Kuşçubaşı Eşref ve Ben

Değerli dostlarım ve sevgili okuyucularım,
Yaklaşık 25 gündür kendimi tabiata ve Aşık Veysel’in tabiriyle “Sâdık yâr” olan kara toprağın bağrına attığım için, internet ortamından, dolayısıyla sizlerden uzak kaldım. Yani anlayacağınız, 25 günden beri ben de tıpkı Teşkilat-ı Mahsusa lideri Eşref kuşçubaşı gibi davranıyorum!

Bildiğiniz gibi Kuşçubaşı Eşref, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle kurulan Teşkilat-ı Mahsûsa’nın liderlerindendir. Irak cephesinde şehit düşen Süleyman Askeri Bey’den sonra teşkilatın yönetimini fiilen o üstlenmiştir. Kuşçubaşı Eşref’in, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya ve Arabistan yarımadasına yönelik olarak çok önemli istihbarat çalışmaları bulunmaktadır. Özellikle Arap ayaklanmasına karşı son derece fedakâr çalışmalar yapmıştır. O, aynı zamanda İtalyanlara karşı verilen Trablusgarp savaşında da rol almıştır. Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve diğerleriyle birlikte kılık değiştirerek Kuzey Afrika’ya gitmiş ve orada milis kuvvetlerine liderlik etmiştir. Tarihte kurulan ilk bağımsız Türk Devleti olan Batı Trakya Türk Devleti’nin kurucusu da yine Kuşçubaşı Eşref ve arkadaşlarıdır. Bu ölçekteki bir adam, daha sonraki yıllarda küstürülmüş ve Manisa’daki çiftliğinde hayvan beslemeye, domates ve patlıcan yetiştirmeye, anılarını yazmaya/yazdırmaya mahkûm edilmiştir!

İşte 25 gündür ben de tıpkı Kuşçubaşı Eşref gibiyim! Yaklaşık 21 yıldır fedakârca, aşkla ve iştiyakla hizmet ettiğim kurumumda bazı kişilerle yaşadığım sorunlar sebebiyle kurumumdan uzaklaşmak/uzaklaştırılmak ve kendimi tabiatın bağrına atmak zorunda bırakıldım. Küçük bahçemde arılarla meşgul oldum! Domates suladım! Fasulye sırıkladım! Patlıcan çapaladım! Tıpkı küçük Mustafa Kemal’in Selanik’te dayısının fasulye tarlalarına dadanan kargaları kovaladığı gibi, ben de kiraz ağaçlarına dadanan saksağan ve serçeleri kovaladım. Sinirimi ve öfkemi toprağa kustum! Aldım beli elime, beline beline vurdum toprağın. Ancak toprak bu; bağrından çıkan insanlar gibi değil ki. Ben ona vurdukça o benim yüzüme güldü! Belle karnını yardıkça, kazmayla yüzünü yırttıkça, uzattı bana kırmızı kırmızı güller verdi.

Bu yüzden ben, toprağın, kendisine sürekli işkence yapan insanoğluna darılıp gücenmeyerek nimetler vermesini, sonunda da onu göğsüne alıp, sarıp sarmalamasını bir türlü anlayamıyorum! Eğer toprağın yerinde insanoğlu olsaydı, kendisine yapılan bunca işkenceden sonra, göğsüne sarılan insanı tutup kolundan ve bacağından dışarı fırlatırdı! Ancak o, ne de olsa kara toprak. Yani Veysel’in deyimiyle sadık yardır insana…
***
Efendiiim,
Bu arada e-posta kutuma bazı mektuplar gelmiş bulunuyor. İzin verirseniz bu yazımda bu mektuplardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Mektuplardan ilki, Şanlıurfa Belediye Başkanı Dr. A. Eşref Fakıbaba’ya ait. Daha önceki yazılarımdan birisinde bahsetmiştim; Türkiye’de tebrik ettiğim ve kutladığım tek belediye başkanı Sayın Fakıbaba idi. Zira o, Şanlıurfa’da AKP’nin ceketine karşı fazilet ve demokrasi mücadelesi yapmış ve bu mücadeleyi zaferle sonuçlandırmıştı. Sayın Dr. Fakıbaba işte benim bu kutlama mesajıma cevap vermiştir. Sayın Fakıbaba’nın mektubu şöyle:

“Sayın Ömer Sağlam ,
Demokrasi mücadelemize, Urfamıza ve şahsıma göstermiş olduğunuz ilgi ve destek için teşekkür eder, en kalbi duygularımla sevgi ve saygılarımı sunarım. Dr. A. Eşref FAKIBABA/Şanlıurfa Belediye Başkanı”

Dr.Fakıbaba bir de not eklemiş mektubuna;
“Not: Web sitemizdeki problemden dolayı oluşan gecikme için özür diler bizi anlayışla karşılamanızı umarız.”.

İşte size Sayın Fakıbaba’nın mahalli seçimlerde cekete karşı zafer kazanmasının sırrı…

Yer vereceğimiz ikinci mektup, Emekli Müftü İhsan Öskes’ten. Onun mektubu ise şöyle;

“Sayın Sağlam, ben Türkan Saylan’ın cenaze namazını kıldıran ve o konuşmayı yapan emekli müftüyüm. ‘Türkan Saylan ve İslam’da Hoşgörü Var mıdır?’ başlıklı yazınızdan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım. İhsan Özkes”

Okuyucularımla paylaşmayı uygun gördüğüm son mektup Canan Öztürk’ten. Canan Öztürk kim? Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün davalık olan eşi. Canan Hanımın mektubu biraz farklı. Oldukça saldırgan ve Yaşar Hocayı kamuoyunun gözünde haklı çıkartacak derecede yanlış değerlendirmeler içermektedir. Sayın Canan Öztürk’ün mektubu, noktasına ve virgülüne varıncaya kadar şöyle:

“Sayın Sağlam,
Bir tesadüf eseri ‘Kadına Dayak Allah’ın Emri midir?(3)’ başlıklı yazınızı okudum. Önce ayetin baş kısmını hatırlatayım:
‘…Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları….’

‘Canan Öztürk hakkında uygulanan bu tedbir, sanıyorum Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetinde önerilen tavsiyeye de uygun bir tedbir olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada dikkatimizi çeken, Yaşar Nuri Öztürk’ün, evli bir erkek olarak eşi Canan Öztürk’ün tehdidi altında olduğunu iddia etmesi, can ve mal güvenliğinin tehlikede bulunduğunu söylemesidir. Bu durumda Yaşar Nuri Öztürk’e ve onun durumundaki kocalara, ‘eşlerinizi dövün’ denilebilir mi? Bu durumda, bu tür kocalar, eşleri olan kadınlar karşısında büsbütün tehlikenin kucağına atılmış olmaz mı? Doğrusunu söylemek gerekirse; Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetine vermiş olduğu anlamı, mahkeme kanalıyla da tescil ettiren Yaşar Nuri Öztürk’ü tebrik etmek istiyoruz. Çünkü onun yapmış olduğu yorum, pozitif hukuk tarafından da benimsenmiş olacak ki; Beykoz Aile Mahkemesi böyle bir karar vermiş bulunmaktadır.
Kur’nı Kerim’in ayetlerini başından sonundan kırparak yorum yapmak, yukarıdaki satırları yazıp bana dolaylı olarak ‘sadakatsizlik ve iffetsizlik’ suçlarını isnat etmek ve ‘Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetine vermiş olduğu anlamı, mahkeme kanalıyla da tescil ettiren (!) Yaşar Nuri Öztürk’ü” tebrik etmek!..
Sayın Beyefendi, siz bana açıkça hakaret ediyorsunuz.
Sadakat ve iffet (!) konularında asrın gösterisini hep birlikte izleyeceğimiz günler yakın, Allahın izniyle. O zaman benden, ‘Türkiye, için bi ýþýktýr’(1) diyerek inandıkları bir şahsın peşinde maddi manevi emeğini heder etmiş binlerce insandan ve özellikle kadınlardan özür dilemek zorunda kalacaksınız. İsra Suresi 16. ayeti tekrar okuyun ve şunu iyi bilin:

‘Tehdit ve şantaj’ (!..) suçlamasıyla (!) evine giremeyen, Nisa 34’e göre suçlu (!) üç erkek evlat ve bir kız torunu sahibi olan Canan Öztürk, Prof Dr. Y.N.Öztürk’ün iki Kur’an Meali (resmi sıralı ve iniş sıralı) nin karma indekslerini hazırlamış, 60’ı aşkın YNÖ imzalı kitabın editörlüğünü yapmıştır.
Şimdi ben de Enfal 30′ u okuyor, Rabbime sığınarak bekliyor ve de sizin gibi kalemleri Allah’a havale ediyorum.
Enfal 30: ‘Küfre sapanlar, seni tutup bağlamaları, yahut öldürmeleri ya da yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzak kurar. Ama Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.’
‘…yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı…’ Sizce pozitif hukuk bunu da benimser mi? Canan Öztürk”

Anlaşılacağı üzere; Sayın Canan Öztürk, yazı dizisinin tamamını okumamış. Sadece bir bölümünü okuyarak değerlendirme yapma durumunda kalmış. Onun için de değerlendirmeleri haksız ve sübjektif. Bir kere benim kendisine ima yollu da olsa “İffetsiz ve sadakatsiz” diyebilmem mümkün değildir. Çünkü neticede o bir annedir. Ve ben o yazı dizisini (elbette kitabı) annelere sahip çıkmak adına yazdım.

Ancak Canan Hanım, kendisine göre bahse konu ayetin baş tarafına “…Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları…” şeklinde bir anlam vererek, daha doğrusu böyle bir anlamı benimseyerek kendisine “İffetsiz ve sadakatsiz” imasında bulunulduğunu iddia etmektedir. Oysa bu yaklaşım, doğru değildir ve tamamen bir “Ördek Hasan” yaklaşımıdır(2). Çünkü bahse konu yazımızın diğer bölümlerinde de zikredildiği üzere, pek çok mealde, ayette geçen kelime “İffetsizliklerinden ve sadakatsizliklerinden kuşkulandığınız…” şeklinde değil, “Baş kaldırmalarından”, “Kafa tutmalarından” ya da aynı anlama gelecek şekilde “Serkeşliklerinden kuşkulandığınız…” şeklinde tercüme edilmektedir. Takdir edilecektir ki; “serkeş” kelimesi ile “iffetsiz” kelimesi aynı anlamlara gelmemektedir. Öte yandan, belli ki; Yaşar Nuri Öztürk’ün iddialarına göre, kendisiyle eşi anan Öztürk arasında da böyle bir geçimsizlik söz konusudur ki; Yaşar Hoca, yine medyaya yansıdığı kadarıyla eşine “Tehdit” ve “Can ve mal güvenliğini tehlikeye soktuğu” suçlamasında bulunmuştur.

Sayın Canan Öztürk’ün ”Sadakat ve iffet (!) konularında asrın gösterisini hep birlikte izleyeceğimiz günler yakın, Allahın izniyle…” diyerek, neyin beklentisi içinde olduğunu elbette bilmiyoruz! Umarım, Türkiye’nin, pozitif hukukun üstünlüğüne dayalı laik cumhuriyet sistemi dışında ve üniter devlet yapısına, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı bir beklentisi yoktur hanımefendinin.

Şurası muhakkaktır ki; bizler ve hiç kimse, başka hiç kimsenin aile içi kavgalarında ve sorunlarında taraf olamayız. Bu kavgaları şu ya da bu şekilde çözecek olan bağımsız Türk yargısıdır. Ancak bir şartla. O şart, kavganın tarafı olan eşlerin bu kavgalarını kamuoyu önünde yapmamaları ve bireysel kavgalarıyla kamuoyunu meşgul etmemeleridir. Oysa Yaşar Nuri Öztürk ile Canan Öztürk arasındaki aile kavgası, herkesin gözü önünde cereyan etmektedir. Bildiğim kadarıyla hanımefendi, aile kavgalarını televizyonlara taşıyarak ve gazetelere beyanat vererek iyiden iyiye magazinleştirip sulandırmıştır. Eşinin ısrarla reddetmesine karşılık, kamuoyu önünde, eşinin başka bir kadınla ilişkisi olduğunu söyleyerek işi iyice içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Oysa ona düşen, eğer eşinden şüpheleniyorsa, onunla kamuoyu önünde cedelleşmek ve ağız dalaşına girişmek değil, onu kendi haline bırakmaktır. Açıkçası, gurur sahibi bir kadın duruşu sergileyerek ve çok iyi bildiğini söylediği Kur’an’ın kendisine sağlamış olduğu haklardan da istifade ederek kocasını başından atmak, onu boşamak ve derhal eşinin soyadını terk etmektir. Anladığımız kadarıyla; koca popüler ve meşhur olunca, kadın onu bir türlü bırakamıyor. Popülaritesinden istifade etmeye çalışıyor ve ısrarla ihanetle suçladığı eşinin soyadını kullanmaya devam ediyor…

Ayrıca Canan Hanım, yanlış anlama ve yorumlama yetisini devreye sokarak, kendisine ima yolluda olsa hakaret ettiğimi iddia etmekle birlikte, benim aynı yazı dizisinin birinci bölümünde geçen;

“Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Nisâ Sûresi’nin 34. ayetinde geçen ‘dövme’ işini halletmişe benziyor. Yazmış olduğu mealde üçüncü tedbir olarak diyor ki; ‘…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin…’. Yaşar Nuri Öztürk’ün bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gerçekten de bilmiyoruz. Zira adı geçen, aynı eserin 1994 baskısında sadakatsizliğinden ve iffetsizliğinden korkulan kadının terbiyesindeki üçüncü tedbiri ‘…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları dövün…’ şeklinde açıklamaktadır. Görüldüğü gibi Yaşar Nuri Öztürk, hemen her zaman yaptığı gibi yine duruma göre vaziyet almış ve 1994 yılında ‘…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları dövün…’ şeklinde üç seçenekli olarak sunduğu üçüncü tedbiri, 5 yıl sonra iki seçenekli hale indirmiş ve emirdeki ‘onları dövün’ seçeneğini kaldırıvermiştir…”(3).

Şeklindeki satırlarla, Yaşar Nuri Öztürk’ün vermiş olduğu anlama şüphe ile yaklaştığımı fark etmemiştir. Banim Sayın Yaşar Nuri Öztürk’ü tebrik etmem, doğru tercüme yapmasından dolayı değil (ancak doğru tercüme yapmış da olabilir), bilerek veya bilmeyerek yapmış olduğu tercümeyi bireysel hayatına uygulama ve bu uygulamaya bağımsız Türk yargısını alet etme başarısı göstermesinden dolayıdır. Beykoz Aile Mahkemesi, elbette Yaşar Nuri Öztürk’ün Nisâ 34’e vermiş olduğu anlama göre karar vermiş değildir. Ancak sonuçta verilen karar ve uygulanan tedbir, onun söz konusu ayete vermiş olduğu anlamla “Evden uzaklaştırma” tedbiriyle örtüşmektedir ki; Canan Hanım, mahkemenin vermiş olduğu kararı Kur’an ayetlerinden hareketle “yurdundan çıkarılma” olarak yorumlamaktadır.

Bizce Canan Öztürk’e düşen görev, sağa sola laf yetiştirmek ve eşini her önüne gelen ortamda, hele hele medyada çekiştirip zayıf düşürmeye, daha doğrusu bu şekilde haksız yere onun popülaritesinden istifade etmeye çalışmak değil, ondan özür dileyip tekrar bir araya gelmek olmalıdır. Eğer bu mümkün olmuyorsa; boşanmaları en doğru yoldur. Aksi takdirde popüler bir din adamı ve onu sadakatsizlikle suçlayan eşi, bu şekilde hem Türk kamuoyunu gereksiz yere meşgul etmekte, hem de İslam’a zarar vermektedirler.

Hele hele Canan hanım, aydın bir din adamı portresi çizmekte olan kocasına karşı, ”Sadakat ve iffet (!) konularında asrın gösterisini hep birlikte izleyeceğimiz günler yakın, Allahın izniyle…” şeklinde dile getirdiği bir özlemin taraftarı olan kişilerce kullanılıyor ise çok büyük bir yanlışın içinde olduğunu, adeta bir çıkmaz sokakta ilerlediğini bilmek zorundadır.
16 Temmuz 2009
Ömer Sağlam
___________
1-“Türkiye, için bi ýþýktýr” cümleciğinde geçen “ýþýktýr” sözcüğü, bozuk harf karakterleri sebebiyle anlaşılamadığı için olduğu gibi yazılmıştır.
2-“Ördek Hasan” lakaplı adamın birisinin yanında “Hava bulutlandı galiba yağmur yağacak” demişler de adam “Vay siz bana nasıl Ördek Hasan dersiniz” diye büyük bir kavga çıkarmış ya Canan Öztürk’ün yaklaşımı da o biçim bir yaklaşım. Ördek Hasan’ın yaklaşımına göre; hava bulutlanıp yağmur yağınca gölcük ve göletler oluşurmuş. Göl ve göletlerde de ancak ördekler yüzermiş. Bu yüzden “Hava bulutlandı yağmur yağacak” diyen adam, bizim Hasan Efendi’ye ördek imasında bulunmuşmuş!
3-bkz.https://www.turkishnews.com/tr/content/2009/04/17/kadina-dayak-allah%E2%80%99in-emri-midir-1/

Bildiğiniz gibi Kuşçubaşı Eşref, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle kurulan Teşkilat-ı Mahsûsa’nın liderlerindendir. Irak cephesinde şehit düşen Süleyman Askeri Bey’den sonra teşkilatın yönetimini fiilen o üstlenmiştir. Kuşçubaşı Eşref’in, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya ve Arabistan yarımadasına yönelik olarak çok önemli istihbarat çalışmaları bulunmaktadır. Özellikle Arap ayaklanmasına karşı son derece fedakâr çalışmalar yapmıştır. O, aynı zamanda İtalyanlara karşı verilen Trablusgarp savaşında da rol almıştır. Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve diğerleriyle birlikte kılık değiştirerek Kuzey Afrika’ya gitmiş ve orada milis kuvvetlerine liderlik etmiştir. Tarihte kurulan ilk bağımsız Türk Devleti olan Batı Trakya Türk Devleti’nin kurucusu da yine Kuşçubaşı Eşref ve arkadaşlarıdır. Bu ölçekteki bir adam, daha sonraki yıllarda küstürülmüş ve Manisa’daki çiftliğinde hayvan beslemeye, domates ve patlıcan yetiştirmeye, anılarını yazmaya/yazdırmaya mahkûm edilmiştir! - turkan saylan

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir