Doç. Dr. Oya Akgönenç
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti için son derece önemli bir gün olan 24 Temmuz sessizce gelip, geçti. Oysa ki 24 Temmuz, Lozan barış antlaşmasının imzaladığı günün yıl dönümü olarak büyük bir önem arzetmekteydi.
Bundan 86 yıl önce, İstiklal Savaşını azim ve savaş güçü ile kazananlar, bu zaferi bir kerre de “barış masasında” da tekrarlamayı başarmışlardı. Bu öylesine çetin bir mücadele olmuştu ki, zaman, zaman yeniden savaş alanlarına dönülecekmiş gibi krizler yaşanmıştır. Bugün, 86 yıl sonra bile istenilen her şeyin elde edilip, edilmediği tartışmaları yapılmaktadır. Hala, Avrupalıların Lozan görüşmeleri sırasında savurdukları tehditlerin geçerliliğini koruduğnu hatırlamakta yarar vardır, zira onlara bunu unutmamışlardır. Hatta, daha da vahim olanı, yeni metod ve söylemlerle, bu tehditlerden bazılarının uygulanmaya konduğu bilinmelidir. Nice fedakarlıklarla kazanılan egemenliğin yavaş yavaş sarsıldığı ve hatta delindiğinin fark edilmesi gerekmektedir. Bu mutlaka önlenmeli ve gereken tedbirler alınmalıdır. Bunun yapılabilmesi için de olayın parametreleri iyi çizilmelidir.
Lozan’ın Önemi:
– Lozan Barış Antlaşması, çok taraflı ilişkileri düzenleyen genel bir hukuki çerçevedir. Bir tarafta yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ve diğer tarafta da tam dokuz adet karşıt taraf bulunmaktadır.Türkiye ile en az 9 düşman tarafın imzaladıkları bir barış antlaşmasıdır.
– Lozan Türk halkının 4 yıllık muazzam fedakarlıklarının zaferle taçlandırıldığı bir antlaşmadır.
– Lozan da Türk Misak-ı Milli’si, Batılı devletler tarafından kabul edilmiştir.
– Lozan ile, daha önce Osmanlıya imzallatırılan Sevr Antlaşmasının tüm hüküm ve kararları kalkmış ve yok olmuştur. Konan tüm cezalar da hükmünü yitirmiştir. (Avrupalıların en hazmedemedikleri hususlardan birisi de budur)
– Lozan Antlaşmasında bir çok konu mevcuttu ama bunun içinde Türkiye-Ermenistan ilişkileri yoktu. Bu tamamne ikili ve özel ilişkiler grubu içinde Gümrü, Moskova ve Kars antlaşmaları ile Lozan’dan önce halledilmiş bir mesele idi.
– Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli egemenlik belgesidir. Var oluşunun kabulü ve tescilinin belgesi yani adeta Kimlik belgesidir.
Lozandan kalan sıkıntılar:
Lozan, istenilen huzuru tam olarak getirememiştir çünkü bunu engelleyen belli sebepler mevcuttu:
1- Taraflar arasında ki büyük düşmanlık ve “güvensizlik”.
2- Kontrol altında tutulan” büyük hırslar ve öfkeler”.
3- ” kesin çözüme bağlanamayan meseleler”.
4- Müzakereler sırasında ortaya çıkan yeni buhranlar ve onlardan geriye kalan menfi tohumlar.
Çözüme bağlanamayan meselelere bakmakta yarar vardır:
· Bunlardan birincisi, Ingilizlerle olan Musul petrol alanlarının durumu, Irak hududunun çizimi ve Irak’ta ki Türkmenlerin durumu ve hakları konularıdır.
· Ikincisi ise Fransızlarla olan “Osmanlı Borçları” , yabancı misyoner okulları ve kiliselerin ve onların mülklerinin durumudur.
· Yunanistanla olan “halkların mübadelesi” konusudur.
Adeta, bilinçli bir şekilde birçok konu karşı taraflar arasında paylaşılmış ve her biri tüm gücü ile pazarlıkta Türkiye’ye yüklenmiştir. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışı ve ona uyguladıkları çok ağır savaş tazminatları ve şartlarından sonra ve 4 yıl aralıksız devam eden Kurtuluş savaşından sonra Türkiye’nin elinde hemen, hemen hiç bir şeyin kalmadığını bilerek, daha da çoğunu almak için yüklenmişlerdir. Bu şartlar altında bile Türkiye’yi tamamen çökertemediklerini görmenin verdiği hırs ve öfke ile masada mücadeleyi sürdürmüş ve zaman, zaman müzakereleri “buhrana” dönüştürmüşlerdir.
Sevr antlaşması ile “bitirdik, yok ettik” dedikleri bir devletin mensuplarının, o yıkımın küllerinden kalkıp, yeni bir devlet kurup, karşılarına zaferlerini tescil ettirmek üzere oturmalarını, Avrupa devletleri bir türlü hazmedememiştir. Bu hazımsızlık onların inanılmaz bir küstahlık sergilemesine sebep olmuştur. En iyi örneği de konuşmalarda başat rolü oynayan Ingilizler ve o eda ile konuşan İngiliz Dış İşleri bakanı Lord Curzon vermiştir. Curzon, Türk tarafına adeta muzaffer “emperial” devlet edası ile emir vermeye kalkınca, böyle bir tutumu hiçbir şekilde kabul etmeyen Türk delegasyonu derhal barış konuşmalarını kesmiş ve masayı terk etmişlerdir. Türklerin azmi, vekarı ve kararlılığı karşısında çaresiz kalan Avrupalılar istemeden tekrar masaya oturarak, edebli davranmak zorunda kalmışlardır.
Yunanlıların, “büyük Anadolu macerası” dedikleri Izmir, Ege çıkartması’nın mimarı Ingiliz Dış işleri bakanı Lloyd George büyük bir hezimete uğramıştır. Günün haber ve yorumunu yapan ABD’de yayımlanan Time Magazine’in ifadeleri ile bu başarı, “ Ingilizlerin, Rusların ve Avrupalı güçlerin, hasta yatağında boğmaya çalıştıkları ve hatta ‘boğduk’ zannettikleri, Türklerin, Ingiliz İmparatorluğunu son yüz yılın en büyük yenilgesine uğratmasını ve tüm Batılı güçleri geri püskürtmelerini bir türlü hazmedememişlerdir.”
Fransızlar, eski imparatorluk borçlarının ödenmesi için sık-boğaz etmiş, misyoner okulların devamı ve tüm mülklerinin kendilerine ait kalmasında ısrarcı olmuş ve kiliselerin de eskisi gibi faaliyet gösterip, ekonomik güçlerini de sürdürmelerini istemiştir.
Yunanlılar, tüm kayıp ve yenilgilerinden Türkleri sorumlu tutmuş ve günümüze kadar süre gelen “Türkiye bize zarar verecek” teranesini başlatmalarına zemin hazırlamışlardır.
Italyanlar, bütün antlaşma kurallarına ve Lozan’a rağmen, 14 yıl gibi kısa bir süre sonra 1937’lerde hala Anadolunun Güney sahillerinin yani Bodrum-Fenileden Taşucu, Mersine kadar olan yerlerin “kendilerine vaadedilmiş olan Cennet toprakları” olduğundan dem vuracak kadar hala “Anadoluyu alma” takıntısını yaşatmışlardır.
Ruslar, hala Boğazlarda kontrol ve Kars ve Ardahandan Erzuruma kadar olan yöreleri kendi “tabii genişleme” alanları içinde görerek, Lozan’a rağmen 1945-47’ye kadar aynı talepleri tekrarlamışlardır.
Kısacası Lozanın imzalanışı 86 yıl olabilir ama son 56 yıl gerisine kadar taleplerin tekrarlanması bitmemiş ve Avrupalıların “agressive yaklaşım ve tutumları”nda pek bir değişiklik olmamıştır. Acaba şimdi yani 2009 da durum nedir diye gözden geçirmekte de yarar vardır.
ABD,“Tanımayanların” tutum ve “talep”leri:
Bunların da başında ABD gelmektedir. Evet, kayıtlara göre Birinci Dünya Savaşında (IDS) “resmen” Osmanlıya savaş ilan etmemiş ve karşılıklı savaşmamıştır ama başka yaptıkları mevcuttur:
· IDS sırasında savaşta olmamasına rağmen ABD başkanı kendi adıyla tanınan Wilson Deklerasyonunu yayınlamıştır. 1917 de yayınlanan bu deklerasyonun 12. maddesi tamamen Osmanlıya ayrılmış olup, onun topraklarında yaşıyan “Ermeniler”e ve “Kürtlere” ayrı topraklar tanıyarak, onların devletleşmesine yardım edileceği ve diğer azınlıklara da destek verileceği belirtilmiştir. Arada da “Türk olanlar için de Türklerin çoğunlukta olduğu iç Anadolu eyaletleri bırakılacaktır” ifadeleri kulllanılmıştır. Bu savaşa girmeyen ve “savaş ilan etmeyen” bir devletin, her türlü kural ve sınırı aşarak yaptığı “taleplerdir”. Hem de tek taraflı bir bildiri şeklinde ilan edilmiştir.
· Yine ABD uzun yıllar Osmanlı imparatorluğuna, “nasılsa yıkılacak” diyerek büyük elçi tayin etmemiştir.
· IDS öncesi ve sonrasında zamanın Ittihat ve Terakki ileri gelenleri ile ahpaplık kuran bazı Amerikalı iş adamları ve emekli subaylar, şirketler kurarak Osmanlıdan ve sonra da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinden bazı “imtiyazlar, temsilcilikler ve özel işletmeler” almaya gayret etmiş ve nerede ise başarmışlardır. ( ilave bilgi için Amerikan kaynaklarında, senato kayıtlarında “Chester Concessions” dokümanlarına bakılabilir). Bu “Chester Concessıons 1923 Nisan ayında imzalanmış fakat ilerleyen aylarda ABD Senatosu bunu onaylamayı red etmiştir. Ankara da TBMM bu anlaşmayı hiç bir zaman tartışmaya ve oylamaya açmamıştır.
· Bu “imtiyazlar” demir yollarının yapımları, yolların her iki yanında kalan 20 km’lik alanlarda her türlü maden arama işlemlerinin yapılması, Musul petrol işletmelerinden hisse alınması gibi bir çok özel imtiyazı içermekte idi. Buna karşılık, yeni Türk devletinin tanınmasında yardımcı olunacağı ve Ermeni iddialarına karşı bunların doğruluk payının olmayıp, tamamen siyasi propagandaya dayandırılan iddialar olduğu konusunda anlatım yardımlarının yapılacağı sözü verilmiştir.
Bugüne Yansıyanlar ve yeni gelişmeler:
Günümüzde hala uğraştığımız “Ermeni sorunu” düşünülürse, yukarıda anlatılanlarla nasıl bir bütünlük arz ettiği ortaya çıkmaktadır.
Güney Doğu ve Doğu da süre giden terör olayları ve son 30 yıldır oralarda yapılan mücadelede Batının ve ABD’nin hangi tarafta yardımcı olduğu da büyük bir soru işareti olarak cevap beklemektedir.
Irak sınırında ki sıkıntılar, Musul petrolleri üzerinden Türk haklarının kaybettirilmesi, Petrol savaşları sırasında kasten Şeyh Sait isyanlarının dışardan kışkırtılması ve desteklenmesi ve günümüze kadar uzanan “sorunlar” ve Hatay üstünde yıllar süren Suriye iddialarının hepsi, Lozan’ı hazmedemeyen Batılı devletlerin birlikte çabaları ile yaratılan ve bırakılan problemeler olarak baş ağrısı olmaya devam etmişlerdir.
Bugün Orta Doğu’daki dengelerin ortasına yerleştirilen ve o dengeleri sürekli mavh eden” İsrail problemi” de Ingilizlerin bu topraklarda bıraktığı bir “hediye” olarak düşünülmelidir.
Günümüzde dikkatle bakmamız icab eden en önemli belge Türkiye Cumhuriyetine 2004 yılında verilen Avrupa Birliği 2004 Türkiye İlerleme Raporu’dur. Bu raporda ki talep ve şartlar adeta 86-90 yıl öncesinin Sevr antlaşmasında alınamayan ve Lozan antlaşması ile hükümsüz sayılan bazı isteklerin, yeni bir paket içinde ve yeni bir dil kullanılarak tekrar istenmesinden ibarettir.
Hükümetin hızla çıkartmakta olduğu Avrupa uyum yasaları, Vakıflar kanunu ve özel satış imkanları ve büyük Özelleştirmeler, Lozanda yapılamayanların, günün şartlarına uygun biçimde, “küreselleşme konsepti” çerçevesinde gerçekleştirilmesi olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Tüm özelleştirilmeler ve yabancılara yapılan satışlar ve en son hazırlanan “mayınlı arazilerin mayınlardan temizlenme ve tarıma açılımına dair kanun” ve maddelerinin neler, ne kadar tehlikeli yabancı müdahalesini gerektirdiği düşünülecek olursa, Lozan müzakereleri hiç bitmemiş gibi görünmektedir.
Lord Curzon’un şu sözü unutulmamalıdır. “taleplerimizi şimdilik bize
iade ettiniz. Bunları alıp, cebimize koyuyoruz. Ama, zaman içinde bunları sizlere tekrar sunacağız ve siz de bunları kabul etmek durumunda kalacaksınız.”
Bu sözler, o günlerde bir öfke ifadesi olarak algılanmıştı. Görünüşe bakılırsa, bugün Batı’nın tekrar ve dolaylı olarak eski taleplerini uygulamaya koymak gayreti içindedir. Bunun için, böylesine önemli bir gün, yurdun her tarafında çok özel kutlamalar ve anlatımlarla yeni nesillere aktarılmalı ve her yıl mutlaka layık olduğu dikkat ve değerle hatırlanıp, hatırlatılmalıdır.