çalıştayı” oldu. Gelin isterseniz bugün Türkiye’yi meşgul eden temel sorunlar hakkında iki tarihçinin ne dediğine bakalım. Kürt sorununun temelinde ne var? Ulus-devlet bitti mi? AB’ye girmeli miyiz? Atatürk’ün İslam ile ilişkisi nasıldı? Türk Ordusu ve laikliğe bakışları nasıl? Cumhuriyet mitinglerine kadın katılımı niye çok oldu? Günümüz aydınlarını ve AKP’yi nasıl değerlendiriyorlar? TBMM Onur Ödülü sahibi iki tarihçi; Prof. Halil İnalcık ve Prof. Kemal Karpat, görüşlerini tarihsel süzgeçten geçirerek anlatıyor.
Ahmet Hakan köşesinde hep kendi “mahallesini” anlatacak değil ya, biz de bu yazımıza bizim “mahalleden” bir anekdot ile başlayalım.
Yıl 1987.
Şartlı tahliye sonucu 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yok etmeye çalıştığı solcular cezaevinden çıktı. Kimi kendini rüzgâra kaptırdı kimi inandığı yolda yürüyüşünü sürdürdü.
Yarım bıraktığı işi tamamlamak isteyen birkaçı, o dönemde muhabirliğini yaptığım 2000’e Doğru dergisinde çalışmaya başladılar.
Dönem ANAP’ın hükümet olduğu, sivil toplumculuğun revaçta bulunduğu, dağlardan silah seslerinin duyulduğu bir devirdi.
Haber merkezimizde hararetli tartışmalar yaşanırken, cezaevinden yeni çıkan “rüzgâra karşı yürüyenler” hemen devreye girerdi. “Bırakın bu gazete haberleri, köşe yazarı yorumlarıyla tartışmayı, kitap okuyun kitap” derlerdi. “Kitap bilgisiyle tartışın.”
Bizim “mahallede” kitaba büyük önem verilirdi. Daha bıyıklarımız bile terlememişken “mahallenin ağabeyleri” elimize kitap tutuşturup okumamızı ve özet çıkarmamızı isterlerdi. Sonra sınava çekilirdik.
Yani bizim “mahalleye” göre tarih bilinci olmadan meseleler analiz edilemezdi.
Günümüz Türkiyesi’nde sorunlar TV ve gazetelerde konuşuluyor-yazılıyor ve tartışılıyor. Siyasal gelişmeler konusunda nedense tarihçilerin pek görüşüne başvurulmuyor. Oysa onlar bugünkü sorunların temel/tarihsel sebeplerini en iyi bilenler.
Son dönemde yayınevleri “nehir söyleşileri” adı altında biyografiye yönelik röportaj kitapları çıkarıyor. Size bu kitaplardan ikisini tanıtmak istiyorum. Söyleşisini Emine Çaykara’nın yaptığı, “Tarihçilerin Kutbu; Halil İnalcık Kitabı” ve röportajını Emin Tanrıyar’ın gerçekleştirdiği, “Dağı Delen Irmak; Kemal H. Karpat Kitabı.”
TBMM Onur Ödülü sahibi iki tarihçi bu söyleşilerinde Türkiye’nin konuşup tartıştığı konular/meseleler üzerinde de görüşlerini dile getirdi.
Tarihçi olarak bu iki ismi seçmemim nedeni, kimi zaman taban tabana zıt görüşleri dile getirmeleridir.
İşte iğneyle kuyu kazarak
dünyanın ufkunu açan iki
tarihçinin görüşleri…
Prof. Halil İnalcık
Kürt meselesi:
ABD ve Batı, bilhassa buradaki petrol kaynakları nedeniyle bağımlı hükümetler yaratıyor bölgede. Bu hükümetler arasında en kuvvetli durumda olanı, en bağımsız hareket edeni Türkiye’dir. Türkiye’yi bağımlı tutmak için
Amerika olsun Avrupa olsun- Kürt meselesine çomak sokuyorlar. Mesele bugün Irak savaşından sonra açıkça ortaya çıktı; Amerika bizim güney hududumuzda açıkça bir Kürt devletinin altyapısını hazırladı.
Benim görüşüme göre Amerika, Ortadoğu’da Türkiye gibi büyük bir kuvvetin daima müşkülat içinde bulunmasını ister. Bu açık bir hakikattir.
Kuzey Irak’ta ABD’nin politikası bu konuda açık, orada Kerkük-Musul petrol kaynakları üzerinde kendisine uydu bir devlet istiyor.
Bugün Amerika Ortadoğu’ya hâkim olmak istiyor; İsrail’i yarattı, Irak’a geldi. Kuzey Irak’ta başka bir İsrail devleti yaratmaya çalışıyor.
AB ve ABD bugün Kürtleri destekliyor; Ermeniler ve Kürtler, şimdi Amerika’nın Ortadoğu’da yeni “parçala-bağımlı yap” politikasından kendileri için çok ümitliler.
Dünyanın her tarafında Kürt milliyetçileri saldırı halindedir. Vahim olan, bugün Ermeni meselesi gibi, uluslararası bir mesele halini almıştır. Görmezden gelmekle mesele kalkmıyor; AB neden bu kadar üzerimize geliyor. Bütün
amaç Batı’nın desteğini almak.
İşin vahameti şuradadır:
Biz hâlâ Osmanlı gibi Türkiye büyük devlettir, bunlar kurusıkıdır diyoruz. Hayır, 19. yüzyılda Avrupa bu yolla Ortadoğu’yu nasıl hükmü altına almaya çalıştıysa bugün de
Türkiye’ye karşı aynı politikayı sürdürmektedir.
Bence bütün bunlar, Avrupa’da 19. yüzyıldaki “Question d’Orient” politikasının devamından başka bir şey değildir.
Atatürk: Türk milletinin bir şansıdır Atatürk.
Atatürk’ün hareket noktası şu: Batılılaşamadığımız takdirde bu dünyada bize hayat yoktur.
Yeni kuşaklar bugün ‘Vatan, millet, Sakarya’ diye alay ediyorlar o destansı devirle, son derece üzülüyorum. Hakikaten Türkiye’yi kurtaran, bir devlet ve millet yaratan bir liderdi Atatürk. Diğer yandan Atatürk’ü putlaştırmak bir hatadır. Atatürk’ün koyduğu prensipler diye birtakım donmuş kurallara bağlı kalmak Türkiye’nin önünü kesmektir.
Ben sadık bir Atatürkçüyüm.
İslam:
Atatürk’ün İslam düşüncesi şuydu ve bütün nutuklarında söylerdi. ‘Din bireyin vicdanına aittir, bunu bir zorunluluk haline getirmek hatadır.’
Türk İslamiyeti’nin Arap İslamiyeti’nden farkı tasavvufu, dini hayatın önemli bir kolu olarak kabul etmesidir.
Türk Ordusu:
Memleketi istiladan kurtaran subaylardır, ordudur. Memleketimizi Batılı bir toplum haline getiren ordudur, Mustafa Kemal’dir.
Bugün Türkiye’de güçlü bir ordu olmasa; Ermenistan hazır, Rusya hazır, Yunanistan hazır, Suriye bile Hatay’dan vazgeçmiş değil. Dört taraftan çevrilmiş durumdayız. Eğer güçlü ordumuz olmasa Türkiye ertesi gün parçalanır. Güçlü bir ordu Türkiye için zarurettir. Kim etrafımızdaki tehlikeleri günü gününe takip edip dosyalıyor; ordu, Genelkurmay. Demek ki bizim emniyetimizi, güvenliğimizi devamlı bir şekilde takip eden, gereklerini yerine getiren bir kurum var.
Ulus-devlet:
Yok, ulus-devlet bitmedi. Bitti derseniz o zaman Türkiye devletini inkâr ediyorsunuz, Sevres’i Türkiye’nin parçalanmasını kabul ediyorsunuz. Ulus-devlet kalktı diyenler kendisini Türk hatta, Türkiye vatandaşı hissetmiyor, bağnaz etnik bilinçlenme ortada olan bir olgu.
AB:
AB’ye katılmak çok gereklidir. Yunanistan’ı nötralize etmek ve memlekette birlik ve tam demokrasinin yerleşmesi için. Tanzimat’tan beri Avrupa’nın baskısı ile insan hakları ve yarım yamalak demokrasi almaya çalıştık. Bir bekçi istiyoruz, ya Avrupa ya da ordu olacak.
Fener Rum Patrikhanesi:
Bazı aydınlarımız meseleleri bilmeden, insan hakları kahramanı kesiliyor ve Türkiye karşıtlarına destek veriyor. Sırf bilgisizlik, kayıtsızlık. İstanbul, Ortodoks dünyasının merkezi olunca şehir uluslararası bir statüye doğru gider. Her şeyden önce bu, Lozan Antlaşması’na aykırıdır. Bu yolla Türkiye devletinin uluslararası statüsünü belirleyen bu antlaşmada bir delik açılır. Yunanistan ve AB bazı iddialarda bulunabilir. Mesela patrikliğin tayininde yabancılar etkili olur.
Aydınlar:
Bugün kendini Türk hissetmeyen, azınlık sayan kozmopolit aydınlar ortaya çıktı.
Kendimizi suçlamak son zamanlarda moda oldu.
Prof. Halil İnalcık kimdir:
1916 İstanbul doğumlu.
Ankara Gazi ve Balıkesir Muallim Mektebi’nde okudu. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin ilk mezunlarından oldu. Üniversitede asistan olarak kaldı. Doktora ve doçentlik tezinden sonra İngiltere’de çalışmalar yaptı.
Profesör oldu; Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Harvard’da araştırmalar yapıp konferanslar verdi. 1972’de Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden emekli oldu. Chicago Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Buradan 1986’da emekli olunca Princeton Üniversitesi’nde misafir profesör olarak çalıştı. 1993’te Ankara’ya taşınarak Bilkent Üniversitesi’nde tarih bölümünü kurdu. Geçen yıl TBMM onur ödülünü aldı.
Prof. Kemal H. Karpat
Kürt meselesi:
Kürt devleti fikrini, en aktif şekilde savunanlar, Türkiye’dedir. Bugün Amerikalıların ve İsraillilerin etkisiyle, Kuzey Irak’ta bir Kürt bölgesi kuruldu ama unutmamak gerekir ki, ‘Kürt bölgesi’ dediğimiz yerin iki efendisi vardır. Sözde sosyalist Talabani ve Barzani. Bu liderler 10-15 sene önce savaşıyorlardı. Orada bir Kürt toplumu ortaya çıkmakla beraber, Kürt devletinin milli ideolojisi oluşmamıştır. Onun ideolojisi Türkiye’de oluşuyor.
Türkiye dağılırsa, bir Kürt devleti uzun süre yaşayamaz. Ne bir Arap devleti kalır, ne de Kürtler. Bu topraklar bambaşka şekil alır. Türkiye’nin ayakta kalması, kuvvetli olması, birçok bakımdan uzun vadede Kürtler için de, Araplar için de emniyet kilididir.
(Türkiye’de) Amerikan fobisi var; her şeyin oradan kaynaklandığını düşünmek hatadır. Amerika’nın buradaki en büyük endişesi petrol ve enerji kaynaklarının kendine düşman ellere ve ülkelere geçmemesi. (…) Petrol olmasa Amerika’da her şey durur. Hayat bir günde çöker. Bu nedenle Amerika’nın petrol bölgelerini karmaşaya meydan vermeden güven altında tutması lazım.
İslam:
Bu milletin kökünde din ortaklığı önemlidir ama ben hiçbir zaman bu milleti tamamen İslam’a dayandırmıyorum. İslam da önemlidir, fakat İslam da Anadolu ve Rumeli şartlarında gelişmiş ve kendine özgü bir din anlayışı doğurmuştur.
(Osmanlı’nın son döneminde dini) saha, dini yozlaştıran medreselerdeki yetersiz hocalara kalmaya başlamıştır. O bakımdan, Atatürk’ün medreseleri kapatmasını kaçınılmaz bir adım olarak kabul ediyorum. Mutlaka yeni bir başlangıç yapılmalıydı ve burada Atatürk’ün hakkını vermek lazım; o, din düşmanı değildi. Dinin hakiki manasının kabullenilmesini, vicdanlara hitap eden bir hale gelmesini istiyordu. Nitekim Atatürk o devrin aydın din bilginlerine ilişmemiş.
Cumhuriyet devrinde, bir yandan gerçek İslam’a sadık kalan yeni din düşüncesi doğmakla beraber, devleti din aleyhtarı gören ve devletin politikasının bazı yanlışlarını istismar ederek “devleti dini yok etmek isteyen bir kurum” olarak göstermek isteyenler de olmuştur. Bunlar Türkiye’de dinin siyasallaşmasına yol açmıştır.
Atatürk devrimlerinin İslam ülkelerindeki etkileri çok geniş ve sürekli olmakla beraber, doğru değerlendirilmiş değildir. İslam ülkeleri idarecileri ve hâkim sınıfları, Atatürk devrimlerini kendi mevkilerine ve çıkarlarına tehdit olarak gördükleri için kınamışlardır.
Laiklik:
Türkiye’de rijit/katı bir laiklik anlayışı var. Dini siyasileştiren devlet olmuştur, mesele budur. Laikliğin birçok tarifi vardır. En geçerli tarifi şudur: Bugün İran’da olduğu gibi bir ruhban sınıfının siyasete hâkim olmaması, siyaseti düzenlememesi esas olmalı. (…) Türkiye’de bir dereceye kadar doğru hareket edilmişse de, dinin kendine özgü serbest bir alanı olduğu kabul edilmemiş, o alan içinde kendi kendini idare etmesine, serbest fikirler ileri sürmesine izin verilmemiştir.
Laikliğin hiçbir zaman bir dogma, körü körüne uygulanan bir değer olmaması gerektiğini anlamalıyız. Toplumun gelenekleriyle, ruhuyla çatışmayacak bir laiklik anlayışının gerektiği ortadadır. Bir toplumun kimliğini, ruhunu da mutlaka koruması gerekmektedir.
Türkiye ne İslamiyet’ten ne Türklükten ne de Batı biçimi modernleşmeden vazgeçebilir. Bugün modernleşme ve ilerleme konusundaki Batılı fikirler, toplum kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ve nasıl Türkiye İslamiyet’ten vazgeçmezse, toplumu modernizmden soyutlamak da aynı ölçüde olanaksızdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı:
AKP’nin yapması gereken en önemli hareketlerden bir tanesi, din otonomisini kurmak ve ondan sonra elini çekmekti. AKP buna yanaşmadı. Çünkü parti içinde de bilhassa alt kademelerinde sözde mevcut İslam eğilimine karşı gelmeme ve partiye oy kaybettirmeme, bu partilerin Saadet Partisi’ne gitmesini önleme kaygısı var.
Cumhuriyet mitingleri:
Kadınların bu mitinglere coşkulu ve çok sayıda katılmalarını çok olağan ve anlaşılması kolay bir olay olarak görüyorum. Bugün İslam ülkelerinin karşılaştığı en çetin sorun, kadın hakları ve hürriyetlerdir.
Türkiye’de dinciler ve sosyal-kültürel tutuculuğu ön plana çıkaranlar kadın hakları konusundaki görüşlerini açıkça ortaya koymaktan çekindikleri için, kadınların birçoğu bu kimselere karşı tedirgin hareket etti.
Türkiye’de birçok kadın AKP’nin kadın konusunda ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini bilmediği için ondan çekiniyor, hatta korkuyor.
ABD-İslam ilişkisi:
Eskiden Amerika laikleri, modernistleri tutarken şimdi İslam’ı tutmakta, İslam’ı dikkate alarak hareket etmektedir. Bu benim eski görüşümdür üstelik.
- Batı’nın şimdi İslam’ı tanıması ‘ılımlı İslam’, ‘liberal İslam’ tanımları üzerinden Fethullah Gülen gibi liderlere yaklaşmaya çalışması büyük bir dönüşümdür. Bunu çok daha önce yapsaydı çok daha somut sonuçlar alırdı.
- Amerika’nın dış ve iç politikasında benim de eleştirdiğim yerler vardır. Ama Amerika dünya siyasetini her bakımdan etkileyebilecek, Türkiye’ye yararı veya zararı dokunabilecek büyük ve etkili bir güçtür. Gerçek duygularımız ne olursa olsun Türkiye siyasetçisi daima Amerika’nın desteğini sağlamaya çalışmalıdır. Çünkü buradan bize büyük fayda gelebilir.
Askeri darbe:
1980 müdahalesi artık son askeri müdahaledir. Çünkü bu müdahaleyle bundan sonra yapılacak müdahalelerin gerekçesi yok edilmiş, orduyu kullanmak isteyenler de artık orduyu kullanamayacak duruma gelmiştir. Ordu içindekiler de kendilerini destekleyecek temellerden yoksun kalmışlardır.
Prof. Kemal H. Karpat kimdir:
1923 Romanya, Dobruca’da doğdu. 1934’te Türkiye’ye geldi. Hukuk fakültesinden mezun oldu. 1948’de ABD’ye gitti; Washington Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi oldu. Türkiye’ye geldi; sosyalist Kemal Sülker’in “İşçi Hakkı”nda makaleler yazdı. Sonra New York’a döndü. BM’de çalıştı. Montana Eyalet Üniversitesi’ne doçent olarak girdi. Harvard ve Princeton Üniversitesi’nde ders verdi. Türkiye’de ise ODTÜ, Robert Kolej ve AÜ Siyasal Bilgiler’de hocalık yaptı. Tekrar ABD’ye gitti; New York Üniversitesi’nde görev aldı. 1970’te Wisconsin Üniversitesi’nde “Ortadoğu Etütleri Programı”nı kurdu ve 1988’e kadar bu görevini yürüttü. Bilkent Üniversitesi’ne Orta Asya Merkez Kürsüsü’nü kurdu. 2003’te Wisconsin Üniversitesi’nden emekli oldu. Fethullah Gülen cemaatinin organize ettiği Abant Toplantıları’na dört kez katıldı. Bu yıl TBMM Onur Ödülü’nü aldı.
Yazıları posta kutunda oku