Deniz Feneri ve diğer adaletsizlikler

Ruhat Mengi
Yazara ulaşmak için : rmengi@gazetevatan.com
Gazetelerde haberdi: Artvin’e giden Deniz Feneri Derneği’nin minibüsüne tepki gösterilmiş. Minibüsteki “yüzyılın iyilik hareketi” yazısı çizilip yerine “yüzyılın soygun hareketi” yazılmış.

Gösterilen tepkiler üzerine minibüstekiler Kaymakamlığa sığınmışlar.

Alman yargısının da “yüzyılın en büyük bağış yolsuzluğu” dediği ve Türkiye’deki Deniz Feneri’yle bağlantıları açıklanan bir olay için halkın tepkisi son derece yerinde doğrusu. Bir gazetede bu haberin yanında ise Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği’nin Deniz Baykal’a açtığı 1 milyon liralık tazminat davasıyla ilgili haber vardı. Aradan 1 yıl geçmesine rağmen asrın yolsuzluğuna dava açılması AKP Hükümeti tarafından önlenirken Deniz Feneri’nin açtığı dava jet hızıyla yürümüş ve Baykal’dan “Davayla ilgili konuşmalarında Türkiye Deniz Feneri’ni kastetmediğine dair yemin etmesi” istenmiş. Baykal kabul etmemiş.

Neden etsin? Bu dev yolsuzluğun Türkiye ayağının nelere ortak olduğunun ortaya çıkması tüm delillere rağmen engelleniyor.

SUÇLU MAĞDUR, MAĞDUR İSE SUÇLU

Bağlantısı olan ve “asıl failler” denilen isimler sadece ve nazikçe ifade vermeye çağrılıp serbest bırakılıyor. Aylarca dava açtırılmayarak deliller yok ediliyor, gayrimenkuller el değiştiriyor. Ve bu durumda Türkiye’deki şirketler ile şahısların suçsuz olduğuna öyle eminler ki bir de üstüne yemin istiyorlar. Peki ne oldu verilen ifadeler o zaman, ne dediler? Alman yargısı yanlış karar mı vermiş? Neden Ergenekon soruşturmasında her gelişmeyi anında manşetlerden duyuyoruz da Deniz Feneri’nde neler olduğu duyulmuyor?

Yani davayı açtırmadıkları, yargıyı engelledikleri için “Deniz Feneri” diyen herkes yemin etmek zorunda mı kalacak? Bu nasıl bir adaletsizliktir ki suçlu hep mağdur, asıl mağdurlar olan “adalet isteyen kesim” ise suçlu durumuna getiriliyor?

Avrupa Parlamentosu üyesi Emine Bozkurt, Avrupa Konseyi’nin yanıtlaması istemiyle Parlamento Başkanlığı’na konusu Yeşil Fonlar (Türkiye’de yerleşik İslâmi yatırım fonları, holdingler, ortaklıklar) ve Deniz Feneri e.V olan bir önerge vermiş.

“Konsey veya AB üyesi devletlerden biri bu şirketlerin karıştığı dolandırıcılıkların araştırılmasını istedi mi” diye soruyor. Orada bu sorular sorulurken Türkiye’de Deniz Feneri davasının kapatılması, ilişkilerin üzerine sünger çekilmesi yetmiyormuş gibi, “Deniz Feneri” adını kullandı diye insanlardan yemin isteniyor.

Buna adalet demek zorunda mıyız?

DEMOKRASİYİ MUMLA ARAMAK

Şimdi sıra iktidar baskısına karşı mücadele veren HSYK ile Anayasa Mahkemesi’nde. Bir siyasi gücün antidemokratik uygulamalarına, kararlarına karşı çıkabilecek, vatandaşın başvurabileceği, adalet arayacağı en önemli kurum yargı ve bu engeli tümüyle demokratikleştirme (!) gayreti içindeler.

İktidara yakın gazeteler devamlı HSYK ile AYM’ye saldırmakta ve (hatta karikatürlerine kadar) baskıyı tersine çevirerek “yargının siyasete müdahale ettiğine, siyasete burnunu soktuğuna” halkı inandırmaya çalışmaktalar. Bu arada yargıyla birlikte demokrasinin en önemli iki unsurundan biri olan ve bunlar yok olduğunda demokrasiyi mumla arayacağımız “bağımsız medya” da yoğun baskı altında…

Maddi-manevi öyle yoğun bir baskı ki bu dayanabilmek için çelik gibi sinir ve inanılmaz bir irade gücü ister. Aslına bakarsanız Türkiye’de medyanın karşılaştığı benzersiz baskı, verdiği mücadele dünyanın tüm “basın özgürlüğü kuruluşları”nın dikkatini fazlasıyla çekecek boyutta.

Hem AB üyeliği isteyip hem de üçüncü dünya ülkelerinde bile görülmeyecek şekilde, demokrasinin bel kemiği kurumları birer uydu haline getirmekten daha büyük çelişki olabilir mi?

Acaba “bir dakika karanlık” eylemi gibi bu kez de elimizde mumlarla sokaklara dökülüp adaleti ve demokrasiyi aramamız mı gerekiyor?

(Not: Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Gündel; “HSYK’nın hakim ve savcılar üzerindeki tasarruflarında dürüstlük, tarafsızlık, iyi hukukçu olma gibi etkenleri dikkate alması gerekirken bu kriterler yerine siyasi, dinsel, mezhepsel veya arkadaşlık ilişkilerinin gözetildiğinin bilindiğini” söylemiş. Bu saptamanın birçok kez Barolar Birliği Başkanı ve diğer hukukçular tarafından dile getirildiğini de belirtmiş. Ve HSYK’nın başında istemedikleri kararı çıkarttırmayan Adalet Bakanı ile müsteşarı var.

Peki hakim ve savcılara bu durumda nasıl bir seçim kalır sizce?)


Yazarın Önceki Yazıları
YÖK Başkanı’ndan bir başka dans! ( 26.07.2009 )
Kartallar ve sürüngenler ( 25.07.2009 )
Gazete boykotu ve İtalya farkı ( 24.07.2009 )
Görevini kötüye kullanma ( 23.07.2009 )
Başbakan’dan konuşma bekleyen konular ( 22.07.2009 )
Taş atma… Üstüne sıçrar! ( 21.07.2009 )
Üzerinize gelenler kim? ( 20.07.2009 )
Türkbükü’ne vurma modasıı! ( 19.07.2009 )
Tüm Yazılarına ulaşmak için Tıklayın (2139)

Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir