From: Bedros Kayaoglu [bedroskayaoglu@yahoo.com]
Sent: Thursday, August 06, 2009 4:39 AM
To: dtk@turkishnews.com
Kendini Ermeni zannedenlere, Ermeni olmak Türk olmak nedir bilmeyenlere nacizane cevabımdır
Sevgili Kaya bey, Zaman Gazetesi cevabımı yayınlamazsa diye, Alin Ozinyan’a ve Zaman’a yazdığım yazıdan size de bir örnek gönderiyorum. İyi çalışmalar... Bedros Kayaoglu
——
Sayın ilgili,
Sayın Alin Ozinyan,
Zaman gazetesinde yayınlanan “Türkiyeli Ermeni Ermenistanı sever mi? Başlıklı yazınızı dikkatle okudum.
Kanımca, gazete yazarları tek taraflı eleştirinin umarsız kabalığını yüceltiliyor bu günlerde… An, bıkkınlık veren bir ırkçı söylem seferberliğinin çanlarında mı sallanıyor artık? Yoksa, ekmek yediğimiz, büyüdüğümüz yerlerden üçer-beşer taşar duruma mı geliyoruz yeniden, ortak acılarımız bu kadar çabuk mu unutuluyor?
Yazınızda Ferhat Kentel’in konuşmasına itiraz edildiğinden, lafın ağzına tıkıldığından “incelikle” bahsediyorsunuz ve tüm konuyu neredeyse bu noktadan inceliyorsunuz. Neden “özgür düşüncelerin” objektif olması gereken bir çatı altında dile gelmesi, sizi bu kadar rahatsız ediyor anlayamıyorum! Ne demiş …? “Siz bizim adımıza neden İstanbul’daki Ermenilerin sözcülüğünü yapıyorsunuz. Bizim bu ülkede problemimiz yok” demiş… Ama siz, “duru” bir itirazı öylesine vurdumduymaz bir “kin”e odaklandırmışsınız (bizim ailemizde olmadı hiç öyle kin tutmak) ki, bir de kalkmış başkasının yerine yorum yapıyorsunuz.. İnsanların düşüncelerini o kadar kolay mı okuyorsunuz? Neden saflığa direnen gizli bir sinsilik izi arıyorsunuz? “Sorsam, Ermeni kökenli Türküm derdi” diye, kendi çapınızda düşüncesini ve hatta inancını, okuyucunun gözleri önünde incitiyor, aşağılamaktan çekinmiyorsunuz? Sizin şüphe yaratmaya çalıştığınız bu tür polemikler henüz sahne almamışken, bu coğrafyada bizim atalarımız Cumhuriyet kuruyordu farkında mısınız? Türk, Kürt Alevi, Çerkes, Rum, Yahudi, Ermeni bu ülkeyi birlikte kurdu, hainlerden düşmanlardan korudu ve bu bizim toplumsal belleğimize bu şekilde kazındı. Biz gördük ve biz yaşadık… Türküm ben, burası vatanım demek ya da diyebilmek hiçbir Ruma, Ermeniye zulüm eziyet gelmedi bu topraklarda. Bu noktada eleştirileriniz ve yaklaşımınız son derece üzücü bir durum yaratmıştır biz Ermeniler için.
Sizin hafıza egzersizi yapıp, ırkçı olduğu kadar gereksiz saplantılarla boğuşan kilolarınızı az da olsa kontrol altına almanızı tavsiye eder, birkaç hatırlatmada bulunmak isterim:
Öncelikle burada (İstanbul) kullandığımız isimlere hep birlikte bir göz atalım: Alin, Hrant (toprağı bol olsun), Bedros, Boğos, Levon, Nişan, Sarkis, Aram, Mesrop… hepsi Türkiye’dedir. Fransa’dakilere Amerika’dakilere bakınız, çoktan William, Patrick, Hilda, adlarını almışlardır.
Asıl asimile edilenler, daha kendilerini bilmeden başka ülkelerin piyonu olanlardır. Yüzyıllardır da böyle olmuştur… Ama Türkiye, bu topraklar farklıdır. Berberyan’ın da üzerinde durduğu budur. Ermenistan’ı komikçe eleştirmesi de bu yüzdendir… Oralarda, pasifiğin, atlantiğin ötesinde adlarını bile korumayanlar, bunun için tek çaba harcamayan Haylar, bu topraklarda gururla taşıdıkları ay-yıldızı asarlar göğüslerine statları inletirler, bir de kalkar başarıdan başarıya koşarlar. Eh, yani hangi kültür, hangi erozyon, hangi gerçek? Hata mı etmiş hanım, kalkıp “biz burada mutluyuz” deyince yani?
28 Mart 2004 tarihinde yerel seçimlerden çıkan sonuçlarda Vazken Baren’in İstanbul-Şişli İlçesinde, German Balyan Adalar İlçesinde, Jaklin Kese’nin ise Bakırköy İlçesinde yerel yönetim organlarına seçildiklerini bilir misiniz? Peki Adalar Belediyesi’nde şu anda görev yapan Ermeni asıllı vatandaşımızdan haberiniz var mı? Rica ediyorum sizden, daha kendi cemaatimizden haberiniz bile yok!
Ermenistan’da Erivan’da kalkıp bir Türk asıllı Ermeni “Yahu biz Ermenistan’da Türküz Bizimle uğraşmayın, hayatımıza devam edelim” diyebiliyor mu? Ya da bir kez olsun dile getirebildi mi düşüncesini? Bir tarih tartışılabildi mi Erivan Devlet Üniversitesinde. Tek bir ses çıktı mı “Yahu savaş vardı öldük, öldürdük” diyebildi mi bir Ermeni tarihçi özgürce. “Kimse bize karışmasın. Avrupa önce kendini sorgulasın” diyebilen bir Hrant daha çıkabildi mi?
“Yabancı deme hastalığı tekrar nüksetmiş” miş… “Ermeni cemaatinin diyaspora ile arası da oldukça gerginmiş” miş… Diyaspora denilen şirketlerin Ermenistan’a ne faydası olmuş ki Ermenistan “kaba” ve baş başa kalmış kendi kendine? Ermenistan daha kendi obsesyonlarından, “amanın Türkler” hastalığının sahte iluzyonlarından,, diyasopora denilen strateji kuklası da kendi paranoyalarından bir nebze arınabil miş mi ki, küsmüş iki yabancı birbirine?
Bir de kalkıp Maştotzun dildeki maneviyatını yerden yere vuruyorsunuz, yazık çok yazık!.. Asıl Ermeniceyi kirleten kaba-saba olan Batı Ermenicesi değil midir? Kural tanımayan kirli bir Ermenice olup çıktı en sonunda. Jamanak ayrı telden çalar, Agos daha beter… Hep tek gözü kapalıdır, boyut yok olmuştur, sade “sol” gözü ile bakar, baktığını da göremez, yanlış okur… Kabalık, dilin gramerinde aranmamalıdır bana göre, onu nasıl ve hangi amaçla –ne niyetle- kullandığınıza bakılmalıdır.
Türkiyeli Ermeni Ermenistanı sever (mi) leri geçiniz… Detone “mi” lerdir bunlar, gerçek amaçları hemen anlaşılır bu (mi)li sorularının, dikkatli gözlerden kaçmaz ve etkisi kalmamıştır bu çağda artık bu tür propagandaların… Asıl gerçek, Ermenilerin Ermenistan’ı ve gerçekleri sevmemesi, artık kendilerine diretilene, “işte gerçek bu, bu kin bizi birleştiriyor, işte olduk toplum” söylentilerine tahammül edememesidir! Ermeniler 100 yıl önceki hatanın içine yeniden çekilmeye çalışıldıkça, daha çok acılar çekerler. Öncelikle de ırkçı Taşnak baskısından sıyrılamayan giderek radikalleşen Ermenistan’ın her yıl verdiği göç rakamlarından haberi olmayanlar kadar, göç edenlerin ilk tercihlerinin Türkiye olduğunu inkâr edenlerin, bu acının temel mimarları oldukları unutulmamalıdır!
Son not:
Bu düşüncelerimin gazetede ilgi görmemesi muhtemeldir.
Bu nedenle aynı yazıyı birçok ajansın yanı sıra, üye olduğum grassroots ve özellikle de şu sıralar birbirlerinin boğazını sıkan, patriğimize ahlaksızca küfürler savuran, ruhanileri töhmet altında bırakan ve şaibelerle birlikte anılmaya başlayan Hye List/Tert üyelerine de geçeceğim…
Bu arada buyurunuz, size taa ABD’den, anlamlandıracağınız ve üzerinde uzun soluklu düşünmenizi gerektiren ve “kaba” lıktan uzak bir son söz alıntısı:
«Էրշանիկ է Նա, ով ասում է, ես Տուռք եմ:» (*)
Saygılarımla/Սայքիլարըմլա:
Պեդրոս Կայաոքլու-Bedros Kayaoglu
(*) Ne Mutlu Türküm Diyene! 🙂
“Türkiyeli Ermenilerin” sorunları hakkında konuşurken Ermenilerin Türkiye’de maruz kaldıkları ayrımcılığa birkaç örnek verecek oldu. Salonda Ermeni bir kadın (kendisine kendini nasıl tanımladığını sormaya fırsat bulamadım ama büyük ihtimalle Ermeni kökenli Türk olduğunu belirtirdi) ateşli bir şekilde söz istedi ve “Siz neden bizim adımıza konuşuyorsunuz, bizim bu ülkede bir problemimiz yok, orduya giremiyormuşuz, devlet memuru olamıyormuşuz, ne olacak yani? Biz halimizden çok memnunuz…” demesi, sanıyorum yukarıda bahsettiğim süreci özetleyemez ama süreci değerlendirirken sizi düşünmeye zorlayabilir. Aynı gereksiz sıkıntıyı “Ermenistan’da Bir Türkiyeli” kitabını okurken de hissettim. Kitabın arka yüzünü okuduğumda gözüme çarpan “Vatan bildiği yerde vatandaş sayılmayan, vatan sanılan yeri ise vatanı sayamayan Türkiyeli Ermeni” cümlesi içindeki vatan arama takıntısı ve vatanı tayin etme konusunda kendisi dışındaki kişilerden yardım bekleyen tavrı, beni kitabı alma niyetimden vazgeçirdiyse de, sonunda 10 gün Ermenistan’a gidip kafası karışan Türkiyeliyi okumayı tercih ettim. 10 günlük gezi notlarının toplandığı kitabı okurken Ermenistan’dan ziyade Türkiye’deki Ermeni toplumunun bir kısmının içinden geçtiği ağır ve patolojik durumu görmek mümkündü. AVRUPA’YA GİDEBİLECEKKEN NE İŞİM VAR BURADA? Türkiye’deki Ermeni toplumu temel olarak din ve dil ekseninde kendini korumaya çalışıyor gibi görünüyor. 1928’de başlayan ve 1950 ve 60’larda etkisi bir şekilde tekrar ortaya çıkan “vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarında Ermenice konuşmanın bünyeye sinen huzursuzluğu, 70’lerde Asala olaylarından kaynaklı korku, 90’lardan sonra daha farklı bir hal aldı. Ermeni cemaati içinde “Kendi haklarımızı elde edebilmek için Türkiye’nin demokratikleşme ve AB’ye uyum sürecini desteklemeliyiz” fikri yaygınlaştı, bu fikirle beraber Ermeniler yaratılan “öteki” olmaktan sıyrılıp ülkenin asli unsuru “vatandaşlar” gibi mücadele vermeye başladılar. Aynı dönemde Türkiye’de yükselen ve yükseltilen milliyetçi söylemler ve eylemler de arttı ve azınlıklara “yabancı” deme hastalığı tekrar nüksetti. İnsanlar Ermeni olduklarını kuşkusuz daha korkusuz dile getirdikleri bir sürece girdiler. Bu süreç çok farklı iç ve dış dinamikler ile şekillendi, Hrant Dink’in öldürülmesi, süreci bir anda altüst ettiyse de ve belirli kişilerde bastırılmış-sindirilmiş-yenilebilmiş korkuları tekrar tetiklediyse bile, süreç bir şekilde tempoda aksaklıklar ile devam ediyor. İniş çıkışlar ile devam eden bu tempoda Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanması ve Türkiye ile umut vaat eden ilişkisi, Türkiye Ermenilerinin hepsi farkında olmasalar da önemli bir yere sahip. Vatandaşları bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanının “maç” ya da “bale gösterisi” sebebiyle Ermenistan’a gitmesi bazılarında kendine güveni sağlarken diğerlerinde de “ret” psikolojisi üretmiş durumda. Yukarıda sıraladığım “vatanını bulmakta zorlanan” yazarın kitabı ve toplantıda çıkış yaparak “Türkiye’de yaşamaktan çok mutlu olduğunu söyleyen” kadın bunlara çok basit birer örnek. Toplum olarak çok sevdiğimiz kelimelerden biri kelime olan “Vatan” -kişinin doğduğu veya yaşadığı yer,- anlamını taşımakla beraber 1860’lardan itibaren, Fransız “patrie” sözcüğünün anlam evrimine paralel olarak siyasi anlam kazanmıştır. Yani kısaca doğduğumuz yere, yaşadığımız yere, ya da etnik olarak ait olduğumuz yere “vatan” demekte bir sorun yoktur. Demekte sorun yoktur da konu “vatandaşlık” haklarına geldiğinde başımız ağrıyabilir. Bercuhi Berberyan’ın anılarını anlattığı kitap tam bu “kendini sınama” ile başlıyor. Berberyan’ın kitabın sayısız yerinde vurguladığı, “Hiç yurtdışına çıkmamışken, bu kadar para verdikten sonra pekâlâ Avrupa’ya da gidebilirim, neden Ermenistan’ı seçtim ki…” kuşkusu, “Ermenistan onun için özel bir yer değil, yazar oraya bir gönül bağıyla bağlı değil” ana fikrini kafamıza çakıyor. Berberyan, Ermenistan’ın kahvesinden zeytinine kadar hiçbir şeyi beğenmiyor ve sıkça ekliyor “Nerede benim İstanbul’umun şusu busu…”. Konuşulan Doğu Ermenicesinin (Batı Ermenicesiyle bir hayli farklıdır) kaba, hatta yanlış olduğunu iddia edip, aklınıza gelebilecek her şeyi Türkiye’deki örneğiyle karşılaştırıp Ermenistan’dakinin yanlış, zevksiz ve kaba olduğu kaanatine varıp İstanbul’a dönmek için gün sayıyor. Aslında bu tarzı okura ne kadar “doğru” bir Türk vatandaşı fikri uyandırması beklenirken bende kendini kanıtlamaya çalışan, üstüne basa basa ben Türkiyeliyim, Ermenistan’la hiçbir bağım olmaz-olamaz feryadı bende daha ziyade acıma duygusu uyandırıyor. Aynı toplantıdaki Ermeni kadının Ermeni sorunlarını dile getirmeye ve bu konuda çalışmalar yapma hassasiyetini gösteren bir sosyoloğun ağzını kapatırcasına “Biz burada mutluyuz” demesi gibi. KENDİLERİNE BENZEMEYEN HER ŞEY YANLIŞ Neden bazı Ermeniler artık böyle bir ruh haline büründüler acaba? Kimse yanlış anlamasın, Ermeniliklerinden vazgeçtikleri falan yok! Sadece çocuklarını cemaat okullarına göndermemeyi tercih ediyorlar; çünkü, “Ermenice bilse ne olacak, hem ileride çevre lazım, kolej daha doğru bir seçim” fikri hakim. Ermeni dilinin yok olmasına razı olmayanlar var, ama aynı zamanda Kızılderili işaret dilinin de yok olmasından şikâyetçiler, yani bu durum genel bir “hassaslık”, “dünya vatandaşı” olmak ile ilintili. Ermeni cemaatinin Diaspora ile de arası oldukça gergin. Diasporalıların kendilerine “Türkleşmiş” demelerinden çok rahatsızlık duyanlar var, ama iyi okuduğumuzda tüm sinyaller “biz Türkleştik” mesajını taşıyorlar. Etnik bağın olan bir ülkeye duygusal bir şekilde yaklaşmamak, dilini konuşmamak, vatandaşın olduğun ülkeye bağlılığını mide bulandırırcasına tekrarlamak kuşkusuz istekle beraber bir şekilde “kendini “doğru” ifade” hissiyatı taşıyor. Şüphesiz herkes “vatanını”, “gideceği okulu”, “konuşacağı dili”, “okuyacağı gazeteyi” tayin etme konusunda özgür, ama devletin asimilasyon propagandasının ürünü ve yanlış modernleşmenin sonucu Ermeni cemaati ne yazık ki kendilerine benzemeyen her şeyin yanlış hatta kötü, çirkin ve zararlı olduğu fikrine sahip, böyle bir “beyaz” kanaate de sahip. Berberyan’ın yakalandığı çarpıtılmış ve temelsiz “elitizim” ve “tek tipçilik” kendisinin tek ve doğru “Ermeni” modeli olduğu fikrini pekiştiriyor. Farklı Ermeni “Ermenistanlı” kimliğine katlanamıyor, dillerinin, ananelerinin “bozulmuş” olduğundan şikâyetçi ve tüm bu gözlemlerini bize kendi sübjektif bakış açısının ürünü olarak değil, mutlak gerçeklik olarak bize sunuyor. Doğru Ermenistan’da birçok şey İstanbul’dakinden farklı, Doğu Ermenicesi Batı Ermenicesinden farklı, Berberyan’ın beğenmediği “doğulu bulduğu” kızların tebessümleri İstabul’daki kızlarınkinden farklı ama bu dert değil aksine zenginlik, korkunç olan, herkesin birbirine benzemesi gerektiği fikri. Ermenistan’daki Ermeniler yakınlarını kilise ayini ile değil dudukla çalınan ağıtlar eşliğinde gömerler ama eminim İstanbullu bir Ermeni’den daha az üzülmezler sevdiklerini toprağa verirlerken. Büyüyen ve yüksek sesle konuşulmasından utanılmayan bu tahammülsüzlük bana türkü dinlemeye dayanamayan opera âşıklarını, sınıfta kafasını örtmüş öğrencisini derse almayan öğretim görevlisini, oğlunun kız arkadaşı Alevi diye “gelinim olamaz” diyen kadını, “Bulgar göçmeni o, ne kadar Türk olabilir ki” diyen adamı, farklı din ve etnik kökene ait insanların beraber yaşayabilmesini “hoşgörü” olarak adlandıran felsefeyi hatırlatıyor. “Küçük toplum “büyük toplumdan” fazlasıyla etkileniyor. ZAMAN |
|||||||||||||
ALIN OZINIAN TÜRK-ERMENİ İŞ GELİŞTİRME KONSEYİ BASIN SÖZCÜSÜ | |||||||||||||
02 Ağustos 2009, Pazar |
Bir yanıt yazın