Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Ortadoğu Uzmanı
20 Haziran 2009 günü Kerkük’e bağlı Tazehurmatu ilçesinde gerçekleştirilen ve 80’den fazla kişinin ölmesi ve 200 civarında kişinin yaralanmasına neden olan saldırı Irak’ta dikkatlerin yeniden şiddet olaylarına çevrilmesine neden oldu. Türkmenlerin hedef alındığı bu saldırının nedenini tek bir etkene bağlamak mümkün değildir. Çünkü sadece Tazehurmatu’daki değil Irak’ın genelinde artışa geçen şiddet olayları tek bir nedenle açıklanamayacak kadar karmaşık bir hale gelmiştir. Bu nedenle, bu çalışmamızda Tazehurmatu’da Türkmenlere yönelik gerçekleştirilen saldırı tüm boyutlarıyla ele alınmaya çalışılacaktır.
Neden Tazehurmatu?
İstatistiklere göre Tazehurmatu’da meydan gelen olay Irak’ta son bir yılda meydana gelen şiddet olaylarının en büyüğüdür. Şubat 2008’de Bağdat’ta gerçekleşen ve 99 kişinin ölümüne neden olan bombalama eyleminden bugüne, bir seferde bu kadar çok insanın öldüğü başka olay meydana gelmemiştir. Ancak, Tazehurmatu saldırısı son yıllarda Türkmenlere yönelik diğer saldırılarla birlikte ele alındığında daha ciddi bir anlam kazanmaktadır. İşgalden sonra Irak’taki tüm etnik gruplar gibi çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya olan Türkmenlerin aslında görünenin ötesinde bir baskı altında olduğu söylenebilir. Türkmenlere yönelik açık ve adı konulmuş bir kampanya yürütülmemesine rağmen üst üste meydana gelen pek çok olay gerçekte Türkmenlerin hedef alındığı bir dizi eylemin olduğunu ve Türkmenlerin üstü kapalı ve sistematik olarak baskı altına alınmaya çalışıldığını göstermektedir. 2007 yılında Telafer’de El Vahde semtindeki saldırı, 2008 yılında Tuzhurmatu’ya bağlı Amirli nahiyesi saldırısı ve 2009 yılındaki Tazehumatu saldırısı birarada düşünüldüğünde neredeyse her yıl Türkmenlere yönelik çok büyük bir saldırı olduğu görülmektedir. Bu ve benzeri saldırıların çoğu ise Irak’ta önemli gelişmelerin yaşanmasının arifesinde veya hemen sonrasında gerçekleşmiştir. Bu nedenle, Tazehurmatu’nun neden hedef seçildiği ve bu saldırının hangi nedenlere dayanmış olabileceği hakkında şunlar söylenebilir:
· Irak’ta “tartışmalı bölgeler” kavramı ortaya atıldığından bu yana Musul’un batısından Diyala’nın doğusuna kadar uzanan yay üzerinde kanlı saldırılar, göç olayları, ciddi baskılar ve büyük bir siyasi güç mücadelesi yaşanmaktadır. Bir anlamda Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin sınırlarının belirlenmesiyle eşdeğer olan bu “tartışmalı bölgeler” çoğunlukla önemli sayıda Türkmen nüfusu barındırmaktadır. Telafer, Kerkük, Tuzhurmatu ve Diyala’nın bazı bölgelerini de kapsayan bu alanda “tartışmalı bölgeler” meselesi tırmanmaya başladığından ve BM’nin hazırladığı rapor doğrultusunda bu yerlerin kaderinin etkileneceğinin ortaya çıkmasından sonra olaylar tırmanmış, sözkonusu bölgelerde bombalama olayları, kaçırmalar, suikastler ve siyasi baskılar artmıştır. Bu nedenle, Tazehurmatu olayı, tek başına ele alınmamalı; bulunduğu coğrafi bölge itibarıyla bir dizi olayın parçası olarak görülmelidir. Bu bağlamda bazı Türkmen yerel yetkililerinin Kürt partilerinin Tazehurmatu’da büro açmak istemesinin engellenmeye çalışılmasıyla başlanan gerginliğin bu ilçeyi hedef haline getirdiği şeklindeki yorumu gerçeklikten uzak gibi görünmemektedir.
· “Tartışmalı bölgeler” kadar önemli bir diğer faktör de Ekim 2009’da yapılması beklenen nüfus sayımıdır. İşgalden sonra neredeyse tüm Türkmen bölgelerinde demografik yapı değiştirilmeye çalışılmıştır. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise çeşitli baskılarla Türkmenlerin kimliklerini yaşatmalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Tazehurmatu olayına bir de bu açıdan bakmak gerekmektedir. Irak’ta yapılacak nüfus sayımı öncesinde halkta korkuyu yaymak ve kimliklerini açıkça vurgulamalarını engellemek için oluşturulmaya çalışılan baskının değişik araçları vardır. Bu araçlardan birisi de bu şiddet olayları olabilir.
· Tazehurmatu saldırısının en önemli nedenlerinden birisi Kerkük konusunda yaşanan sorunlardır. Irak Anayasası’nın 140. Maddesi’nin işlevini yitirmesinden sonra Kerkük’teki soruna çözüm bulmak için kurulmuş olan 23. Madde Komisyonu’nun da başarısız olup dağılması Kerkük’teki gerilimi iyice artırmıştır. Bir yandan yaklaşan genel seçim öncesinde Kerkük için özel bir statü üretilmesi arayışı, diğer yandan şehirdeki taraflar arasında dengenin bir türlü sağlanamamasının Arap ve Türkmenlerin muhalefetini artırması, Kerkük’teki durumu iyice sorunlu bir hale getirmektedir. İşgal sonrası süreçte oldu bittiyle şehrin kontrolünü büyük ölçüde eline geçiren Iraklı Kürt grupların elde ettikleri bu avantajı kaybetmek istemedikleri görülmektedir. Ancak, Kerkük’ün demografik yapısı büyük ölçüde değiştirilmesine rağmen bu şehrin halan en az yarısı Araplar ve Türkmenlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, onların varlığını hiçe sayarak Kerkük’te durumun sürdürülmesi mümkün değildir. Dahası, Irak’ın diğer vilayetlerinde de Kerkük meselesine yönelik güçlü bir hassasiyet bulunmakta, etnik ve mezhepsel ayırım gözetmeksizin tüm Iraklılar Kerkük’ün merkeze bağlı bir vilayet olarak kalmasını istemekte ve kuzeydeki bölgesel yönetime katılmasına karşı çıkmaktadırlar. Bu durum, Maliki Hükümeti’nin tavırlarından açıkça görüldüğü gibi 22 Temmuz 2008’de Irak Meclisi’nin tavrında da ortaya konulmuştur. Özellikle, son dönemde Şii Arapların önemli bir kısmının da Kerkük konusunda Kürtlerin maksimalist taleplerine karşı çıkması dikkat çekici bir husustur. Kerkük’le ilgili tartışmaların artması ve gerilimin tırmanması şehirde şiddet olaylarının artmasına neden olmakta ve ciddi bir iç çatışma için kötü niyetli tarafların kullanabileceği uygun bir zemin yaratmaktadır.
· Tazehurmatu’nun hedef alınmasının önemli nedenlerinden birisi de Irak’ın genelinde yaşanan gelişmelerdir. Irak’ın seçim öncesinde gerginleşmesini isteyen taraflar bir süredir Şii-Sünni çatışmasını tırmandırmaya yönelik provakatif eylemlerini artırmışladır. Özellikle, 2005-2007 yılları arasında yoğun bir Sünni-Şii savaşının yaşandığı Irak’ta tekrar gerginlik başlatılabilmesinin en kısa ve doğrudan yolu bu ayrılığı kışkırtmaktır. Irak’taki siyasal süreçte aradığını bulamayan gruplar, kendilerine verilen sözler yerine getirilmeyen eski Baasçılar, yeniden güçlenmeye çalışan El Kaideciler başta olmak üzere çatışmacı siyaset izleyen grupların bu politikaları Irak’taki Şiileri hedef almaya devam etmektedir. Son aylarda Irak’ta meydana gelen eylemlere bakıldığında asker ve polisin doğrudan hedef alındığı eylemler dışında büyük saldırıların kurbanlarının genellikle Şiiler olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, özellikle tartışmalı bölgelerdeki eylemler hem Türkmen hem de Şii olmaları nedeniyle Şii Türkmenlerin yoğun olduğu yerlerde odaklanmaktadır. Bu tür saldırıları üstlenen olmamakta, genellikle eylemi yapanın El Kaide olduğu söylenmektedir. El Kaide’nin Şiiliğe ve Iraklı Şiilere yönelik politikası ve eylemleri dikkate alındığında bu söylemin tersini savunmak güçtür. Ancak, Irak’ta üstlenilmeyen ve büyük etki yaratan her eylemin arkasında El Kaide’yi aramak kolaycılık gibi görünmektedir. Nitekim, Irak’taki birçok eylemini üstlenen El Kaide’nin Tazehurmatu’daki olayı üstlenmediği görülmektedir. El Kaide kisvesi altında bazı örgütlerin ya da grupların Irak’ta özellikle Şiilere yönelik eylemler yaptığı ve bunları El Kaide’nin üzerine attığı dikkatten kaçırılmamalıdır. Ayrıca, Tazehurmatu saldırısının gerçekleştiği dönemde Bağdat’ta toplanan ve Başbakan Nuri El Maliki’nin de katıldığı bir Türkmen toplantısında Tuzhurmatu ve Telafer gibi Türkmen yerleşimlerinin vilayet olması gerekliliğinin altının çizilmesi de saldırıyı etkileyen dinamikler arasında sayılabilir. Bu öneriler, Musul-Diyala hattındaki siyasi yapıyı kökten etkileyecek bir siyasi potansiyele sahiptir.
· Tazehurmatu’ndaki olayı zamanlama açısından etkileyen faktörlerin başında ise Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesi süreci gelmektedir. 30 Haziran’da ABD’nin Irak şehir merkezlerindeki askerlerini üslere konuşlandırması sürecinin tamamlanması gerekmektedir. Bu süreç Irak’taki birçok faktörü harekete geçirmiştir. Kürt gruplar ABD askerlerinin çekilmesini kendi hâkimiyetlerine yönelik yeni bir tehdit olarak görmektedirler. Çünkü ABD askerleri çekildikten sonra bazı bölgelere Irak ordusunun gireceğini ve etkinliklerini yitireceklerini düşünmektedirler. Öte yandan, hem Irak Hükümeti hem de bazı direnişçi veya terörist gruplar da ABD askerlerinin çekilmesini fırsat olarak görmektedirler. Özelikle Başbakan Maliki, ABD’nin çekildiği yerlerde güvenliği sağlayacak kadar güçlü olduğunu göstererek son 1,5 yılda elde etmiş olduğu güvenlik sağlayıcı aktör konumunu sürdürmeyi ve bu sayede siyasi başarısını artırmayı hedeflemektedir. Bu nedenle, sorunlu ve çatışma yaşanan bölgelere acilen ve kuvvetli bir şekilde müdahale etmeyi, böylece güç gösterisi yapmayı düşünebilir. Ancak direnişçiler ve terörist gruplar da ABD ordusunun çekilme sürecinde askeri ve psikolojik üstünlüğü yeniden elde etmeyi ve böylece tam çekilme sonrası döneme hazırlanmayı düşünüyor olabilirler. Bunlar Irak ordusunun kendileriyle başa çıkmayacağını ve ABD desteği olmadan sahada üstünlük sağlayabileceklerinin hesabını yapıyor olabilirler. Olası çatışmalarda Maliki Hükümeti ABD’nin desteğiyle olayları bastıracak durumda olsa bile direnişçiler bu durumdan yine avantajlı çıkmış olacaktır. Çünkü Maliki Hükümeti’nin tek başına güvenliği sağlayamayacağını göstermiş olacaklardır. Bu durum hem ABD’yi hem de Iraklı siyasi grupları strateji değişikliğine itmeyi bile hedefleyebilir. İşte bu süreç içinde Irak’ta çatışmaların artması beklenebilir. Bu çatışmaların başkent Bağdat ve Diyala vilayetine ek olarak, Kürt-Arap-Türkmen çekişmesinin bulunduğu coğrafya ile, çatışma çıktıktan sonra yayılma gösterebileceği Musul-Diyala hattında özellikle Şiilere yönelik olması olasılığı bu nedenle daha güçlüdür.
Tazehurmatu Olayı Işığında Ortaya Çıkan Olgular ve Yakın Geleceğe İlişkin Beklentiler
Tazehurmatu’ndaki olay maalesef Türkmenlere yönelik saldırıların son bulmayacağını göstermektedir. Irak’ın işgal edildiği günden bu yana sakin bir yaşam geçirmiş ve ön plana çıkmamış bir bölgenin bile hedef seçilmiş olması bu bağlamda manidardır. Saldırıdan sonra olayın mağdurları arasında bulunan bazı Türkmenlerin hiçbir olaya karışmadıkları ve neden hedef alındıklarını anlayamadıkları yönündeki beyanatları anılan coğrafyada hiçbir yerin artık güvenli olmadığının bir kanıtıdır. Bu bağlamda yukarıda belirtilen çerçevede yakın dönemde Kerkük, Telafer, Tuzhurmatı ve Diyala’nın Türkmen nüfusuyla ön plana çıkan Karatepe, Celevle ve Mendeli gibi yerlerinde benzer olayların meydana gelmesi olasılığı bulunmaktadır.
Irak’ta nüfus sayımı yaklaştıkça özellikle sorunlu bölgelerdeki baskıların artabileceği, bu baskıların Türkmenler üzerinde yoğunlaşabileceği söylenebilir. Irak’ta Araplar ve Kürtlerden sonra en büyük nüfusa sahip olan Türkmenlerin varlıklarını kanıtlamaları için en önemli fırsat olan nüfus sayımı bazı gruplarda tarafından tehdit olarak görülmektedir. Çünkü, Irak Hükümeti ile kuzeydeki bölgesel yönetim arasında sorun teşkil eden yerlerin birçoğunda Türkmenler yaşamaktadır. Bu bölgelerdeki Türkmen varlığının bir güç mücadelesi sahası haline dönüşmesi Türkmenler için yeni riskler yaratmaktadır.
Son olayın da gösterdiği gibi Türkmenler Irak’ın en korunmasız halklarından birisidir. Kendi güvenliklerini sağlayabilecekleri bir mekanizmanın yaratılmamış olması onları savunmasız bırakmakta ve potansiyel hedef haline getirmektedir. Türkmenlerin en azından bazı yerel düzenlemelerle çoğunlukta oldukları bölgelerde “Sahva benzeri” çözümler üretmesine Irak hükümeti tarafından yardımcı olması Türkmenlerin güvenlik altına alınmasında katkı sağlayabilir.
Son olarak altı çizilmesi gereken konu ise Türkmen meselesinin Türkiye gündemindeki yerinin yeniden değerlendirilmesidir. Gazze’deki olaylarda Orta Doğu’nun vicdanı rolünü üstlenen Türkiye’nin aynı duyarlılığı Irak’taki olaylara da göstermesi gerekmektedir. Türkiye, Tazehurmatu saldırısının hemen ardından bölgeye yardım göndermiş ve Türkmenlere ilk yardım gönderen ülke olmuştur. Bu yardımın Türkmenlerin yalnız olmadığının gösterilmesindeki önemi büyüktür. Ancak, olaylara Türkiye kamuoyunda yeterince yer verilmemekte, Türkmenlerin Irak’ta karşı karşıya olduğu sorunlar ve baskılar, basının gündeminde gerekli yeri bulamamaktadır.
30 HAZİRAN 2009