DTP BU KADAR SİNİRLENMEMELİ VE SEÇMENİN SESİNE KULAK VERMELİ!..
DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ile Emine Ayna imzasıyla Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Kürt Federe Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve Federe Parlamento Başkanı Adnan Müftü’ye geçen hafta bir mektup gönderilmiş.
Mektupta deniyor: “Kamuoyuna yansıyan Hiwa Listesi’nin seçimlere katılmasının engellenmesi haberi partimiz tarafından büyük üzüntüyle karşılanmış ve demokrasi adına kaygılandırmıştır. Türkiye’de Kürtler adına siyaset yapan partiler seçimlere katılabilmektedir. (Hayret, bu gerçeği ancak çıkarlarına uygun olduğu zaman dile getiriyorlar) Yıllarca anti-demokratik ve despotik uygulamalara karşı mücadele yürütmüş sizlerin Federal Kürdistan Bölgesi’nde ironik bir şekilde Kürtler’in özgürlüğü ve demokratikleşmesi için mücadele eden ‘Hiwa Listesi’ gibi bir oluşumun siyaset dışı bırakmasının Irak’ın ve Federal Kürdistan’ın demokratikleşmesine katkı sağlamayacağını düşünüyoruz”
Peki, Ahmet Türk ile Emine Ayna’yı Kürt liderlere mektup gönderecek kadar kızdıran olay ne? Hiwa Listesi’nin sırrı ne?
Özetle aktarayım: Kuzey Irak’ta 25 Temmuz’da parlamento seçimleri yapılacak. Seçime katılmak için 41 partinin oluşturduğu 16 ittifak listesi başvurdu. Irak Yüksek Seçim Kurulu 16 listeden 15’ine onay verdi, birini reddetti. Engellenen ittifak “Hiwa Listesi” adını taşıyor.
Kurul başvuruyu reddetmesine gerekçe olarak; “Hiwa Listesi”nin adaylarını “Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi” üyelerinin oluşturmasını, yani PÇDK’nın silahlı bir örgüt olmasını gösterdi.
PÇDK, adını koymak gerekirse, uluslararası toplum tarafından ilan edilen terör örgütleri listesinde ilk sırada yer alan PKK’nın Irak’taki siyasi ve silahlı uzantısı. Türkiye’deki DTP ile aynı kefeye konur mu, cevabını vicdanlara bırakıyorum, ama DTP liderlerinin Irak Yüksek Seçim Kurulu’nun kararına Kuzey Irak liderlerini eleştirecek kadar öfkelenmeleri, yine de bir fikir edinmeye yetiyor diye düşünüyorum.
Irak merkezi yönetiminin daha önce seçimlere katılmasına izin verdiği PÇDK’nin 25 Temmuz’daki seçime katılmasına izin vermemesi, Kuzey Irak yöneticilerinin de bu yasağa ses çıkarmamaları, aslında çok önemli bir mesaj veriyor: “PKK’ya ve uzantılarına Iraklı Kürtlerin ve Bağdat yönetiminin hoşgörü dönemi artık bitmiştir.”
Ancak bu tutum değişikliğinin, doğal olarak, gelecekte de devamının gelmesi gerekiyor.
Hak-Par Genel Başkanı Bayram Bozyel’in Kuzey Irak’taki temaslarının sonuçlarıyla ilgili basına yaptığı açıklamalar da “Devam”ın, daha doğrusu “Son”un pek uzak olmadığını ortaya koyuyor. Hak-Par Başkanı Bozyel’e göre, dünyanın en tehlikeli terör örgütlerinden Tamil Kaplanları’nın sonunun getirilmesi sonrasında, ABD, Türkiye ve Irak (Iraklı Kürtlerin öncülüğünde) başta olmak üzere, Avrupa ülkeleri, hatta İran ve Rusya, PKK’nın tasfiyesi için 4 aşamalı bir plan üzerinde anlaştılar. Sadece bölge ülkeleri için değil, uluslararası toplum için de tehdit oluşturan PKK’yı tasfiye etme planına yönelik çalışmalar hızlandı.
Dört ayaklı plana göre önce Kuzey Irak’taki Mahmur kampı boşaltılacak ve buradaki 10 bin kişi Türkiye’ye getirilecek. Kandil Dağı’ndaki PKK’nın dağ kadrosu ise Mahmur’a yerleşecek ve burada silahlardan arındırılacak. Lider kadro da Irak pasaportuyla Norveç başta olmak üzere Avrupa ülkelerine gönderilecek. Türkiye de bu sürece paralel olarak “affı” da kapsayan bir çözüm paketi hazırlayacak.
Bayram Bozyel başta olmak üzere Kürt siyasetçi ve aydınları, PKK’nın üst düzey kadrosunun bu plana sıcak baktığını belirtiyorlar.
Evet, böyle bir planın uygulanması, PKK’nın -ister bitmesi, ister bitirilmesi deyin- sonu anlamına geliyor. Ve de Kürt sorununun çözümündeki başlıca ipoteğin ortadan kalkması. Çünkü birçok yazımda ifade ettiğim gibi, PKK terörü ortadan kalkmadan Kürt sorununun demokratik süreç içerisinde çözülmesi imkansız görünüyor. Nitekim, bir araştırma kurumunun yaptığı ankete göre, Kürt sorununun çözüm sürecine yönelik olarak DTP seçmeninin yüzde 60’ının “Önce PKK silah bırakmalı ve sürecin önünü açmalı” demesi de, bu saptamayı destekler nitelikte bir bulgudur. (Milliyet, 5 Temmuz 2009)
Buradan bir kere daha Iraklı Kürtlere kızan DTP’li siyasetçileri, kan, gözyaşı ve kargaşadan siyasi rant elde etme girişimlerinden vazgeçmeye ve uzak durmaya davet ediyorum. DTP’ye düşen sorumluluk; sorunu silahla değil, konuşarak çözebilmeyi sağlamak ve diyalog ortamını yaratmaktır. Bunun yolu da çok açıktır: DTP, dağ romantizminden kurtulup, sorunu konuşulamaz hale getiren silahlı mücadeleyi durdurmaya konsantre olmalıdır.
Bugün PKK, Kürt sorununun çözümünü engelleyen bir noktadadır. PKK elini tetikten çekmeli ve güvenlik güçlerinin önüne çıkmamalıdır. Kürt sorununu PKK değil ancak demokratik güçler çözebilir.
Gelinen süreçte Türkiye uzun yıllar süren terör belasını defetmenin eşiğine gelmiştir. O eşik aşılınca da Türk’üyle, Kürt’üyle tüm toplum daha güçlü, daha zengin bir ülkede yarınlara umutla bakabilecektir.
Nail Amudi
Araştırmacı Yazar
Bir yanıt yazın