TÜRKİYE’NİN KIBRIS ADASINDAKİ ASKERİ VARLIĞI

07..08.2009

ULUSLARARASI ANLAŞMALARA DAYALIDIR

TANJU MÜEZZİNOĞLU

Tanju2002@Superonline.com

Bu noktadan hareketle, Türkiye’nin 1974 yılında adaya gelmesine neden olan gelişmeleri analiz etmek ve bunu hukuki açıdan değerlendirmek gerekir. Bu nedenle, kısa da olsa tarihi olaylara bakmak zorunludur.

1960 yılında, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının ortak eşitliğine dayalı kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılından itibaren Rumların silahlı saldırıları ve Kıbrıslı Türkleri’nin ülkenin yönetiminden baskılar sonucu uzaklaştırılmasıyla yıkılmıştır. Rum-Yunan ikilisinin adayı Yunanistan’a bağlama hedefine ulaşmak yani ENOSIS’i gerçeleştirmek üzere yürüttükleri saldırılar ve ambargolar, 1963-1974 yılları arasında artarak devam etmiş, Kıbrıs Türk halkı adanın %3’lük bir bölümüne sıkıştırılmıştır. 1974’e gelindiğinde Atina’da yönetimde olan askeri Cunta’nın “derhal ENOSIS” hedefi ile Makarios’un “zaman içinde ENOSIS” hedefi bir çatışma olarak ortaya çıkmış, nihayet 15 Temmuz 1974’de Yunanlı subaylar terör örgütü EOKA-B ile birlikte bir darbe gerçekleştirmiştir. Kıbrıs Türk halkına yönelik, Rum-Yunan ikilisinin etnik temizlik girişimi, adadaki soydaşlarına karşı sorumlulukları sonucunda Garantör Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü, adaya müdahale ederek, on bir yıl boyunca süregelen çatışmalara, kan dökülmesine ve çekilen acılara son vermiştir.

Türkiye, 1959 yılında hazırlanan ve 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla uluslararası geçerlilik kazanan Garanti Anlaşması’ndan doğan haklarını kullanarak sözkonusu müdahaleyi gerçekleştirmiştir.

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantörlük sıfatını veren Garanti Anlaşması’nın 2. Maddesi şöyledir:

“Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasa’nın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler”

Yukarıdaki madde ile Garantörlük görevini üstlenen ülkelerin ise adada düzenin bozulması halinde adaya ortak veya tek başlarına müdahale edecebilecekleri 4. Maddenin son paragrafında belirtilmektedir. Sözkonusu madde şöyledir:

“Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı takdirde garanti veren her üç devletten herbiri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutar.”

Türkiye, 15 Temmuz 1974 günü Yunanistan’daki Cunta Rejimi’yle Kıbrıs’taki Rum yandaşlarının gerçekleştirdiği ENOSİS amaçlı darbe sonucunda, adadaki Kıbrıslı Türkleri kurtarmak, saldırılara bir son vermek ve uluslararası anlaşmaların ihlaliyle adanın Yunanistan’a ilhakını önlemek amacıyla Kıbrıs’a müdahale etmiştir. Türkiye, önce İngiltere’den birlikte müdahale etme talebinde bulunmuş ancak İngiliz hükümetinin gerekli duyarlılığı göstermemesi sonucunda, Garanti Anlaşması uyarınca tek başına müdahale etmiştir. Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını kullanmak suretiyle “Mutlu Barış Harekatını” gerçekleştirmiş, adaya barış ve huzuru getirmiştir.

Türkiye’nin adaya müdahalesinin yasal olduğu, uluslararası camia tarafından da defalarca teyid edilmiştir. Birleşmiş Milletler, Harekatla ilgili birtakım kararlar almış ancak hiçbir zaman müdahaleyi “işgal” olarak nitelendirmemiştir. Müdahaleden 9 gün sonra toplanan Avrupa Konseyi’nin 29 Temmuz 1974’te aldığı Kararda da bu gerçek yinelenmiş, diplomatik çözüm çabalarının fayda vermemesi üzerine Türkiye’nin, 1960 Garanti Anlaşması’nın 4. maddesi uyarınca müdahale hakkını kullandığı vurgulanmış ve Yunan Cuntası’nın gerçekleştirdiği darbe kınanmıştır. Avrupa Konseyi’nin 29 Temmuz 1974 tarih ve 573 Sayılı Kararın 3. Maddesi şöyledir:

“… Adada diplomatik yollardan bir anlaşmaya varılamamasından dolayı, Türk Hükümeti 1960 Garanti Antlaşması’nın 4. maddesine göre müdahale hakkını kullandı”.

Öte yandan, Atina Temyiz Mahkemesi’nin 21 Mart 1979 tarihinde aldığı 2658/79 sayılı kararında şöyle denmektedir:

“Türkiye’nin Zürih ve ve Londra anlaşması çerçevesinde garantör devlet olarak Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır. Asıl sorumlu, haklarında dava açılan Yunanlı subaylardır.”

Bugün ise, Avrupa Birliği’nin bazı yetkilileri, adanın tümünü birliğe alarak tüm Kıbrıs üzerinde söz sahibi olmak emeliyle gerçekleştirdikleri girişimlerden sonuç almamalarından duydukları hınçla, Türkiye’nin haklı ve yasal müdahalesine ilişkin gerçekleri gözardı etmeye çalışmakta, AB’nin hukuka bağlılığını daha da tartışılır hale getirmektedir.

Esasen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne üyelik için yaptığı başvurusu Garanti Anlaşması’nın 1. maddesi gereği gayri yasal olup, bunun gerçekleşmesi durumunda AB uluslararası hukuku ihlal etmiş olacaktır. Garanti Anlaşması’nın 1. Maddesi şöyledir:

“Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolayısı ile teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder”.

Pekçok hukukçu, anayasa uzmanı ve bilimadamının verdiği mütalaalarında bu gerçeğin altını çizmişlerdir. Uluslararası Hukukçu, Londra Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Maurice H. Mendelson Q.C., 12 Eylül 2001 tarihinde “Güney Kıbrıs’ın AB’ne girişinin neden hukuka aykırı olacağıyla” ilgili verdiği hukuki mütalaasında, 1960 Anayasası ışığında sözkonusu başvurunun yasal olmadığını vurgulamıştır. Prof. Mendelson, aynı zamanda Garanti Anlaşmasının geçerliliği üzerinde de durmuş ve Türkiye’nin adaya müdahalesini gayri yasal göstermeye çalışanların tezlerini çürütmüştür.

Prof. Mendelson, uluslararası hukuka göre bir Andlaşmanın geçerliliğinin sorgulanmasının ancak bir gerekçeyle taraflardan birisinin yazılı resmi bir bildirimde bulunmasıyla mümkün olabileceğine işaret ederek, Kıbrıs Rum yönetimi’nin zaman zaman Garanti Anlaşmasına suçlamalar getirdiğini ancak, hukuki usule ya da diğer resmi yöntemlere başvurmadığını belirtmiştir. Garanti Anlaşması’nın geçerliliğini örneklerle ifade ederken. Prof. Maurice Mendelson, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nda görülen “Kıbrıs v. Türkiye” davasında Garanti Anlaşması’nın temel alındığını, Rum yönetiminin Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşunun “Kıbrıs Anayasası’nın öngördüğü şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal yapısına uymadığı ve Kuruluş ve Garanti Anlaşmalarına aykırı olduğu…” iddiasının da Garanti Anlaşması’nın geçerliliğini kabul ettiklerini gösterdiğini belirtmektedir. Mendelson devamla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu esnasında 15 Kasım 1983’te, Meclisimizde, KKTC’nin “Kuruluş, Garanti ve İttifak Anlaşmalarına bağlı kalmaya devam edeceği” yönündeki beyannameyi benimsemesinin de Anlaşmaların geçerliliğine işaret ettiğini vurgulamıştır.

Prof. Mendelson mütalaasının 87. maddesinde, “Garantör Devletlerin kendileri de hiçbir şekilde Londra Anlaşmalarını geçersiz kabul etmiş görünmemektedir. Türkiye kesinlikle bu Anlaşmaları geçersiz kabul etmemektedir ve 1974 müdahalesini haklı kılmak için Garanti Anlaşması’na dayanmaktadır. Yunanistan’a bakıldığında, Anayasa’nın çalışamaz hale geldiğini iddia etmesine rağmen, bildiğim kadarıyla, Londra Anlaşmalarının geçersiz olduklarına ya da yürürlükte olmadıklarına dair bir tutum benimsememiştir. Gerçekte, …’garantör bir devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik özel yasal sorumluluğu olduğunu’ vurgulamakla Yunanistan açık bir şekilde bu Anlaşmalara dayanmaktadır” görüşlerine yer vermektedir.

Mütalaanın 88. maddesinde ise Mendelson, İngiltere’nin de Anlaşmaların geçerliliğini benimsediğini belirterek, Avam Kamarası Dışilişkiler Komitesi’nin 1987 yılında, “Garantör Devlet olarak yer aldığımız ve bu rolü oynamaya devam edeceğimiz 1960 Garanti Anlaşması’nın hala geçerli olduğuna inanıyoruz…” kararını hatırlatmakta, Kıbrıs’taki İngiliz Egemen Üsler Bölgesini, Garanti Anlaşması’ndan doğan haklarla elinde bulundurduğuna dikkati çekmektedir. Prof. Mendelson’un mütallasında yer verilen BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la ilgili aldığı bazı kararlarda, Londra Anlaşmalarını temel aldığı açıktır.

Esasen, uluslararası hukuka göre, herhangi bir anlaşmanın geçerliliğinin sona ermesi, anlaşmaya taraf olanların yeni bir ortak karar alması ve öncekinin geçersiz olduğuna birlikte karar vermeleriyle mümkündür. Bu bağlamda, Garanti Anlaşması, Kıbrıs konusunda varılan diğer uluslararası anlaşmalar gibi geçerliliğini korumaktadır.

Bu gerçekler ışığında Avrupa Birliği’nin, son zamanlarda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönelik takındığı tutum, Kıbrıs’taki anayasal düzenleme geçerli ve mevcut uluslararası taahhütlerle desteklendiğinden yersiz ve temelsizdir

TANJU MÜEZZİNOĞLU

Tanju2002@Superonline.com                                        05338640545

07..08.2009 - TurkiyeHalki

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir