İran Seçimleri ve Demokrasi

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Komşumuz İran’daki başkanlık seçiminden sonra yaşananlar dünyanın dikkatini bu ülkeye çevirdi. Sonuçlara itiraz edenlerin protestolarına karşı yönetimin şiddeti arttıkça daha geniş kitleler sokağa dökülüyor. Başta İsrail olmak üzere, ABD ve diğer bazı ülkelerde gelişmeleri keyifle izleyenler bulunmaktadır. Kaybeden tarafın yasal yollarla sonuçlara itiraz etmesi ve itirazın kabul edilmesinin şiddeti azaltabileceği beklenmekteydi. Ancak oyların yüzde 10′unun yeniden sayılması kararı kitlelerin öfkesini artırdı. Bu yazının hazırlandığı Pazar günü akşamı itibariyle (seçimlerden 8 gün sonra) çatışmalarda ölenlerin sayısının 150′yi geçtiği bildirilmektedir.
Ahmedinecad’ın bir dönem başkanlığından sonra demokrasilerde akla ziyan bir yüzde (%65) ile yeniden seçilmesi doğal olarak seçimlerin dürüstlüğüne gölge düşürdü. Seçimlerden önce uluslararası gözlemci heyetinin kabul edilmemesi de şüpheyi artırmaktadır. Asıl tartışmalı konu ise, tarafsız olması gereken dini lider (aslında sistemi kuşatan anayasal kurumların başı) Ali Hamaney’in seçimlerden önce halka, Ahmedinecad’a oy vermelerini istemesidir. Yapılan seçimler, bu yönüyle bizdeki 1946 seçimlerini hatırlatmakta, ancak hile konusunda elde somut bir veri de henüz bulunmamaktadır. Bununla beraber, mollaların egemenliğindeki sistemin varsa bu verileri ortaya koyması çok zordur.
Demokrasilerde icraat yapan daima yıpranır. Bu durumda aynı kadronun ikinci dönemde çok iyi bir sonuç elde etmesi için olağanüstü başarılara imza atması gerekmektedir. Halbuki komşumuzda böyle bir süreç yaşanmadı. Bugün İran’daki işsizlik oranı Ahmedinecad’ın iktidara geliş tarihinden çok daha yüksek. Hızla artan genç işsizler ordusu, her ülkede olduğu gibi İran’da da öncelikle iktidarı, bir adım sonra rejimi tehdit etmektedir. Bugün itibariyle, sistemden hoşnut olmayan kitleler kontrolden çıkmış durumdadır. Asıl önemlisi olan şaşmaz kabul edilen dini liderin, inkilabın büyük rehberinin otoritesi de yalama yapmıştır. Göstericileri sükunet çağrısı dikkate alınmamakta, şiddetin artmasına yol açmaktadır. İran tarihinde zaman zaman yaşandığı gibi ancak kanlı ve ciddi bir değişimle istikrarın yerleşebileceği görülmektedir.
Dünyanın petrol rezervleri ve ihracatı bakımından en zenginlerinden biri olan İran’ın kendi ihtiyacını karşılayacak kurulu rafinerisi yoktur. Her gün dev tankerler Basra Körfezi’ndeki İran limanlarından ham petrol taşırken, diğer taraftan bu ülkeye, halkın benzin ihtiyacını karşılayacak gemiler yanaşır. Türkiye’nin nükleer teknolojiye karşı soğukluğunu her fırsatta ayıplayıp, bu konuda (nükleer enerji üretmek, nükleer silah değil) İran yöneticilerinin hırsını kıskançlıkla izliyordum. Ancak, dünyanın en genç nüfusa sahip ülkelerinden olup, milyarlarca petro-doları olan İran’ın benzindeki dışa bağımlılığı, ülkeyi bugüne kadar yönetenlerin kolay kolay altından kalkamayacağı bir ayıp. Sırf benzin satışındaki kısıtlamalar ve zamlar dahi yakın zamanlarda kitleleri öfkelendirmişti.
Başarılı demokrasilerin temelinde, demokrasi kültürü, erdem, eğitim seviyesi gibi niteliklerle birlikte sosyo-ekonomik bakımdan belli bir gelişmişlik düzeyi bulunmaktadır. Seçimlerin daha sorunsuz yapıldığı, sonuçların günlerce tartışılmadığı, sandıklar açılır açılmaz seçimlere hile karıştırıldığı iddialarının gündeme gelmeyen yerler, genellikle fert başına milli gelirin en azından 10.000 doların üzerinde olduğu ülkelerdir. Gayr-i safi milli hâsılayı toplam nüfusa bölerek elde edilen rakam bir anlam ifade etmez, fakat ülke gelirinin toplum tabakalarına adil bir şekilde dağıtılması da önemlidir. Bu bakımdan Hindistan demokrasisi bir istisna teşkil etmemektedir. Çünkü kast sisteminin hâkim olduğu bu ülkede, gerçek demokrasiye kadar kat’edilecek daha uzun çok uzun bir yol bulunmaktadır.
İran’ın nüfusunun yarısına yakınını oluşturan Türkler için de bir bakıma kast sistemi uygulanmaktadır. İlkokuldan üniversiteye Türkçe dersinin olmadığı, böyle bir talebin bile şiddetle cezalandırıldığı İran’ın sosyo-ekonomik veya etnik sorunları gerçek demokrasi önünde önemli engeller olarak görülmektedir. Beş şiddetindeki bir depremde dahi binlerce kişinin ölmesi, halkın önemli bir kısmının Orta Çağ teknolojisi konutlarda yaşadığını göstermektedir. Bizim Ankara veya İstanbul’un varoşları ile merkezi semtler arasındaki uçurum, iki Tahran (zenginlerin ve yoksulların oturduğu semtler) arasında çok daha derindir. Diğer aday Musavi’nin de bir Azeri Türkü olup, devrimden beri rejimin sadık hizmetçilerinden olduğu halde, mollaların Ahmedinecad’ı işaret etmeleri sosyo-ekonomik faktörler yanında derinden gelen bir etnik tepkiyi de göstermektedir.
Başkanlık koltuğuna bir dönem daha oturan Ahmedinecad’ın, seçimler konusundaki halkın şiddet gösterilerini bastırmakta ne kadar başarılı olacağı henüz belli değil. Ancak belli olan bir şey var ki günümüzdeki iletişim imkânları, yönetimi, halkın gerçek sorunlarını görmeye mecbur kılmaktadır. Sadece dış düşmanlara, ABD’ye veya İsrail’e karşı sert söylemler kitlelerin karnını doyuramamaktadır. Halk bir dönem daha sofrasında bu menüyü görmek istememektedir.
Musavi’nin ABD yanlısı, İran’a laiklik getirecek bir lider olduğunu kimse zannetmesin. Daha önce önemli görevlerde bulunmuş bir politikacıdır. Ancak, Ahmedinecad ile arasındaki nüanslar dahi halka umut vermektedir. Bununla beraber, gelişmeler Musavi veya diğer muhalif liderlerin de kontrolünden çıkmışa benzemektedir. Mevcut mollalar rejimi, aslında iktidarını sürdürme konusunda Musavi fırsatını kaçırmıştır.
Komşumuza huzurlu, mutlu ve müreffeh günler dilerken aynı zamanda yaşananların katılımcı demokrasinin gerçekleşmesi ve insan haklarına saygı istikametinde gelişmelere vesile olacağını ümit ediyoruz. “Komşuda pişer, bize de düşer” özdeyişinin, komşudaki istikrarsızlığı da kapsadığını unutmayalım.

Öncevatan, 23.06.2009

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya - globe 1029210 640

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir