Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadiç’in Erivan’ı ziyareti sonrasında iki devlet başkanının ortak basın toplantısı esnasında Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın, 14 Ekim 2009’da İstanbul’da Türkiye-Ermenistan milli takımları tarafından oynanacak olan 2010 Dünya Kupası Eleme Maçı’nı kastederek ”Türkiye’yi, eğer sınırlar açılırsa veya Ermenistan’a karşı ablukaya son verilmesinin eşiğine gelirsek ziyaret edeceğim” şeklindeki şartlı açıklaması, gündemi, yeniden Türkiye-Ermenistan ilişkileri tartışmasının içerisine sürüklemiştir.
2008 yılı başlarında, Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinde dillendirilen “Peynir Piplomasisi”nden söz edilirken 2008 Temmuz’unda Erivan’dan gelen “iki ülke millî takımlarının karşılaşacağı maçı Ermenistan’da birlikte izleme daveti” üzerine, iki ülke arasında bu defa da “Futbol Diplomasisi” başlamıştı. Futbol diplomasisi, Türk ve Ermeni diplomatlar tarafından 2008 yılı boyunca sürdürülen gizli diplomasinin açılımlarından birisi olarak değerlendirilmiş ve Ankara, Erivan’dan gelen bu davete diplomatik ilişkisi olmamasına rağmen icabet etmişti.
Daveti kabul eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün maçı Erivan’da izlemeye gitmesinden sonra yaşanan gelişmeler Türk-Ermeni ilişkilerinde farklı açılımları gündeme getirmiştir. Diğer taraftan normal sürecindeki gelişmeler dahi gündemin önemli maddeleri arasına girmiştir. Bunun son örneği, Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) zirvesine katılmak üzere İstanbul’a gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu ziyareti önemli kılan hemen “Futbol Diplomasisi” sonrasına denk gelmesidir. Diğer yandan Türkiye’nin Ermenistan ile görüşmelerini sıklaştırılmasının bir diğer sebebi de Obama’nın Ermenilere seçim kampanyaları sırasında verdiği bazı sözlerin içeriğidir. Zira Obama, kendisinden önceki Amerikan Başkan Adayları’ndan farklı olarak ilk defa yazılı taahhütte bulunmuş ve çok net sözlü açıklamalar yapmıştır. Ancak Türkiye’nin bu girişimlerini sırf Obama’nın tavrına da bağlamamak gerekir.
8 Ağustos 2008 tarihinde başlayan Kafkasya Savaşı bölgede on yıllar boyunca oluşan dengeyi yerle bir etmiştir. Bu savaşın küresel ve bölgesel etkileri bütün dünyanın Kafkasya’ya artık başka bir gözle bakmasına sebep olmuştur. Savaşa fiilen katılmasa da bu savaştan psikolojik ve jeopolitik kayıpla çıkan Ermenistan diplomasisi, yeni çıkış yolları aramaya başlamıştır. Bu arayış içerisinde iktidarı Koçaryan’dan daha yeni devralmış olan Serj Sarkisyan, Türkiye seçeneğini gündeme getirmiştir. Bu arada, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında New York’ta bulunan Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın davetiyle 27 Eylül’de Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Mehmedyarov ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan’ın katıldığı üçlü zirve gerçekleşmiştir. Ardından İran’ın arabuluculuk girişimleri olmuş, İran’ın Bakü Büyükelçisi vâsıtasıyla 5 Ekim’de Dağlık Karabağ ihtilafı hususunda Ermenistan ve Azerbaycan arasında arabuluculuk yapmak için öneri verdiğini açıklanmıştır. Ardından da Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te 9 Ekim’de Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Dışişleri Bakanları Zirvesi çerçevesinde Rusya’nın girişimleriyle Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanlarının üçlü görüşmesi gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin bölgede barış, istikrar, işbirliği ve dayanışma ruhunu vurgulayarak oluşturmaya çalıştığı “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” fikri Batı dünyası tarafından desteklenirken, Moskova yönetimi tarafından sessizce izlenmiş hatta Rusya Federasyonu’nun böylesi bir platforma sıcak baktığı yorumları yapılmış, ancak bu oluşum düşüncesi dışında kendisi de Türkiye-Ermenistan ve Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinde pasif olmayacağına yönelik politikalar üretmeye başlamıştır. Nitekim 20-21 Ekim 2008 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Erivan ziyareti esnasında Azerbaycan ve Ermenistan liderlerinin Moskova’da bir araya gelmesi konusu görüşülmüş ve bu görüşme sonrasında Medvedev Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’i ve Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ı Moskova’ya davet etmiştir. Her iki liderin de bu daveti kabul etmesi sonrasında Medvedev’in önemli yabancı konuklarını kabul ettiği, Moskova’ya 20 kilometre uzaklıktaki “Mein Dorf”da Şatosu’nda liderler bir araya gelmiştir.
Zirve öncesi Rusya Parlamentosu alt kanadı Duma milletvekili ve Bağımsız Devletler Topluluğu Enstitüsü Müdürü Konstantin Zatulin, Rusya’nın barış önerisinin Ermenistan’ın işgal ettiği ve Azerbaycan’a âit olan Karabağ dışındaki yedi bölgeyi Azerbaycan’a geri vermesi ve Yukarı Karabağ’a bağımsızlık verilmesi prensiplerine dayandığını ifâde etmiştir. Rusya-Gürcistan savaşı sonrası Kafkaslar’da durumun tamamen değiştiğini kaydeden Zatulin: “Yukarı Karabağ’ın bağımsızlığının tanınması ve yedi bölgenin Azerbaycan’a iade edilmesi çerçevesinde oluşturulan çözüm paketinde uzlaşı sağlanılmasını ümit ediyorum.” demiştir. Ancak, daha önce de Cumhurbaşkanı Gül’ün ifâde ettiği Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilebileceği mesajı, Dağlık Karabağ dışındaki yerleri kapsamadığı anlaşılmıştır.
2 Kasım 2008’de Dimitri Medvedev’in arabuluculuğunda bir araya gelen Sarkisyan’ın ve Aliyev’in, aralarındaki sorunların çözümünde barışçıl yöntemleri kullanacaklarına ve AGİT tarafından oluşturulan Minsk Gurubu’nun yeniden aktif hâle getirilmesine dair ortak bir belgeye imza atmaları 1994’te imzalanan ateşkes antlaşmasından sonra devlet başkanları düzeyinde imzalanan ilk belge olma özeliğinde bir öneme sahip olmasının yanı sıra özellikle Azerbaycan eksenli düşünüldüğünde şaşırtıcı olmuştur. Çünkü imzalanan deklerasyonla Ermenistan lehine zaten var olan statüko güçlenirken, Moskova yönetiminin de Güney Osetya-Abhazya olaylarından sonra Kafkasya’daki aktif pozisyonunun giderek devam edeceği görüntüsü oluşmuştur. Ancak, imzalanan belge, Erivan yönetimi tarafından farklı, Bakü yönetimi tarafından farklı bakışlarla yorumlanmıştır. Erivan, imzalanan bu belge ile sorunun çözümünde Bakü’nün askerî güç kullanmamayı taahhüt ettiği yorumunu yaparken, Bakü yönetimi, Erivan’ın daha önceki güç kullanımlarının gayri meşru olduğu hususunun anlaşılması gerektiği ve Bakü açısından sorunun çözümündeki yollardan birisinin de elbette ki barışçıl olabileceği ancak, gerektiğinde Bakü yönetiminin sorunun çözümünde askerî gücü kullanmaktan çekinmeyeceği yorumları yapılmıştır. Zaten Bakü yönetimin bundan sonraki açıklamaları da bunu ispatlar nitelikte olsa da Bakü yönetiminin Rusya arabuluculuğunda bu deklarasyonun altına imza atmasının sebebini, 8 Ağustos’ta başlayan Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısı ve Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’a karşı sınırsız güç kullanımı karşısında Batı dünyasının tepkisiz kalması noktasında yarattığı psikolojide aramak belki de yanlış olmayacaktır.
2 Kasım 2008 görüşmesini dışarıdan izleyen Ankara ise, Erivan ile ilişkilerinde ön koşullardan birisi olarak koyduğu Karabağ sorunu hakkındaki bu ilginç gelişme karşısında sessizliğini korumuş ve söz konusu zirve ile ilgili resmî anlamda bir yorum yapmaktan kaçınmıştır. ABD ve AB tarafından Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmesi yönünde politik adımlar atması istenen Ankara, bu süreçte, İsviçre arabuluculuğunda Ermeni diplomatlarla gizli görüşmelerine devam etmiş, ancak zaman zaman Türkiye ve Azerbaycan kamuoyları tarafından Türk diplomatların Ermeni diplomatlarla yapılan görüşmelerden Bakü yönetiminin bilgilendirilmediği yönündeki eleştirilere mâruz kalmıştır. Oysa Ermeni diplomatlarla yapılan görüşmelerin detayları Türkiye tarafından Azerbaycan yönetimine aktarılmıştır.
Genel olarak bakıldığında 2008 yılında Ankara, Erivan ile ilişkilerini normalleştirmek için yeni bir diyalog süreci arayışı içerisinde bir takım girişimlerde bulunmuş, bunun için adım atan taraf olmuştur. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül’de iki ülke millî futbol takımlarının maçını izlemek üzere Erivan’a gitmesi, dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Ermeni meslektaşlarıyla çeşitli platformlarda bir araya gelerek görüşmeler yapması ve yine Babacan’ın Türk ve Ermeni diplomatlar arasında gerçekleşen diplomasi trafiğinin bundan sonra daha da artarak devam edeceği konusunda mutabakata varıldığını açıklaması gibi gelişmeler, sürecin öne çıkan unsurları olmuştur. Eşzamanlı olarak Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın Türkiye ile süren görüşme trafiğinin artacağı yönündeki açıklamaları, Türkiye ile ilişkilerinde bir yıldan daha kısa bir sürede iki ülke arasında yeni gelişmelerin yaşanacağı yönündeki beyanatları, diyalog sürecinin iki tarafça da karşılıklı isteklilik noktasında yürüdüğünü göstermiştir. Karşılıklı isteklilik noktasında yürütülen bu diyalog sürecinde AB ve ABD’nin Türkiye’den Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme yönündeki taleplerinin de etkili olduğunu belirtmek gerekir. İki ülke arasında devam eden diyalog süreci 2008 yılı başlarında iki ülke dışişleri bakanlıkları tarafından ilke bazında mutabakata varılan ve ikili ilişkilerde “yol haritası” adı çerçevesinde yürütülmüştür. Söz konusu yeni süreç, Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından bu güne ikili ilişkilerdeki en kayda değer girişim olarak değerlendirilebilir.
2008 yılı başlarında başlayan ve yıl boyunca gizli olarak yürütülen yeni diyalog süreci 2009 yılı itibarıyla da devam etmiştir. İki ülke arasında gizli olarak sürdürülen yeni diyalog süreci, konunun muhatapları olan başta Türkiye ve Ermenistan olmak üzere Azerbaycan kamuoyunca da dikkatlice takip edilmiş ancak, görüşmeler gizli yürütüldüğü için görüşmelerin başladığı 2008 yılı boyunca ve 2009’un ilk üç ayında dikkat çekici bir eleştiriye mâruz kalınmamıştır. İkili ilişkilerin yeni seyrine en sert muhalefet Ermenistan’daki Taşnak gruplarından gelmiştir. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008’de Erivan’da maçı izlemeye gitmesine Taşnaklar yoğun muhalefet yaparken, Azerbaycan basını ve yönetimi de bu durumdan rahatsız olmuştur. Moskova yönetimi, Türkiye ile Ermenistan arasında gerçekleşen bu yeni süreci yakın takibe alırken, aynı hassasiyet ABD ve AB tarafından da gösterilmiştir.
ABD ve AB’yi içine alan Batı yönetimlerinin Ermenistan politikasının genel karakteristiği, Ermenistan’ın Rusya Federasyonu ve İran etki sahasından çıkarılması ve enerji hatları güzergâhında bulunan Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasını sağlayarak Kafkasya’yı istikrarlı ve güvenli bir bölge haline getirmenin yanı sıra İran’ın kuzeyden denetlenmesi imkânına da sahip olmak şeklinde özetlenebilir. 2009 Nisan’ında Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye-Ermenistan ilişkilerine yönelik söylemleri ve ikili ilişkilerin bir an önce başlaması yönündeki temennisi de yeni dönemde Batı dünyasının Kafkasya ağırlıklı politikasına vereceği önemi göstermesi bakımından kayda değerdir.
ABD’de başkanlık koltuğuna oturan Barack Obama’nın başkanlık seçim çalışmaları sırasında ABD’deki Ermenilere, Ermeni iddialarını resmen tanıma sözü vermesine rağmen Türkiye ziyareti sırasında TBMM’de yaptığı konuşması sırasında, kendi görüşlerinin değişmediğini ancak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşmadan duyduğu memnuniyeti dile getirdikten sonra Türkiye’nin geçmişi ile yüzleşmesi gerektiği ve sınır kapılarını Ermenistan’a açması yönündeki konuşması, The Wall Street Journal’da Türkiye-Ermenistan sınır kapılarının 16 Nisan’da açılacağı haberi ile birleştirildiğinde bütün dikkatlerin sınır kapılarına çevrilmesine neden olmuştur. Bütün bunlara Türkiye tarafından sınır kapılarında yapılan tadilat çalışması görüntüleri de eklenince Azerbaycan yönetiminin tepkisi yükselmeye başlamıştır. En büyük tepkiyi 6-7 Nisan 2009 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen “Medeniyetler İttifakı” toplantısına katılmayarak gösteren Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev göstermiştir. Akabinde Azerbaycan basını ve kamuoyundan tepkiler gelmeye başlamıştır. Azerbaycan sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve Azerbaycan milletvekillerinin Türkiye ziyaretleri sırasında mevcut gelişmelerden duydukları rahatsızlıkları dile getirmeleri, Türkiye-Ermenistan yakınlaşması sürecini Türkiye-Azerbaycan uzaklaşması noktasına doğru sürüklemeye başlamıştır.
Bakü yönetiminin en büyük hassasiyeti, Ankara’nın 1993 yılından beri Erivan’a yönelik izlediği işgal edilmiş Azerbaycan toprakları ve işgal edilmiş Karabağ konusunda sınırlarını Ermenistan’a kapatarak gösterdiği tepkisini ve kararlı politikasını devam ettirmesi ve ikili ilişkilerini iyileştirmesi sürecinde, Ankara’nın bu önkoşulundan vazgeçmemesi noktasında olmuştur. Öyle ki Bakü yönetimi, mevcut durumu, Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin kilit unsuru olarak, Ermenistan’ı işgallerinden vazgeçirmesi noktasındaki en güçlü yaptırım olarak benimsemiştir. Gerçekte de Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik olarak 1993 yılından beri takip ettiği politika, büyük başarı kazanmış ve Ermenistan BM Güvenlik Konseyi kararları ile de tescillenmiş olarak işgalci tutumu ve İran dışındaki bütün komşularından toprak talep eden yayılmacı politikası ile yalnız kalmış ve bölgede gerçekleşen birçok projenin dışında kalarak iyice izole olmuştur. Irkçı, intikamcı, saldırgan ve yayılmacı politikaları sonucunda Ermenistan, bölgede kendisini her alanda jeopolitik bir kuşatmaya mahkûm etmiştir. 8 Ağustos 2008’de başlayan Gürcistan-Rusya Federasyonu savaşı sırasında, Rusların Ermenistan’daki Rus askerî üslerinden fırlatılan füzeler ve Gürcistan’a yönelik Rusların sınırsız güç kullanımında Ermenistan’daki üslerini kullanması sonucunda Gürcistan’ın Ermenistan’a sınırlarını kapatması, Ermenistan’ı büyük ölçüde etkilemiştir.
Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın Sırbistan Devlet Başkanı Boris Tadiç ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, 14 Ekim 2009’da İstanbul’da Türkiye-Ermenistan milli takımları tarafından oynanacak olan 2010 Dünya Kupası Eleme Maçı’nı kastederek ”Türkiye’yi, eğer sınırlar açılırsa veya Ermenistan’a karşı ablukaya son verilmesinin eşiğine gelirsek ziyaret edeceğim” şeklindeki şartlı açıklaması, yine kendileri tarafından başlatılan “Futbol Diplomasi”sine yönelik darbe olmuştur.
2008 yılı Eylül ayında Sarkisyan’ın maçı Erivan’da izleyelim davetine jest yaparak şartsız icabet eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ikili ilişkileri yumuşatma ekseninde diplomatik bir girişim sergilerken, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın söz konusu açıklaması uluslararası ilişkilerde en temel kurallardan birisi olan mütekabiliyet prensibini de görmezden gelmenin portresini sunmaktadır. Bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından bu güne Moskova ve Batılı devletler tarafından şımartılan Erivan’ın Ankara ile olan ilişkilerini çıkmaza sürüklemesi özellikle Ermenistan açısından olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Gelinen noktada Ermenistan devleti izlediği yanlış politikalarıyla bölgede izole olmuş ve her alanda gittikçe zayıflayan, küçülen bir devletçik konumuna düşmüştür.
Türkiye’deki milli maça gelme konusunda şart koşan Sarkisyan’ın bu tavrından vazgeçmesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Erivan’a gitme jestine İstanbul’a gelerek karşılık vermesi diplomatik etik açısından da önem taşımaktadır. Muhtemelen Sarkisyan milli maç öncesinde bu talihsiz açıklamasını yumuşatma yoluna gidecektir. Zira Türkiye’nin bu tür, bir anlamda etik dışı şantajlarla sınır kapısını açması gibi bir lüksü yoktur. Ortada Erivan kaynaklı Azerbaycan topraklarının işgali, Karabağ sorunu, Türkiye’nin sınırlarının tanınmaması gibi oldukça önemli sorunlar varken Türkiye’nin sınır kapılarını açması oldukça zor bir ihtimaldir. Her şeyden önemlisi sizin sınırlarınızı resmen tanımayan bir devlete sınır kapısı açmanın mantıksızlığını binlerce yıllık devlet geleneğine sahip Türkiye gibi bir ülkenin yapmayacağını her ne kadar 20 yıllık mazisi olsa da Ermenistan yönetimi de eninde sonunda anlayacaktır. Erivan yönetiminin anlaması gereken konulardan birisi de Ankara’nın Erivan için Bakü ile ters düşmeyeceğidir. Dolayısıyla Sarkisyan, eğer Ermenistan’ı içerisinde bulunduğu izole durumdan kurtarmak istiyorsa açıklamalarını, açılımlarını ve adımlarını yapıcı politikalarla sürdürmelidir.
|
Bir yanıt yazın