Muhafazakâr toplum kesimleri, 1950-1960 yılları arasında başbakanlık yapan Adnan Menderes’in ismini zikrederken mutlaka başına “Merhum” sıfatını eklerler. Tıpkı Turgut Özal ismini zikrederken yaptıkları gibi. Bu bakımdan Denilebilir ki; “Merhum” sıfatı, Adnan Menderes ve Turgut Özal için, “Hazreti” sıfatının Peygamber ve ashabı için gördüğü fonksiyon gibi bir fonksiyon icra eder! Bunun nedeni, muhafazakâr ve dindar toplum kesimleri nezdinde, adı geçenlerin, kendilerinden önce ve sonra aynı görevi yapanlara göre daha dindar kişilikler olmalarıdır. Böyle olduğu için de dini bir terim olan “Merhum” sıfatı, Menderes’e ve Özal’a pek yakış(tırıl)ır!
Allah geçinden versin ve ömürleri uzun olsun; öldüklerinde Sayın Abdullah Gül’ün ve Sayın Tayyip Erdoğan’ın da “Merhum” sıfatıyla anılacakları muhakkaktır. Değil mi ki; Sayın Gül, Bülent Arınç’ın, “Çankaya’ya dindar bir Cumhurbaşkanı çıkaracağız!” şeklindeki betimlemesinden sonra Çankaya’ya çıktı, e o zaman öldükten sonra “Merhum” sıfatıyla hatırlanmayı da hak etmiştir demektir. Lise tahsilini dini eğitim veren İmam-Hatip lisesinde yapan ve bu sebeple bazı toplumsal sorunların çözümünü ulemaya bırakacak kadar dindar olan Sayın Erdoğan’ın ise, öldükten sonra ismi her anıldığında Allah’ın rahmetine gark edileceği muhakkaktır…
Arapça “Merhum” kelimesi, Türkçeye, “Allah rahmet eylesin”, “Allah merhamet etsin” veya “Allah acısın” gibi anlamlarda tercüme edebileceğimiz bir dilek veya duâ sözcüğüdür. Yetersiz Arapçamla anlam yüklemem ne kadar doğru bilmiyorum, ama “Merhum” sözcüğü, Arapça’da “Fâil” olarak bilinen öznenin yaptığı işten etkilenen anlamında ve Türkçe’deki “Tümleç” yerine kaim olmak üzere “Mef’ul” olmalıdır. Anlamı “Kendisine acınmış” ya da “Kendisine merhamet edilmiş” demektir. Ancak bu acıma işini yapan kişi öyle alel âde bir kişi değildir. “Rahim” olan, Allah’tır. Yani “İnanmış kullarına acıyıp merhamet eden Allah”.
Dolayısıyla; “Merhum” sözcüğünün içinde “Allah” sözü gizlidir. Yani bu duâda “Allah” sözcüğü, gizli öznedir. Dolayısıyla, daha doğrusu muhtemelen, içinde Allah sözü geçen bir duâ da, ancak Allah’a yakın olanlara, Allah ile dost olanlara uygun görülüyor olmalıdır. Bu yüzden olacak; şahsen ben, “Merhum Adnan Menderes” ve “Merhum Turgut Özal” laflarını haddinden fazla duyduğum halde, “Merhum Recep Peker”, “Merhum Refik Saydam”, “Merhum Şükrü Saraçoğlu”, “Merhum Cemal Gürsel” laflarını pek duymamışımdır. “Merhum Mustafa Kemal”,”Merhum İnönü” ve “Merhum Ecevit” laflarını ise pek az duymuşumdur.
Öte yandan, Türkiye’de, muhtemelen Adnan Menderes ve Turgut Özal isimleri camilere de isim olarak rahatlıkla verilebildiği halde, diğerlerinin isminin bu gibi yerlere verildiğini de sanmıyorum. Halbuki bu isimler de Menderes ve Özal gibi Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış isimlerdir. Belli ki; isimleri cami adı olacak kişiler için sadece Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak yetmiyor. Ayrıca dindar olmak da şart gözüküyor…
Bu sebeple itiraf etmeliyim ki; zaman zaman aklıma, Türkiye’de en azından yeni yapılan görkemli camilerden birisine Atatürk isminin verilmesi uygun olur şeklinde bir düşünce de gelmiyor değil. Böylece, özellikle “yobaz” ve “tutucu” toplum kesimlerinin zihnindeki “Dinsiz Atatürk!” imajının yıkılması yönünde de önemli bir adım atılmış olacaktır. İlgili kanunlarda bu konuda bir sınırlama veya yasaklama var mı emin değilim. Ancak bu ülkede, yapılan camilere “Müslüman” kimliği altında bir sürü Arap ulusunun adı verilirken, Mustafa Kemal Paşa gibi, bu ülkenin ve bu ülkedeki İslamiyetin varlık sebebi olan bir şahsiyetin isminin, İslam’ın en belirgin kurumu olan cami ile yan yana getirilmemesi konusunda ısrar edilmesini anlayabilmiş değilim. Üstelik Türkiye tarafından Nahçivan’da yapılmış bir camiye “Kâzım Karabekir” adının, Girne’de yapılmış bir camiye de “Nurettin Ersin Paşa” adının verildiği bir ortamda…
Bana soracak olursanız; Mustafa Kemal Atatürk, Adnan Menderes’ten ve Turgut Özal’dan daha az dindar değildir. Onlardan tek farkı, dini siyasete alet etmemesi ve özellikle son devir konuşmalarında onlar kadar dini terminolojiyi kullanmamış olmasıdır. Oysa Mustafa Kemal Paşa’nın, gerçek dine ve gerçek din adamına karşı her zaman saygısı olmuştur. Bunu konuşmalarından, diyaloglarından, ilişkilerinden ve uygulamalarından çıkarmak mümkündür ki; Mustafa Kemal Paşa, gerçek dine ve gerçek din adamına olan saygısını, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, bakanlıklardan da önce olmak üzere Genel Kurmay Başkanlığı ile aynı statüyü vererek göstermiştir.
Denilecektir ki; “O tarihlerde, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak idi. Dolayısıyla; Atatürk’ün bu konudaki tavrı kişiye özel bir tavır idi…”. Belki doğrudur. Ancak bu şu anlama da gelir: Demek ki; daha sonraki devirlerde Rıfat Börekçi ayarında aydın bir Diyanet İşleri Başkanı ve Fevzi Paşa seviyesinde etkin bir Genel Kurmay Başkanı gelmemiş Türkiye’de! Eğer gelmiş olsaydı; “yavuz at yemini kendi arttırır” hesabı, aynı statü bugün de pek ala devam ediyor olacaktı.
Ayrıca Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, ısrarla Atatürk’ün, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşlerini hayata geçiren, tatbikat sahasına koyan insan olduğunu söyleyerek bu konuda bir kitap yazmakta olduğunu belirtiyor. Yaşar Nuri’nin kitabını sabırsızlıkla bekliyoruz. Ancak şu kadarını söyleyelim ki; Türk Oğlu Türk İmam-ı Azam da dinin siyasete alet edilmesine karşı çıktığı için Arap tutucularınca öldürülmüş, Türk Oğlu Türk Atatürk de aynı sebeple özellikle Arap hayranı yobaz ve tutucu toplum kesimlerinin zihninde öl(dürül)müştür! Bu sebeple iddia ediyorum ki; Mustafa Kemal Atatürk ismi, bu ülke ve bu millet için, Adnan Menderes ve Turgut Özal’dan çok daha fazla olmak üzere “MERHUM” sıfatını hak etmektedir. Bu sebeple, onun adına camii yapılması da elzemdir.
Mustafa Kemal Paşa’nın “Balıkesir Hutbesi” diye bilinen bir nutku vardır. O, bu konuşmayı 7 Şubat 1923 günü Balıkesir’de “Zağanos Paşa Camii”nde yapmıştır. Kimdir Zağanos Paşa? Aslında bir Bizanslı! Ya da Rum kökenli bir Hıristiyan! Fatih döneminde devşirilmiş, Müslüman olmuş, sonra da devlete faydalı işlerde bulunmuş. Öyle ki; adı bir camiye verilecek kadar sevilmiş ve kendisine saygı duyulmuştur. Sokollu Mehmet Paşa ve Rüstem Paşa da Zağanos Paşa’dan farklı değillerdir bu konuda. Onlar da sonradan Müslüman olmuşlardır, onların etnik kökenleri de Türk değildir. Sokollu Mehmet Paşa, Sırp veya Hırvat, Rüstem Paşa ise Arnavut’tur.
Peki, Rum ya da Bizanslı kökenli bir Müslüman olan Zağanos Paşa’ya, Hırvat veya Sırp kökenli olan Sokollu Mehmet Paşa’ya ya da Arnavut asıllı Rüstem Paşa’ya layık görülen bir iltifat, Türk Oğlu Türk olan Mustafa Kemal Paşa’dan neden esirgenmektedir? Laik kesimlere sorarsanız, böyle bir durum, yani Atatürk adının bir camiye verilmesi, Atatürk’ün ve devletin laik kişiliği ile bağdaşmaz. Dincilere (dindarlara değil) sorarsanız, Atatürk bir dinsizdir, bu sebeple adının dini bir kurum olan camiye verilmesi uygun düşmez! Özetle; her iki kesimin iddiası da birer kirli siyasettir, birer siyasi oyun ve kandırmacadır. Bana sorarsanız, Mustafa Kemal Atatürk ismi, her şeyi hak ediyor. “Merhum” sıfatını da, isminin bir camiye verilmesini de. Üstelik de bu ülkede herkesten daha çok olmak üzere…
17 Haziran 2009
Ömer Sağlam
_________
Not: Bu yazı, “Merhum Faşist Başbakan Adnan Menderes!” başlıklı yazının bir bölümüdür. Bahse konu yazı, yayına verilir verilmez sırf başlığından dolayı şahsıma bazı saldırılar olmuştur. Oysa o tabir, bana ait değil, Sayın Başbakanımızın meşhur Düzce konuşmasından benim ve bütün Türkiye’nin çıkarmış olduğu bir sonuçtur. Zira ben de Menderes’in açmış olduğu İmam-Hatip liselerinden mezun bir adamım ve sırf bu sebeple Adnan Menderes’e “Merhum” sıfatını uygun gören birisiyim. Ayrıca o yazı oğul Aydın Menderes’e de gönderilmiştir. Umarım cevap verir ve bu cevabı sizlerle paylaşma imkanı bulurum.
Benim aklı ve bilimi esas alarak yazmış olduğum yazıları hazmedemeyenlerin kimler olduğunu iyi biliyorum. Zira onlar Barzani’nin TRT Şeş yayınlarına alkış tuttuğundan TRT Şeş’in isyancı babası Mustafa Barzani’nin hayatını anlatan programlarından dolayı TRT’ye teşekkür ettiğinden filan bahsediyorlar. Barzani ailesi ve Mesut Barzani kimdir? Acaba TRT Şeş’in programında bundan da bahsedildi mi? Barzani ailesi ta Osmanlı’dan beri Türkler’e sürekli isyan eden bir aile. Mesut Barzani “Siz Kerkük’te hak iddia ederseniz, biz de Diyarbakır’da hak iddia ederiz” diyen bir maymun! Demek Barzani, Türkiye’deki gelişmeleri TRT Şeş’ten takip ediyormuş ha! Sevsinler sizi. Kim bilir belki de doğrudur. Zira TRT uzun süredir devletin resmi kanalı olmaktan çıkmış durumda. Tam bir cemaat kanalı gibi. Ne kadar cemaat mensubu gazeteci ve yayıncı varsa TRT’ye üşüşmüştür. turkishforum.com da yayınlanan konuya ilişkin haber de zatan Zaman kaynaklı…
Zaman’ın bu türlü yayınlar yapmasını gayet iyi anlıyoruz: Kuzey Irak’ta Zamancıların üniversite ve kolejleri mevcut. Yerinde görmüş bir kişi olarak söylüyorum; duvarlarında Molla Mustafa Barzani, Mesut Barzani ve Neçirvan Barzani’nin portreleri bulunan okullardır bunlar. Üniversite’nin merkezi Talabani’nin üssü olan Süleymaniye’de, kolejin merkezi ise Barzani’nin üssü olan Erbil’de. En son yapılan meşhur Abant Platformu toplantısı da yanılmıyorsam Erbil’de yapıldı. Lütfen bunları yanyana koyun ve iyi okuyun. Zaman, Barzani haberlerini boşuna yapmıyor. Bütün olay, al gülüm, ver gülüm olayı. Bizler de oturur Refahlı Haşim Haşimi ile HEP’li bilmem kimin Mustafa Barzani hakkında yapmış olduğu yorumları dinleriz. Hem de bu milletin cebinden çıkan vergilerle ayakta duran TRT kanalında! Sevsinler sizin TRT’nizi…
Lütfen herkes aklını başına alsın ve anlamadan dinlemeden yorum yapmasın. Beni olmadık sıfatlarla yaftalamaya yeltenenlere söylemek isterim ki; ben ne faşistim, ne de komünist. Merhum Menderes’in açmış olduğu okullarda yetişmiş, ancak Atatürk ilke ve inkılaplarını da iliklerine kadar sindirmiş bir adamım. Türk Milliyetçisiyim. Hatta hayatım boyunca hep Ülkücülere yakın durdum. Benim aklı ve bilimi esas alarak yaptığım dini yorumlar sakın kimseyi yanıltmasın. Benim yaptığım, tarikat şeyhlerinin, cemaat liderlerinin, medrese usulü din eğitimi almış mollaların hurafelere sarmalayarak anlatmaya çalıştığı dinin üstündeki kirli örtüyü atmaya çalışmaktan, bu gibi adamların ayaklarını yerden keserek meleküt alemine yükselttikleri insan peygamberi yere indirip anlamaya ve anlatmaya çalışmaktan ibarettir. Bu konuda hatalarım ve eksikliklerim var mıdır? Elbette vardır. O yanlışlar eğer adam gibi ortaya konulursa düzeltip özür dilemeyi de bilecek kadar tevazuu sahibiyim. Bu not, yazılarım hakkında bundan sonra yorum yapacak okuyucularıma klavuzluk etmek amacıyla kaleme alınmıştır. Sevgiyle kalın…19 Haziran 2009
Bir yanıt yazın