Türklere yönelik önyargı Avrupa ve Amerika’da yüzyıllardır süregelmekteydi. Ancak, Birinci Dünya Savaşı esnasındaki anti Türk propaganda, savaş süresince işbirliğine giden Amerikan misyoner kuruluşları ve Büyük Britanya propaganda ofisleri tarafından özellikle geliştirildi ve genişletildi.
Burada misyoner propagandalarının etkilerini tartışmak yerine, savaş boyunca misyonerlerin Türkleri karalama konusunda gösterdikleri yoğun çabanın anlaşılabilmesi daha önemlidir. Bunun bir nedeni, misyoner faaliyetlerin, başlangıcından itibaren Müslüman karşıtı bir retoriği içeren eski geleneğin bir parçası olmalarıdır. Ancak, savaş sırasında motivasyon sağlayan bir başka etken daha ortaya çıkmıştır: 19. yy.’ın sonlarından itibaren Amerikan Yurtdışı Misyonerler Komiserliği Masası’nın (The American Board of Commissioners for Foreign Missions) yurtdışındaki misyonerlik çalışmaları artık bir nevi Ermeni davası haline gelmeye başlamıştır. Diğer Hıristiyan grupların misyoner okullarında bazı avantajlara sahip olmalarına rağmen, bu okullara devam edenlerin çoğunluğu, hatta tamamına yakını, Protestanlığa geçmiş Ermenilerden oluşuyordu. Uluslararası nitelikteki Osmanlı-Rus Savaşı ile Müslüman ve Ermeni cemaatleri arasında patlak veren çatışmalarla birlikte, misyonerler kendi misyonlarının da yıkımına tanık olmuşlar ve böylelikle Ermeni kayıplarının da güçlendirdiği bir hisle Ermenilere sempati duymaya başlamışlardır. Buradan hareketle, Ermeniler ve Asuriler için büyük yardım organizasyonları düzenlediler. Türk karşıtı propaganda, ki muhtemelen bu propagandanın iddia ettiklerine sadece misyonerlerin kendileri ve destekçileri inanmaktaydı, yardımları arttırmak için önemli bir araç olarak hizmet etmekteydi. Misyoner kuruluşları, Ermeni/Rus tarafının kazanacağını umuyorlardı. Bu yüzden, Amerikan toplumu içindeki nüfuzlarını Türk karşıtı politikaları ve kamuoyunu etkilemek için kullandılar.
Bu makale sadece İngiliz propagandasını incelemek için kaleme alınmıştır, ancak misyonerlerin İngiliz propaganda çalışmalarının gönülden yardımcıları oldukları da unutulmamalıdır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ve misyoner propagandası birbirlerini beslemiştir ve hatta birbirlerine bağımlıdır.
Savaş boyunca, İngiliz savaş propagandası Dışişleri Bakanlığı’nın kontrolündeydi, Bakanlık, 1914 yılında Wellington House’da Savaş Propaganda Ofisi’ni (War Propaganda Bureau) kurdu ve başkanlığına Lordlar Kamarası’ndan C. F. Mastermann’ı getirdi. 1916 Aralığında Lloyd George başbakan olduğu vakit, savaş propagandası, başında Albay John Buchan’ın ve vekili C. F. Mastermann’ın bulunduğu Enformasyon Dairesi (Department of Information) tarafından organize ediliyordu. Mart 1918’de ise başında Lord Beaverbrook’un bulunduğu Enformasyon Bakanlığı bünyesinde devam etti. Resmi yapısı ne olursa olsun, İngiliz propagandası “Wellington House”[1] ismi altında bilinmeye devam etti. Wellington House, İngiliz hükümeti çalışanlarının ve akademisyenlerinin en parlak beyinlerini kendi bünyesinde topladı. Bunların birisi de tarihçi Arnold Toynbee’ydi.[2]
Dönemin standartlarına göre, İngiliz propaganda çalışmaları önemli bir teşebbüstü. 1917’ye gelindiğinde Wellington House’da 54 kişi çalışıyordu ve büro diğer departman ve bakanlıklardan yardım isteme yetkisine sahipti. Wellington House’un Haziran 1915’teki ilk raporunda 17 dilde yazılmış yaklaşık 2.5 milyon kitap ve broşür yayınlandığı belirtilmiştir. Şubat 1916’daki ikinci raporda basılmış kopya sayısı ise 7 milyon olarak belirtilmiştir.[3]
Birleşik Devletler, İngiliz propagandasının en önemli odak noktasıydı. Amerika, iaşe ve moral destek kaynağı ve Almanya’ya karşı potansiyel bir müttefik olması bakımından önemliydi. İngilizler ortak dili konuşmanın getirdiği avantaj ve İngiltere’ye duyulan tarihi Amerikan sempatisini kullandılar. İngiltere’ye olan bu sempati sürekli işlendi. Uygun materyalleri basabilecek olan Müttefik yanlısı gazetelerin listesi dikkatlice oluşturuldu.[4] Ayrıca, Hearst grubu örneğinde görüldüğü gibi, İngiliz sempatizanı olmayan bazı gazeteler haberlerini İngiliz kaynaklarından alarak yazmaya zorlandı. Çünkü İngilizler Atlantik’ten geçen haberleşme kablolarını kullanılmaz hale getirmişlerdi ve Amerika’nın Avrupa ile haberleşmesi İngiliz hattı sayesinde gerçekleşiyordu. Bu durum, İngiliz sansürü anlamına geliyordu.[5]
Başlangıcından itibaren İngiliz propaganda çalışmaları bir sır olarak kaldı; ne İngilizler ne de bir başkası tarafından biliniyordu. Birleşik Krallık’taki kişi ve kuruluşlar ve Birleşik Devletler’deki İngiliz dostları vasıtasıyla İngiliz propaganda malzemelerinin dağıtımı gizlice gerçekleştiriliyordu.[6] İngiliz parlamento üyesi Kanada asıllı Sir Gilbert Parker bu kampanyanın başındaydı.[7] Ne kendisinin ve ne de halefi Geofferey Butler’in gerçek kimlikleri kamuoyuna asla açıklanmadı. Dağıtımını üstlendikleri propaganda malzemeleri sanki bilgi akışına bireysel ilgi duyan bir kişinin özel mektuplarıymış gibi gönderiliyordu. 1917’de adres defterinde 170.000 Amerikalının isminin yer aldığını biliyoruz. Bu kişilerin kandırıldıklarını varsaymak son derece tutarsız gözükmektedir, ancak hiç kimsenin elinde de onun bir İngiliz propagandacısı olduğunu kamuoyuna kanıtlayabilecek bir belge bulunmamaktadır. Parker, ayrıca, 555 Amerikan gazetesine Wellington House’ın yardımıyla malzeme sağlıyordu, Birleşik Devletler onun gerçek kimliğini biliyordu, fakat W. Woodrow Hükümeti bundan rahatsız değildi. [8] Parker çalışmalarının etkilerini şöyle özetlemişti: “Aslında Birleşik Devletler’de olağanüstü yaygın olan, fakat bir organizasyon olduğundan kendisinin dahi haberi olmadığı bir organizasyonumuz var. Bu, kişisel ilişkiler ve gönüllü çalışmalar ile işletilen ve zaman geçtikçe daha da hevesli ve kararlı olarak gelişen bir organizasyon… Son olarak da, Birleşik Devletler’in hiçbir yerinde olumsuz tepki alınmadığına dikkat edilmelidir; Amerikan halkının gözünde çalışmalarımızın sessiz ve derin tabiatı saf bir yurtseverlik ve atılganlık olarak gözükmektedir.”[9]
Dışişleri Bakanlığı belgeleri Birleşik Devletler’e gönderilen ve orada dağıtılan propaganda malzemelerinin dökümünü kaydetmiştir. Temmuz 1916 tarihli bir Britanya dağıtım listesi, uygulanan propagandanın Amerikan toplumu içersinde yer alan kamuoyunu etkileyebilecek önemli isimlere ulaştığını göstermektedir.[10]
Genel Kamu Çalışanları 1847
Bilim Adamları 1446
Avukatlar 1445
Y.M.C.A. Memurları 830
Senatörler ve Temsilciler Meclisi Üyeleri 680
Gazeteler 555
Kolej Müdürleri 339
Yatırımcılar 262
Piskoposlar 250
Tarih Kurumları 214
Hukuk Okulları 166
Kulüpler 108
Hakimler 81
Kütüphaneler 619
Eyalet Okulları Müfettişleri 35
Ünlü ve Seçkin Kişiler 585
Diğerleri 2212
Yukarıdaki listede yer alanların birçoğu propaganda malzemelerinin hemen hemen hepsini alırken, daha fazlası için başvuruda bulunan bazılarına da ilave malzeme gönderilmiştir. Wellington House bazı saygın Amerikan organizasyonlarını kendi ajanları haline getirmekte de gayet başarılıydı. Örneğin; Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’na (The Carnegie Endowment for International Peace), Parker tarafından İngiliz propaganda malzemelerinin dağıtımında özel bir yardım gösterdiği konusunda atıf yapılmıştır.
İngiliz propagandasının ana hedefinin Almanlar olmasına rağmen, Türkleri, özellikle de Amerikadakileri karalamak için yoğun çaba sarf edildi. Bu durumun İngiltere’nin savaştaki düşmanlarına karşı yürütülen topyekûn hareketin bir özelliği olmasına rağmen, Türkleri hedef göstermenin bazı özel nedenleri vardı: İngilizler, müttefikleri Fransa ve Rusya ile Orta Doğu’nun savaş sonrasında kendi aralarında paylaşılması için anlaşmışlardı. Bu arada dünyayı Osmanlı yönetiminin bir felaket olduğuna ve Türklerin egemenliklerindeki topraklarda zalim birer tiran olarak hüküm sürdüklerine inandırmak, bu topraklarda Avrupa kolonileşmesini daha da kolaylaştıracaktı. Amerika’da dikkatleri çeken önemli bir diğer sorun da Rusların Yahudi düşmanlığıydı. İngilizler, Rusların bu yönünün Müttefikler ve Amerika arasındaki iyi ilişkileri bozacağından korkuyordu. Rusya’nın Yahudi düşmanlığına karşı yapılabilecek bir şey yoktu. Bunun yerine, manşetlerde Ruslarınkinden çok daha korkunç bir canavarı yaratmayı planladılar ve bu canavar da Osmanlılar oldu.
Britanya Başbakanı Lloyd George, Propaganda Ofisi’ne şahsen ve özellikle Türklere karşı daha fazla yoğunlaşma emrini verdi. Wellington House’a “Türklerin adaletsizliği ve beyhudeliği” ve her şeyden önemlisi “endüstriyel toplumlar üzerindeki tehditleri” konularını işlemesi gerektiğine dair telkinlerde bulundu. Bu propaganda gizlice yürütülmeliydi.[11] John Buchan ise, bu anti-Türk propagandanın idaresini bizzat üstlendi. İngilizlerin 1917’den önce de birçok anti-Türk propaganda malzemesi basmış ve dağıtmış olmasına rağmen, Lloyd George’un doğrudan müdahalesi onlara yeni bir ivme kazandırdı. Buchan Türklere karşı propaganda için daha fazla önem verilmesi gereken konuları belirledi.[12]
İngiltere’de tüm müttefiklerimizde ve kısmen de tarafsız ülkelerde “Türkler gitmeli” kampanyası düzenlemeliyiz. Eğer Türkiye’nin mevcut şekli ortadan kalkarsa, Almanya’nın savaşa girmesindeki ana hedefi olan “Doğuya Hamle” (Drang nach Osten) başarısızlıkla sonuçlanır ve Almanya’nın savaşa girmekteki temel nedenlerinden biri ortadan kalkar. Müttefiklerimiz ve tarafsızlar ile bazı barış kavramlarımız konusunda zorluklar yaşayabiliriz, ancak Türkiye’nin olumsuz pozisyonu üzerinde birliği sağlayabileceğimiz bir noktadır. Vurgulamamız gereken nokta ise;
a. Küçük Asya ve Mezopotamya’nın sahip olduğu refah ve tarihi zenginlikler;
b. Türklerin ticari ve sosyal ilerleme üzerindeki olumsuz etkileri;
c. Türklerin egemenliklerinde yaşayan toplulukları yönetim bazında sindirmekteki yetersizlikleri ve başarısız yönetimleri. Buradan hareketle, Yahudi, Ermeni, Suriye ve Balkan halklarının yakın tarihte maruz kaldıkları muamelenin bir envanteri ile birlikte tarihi bir tartışma başlatmalıyız;
d. Türk Devleti’nin ıslah edilmesinin imkansız oluşu. Türkler askeri gücün temsilinden başka bir şey değildir; sivil idare konusunda hiçbir zaman yeterli olamamışlardır;
e. Avrupa ve Asya arasında bir köprü olan bölgenin kontrolünü yeteneksiz ve reaksiyoner bir devlete bırakma tehlikesi. Böyle bir devlet, her zaman, kendisi gibi askeri tepkiler gösteren Almanya’nın uydusu olarak kalmaya mahkûmdur;
f. Din faktörü de ayrıca vurgulanmalıdır. Türkiye şimdiki haliyle birbirine zıt dinlerin müzesidir ve modern anlamdaki hoşgörü onun devlet geleneğine yabancıdır.
Türkiye’nin geleceği için detaylı temaları incelemeye gerek yoktur. Tüm yapmamız gereken; insanları şimdiki durumun imkânsızlığına ve sorunun çözülmesi gerektiğine ikna etmektir.
Bakanlığın iyi eğitilmiş ve genç yeteneklerinden Stephen Gaselee’ye bir dizi görev verildi. Bir uzman olan Arnold Toynbee’ye anti-Türk bir propaganda yürütecek yazarlar hakkında önerileri soruldu. O da detaylı bir liste oluşturdu. Listede Mark Sykes[13] gibi Orta Doğu üzerine çalışmış profesörler vardı. Toynbee de, “Türkiye’deki Amerikan Misyonlarının İşlevi” üzerine yazabilecek bir Amerikalı bulunabileceğini belirtti. Ermenistan’la bizzat kendisinin ilgilenebileceğini teklif etti.[14] Oluşturduğu liste için Toynbee’ye teşekkür eden Gaselee, listedekilerle temas kurmak için Buchan’ın kilit adam olacağını söyledi. “Sana konuyla ilgili olarak oluşturduğum kısa bir not gönderiyorum. Bunların içinde konudan haberdar olmayan insanlara ve gazete editörlerine rehberlik edecek şeyler var”[15] diye ekledi. Konu işbirliği yapan editörler için bile yeterince açık değildi. Bu durumda gerekli olan şey memorandumun bir hatırlatma olarak hizmet görmesiydi. Düşmanca bir dille, Türklerin egemenlikleri altındaki Orta Doğu’yu tek başlarına mahvettikleri kaleme alındı. Gaselee bu hatırlatma yazısını basit muhakemeli insanlar olarak gördüğü profesörlere ve editörlere yolladı.[16]
İngiltere’nin Türklere karşı yürüttüğü kampanyaya ait belgelerin çoğuna ulaşılması imkânsızdır, çünkü İngilizler savaştan sonra Propaganda Ofisi’ne ait doküman ve kayıtları yok etmişlerdir. Ele geçen az sayıda doküman ise, Dışişleri Bakanlığı’nın başkalarına gönderdiği ve bürokratik karışıklık sonucu ortada kalan bazı küçük kayıtlardı. Örneğin Parker’ın Washington’daki İngiliz büyükelçiliği aracılığı ile bakanlığa gönderdiği raporların birer kopyası burada saklanmıştı. Bu sayede Amerika’daki propaganda çalışmalarının içeriğine ait bazı şeyler gün ışığına çıkarılabildi. Gizlice yazılan propaganda kitaplarına ait İngiliz hükümetinin yaptığı harcamaların listesini Propaganda Ofisi yanlışlıkla iki yerde birden saklamıştır. Bunlardan birisi kitap gibi göründüğü için Propaganda Ofisi’nin kütüphanesinde kalmıştır. Bu belge, el yazısıyla kaleme alınmış ve bitirilmemiş bir listedir. Tam olarak basılmış diğer kopya ise Kraliyet Savaş Müzesi’ndedir.
Wellington House tarafından finanse edilen ve dağıtılan yayınların kayıtları, “Wellington House Yayınları” listesinde bulunuyordu. Çok sayıda anti-Alman propaganda yayınının arasında, 37 tane de Türklerle ilgili kitapçık ve broşür vardır. Listelerde basın açıklamalarına, makalelere ve diğer belgelere yer verilmemişti ve muhtemelen de propaganda kitaplarının tam bir kaydı yoktu. Söz konusu kitaplar Ermeniler ve Wellington House çalışanlarının eserlerini kapsamaktaydı; hatta bunların arasında yer alan “Şam’ın Ünlü Bedevileri” tamamen hayal ürünüydü. Propaganda için kullanılan konular işe göre değişiyordu. Türkler, egemenliklerindeki toprakları mahveden hükümdarlardı. Diğer bütün dinlerden, özellikle Hıristiyanlıktan nefret eden zalim Müslümanlardı. Her zaman Hıristiyanları tehdit etmişlerdi ve şimdi de Ermenilere ve diğer Hıristiyanlara karşı insanlığa sığmayacak toplu katliamlar, tecavüzler yapmayı planlıyorlardı. Almanlar, şeytanın ta kendisi olan Türklerin yandaşıydı. Osmanlı İmparatorluğu tebaası, hatta Müslümanlar dahi kurtuluş için İngilizleri bekliyordu.
Wellington House yayınları genellikle İngiltere’deki Hodder & Stoughton yayınevinde basılıyordu. Amerika’da ise, bir kısım hisselerine Hodder & Stoughton yayınevinin sahip olduğu Doran yayınevi, Hodder & Stoughton’ın bazı dokümanları New York’ta bulunan kendi matbaasında basmasına rağmen, ilave olarak seçilmişti. Wellington House’a göre; “yayınevi sahibi George H. Doran, Geoffery Butler ile işbirliği içindeydi ve New York’taki Amerikan Misyonu başkanı Lord Northcliffe ile dirsek temasındaydı. Doran Amerika Birleşik Devletleri’nde Wellington House için birçok kitap ve broşür basmıştı ve Wellington House’ın temsilcisi olduğu bile söylenebilirdi, “[17] Doran, ayrıca, misyonerlerin kaleme aldığı birçok Türk karşıtı yazıyı ve diğer propaganda malzemelerini de basmıştı. Bunların çoğu Wellington House’ın listelerinde görünmüyordu. Wellington House kayıtlarının yok edilmesi nedeniyle, bunların aynı zamanda İngiliz propagandası tarafından desteklenip desteklenmediğini bilemiyoruz.
Şu an için Wellington House’ın tüm kayıtlarını incelemek mümkün değildir. Bu konudaki en ünlü yayınlardan Bryce Raporu, belki de bu propaganda ve etkilerini yansıtması açısından en iyi örnektir.
İngiliz belgeleri arasında en güçlüsü olarak kabul edebileceğimiz Bryce Raporu’nun bir başka önemli yanı, İngiliz hükümeti ile olan bağlantının gizlenmemiş olmasıdır. İngiliz hükümeti raporun kendi propaganda kolu tarafından yayınlandığını hiçbir zaman itiraf etmemesine rağmen, onay vererek, Parlamentoya bir yayın olarak sunmaktan kaçınmamıştır. Rapor, Parker’ın kurduğu teşkilat vasıtasıyla tüm Birleşik Devletler’de dağıtılmıştır.
Viscount Bryce, Amerikalılara yönelik propaganda için seçilen bir yazardı. Washington’da ünlü bir İngiliz büyükelçisi olarak görev yapmıştı ve aralarında Başkan Woodrow Wilson’un da bulunduğu politik çevrelerden bir çok tanıdığı vardı. Bryce’ın “The American Cornmonwealth” adlı Amerikan tarihini incelediği kitabı 1888’de yayınlanmış ve Amerika’daki akademik çevrelerde ve kamuoyunda olumlu tepkilerle karşılanmıştır. Bunun yanısıra, Bryce dürüst ve Amerikan dostu olarak iyi bir üne de sahiptir. Altında kendi imzasıyla yayınlanan propaganda belgesini değerlendiren St. Louis Republican şu yorumda bulun muştur: “Eğer tüm Britanya İmparatorluğu’nda bu ulusun inanmaya hazır olduğu bir kişi varsa, o da James Bryce’dır”.[18]
Bryce’ın Türklere bakış açısı ılımlı değildi:
“Türk Hükümeti son binbeşyüz yıldır insanlığa bu derecede etkisi bulunanların en kötüsüdür. Geçen yüzyılda seçkin bir Avrupalı tarihçinin söylediği gibi (Türkler) ele geçirdikleri yerleri harabeden bir soyguncular çetesinden başka bir şey değildir”. Hiçbir zaman medenileşememişler, uygar bir idarenin icra etmesi gereken prensiplerden hiçbirini uygulayamamışlardı. Yıllar ilerledikçe iyiye gitmeleri beklenirken, onlar daha da kötü olmuşlardır. Türkistan steplerinden Batı Asya’ya gelirken barbardılar, yüzotuz yıl önce Edmund Burke de onları böyle tanımlamıştı ve devletleri bugün de acımasız ve barbar karakterini muhafaza ediyor.[19]
Türkler hakkındaki görüşlerini göz önüne alacak olursak, Viscount Bryce’ın kaleme aldığı “The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire”[20] adlı kitap, bizlere o kadar da tuhaf gelmeyecektir. Bu kitabın giriş kısmında, kitabın kendi eseri olduğunu şöyle ifade eder, “Doğru ve tutarlı bilgilere sahip olduğunu düşündüğüm kişilere yazarak, bana güvenilir bilgi vermeleri, beni bu tür güvenilir bilgiler ile beslemeleri için yalvardım. Yüksek bir akademik ayrıcalığa sahip genç bir tarihçinin, Oxford’daki Balliol Koleji’nin eski araştırmacılarından Arnold J. Toynbee Beyefendi’nin işbirliğini sağlama şansına sahip oldum. Kendi tarihi ve coğrafi gözlemlerini ekleyerek anlaşılır kıldığı kaynakları topladı, bir araya getirerek düzene soktu.”[21] Ancak, tüm bunlar tamamen bir düzmecedir. Propaganda Ofisi için çalışan ve Propaganda Ofisi’nce desteklenen Toynbee kitabın gerçek yazarıydı ve Bryce sadece bir aldatmacaydı. Kitap kişisel bir girişim gibi görünüyordu, ancak, gerçekte, İngiliz hükümetinin propaganda çalışmalarının bir parçasıydı.
Ermenilerin maruz kaldığı vahşet üzerine yazılan kitap, Bryce’ın tarihçiler tarafından şüpheyle karşılanan[22] “Belçika’da Alman Vahşeti”[23] konulu ilk raporunun bir devamı niteliğindeydi ve o da Toynbee tarafından edite edilmişti. İşte bu Ermeni raporunda görülen tüm teknikler daha önce Belçika’daki Alman vahşetini anlatan raporda kullanılanların aynıydı. Güvenilir olmayan kaynaklardan toplanmış anonim raporlara göre hazırlanmıştı ve bu kişilerin gerçekten bunları yazdıkları ya da söylediklerine dair hiçbir kayıt yoktu. Her iki raporda da kaynak olarak ifadelerine başvurulanların çok azının ismi verilmişti ve kanıtlar daha çok anonim ifadeler üzerine kurulmuştu, Savaş sonrası Bryce’ın Alman Raporu’nda bahsettiği kaynak isimleri bulma çabaları neticesiz kalmıştır. Raporda bahsedilen soykırımların izlerini bulmak için, Belçika Hükümeti’nin savaş sonrası yaptığı araştırmalar, bu rapordaki olayların aslında hiçbir zaman gerçekleşmediğini göstermiştir. İnsanların kalplerinin ve karınlarının deşilmesi, kadınların göğüslerinin kesilmesi, hamile kadınların süngülenmesi, rahiplerin öldürülmesinin tamamen düzmece olduğu ortaya çıkmıştır. Bryce’ın savaş esnasındaki Alman Raporu için H. C. Peterson şöyle söyler. “(Bryce Raporu) yargısız infazın en uç örneğidir. Esasen raporun kendisi savaşta gerçekleştirilmiş en kötü vahşettir.”[24] İlginçtir ki, Bryce’ın Osmanlı Ermenileri için yazdığı raporda da aynı tür suçlardan düzenli olarak bahsedilmektedir.
Toynbee’nin ilave kitaplarıyla[25] birlikte her Bryce Raporu, iyi planlanmış İngiliz propagandasının bir parçasıydı. İngilizler düşmanlarını karalamakta ve savaşın gidişatını derinden etkilemekte çok başarılıydılar. Almanya’ya yönelik faaliyetler Amerika’yı “Gaddarlara” karşı savaşa sokmak için bir araçtı. Türklere dönük propaganda ise, Türklerin gaddar birer katil olduğu konusunda kalıcı bir örnek teşkil ediyor ve önyargı yaratıyordu. Almanlara karşı yapılan çalışmalar daha sonra “savaş sırasında mubahtı” denilecek bir savaş propagandası olarak nitelendirilirken, Türklere karşı yapılan propaganda asla bu şekilde algılanmadı ve yalanlanmadı.
Bryce’ın Almanlara ithamları Birleşik Krallık’taki Belçikalı mültecilerin İngiliz ve Müttefikler görevlilerine yaptığı açıklamalara dayandırıldı. Sözüm ona açıklama yapan kişilerin ailelerini korumak amacıyla isimleri verilmedi. Ancak müttefik askerlerin isimlerinin verilmemesinin nedeni asla anlaşılamadı. Bryce’ın Ermeni Raporu da aynı mantık üzerine kuruluydu. Bryce, raporunu, Osmanlı İmparatorluğu’nda ismi belli olmayan kaynaklara dayanarak hazırlamıştı. Tüm İngiliz propaganda malzemelerinde olduğu gibi Bryce ve Toynbee’nin çalışmalarında da tek bir Müslüman’ın ölümüne rastlanmıyordu. Ölenler hep Ermeniler ve Asyalı Hıristiyanlardı. Belirtilen kaynaklara ve amaçlarına bakıldığında bu hiç de şaşılası bir durum değildi.
Bryce’ın kaynakları kimlerdi? Belçika’daki isimler ya da orijinal kaynaklar asla verilmedi, bu yüzden rapordakilerin tamamen uydurma olduğu şüphesi çok kuvvetlidir. Aynı tarz Ermenilerle ilgili raporda da kullanılmıştır. Bilgi veren kişilerden harflerle ya da tanımlamalarla bahsediliyordu (“Bay A”, “Bayan B” ya da “Bölgedeki bir yabancı” gibi). Alman raporunda olduğu gibi, sözde bu kişilerin zarar görmesini önlemek amacıyla gerçek isimlerinin bilinmesi istenmiyordu. Ancak, İngilizler gerçek kaynakların dokümantasyonlarını tutuyorlardı ve bakanlıkta nereye konulduğu unutulduğu için, diğer propaganda kayıtları yok edilirken bu belgelere el sürülmemişti, Şans eseri bu belgeler konuyla ilgisi olmayan dokümanların arasında bulundu.[26]
Eğer bu kanıtlar raporun yayınladığı dönemde yayınlansalardı, Bryce Raporu, tarafsız kişilerin gözlemleri olarak değil, daha ziyade salt bir propaganda malzemesi olarak görülecekti. Türk zulmü söylentilerinin ana kaynakları Amerikalı misyonerler ve Ermenilerdir. Bryce’ın raporundaki 150 olayın 59’u misyonerler tarafından yazılmıştır, 52’si ise Ermenilerin yazdıkları olayları anlatır ya da Ermeni gazetelerin alıntılarından oluşur. Raporda yazıları kullanılan misyonerlerin çok az bir kısmının adları bilinmektedir. Çoğu “bölgede yaşayan bir yabancı” ya da “yabancı bir gezgin” gibi kod isimler kullanarak gerçek kimliklerini açığa çıkarmayan ama Ermenilerle sıkı ilişkiler içinde bulunan misyonerlerdi.[27] Bir Amerikalı misyoner ya da eşi ya da bir rahibe kendi bölgesinden çok uzaktaki bir olayı anlatırken “Amerikalı bir gezgin” ifadesi kullanılıyordu. Okuyucu bu kişilere “gezgin” denilince sanki gerçekten Amerika’dan gelmiş bir ziyaretçi olarak algılıyordu, ancak gerçek durum bu değildi. Örneğin; Mersovan Amerikan Misyoner Okulu’ndaki Yunanlı profesörün adı (aslında okuldaki öğrencilerin tamamı Ermeniydi) yazdığı üç belgenin ikisinde “X okulundaki Profesör” olarak geçerken, üçüncüsünde kendisinden “Ermeni vatandaşı olmayan bir gezgin” olarak bahsediliyordu.[28] Doğal olarak, okuyucu bunu iki ayrı yazar, tamamen tarafsız Amerikalı ya da İngiliz bir profesör gibi algılıyordu. Aslında, sadece bir yazar; Yunanlıların çoğu, özellikle de Amerikan misyonerleri tarafından Ermenileri eğitmek üzere tutulanları gibi Ermenilerle aynı Türk karşıtı duyguları besleyen tek bir Yunanlı profesör vardı. Raporun giriş kısmında, Bryce (ya da her kim yazdıysa), kaynaklarının birbirlerini kesinlikle tanımadıklarını söylüyordu, ancak nasıl oluyorsa kimi zaman bu kişiler birden aynı kişi oluveriyorlardı.
Bryce Raporu’nu okuyanların, kaynakların Ermeni davasına ne kadar yakından bağlı olduklarını asla anlayabilme şansları yoktu. Örneğin Ermeni Patriği’nin yazıları “güvenilir bir kaynaktan alınan bilgilere göre” diye aktarılıyordu. En inanılmazı ise, bu 150 kaynağın 7’sinin Ermeni Taşnak Partisi tarafından ortaya atılmasıdır. Taşnaklar, uzunca bir süredir Osmanlı hükümetlerine karşı isyanlar çıkarıyorlar ve o dönemde Doğu Anadolu’da Osmanlılara karşı savaşan ihtilalcilerin önemli bir kısmını oluşturuyorlardı. Taşnak kaynakları asla açıklanmıyordu. Diğer dokümanlar Taşnak sempatizanları tarafından kontrol edilen gazetelerden alınan makalelerden oluşuyordu. Kaynakların bir başka önemli kısmı ise, Ermeni Bağımsızlık Hareketi temsilcisi Boghos Nubar gibi, Ermeni politikacıları tarafından sağlanmıştı.
Bryce Raporu’ndaki haber kaynakları çok sıra dışıydı. Gizli belgelere göre, misyonerler dışındaki tüm haber kaynakları İngilizler tarafından Ermeniler olarak biliniyordu. İngiliz vatandaşlar bu haber kaynaklarının gerçekliği hakkında hiçbir bilgi edinememişlerdi. Yazılardan ondördünün, yani yaklaşık yüzde onunun yazarı belli değildi; İngilizlerin yazarların kim olduğu konusunda hiçbir fikirleri yoktu, ancak söz konusu kişilerin hikâyelerini olduğu gibi kabul etmişlerdi. Diğer raporların da, raporda imzası bulunan yazarın bile haberi olmadığı, bilinmeyen kişilere dayandırılarak yazıldığı gizli belgelerde itiraf ediliyordu. Raporda belirtilen bütün isimler saklandığı içindir ki tüm bu “bilinmeyenler”in aslında tanınan kişiler olduğu, ancak korunmaları amacıyla isimlerinin saklandığı gibi bir imaj yaratılmıştı.
Kayıtların yok edilmiş olması sebebiyle kesin bir ifade kullanmak mümkün olmasa bile, Bryce’ın Ermeni Raporu’nda isimleri gizlenen yazarlardan yapılan alıntıların tutarlılığı konusunda da bir soru işareti bulunmaktadır. Acaba bütün alıntılar ve raporlar gerçekten yazarların yazdıklarının yansıtılması mıdır? Bunu bilmek olanaksızdır, ancak Bryce’ın Alman Raporu’nda gördüğümüz deliller bizi şüpheye sevk edecek önemli bir sebep sunmaktadır. Ermeni Raporu gibi, önceki Alman Raporu’nun da birinci-el kaynaklara dayanılarak yazıldığı varsayılmaktadır, ancak bu durumun doğru olmadığı ve söz konusu kaynakların çarpıtıldığı ya da en azından değiştirildiği birçok defa kanıtlanmıştır. Acaba Wellington House editörleri tarafından kaç sayıda Ermeni raporu bu şekilde “geliştirilmiştir” Eğer Alman Raporu’nda yalan söylemişler ise, Türkler için yazdıklarında yalan söylemedikleri ne derece mümkündür?
The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire adlı eser İngiliz propagandasının bir zaferiydi. Osmanlıların durumunu anlatacak kimse yoktu ve Bryce Raporu Amerikalıların haber kaynağının doğrudan misyonerler olduğu mesajının sözde bir ispatıydı. Amerika’da Bryce Raporu’nun kullanılması çok ilginç bir ilişki ortaya çıkardı. Raporda misyonerlerin ve Ermenilerin isimlerinin nadiren açıklanmasına rağmen, rapor genelde Amerikan misyonerlerin ve Ermenilerin hikâyelerinden esinlenerek yazılmıştı. Amerika’daki misyoner kurumları da Ermenilerden ve misyonerlerden gelen raporları yayınlıyordu. Misyoner kuruluşları okuyucularını ikna edebilmek için İngiliz raporlarından alınan bilgilere dayandıklarını söylüyorlardı. Ermeniler ve Türkler üzerine yazdıkları yazılarda sık sık “Eski dostumuz büyükelçi Bryce iddialarımızı doğrulamıştır” gibi cümleler telaffuz ediyorlardı. Görüldüğü gibi iddialarını doğrulayan bağımsız bir kaynak bulamamışlardır. Aslında, paradoksal olarak, Bryce Raporu da aynı abartılı Ermeni ve misyoner raporlarına dayanıyordu.
Kendi propagandalarında kullanılmak üzere, Amerikan misyoner teşkilatlarına Ermeniler hakkındaki Bryce Raporu’ndan önemli bilgiler aktarılmıştı.[29] İngilizler, ayrıca, Amerikan gazetelerine de raporun önemli kısımlarını yayınlamaları için dağıtıyorlardı. Gilbert Parker’in belirttiğine göre “The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşet öykülerine fazlasıyla yer ayırıyorlardı.[30] Current History adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu.[31] New York Times[32] gazetesi üç sayfasını Bryce Raporu’nu aktarmak için kullanmıştı. New Republic[33] Bryce’ı kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övünüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsedilmemişti. Aksine, raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış, raporun özetini ya da rapordan alıntıları yayınlamıştı.
Wellington House, Bryce Raporu’nu diğer propaganda yayınları için bir kaynak olarak kullandı. Bu konuda iki örnek vermek gerekirse: A. P. Hacobian’ın Armenia and the War’ı[34] Bryce tarafından kaleme alınan bir önsöz ile başlıyordu ve kitabın %12’sini rapordan alıntılar oluşturuyordu. Kitap, “İsfahan’lı bir ailenin mensubu olan, ancak şimdi İngiltere’de yaşayan ve derin bilgisi ve vatansever duygularıyla konuşan (ve Türk-Ermeni çatışmalarının çok uzağında bulunan)” birinin eseri olarak sunulmuştu.[35] Germany, Turkey, and Armenia[36] adlı (yazarı ya da editörü belirtilmemiş) kitap da bazıları Bryce Raporu’ndan, geriye kalanlarının da isimsiz kişilerin (Bayan O, Alman bir görgü tanığı, iki İsviçreli kadın gibi) söylediklerinden alıntılar yapılarak yazılmıştı. Kitabın en inanılmaz bölümü, sadece Osmanlı kabine üyeleri ve Genelkurmayının bilebilecekleri hayal mahsulü kararların anlatıldığı “Müslüman Askerlerin Raporları” isimli iki kısa raporun yer aldığı kısımdı. Söz konusu askerler Ermenilerin öldürülmesi için, birinin de bizzat şeyhülislam tarafından verildiği iddia edilen tamamen hayali emirleri rapor ediyorlardı.
Toynbee kendi ismini kullanarak Türklere karşı üç kitap yazmıştır: Armenian Atrocitics the Murder of a Nation,[37] The Murderous Tyranny of the Turks[38] ve Turkey, a Past and a Future.[39] Armenian Atrocities isimli kitabında Bryce Raporu’nda kullandığı delil ve kanıtları özetlemiş, ancak iddialarını doğrulamak amacıyla “Kahire’den telgraflar” veya “New York’taki Ermeni yayınlarına gelen mektuplar” gibi kanıtlar kullanarak tüm günahı Almanlara yüklemek için büyük çaba harcamıştır. “Turkey: a Past and a Future”da ise Almanları Ermenilerin ölüm emrini vermekle suçlamamış, ama tüm kargaşayı yaratanların onlar olduğunu ifade etmiştir. Kitapta yer alan bir harita Toynbee’nin akademik kalitesini göstermesi açısından ilgi çekicidir. Söz konusu haritada Doğu Anadolu nüfusunun tümünün Ermenilerden müteşekkil olduğu iddia ediliyordu, ama aslında bölgede yaşayan halkın dörtte üçü Müslüman’dı.
Bugün Bryce Raporu ve diğer İngiliz propaganda yayınlarını inceleyen bir kişi tabii ki içerdikleri hataların farkına varacaktır. Gerçekten de yaşandığı ve tanık olunduğu üzere, Türklerin gerçekleştirdiği iddia edilen soykırım hikâyelerinin doğru olduğu kabul edilse bile, Ermenilerin Müslümanlara uyguladıkları soykırım ile ilgili haberlerin azlığı propagandanın tek yanlı ve seçilerek yapıldığının bir göstergesidir. Ancak, İngiliz propagandasının o dönemde hedef seçtiği kişiler, Dünya Savaşı’nı ve Orta Doğu gerçeğini bilen kişiler değildir. Amerikalıların ve İngilizlerin okuduğu haberlerin hemen hepsi misyonerlerin ve İngiliz propagandacılarının yazdıklarından ibarettir. Ne yazık ki, bu yazılara şartsız bir biçimde inanılmıştır.
Daha şaşırtıcı bir gerçek ise, Türklere karşı yapılan bu propagandaya ve niteliklerine dönemi inceleyen günümüzün akademik kitaplarında hiç değinilmemesidir. Birinci Dünya Savaşı’ndaki İngiliz propagandasını irdeleyen her ciddi akademik çalışma, o yıllarda Almanlara karşı yapılan propagandanın zafer uğruna gerçeğe yönelik çok dikkatli hazırlanmış bir saldırı olduğunu belirtir ve itiraf eder. Ancak aynı akademik çalışmalar, aynı zamanda Almanlara karşı bir saldırıyı ihtiva etmediği sürece, Türklere yönelik İngiliz propagandasını asla dikkate almazlar. İngiliz propagandasını hazırlayanlar Almanlara ne yaptılarsa Türklere de aynısını uygulamışlardır, ancak bugün bu kimsenin dikkatini çekmemektedir. Almanlara karşı yapılan propaganda sonradan kınanmıştır, ancak Türklere atılan çamur bugün hala sürmektedir. Bryce’ın ünlü Ermeni Raporu söylenilenlerin gerçek olduğu iddiasıyla tekrar tekrar basılmaktadır. Aynı kişinin Alman Raporu kütüphanelerin tozlu raflarına kaldırılmışken, Ermeni Raporu tam anlamıyla “güvenilirliği kabul edilmiş bir kaynak” olarak kamuoyunda yerini almıştır. Birinci Dünya Savaşı üzerine yapılan kaynakçalarda ya da soykırımın konu alındığı yayınlarda, ne için yazıldığına bakılmaksızın, bu raporlara düzenli 483 olarak atıfta bulunulur. Eleştirel tarihçiliğin genel kuralları ki bu kurallar kaynakların doğrulanmasını ister, asla uygulanmamıştır. Aslında Osmanlı Ermenileri için yazılan Bryce Raporu, Almanlar için yazılan Bryce Raporu’nun bulunduğu çöp kutusuna atılmalıdır. Bu rapor, Orta Doğu’nun tarihi için değil propagandanın tarihi için güvenilir bir kaynaktır.
[*] Prof Dr., University of Louisville, Department of History / ABD.
[**] Bu yazı ilk kez Yeni Türkiye Dergisi’nin 37. sayısında (Ocak-Şubat 2001) yayınlanmıştır.
[1] İngiliz propagandası hakkındaki ayrıntılar için, bkz.: George C. Bruntz, Allied Propaganda and the Collapse of the German Empire, Stanford, 1938. 1972 tıpkı basımı için bkz.: Arno Press, 1972, New York, özellikle ss. 18-24; M. L. Sanders ve Philip M. Taylor, British Propaganda during the First World War, 1911-18, Londra, 1982.
[2] Sanders ve Taylor, ss. 40-41.
[3] A.g.e., s. 108.
[4] Amerika’daki en önemli gazetelerin tirajları ve müttefikler ve Almanlara karşı tutumlarını gösteren bir kaynak için bkz.: Foreign Office, American Press Resume, 24 Mart 1916.
[5] Associate Press temsilcisi 1915’te Orta Avrupa’daki Amerikalı muhabirlerin gönderdiği haberlerin %75’inin İngilizler tarafından yok edileceğini tahmin etmişti ve Orta Asya’dan gelecek haberleri de aynı akıbet bekliyordu.
[6] Bkz.: Sander, Bölüm 5.
[7] Parker 1915 yılında yayınlanan bir propaganda kitabının yazarıydı (The World in the Crucible, New York, 1915), bu kitap, hem Almanlar hem de Türklere karşı yapılan haksızlık ve saldırıların tarihsel bir derlemesiydi. Yazar sorumluluğun Türklerde olmadığını ancak Türklerin uygulamalarının Almanların provokasyonu neticesinde yapıldığını belirtmektedir.
[8] Sander. ss. 171-172.
[9] Peter Buitenhuis, The Great War of Words, Vancouver, 1987, s. 15. Eser, İngiliz Kabinesi Parker raporlarından alıntı (INF 4/5) yapmaktadır.
[10] Great Britain Public Record Office, F. O. 395/3/152363, “Propaganda in the U.S.A.: Return of Despatch by Sir Gilbert Parker for the Month of July, 1916”.
[11] F.O. 395/139/42320, 24 Şubat 1917.
[12] F.O. 395/139/64927, “Anti-Türk Propaganda”.
[13] Sykes The Times’ın 20 Eylül 1917 tarihli sayısında Wellington House tarafından yayınlattırılan bir makale yazdı. Bu, propagandanın tipik bir örneğiydi. Bu makalede Türkler “acımasız bir ezici”, “vicdansız bir zorba”, “gerçek bir barbar”, “yozlaşmış” ve “tüm dünyayı yakıp yıkmış kişiler” olarak tanımlanıyordu. Tarihsel gerçeklik açısından dikkate değer değildi: Irak’ı yıkan Moğollar o günlerde olanları açıklamak için tarihsel bir dayanak sağlamak amacıyla bilerek Türk olarak verilmişti. Osmanlı hükümetinin önde gelen yetkililerinden yapılan alıntılar açıkça uydurmaydı. Ve bu makaleler kılıfına uygun yazılmıştı. Makalenin bir gazetede yayınlanmasından sonra Dışişleri Bakanlığı broşürler alarak basılmasını sağladı. Lloyd George’un mektubu geniş çaplı bir dağıtım için ivme kazandırdı. The Times, vatansever duygularla hareket ederek hükümete iyi bir fiyat verdi ve 100.000 kopya için 40 Pound aldı (F.O. 395/139/;1086). Birleşik Devletler çapında tam 32.000 kopyası dağıtıldı (F.O. 395/139 147048).
[14] F.O. 395/139/69014, Toynbee’den Gaselee’ye, 3 Nisan 1917.
[15] F.O. 395/139/69014, Gaselee’den Toynbee’ye, 6 Nisan 1917.
[16] F.O. 395/139/79335, Bu dosya aynı zamanda Gaselle’nin editörlere ve diğer ilgililere yazdığı birçok mektubun örneğini içermektedir.
[17] INF 4/5, Letter of Commission of Investigation of Wellington House, Anthony Hope-Hawkins, Chairman
[18] Peterson’dan alıntı, Propaganda for War, s. 57.
[19] Viscount Bryce, “The Future of Armenia”, tıpkı basım Contemporary Reviev, Aralık 1918, Londra, 1918. Brvce’ın Ermeni düşkunlüğu ve Türk düşmanlığı kırk yıl öncesine kadar uzanmaktadır 18n’de, Türk hükümetinin “ölümü hak ettiğini” açıkladı ve Rusları Çerkez örneğindeki gibi (Çerkezlerin 1/3’ü Rusların izlediği politikalar neticesinde ölmüşlerdir), Müslümanlara yönelik davranışları yüzünden övünmekteydi (ki bunların 1/3’i Ruslar yüzünden olmuştur). Osmanlı İmparatorluğu topraklarındaki Ermenilerin sayısının gerçekte olduğundan üç kat fazla gösterir (s. 407) ve genelde de dönemin olaylarını çarpıtmaktadır (Transcaucasia and Ararat. Londra, 1877.)
[20] Arnold Joseph Toynbee, ed., The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916: Documents Presented Viscaunt Grey of Fallodon Secretary for Foreign Affairs, by Viscount Bryce, Londra: H. M. Stationary Office, 1916.
[21] s. xvi.
[22] Bryce James Viscount, Report of the Commitee on Alleged German Outrages, Londra, 1915, ve Report of the Evidence and Documents Laid Before the Commitee on Alleged German Outrages, Macmillan, HM Stationary Office, Londra ve New York, 1915. Bryce Raporu’nun Almanlar üzerine olan kısmı hem İngiltere hem de Amerika’daki gazetelerde tefrika edildi.
[23] Her ne kadar günümüz kitapları Bryce’ın Alman Raporu’nun yanlış olduğunu itiraf etseler de, gene de bkz.: Read, Atrocity Propaganda,. Buitenhuis’in yorumu şöyledir: “Şimdi bu raporun genel olarak isimsiz şahitlerin güçsüz gözlemlerine ve ikinci el raporlara dayandığı ve diğer faktörlerden çok hayal gücüyle hazırlandığı kabul edilmektedir.” (s. 27) İngilizlerin savaş zamanındaki propaganda yalanlan için bkz.: Arthur Ponsonby, Falsehood in War-time, New York, Dutton, 1928.
[24] H. C. Peterson. Propaganda for War, Norman, Oklahoma, 1939, s.5S
[25] Toynbee, Türkler hakkında yazdığı ve yukarıda belirtilen kitapların dışında, Alman karşıtı iki kısa propaganda kitabı yazmıştır (The German Terror in Belgium: An Historical Record, Londra, 1917 ve The German Terror in France, Londra, 1917).
[26] F.O. 394/40/179902, “Documents relating to the treatment of Armenian and Assyrian Christians in the Ottoman Empire and N. W. Persia: Key to names of places and persons withheld from publication”, 11 Eylül 1916.
[27] Aşağıdaki dokümanlara bkz” 10, 13, 23, 77, 79, 85, 91, 102, 103, 104, 108, 110, 111, 112, 114, 116, 117, ‘120, 123, 125, 126, 127, 128, 129, 137.
[28] 92, 93 ve 95 no’lu dokümanlar
[29] Bu eserlerin listesi için bkz.: William Walker Rockwell, Armenia: a list of Books and Articles, the American Committee for Armemia and Syria Relief, New York, 1916. Yazar, Wellington House’ın yayınlarını “tavsiye edilen eserler olarak değerlendirmiştir. Öte yandan, Toynbee Rockwett’e Bryce Raporu’nun taslaklarını göndermiştir.
[30] Petersen. s. 243. Peterson Amerikan kamuoyunun” Alman dehşeti” ile ilgili haberleri kabul etmeye daha yatkın olduğunu düşünmektedir.
[31] c. 5, ss. 321-334
[32] Sunday, 3 Ekim 1916.
[33] c. iX, no: 117, 27 Ocak 1917.
[34] Londra, Hodder and Stoughton, 1917. U.S.: Doran, 1917.
[35] Bryce’ın önsözü, s. xiii.
[36] Germany, Turkey and Armenia, a selection of documentary evidence relating to the Armenian Atrocities from German and other sources, Londra, J. J. Keliher & Co., 1917.
[37] Londra, Hodder and Stoughton, 1915.
[38] Londra, Hodder and Stoughton, 1917 ve New York, Doran, 1917.
[39] 1917’de Hodder and Stoughton ve Doran tarafından kitap olarak basıldı, fakat önce Round Table’da bir makale olarak yayınlanmıştır (c. 27, ss. 515-547).
Kaynak: Justin McCarthy (AVİM-16.07.2009)