TOPRAK VERMEDEN ÇÖZÜM
“Perşembenin gelişi Çarşamba’dan belli olur” derler ya, Perşembe günü liderler arasında yapılan görüşmede Hristofyas’ın isteklerinin de, Çarşamba’dan geleceği belliydi. Hem de açık ve net olarak.
Tabii bu Çarşamba, farklı bir Çarşamba. Daha doğrusu iki tane Çarşamba var bu konuyla ilgili olan.
Biri 28 Kasım 1984 tarihli, diğeri de 21 Nisan 2004 tarihli Çarşambalar.
10 Eylül 1984’de New York’da, Denktaş ve Kiprianou arasında başlayan dolaylı görüşmelerin 26 Kasım’da yer alan 3.cü turundan sonra, dönemin BM Genel Sekreteri Perez De Cueller’in her iki tarafın görüşlerini aldıktan sonra masaya koyduğu belge de Türk tarafının %29+ oranında bir toprağa sahip olması ve geri kalan miktarın Rumlara iadesi vardı. Türk tarafı bu belgeyi imzalayacağını beyan ederken, Rum tarafı reddetmişti.
Her ne kadar Cuellar belgesi kabul edilmemiş olsa da, bir kere BM Genel Sekreteri tarafından masaya konmuş ve Türk tarafından da onay almıştı. Artık masadaki yeri sağlamlaşmış ve resmi belgelere de geçmiş oldu.
Bir diğer Çarşamba’da 21 Nisan 2004 tarihli Çarşamba.
Annan Planı görüşmeleri bitmiş, son rötuşlar yapılmakta. Annan Planına göre Kıbrıslı Türklere bırakılacak toprak yüzdesi %29.2
Geri kalan %6.2 Rumlara iade edilecekti ve Kıbrıslı Türkler de 24 Nisan referandumunda %65 oranında bu toprak tavizini veya diğer bir tanımlama ile %6.2 oranında toprağın Rumlara verilmesini onayladılar.
Bundan da artık geri dönmek olanaksız.
Bu taviz Kıbrıs sorunu çözülene kadar masada kalacak ve her fırsatta da önümüze konacak.
Zaten kondu bile.
Perşembe günkü toplantıda Hristofyas, CB M.A. Talat’a yüz on binden fazla Rum’un geri dönebilmesine olanak sağlayacak miktarda toprağın “iadesini” istediğini işittirdi.
Şimdilik işittirme. Bu günkü toplantıda ise işin esasının prensipleri saptanmaya başlanacak.
Bu kaçınılmaz toprak tavizinden kurtulmanın bir yolu olabilir mi?
Tabii ki birkaç yolu var.
Bir tanesinde, “Vermem” dersiniz olur biter.
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, bunun da olacak ve uzun vadede ödemenin hazırlığını yapmaya şimdiden başlarız.
Bir diğeri de verir gibi yapmak ama gerçekte de vermemektir.
Bunun adına da 3.cü Bölge, Ortak Bölge, Tampon Bölge, Ara Bölge veya Federal Bölge gibi bir tanım konulabilir.
Anlaşma sonucu kurulacak devletlerin adları her ne olacaksa, Annan Planında tanımlandığı şekliyle “Kıbrıs Türk Devleti” ve “Kıbrıs Rum Devletleri” arasında, içinde halen mevcut 180 km. uzunluğunda ve 398 km2 büyüklüğünde olan ve adanın %4.3 lük kısmını kapsayan “Ara Bölge”nin de bulunduğu, üzerinde liderlerin mutabakata varacağı ama hiçbir şekilde büyüklüğü %6.2 yi geçmeyecek miktarda, adına da mesela “Ortak Bölge” diyeceğimiz bir alanın, “Eşit nüfus ve Siyasi Ortaklık” zemininde oluşturulmasıyla da bu tavizden kurtulunabilir.
Aklıma bir dönem rahmetlik ağabeyim Bora Atun’un KKTC temsilcisi olarak görev yaptığı Brüksel geldi. Brüksel Belçika devleti içinde Flaman ve Volan bölgelerine ilaveten 3.cü İdari Bölge. Ne Valon ne de Flaman idaresi var orada. Belçika’yı oluşturan halkların eşit olarak temsil edildiği bir idare yönetiyor Brüksel’i. Tüm bunlara ilaveten bir de AP’ye Milletvekili gönderen Alman bölgesi var Belçika’da.
Rumların bulunduğu yerde egemenlik Rumların olacaktır diye bir kural yok.
Kıbrıs adasındaki benzeri “Ortak Bölge”nin de özel bir statüsü, koşulları ve yapılaşması olabilir.
Bu bölge içinde yaşayan Türkler göçmen olmayacaklar. Annan Planında olduğu gibi, eşdeğere sahip olan Kıbrıslı Türk yerinde kalabilir veya elindeki eşdeğer malın sadece üçte birini iade eder. Rum malına değerinden daha fazla inkişaf yapmış olan malın sahibi olabilir.
Yönetim, özel statüsü ile her iki halka eşit haklar ve statü verebilir. Özle bölge idaresinin her kademesinde eşit sayıda Türk ve Rum görev yapabilir.
Türkler Türk idarecileri, Rumlar da Rum idarecileri seçer.
Bu “Ortak Bölge” içinde yaşayan Rumların sayısı, aynen Kıbrıs Türk devletinde yaşıyorlarmış gibi Rum nüfusun içinde addedilebilir.
Bu yöntemle, liderlerin üzerinde mutabakata varacağı oranda toprağa sahip olacak “Kıbrıs Türk Devleti”nde mutlak idare, Kıbrıslı Türklerin elinde olmasına ilaveten,“Ortak Bölge”deki yönetimin, toprak mülkiyetinin ve nüfusunun yarısı da Kıbrıslı Türklere ait olacaktır.
Özetle şu anda kontrolümüzde olmayan ve büyüklüğü %4.3 olan ara bölge ile bizden taviz olarak alınması neredeyse koşul haline gelmiş bir kısım toprak, “Ortak Bölge” adı altında yarı yarıya da olsa kontrolümüz altında olacaktır. Ve göçmensiz, nüfus kaydırmasız ve mülkiyet haklarının bir çoğunu kaybetmeksizin bu toprak üzerinde mülkiyet, egemenlik ve yönetim haklarımız da bulunacaktır.
Tabii ki sağlam bir kazığa bağlanması koşulu ile.
Çözüm için, BM parametrelerinde olduğu şekli ile belli bir kısım toprağı verip elden tamamen çıkarmaktansa, bu toprak üzerinde belli bir statü ile yarı yarıya hak sahibi olarak bir çözüme ulaşmak da kötünün iyisidir bence.
Prof. Dr. Ata ATUN
Bir yanıt yazın