“DTP’liler, Etnik Çatışma Yaratmaya Yönelik Yalan ve Yanlış Söylemleri Terk Ederek, Demokratik Sürece ve Birlikte Yaşama İradesine Sahip Çıkmalılar!..”
Demokratik kurallar içinde “soruna” demokratik süreç içerisinde çözüm arayanlara inanmak giderek zorlaşıyor.
Kürt sorununun çözümüne yardımcı olmak amacıyla silahlı eylemlere 15 Temmuz’a kadar ara verdiğini açıklayan terör örgütü, doğasındaki kalleşlik gereği yollara döşediği mayınları patlatıyor, karakollara baskınlar düzenlemeye devam ediyor. Güya üzerlerine gelinmezse eylem yapmayacaklar, savunma durumunda olacaklardı. Yola mayın döşeyip, uzaktan kumandayla patlatmak veya askeri karakollara baskın düzenlemenin savunma ile nasıl bir alakası olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Neyse…
Barıştan, kardeşlikten, insan haklarından, demokrasiden sürekli söz edip Türkiye’nin üniter devlet yapısı içinde Kürtlere eşit haklar verilmesini isteyenlerin sözcüsü olduğunu iddia eden, ancak Kürtlere ihanet ederek, PKK’nın sözcülüğünü yapmaktan öteye gidemeyen DTP’liler, Avrupa Birliği, ABD başta olmak üzere uluslar arası toplum tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK’lı teröristlere “gerilla”, yargılanarak ömür boyu hapse mahkum edilen terör örgütünün başındaki şahsa da “Sayın” diyerek ve bir kısmı PKK içinde olmak üzere binlerce Kürdün katledilmesine önderlik yapan bu şahsı soruna çare olarak göstererek, aslında gerçek niyet ve samimiyetlerini ortaya koyuyorlar. Neyse…
Ben asıl sizlere, geçtiğimiz hafta basın-yayın organlarına yansıyan bir haberin, daha doğrusu sırrını açığa vurmaktan çekinmeyen, “sarkık” görüşleriyle öne çıkan birinin açıklamasından bahsetmek istiyorum.
Demokratik rejimin sağladığı olanaklarla ihanet, bölücülük kol kola…
DTP Milletvekili Sırrı Sakık, partisinin Çanakkale kongresinde yaptığı konuşmayla, Çanakkale zaferini istismara yeltenmiştir. Sarkık görüşleriyle meşhur Sakık; “…Çanakkale’de ölenler ortak vatan için mücadele ettiler. Ama ne yazık ki, 1921’de Anayasa’da ‘Bu vatan Kürtler’in ve Türkler’in ortak vatanıdır’ diyen Mustafa Kemal ve arkadaşları, 1924’te ret ve inkâr politikalarıyla, Çanakkale’de toprağa gömülenlere ihanet ettiler. 1924’te tek ırk, tek dil yarattılar” diyerek, ayrımcılığa ve bölücülüğe yeni bir örnek daha verdi.
Sırrı Sakık, “yalan ile yanlış”ı karıştırıp, çarpık bir zihniyetin söylemlerini “tarihi gerçekmiş” gibi kamuoyuna servis yaparak, vatandaşların kafasını karıştırmaya çalışıyor.
Hemen şunu belirtmeliyim ki, 1921 Anayasası’nda “Bu vatan Türklerle Kürtlerin ortak vatanıdır” diye bir ibare kesinlikle yoktur.
16 Ocak 1923 günü İzmit’te yaptığı basın toplantısında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: “Ayrı bir Kürtlük düşünülemez. Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denilir.”
Bu açıklama 1924 Anayasası’na da bir madde olarak konulmuştur. Böylece, ne Kürtler ne de diğer etnik topluluklar inkâr edildi. Anayasada “Türk” sıfatı açıkça “Türkiyeli” anlamında kullanıldı.
1921 ile 1924 Anayasalarının farkına gelince… Temmuz 1923’te Lozan imzalanmış, “ulus” devletin kuruluş süreci başlatılmıştı. Dış faktörler değişmişti. Hukuki ve anayasal yapı ona göre oluşturuldu. Dolayısıyla ortada ihanet falan yok, geleceğin o günkü koşullara göre yeniden çizilmesi var. Türkiye’nin temel değerlerine insafsızca saldıranların silahların susması, barış, kardeşlik, uzlaşma sloganları bana hiç inandırıcı gelmiyor…
Türkiye, her etnik kimlikten, her inançtan tüm yurttaşların yurdu ise ve biz adil bir toplumun eşit vatandaşları olmak istiyorsak, iş, aş ya da başka bir saikle yurt diye bildiğimiz bu coğrafyanın üniter yapısına zarar verecek yaklaşımlardan kaçınmalıyız. Zira üniter devletten vazgeçmek, tarihin akışına karşı koymaktır.
Kürt sorunu, Kürt meselesi, terör, Güneydoğu sorunu gibi hangi kavramla açıklanırsa açıklansın, Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle 1980’li yıllardan itibaren yaşanılan, ülkemize/insanımıza/tüm değerlerimize, tarif edilemez acılar/kayıplar verdiren bu sorunun çözülebilmesi için kurumsal, örgütlü, bireysel her desteğin, katkının ortaya çıkarılmasının, insanlık borcu olduğu bir zaman tüneli içindeyiz. Bu tünelden birlikte çıkmak ve geleceğe birlikte, el ele yürümek zorundayız.
Son söz… İster iş ve aşın peşinde, ister eğitim için, ama isterse keyfini çıkarmak için tüm yurdu, Türk-Kürt, ortak evimiz olarak yaşamalı, tüm odalarını, sofasını, avlusunu, bahçesini kardeşçe paylaşmalı, binlerce yıl gerçekleştirdiğimiz bir arada yaşama kültürümüzü, geleneğimizi, kendi kimliklerimize sevgi ve saygıyı ihmal etmeden, içe kapanmadan, yeniden kaynaşarak, yakınlaşarak, daha güçlü bir duygu ile yaşamayı başarmalıyız… Ama bölücülüğü teşvik etmeyen, etnikleşmeyen bir demokratikleşme süreciyle bunu başarmalıyız…
Nail Amudi
Bir yanıt yazın