Ahmet HAKAN
ahmethakan@hurriyet.com.tr
|
İLKOKULDAN sonra İstanbul’un Bayrampaşa semtindeki Yeşil Cami Kuran Kursu’na yerleştirildim…
“Leyli” olarak…
Heves etmiştim: Kuran’ı ezberleyecek, “hafız” olacaktım…
Etim kurs yöneticilerine, kemiğim aileme aitti…
Sene 1976…
Anadolu’nun bezgin bir kasabasından, İstanbul’un Bayrampaşa semtine fırlatılmıştım.
Dikkat!
11 yaşındaki çocuk, tam bir yılı aşkın süre kalmayı başardı o kursta…
“Pedagojik formasyon”dan çakmayan hocaların elinde… Rahleler önünde… Ağır gurbet içinde… Bir tane bile “Latin harfi” görmeden…
Sonra muhteşem bir başarısızlık:
Dayanamama hali… Ve firar…
Ver elini yeniden bezgin Anadolu kasabası…
Dönem “Milliyetçi Cephe Hükümetleri” dönemi…
Cami cemaatinden toplanan paralarla her kasabaya bir imam hatip açıldığı, Demirel’in de bununla övündüğü yıllar…
Ben yokken bizim bezgin kasabada da derme çatma bir imam hatip açılmış…
Ve ben, imkânı hayli kıt bu mektebin ilk talebelerinden biri oldum…
Yeşil Cami Kuran Kursu’nun “Cumhuriyet” görmemiş havasından sonra…
O derme çatma mektep, nasıl da modern, nasıl da inanılmaz gelmişti bana…
Tanrım! Latin alfabesini bile nasıl özlemişim!
Rahle yok, sıra var…
Şalvar-cüppe yok, takım elbise-kravat var…
Hatta gencecik ve utangaç matematikçimiz gibi kadın öğretmenler bile var…
Sanki “aşırı dinci bir eğitim sistemi”nden, “aşırı laik bir eğitim sistemi”ne geçmiş gibiydim…
Fark o denli büyük…
Sonra Anadolu’nun başka bezgin kasabalarında, başka derme çatma imam hatiplerde okurken şunu fark ettim:
Bizimkinden daha modern, bizimkinden daha köklü, bizimkinden daha eğlenceli, bizimkinden daha janjanlı, adına “düz lise” denilen başka bir mektep daha vardı…
İşin tuhaf tarafı şuydu: Bu kahrolası “düz lise”, sokaklara daha uyumluydu…
Bunu fark ettiğim anda fena olmuştum… İçime bir ok saplanmıştı…
Ama bunu itiraf edecek mecalim yoktu…
Çünkü “azınlık psikolojisi” sarmıştı her yanımı…
Biz “Asım’ın nesli” olacak, memleketi kurtaracak, “düz lise”ye fark atacak misyon sahibi çocuklardık…
Coşku veriliyordu ve biz de coşkuyu hemen kabul ediyorduk.
Ve geldi çattı 28 Şubat…
8 yıllık kesintisiz eğitimle imam hatiplerin orta kısımları kapatılıyor, “katsayı zulmü” ile mezunlarının üniversitelere girişi imkânsız hale getiriliyordu…
Bir direnişin tam ortasında bulmuştum kendimi…
Pink Floyd şarkıları eşliğinde bir direniş…
Ece Ayhan’ın “Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim” dizesine sığınış…
İmam hatipleri savunuyorduk…
Ama o zaman kimseye lafımızı dinletemiyorduk.
Sonunda yasakçıların dediği oldu…
İmam hatipler ezildi, yıkıldı, terk edildi, boşaldı…
Camianın en azılı imam hatipçileri bile, mecburen çekip aldılar çocuklarını bu mekteplerden…
Kısacası: Yenilmiştik…
Ve bugün…
“YÖK işi tamamdır usta” durumu söz konusu olunca, “katsayı zulmü” de ortadan kalkıverdi…
Şimdi “bizim eski mahalle” topyekûn, “Helal olsun Tayyip Bey’e… İmam hatiplerin önünü açtı” diyor, başka da bir şey demiyor.
Oysa imam hatiplerin önünün açıldığı falan yok…
Tıpkı imparatorluklar gibi, bu mektepler de doğdular, büyüdüler, yükseldiler, gerilediler ve yıkıldılar.
Bugün en azılı AKP’lilerden en fanatik Saadetçiler’e kadar kimsenin çocuğunu imam hatibe gönderdiği yok…
Niyetleri de yok…
Şimdi revaçta olan Amerika’da eğitimdir…
Yabancı dil tahsili, dini tahsili ezip geçmiştir…
Dolayısıyla bugün yapılan, bir eski hatırayı yad etmekten, kitlenin gözünde “Bakın nasıl muktediriz” havası atmaktan öte bir şey değildir.
Bir teklifim var:
Gelin, “İmam hatiplerin önü açıldı” denilen bir günde…
Hep beraber imam hatip mekteplerinin ruhuna “Fatiha” okuyalım…
Bir yanıt yazın