MODELİMİZİ KENDİMİZ BULACAĞIZ!..
“Anahtar Kelimemiz: Bölücülüğü ve Etnik Milliyetçiliği Teşvik Etmeyen
Bir Demokrasi Süreci!..”
Kürt meselesini konuşmaya başladığımızdan beri hep “model” kelimesi ile karşılaşıyoruz.
Dünyada model çok; İrlanda var, Bask var, Katalonya var, Korsika var, İskoçya var. Ancak herkesin gözden kaçırdığı bir nokta var. O da; bu ülkeler o modelleri kendi özgün koşulları içinde bulmuş ve hayata geçirmişlerdir.
Kürt meselesini konuşanlar kuşkusuz İngiltere’de, İspanya’da, Fransa’da ne yapıldığını bileceklerdir. Ama Türkiye, kendi özgün modelini bulmak durumundadır. Unutulmamalıdır ki yukarıda sayılan ülkelerde de o “model”lere kolay gelinmemiştir.
Kürt meselesinde bulunduğumuz aşama, bu ülkede yaşayan herkes için en geniş, en uygar demokratik koşulların sağlanması gereken aşamadır. Bunlar tamamlanmadığı, eksiklikler var olduğu sürece ve en önemlisi de dağlarda silahlı adamlar dolaştığı sürece “model” tartışmaları zihin idmanı olmaktan öteye geçemez.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da korkuları, kuşkuları olanlar; korkuları nedeniyle gelişmeye, laik demokrasiye uzak duranlar bulunuyordu. Buna rağmen Cumhuriyeti kuranlar özgün bir model yarattılar ve Türkiye’yi Müslüman dünyanın tek laik demokratik ülkesi olarak var ettiler. Yirmi birinci yüzyılda da Türkiye’nin güvencelerini sağlayacak, ülkede yaşayan her vatandaşı mutlu edecek bir modelin yine bu ülkenin iç dinamikleriyle bulunacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Dil ve yayın özgürlüğü adımlarına herkes için en geniş demokratik haklar, özgürlükler süreciyle devam edildiği takdirde sağlanacak gelişme diğer sorunlara daha farklı bakmamızı sağlayacaktır. Modellere takılı kalmak yerine “en geniş demokrasi” üzerinde uzlaşma sağlayarak çok daha hızlı adımlar atabiliriz.
Kürt sorunu, Kürt meselesi, terör, Güneydoğu sorunu gibi hangi kavramla açıklanırsa açıklansın, Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle 1980’li yıllardan itibaren yaşanılan, ülkemize/insanımıza/tüm değerlerimize, tarif edilemez acılar/kayıplar verdiren bu sorunun çözülebilmesi için kurumsal, örgütlü, bireysel her desteğin, katkının ortaya çıkarılmasının, insanlık borcu olduğu bir zaman tüneli içindeyiz. Bu tünelden birlikte çıkmak ve geleceğe birlikte, el ele yürümek zorundayız.
Hemen, bir saniye dahi gecikilmeden, silahların susacağı ve terk edileceği, mayınsız topraklarımızda, rengârenk çiçekler ve yeşillikler içinde çocuklarımızın oynayarak büyüyecekleri bir rüyayı, gerçeğe dönüştürmek istiyoruz. Bizleri; çeşitli kavramsal kalıplar içinde, siyasi/ideolojik maskeler altında, çıkar çatışmalarının bin bir çeşit gölge oyunlarıyla meşgul ede gelen bir sürecin, insanlığımızı, vicdanlarımızı, geleceğimizi kemiren sebeplerin ve mekanizmalarının yok edilebilmesinin arayışı içindeyiz.
Barışa ve huzura belki her zamankinden daha yakınız. Farklı kimlikleriyle, farklı inançlarıyla, farklı kültürleriyle oluşan, yoğrulan zenginliğe ve bütünlüğe sahip Türkiye halkının “silahların susması ve terörün bir daha ortaya çıkmamak üzere sona ermesi” talebi dayatması gerçek güvencemiz, gerçek dayanağımızdır.
21.yüzyılın gelişen ve değişen dinamiklerinin Türkiye’ye kazandırabileceği veya kazandırmakta olduğu “vizyon” ve vermek istediği “rol”, Türkiye’nin demokratik sistemine derinlik kazandırılmasını zorunlu kılmaktadır. Söz konusu derinliğin niteliksel şekillenişini ise evrensel değerler, AB kriterleri, temel insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, adalet, eşit vatandaşlık gibi özümsenmiş ve içselleştirilmiş kavramlar belirlemek zorundadır.
Kürt sorunu, PKK terörü, mezhep/inanç meseleleri, laik/anti-laik çatışmalar, azınlıklar gibi süreklilik kazanan tüm sorunların çözüm arayışlarında, olması gereken yaklaşımın, Türkiye’nin genel demokratikleşme meselesi içinde, bütünün ayrılmaz parçaları olarak bakılabilmesi ve yeniden yapılandırılmasından geçtiğini görebilmeliyiz. Siyasi ve ekonomik istikrarın da, söz konusu gelişim ve değişim dinamiğine devamlılık kazandırılmasıyla mümkün olacağını, yaşanmış tecrübeler açıklıkla göstermektedir. Türkiye’nin sınırlarında sıfır sorunlu, barışçı, çok taraflı, stratejik derinliğe sahip olması istenilen dış politikaları ile ülke içi dinamiklerin, demokratikleşme hamlelerini güçlendirici, kurumsallaştırıcı istikamette şekillendirebilmesi arasındaki bağlantı dengesinin kurulabilmesi, sorunların çözüm arayışlarının vazgeçilmez unsurlarındandır.
Ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini, bayrağını, resmi dilini, laik ve demokratik sisteminin korunmasında tereddüt yaratmayan siyasi aktörlerin mevcudiyeti ve söz konusu temel değerler üzerinde hassasiyeti bilinen halkımızın talepleri dikkate alındığında, çözümün beklenilenden de yakın olabileceğinin söylenilmesi yanıltıcı olmaz.
Kürt sorununun çözümünün bütüncül bir yaklaşımla ele alınabilmesi için, PKK silahlı yapısının tasfiyesinin kaçınılmazlığı, ortak dil kullanımı, psikolojik şartların olgunlaştırılması, empati, diyalog, şeffaflık ve iletişim unsurlarına işlerlik kazandırılması, çözümün öncelikli konularından diye düşünüyorum.
PKK’nın şartsız ve süresiz ateşkes kararı alması, mayın döşeyerek saldırılarda bulunma, “intikam” alma eylemlerinden vazgeçmesi, demokratik gelişim ve değişim dinamiğine uygun olarak silahları bırakması ve hukuki siyaset içinde olan DTP üzerindeki gölgelerini kaldırması durumunda, demokratikleşme iddialarıyla uyumlu, farklı ve yapıcı bir sürecin ivme kazandırılmasında önemli bir katkı yaratabilecektir. Silahların susması ve demokrasi söylemlerinin anlam kazanmaya başladığı bir süreçte, gelişmeler nasıl yorumlanırsa yorumlansın, Şemdinli, Aktütün, Çukurca’da yaşanan ve benzeri insan öldürmeye yönelik eylemlilik durumları, yaklaşan çözüm sürecinin önüne kurulan tuzaklar olarak görülmelidir.
Son söz… Üniter devletten vazgeçmek, tarihin akışına karşı koymaktır. Evet küreselleşmenin, etnikleşme ile beraber yürüdüğü bir dönem yaşandı ama dikkat edilecek olursa o dönemde bile milli devletler değil hep federasyonlar parçalandı. Önümüzde bu yanlışın algılandığı ve tekrarlanmayacağı bir gelecek var. Türkiye barışı ve mutluluğu, bütünlüğünü daha sağlam hale getirecek çarelerde bulacaktır. Demokratikleşme bunun birinci maddesidir. Ama bölücülüğü teşvik etmeyen, etnikleşmeyen ve üniter devlet yapımızı reddetmeyen bir demokratikleşme süreci…
Nail Amudi
Bir yanıt yazın