Temel ilke, Türk Ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlar önünde uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz..
Mustafa Kemal ATATÜRK
Değerli arkadaşlar,
Bir ropörtajda, Mustafa Kemal ATATÜRK’e “BM’ye üye olmayı düşüyormusunuz?” diye sorulduğunda, ŞARTLARIMIZI KOYARIZ, KABULLERİNE BAĞLI. BİZ MÜRACAAT ETMEYİZ ÜYE OLMAK İÇİN, DAVET GELİRSE DÜŞÜNÜRÜZ dediğini ve bunun üzerine BM yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu unutmayalım.
Güzel ülkemiz, bu kez davet edilmediği halde, yöneticilerimizin akılsızca ve öngörüsüz gayretleri ile 1987’de AB’ye üye olmak için başvurdu. 1995 yılında ise hiçbir AB adayı ülkeye uygulanmayan bir emperyalist önkoşulla gümrük birliği anlaşması yapıldı. Üstelik o dönemdeki yöneticilerimizce en geç 3 yıl içinde AB’ye üye olacağız vaadi ile halkımız aldatıldı. Ne yazık ki 2005 de Gümrük Birliği Ek Protokolünü de imzaladık. Sonuçta bu yersiz ve zamansız gümrük birliği anlaşması yüzünden zararımız 200 milyar dolara ulaştı.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye 1959 ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre Kıbrıs için garantör devlettir. Bu anlaşmalara göre Türkiyenin üye olmadığı hiçbir kurum ve kuruluşa üye olamayacak diye anılan Güney Kıbrıs, AB dönem başkanı Finlandiya Başbakanının özel mektubuna rağmen AB ye üye yapılmışdır. Şimdi de Güney Kıbrıs ülkemizin AB üye olma isteğine ipotek koymuş durumdadır. AB ile Güney Kıbrıs Rum kesimi arasındaki ilişkiyi çok merak ediyorum. Çünkü 700.000 nüfuslu Güney Kıbrıs mı AB yi kullanıyor? Yoksa 27 ülkeyi kapsayan AB içindeki klasik Türkiye düşmanları mı, Güney Kıbrısı bize karşı kullanıyor? Galiba ülkemizi parçalamaya ve güçsüz düşürmeye çalışan emperyalist güçler, her olanağı her koşulda kullanmak amacındalar.
Özellikle Kıbrıs Rum kesimi, Danimarka, Hollanda, Avusturya ve Fransa gibi ülkeler olduğu sürece ülkemizin AB üye olması mümkün değildir. Örneğin Fransa Başkanı SARKOZY açıkca, Türkiyenin AB ye üyeliğine kesinlikle karşıyım ve Türkiye AB ye üye olmayacaktır demektedir. Son AB Meclisi seçimlerinde Türk düşmanlığını seçim malzemesi yapan ve Ermeni Soykırımını reddeden İsveçi ziyaret etmeyi iptal eden Sarkozy ile Almanya artık kesinlikle bizim AB ye üyeliğimiz istemiyorlar. Sadece imtiyazlı ortaklığı yeter görüyorlar. Ne yazık ki ülkemizin bölünmüş haritalarını kendi ders kitaplarına koyan ve Ermeni Yasasını kabul eden Fransaya karşı ülkemizde başlatılan BOYKOT’u da unutttuk.
Değerli arkadaşlar,
46 yıldır üye olacağımızı sandığımız AB, ülkemiz insanına SCHENGEN vizesi adı altında çok eziyet çektirmektedir. Üye olmak gibi bir hayali olmayan Andorra, Uruguay, San Marino, Malta, Bolivya Şili ve Ekvator gibi ülkelere vize uygulamazken, ülkemize vize uygulamak çifte standarttır. Üstelik 2007 de SECHGEN vizesine %71 zam yaparak 35 € dan 60 € ya çıkarması da AB nin ülkemize nasıl baktığını göstermektedir.
AB öne sürdüğü yeni koşullar ile sadece Musevi Rum ve Ermenilerin azınlık olarak kabul edildiği Lozan anlaşmasına aykırı olarak yeni azınlıklar tarif etmeye çalışmaktadır. Kürt kökenli vatandaşlarımızı da azınlık olarak bize kabul ettirmek amacındadır. Binlerce yıl birlikte yaşadığımız Kürt kökenli vatandaşlarımız kesinlikle bu ülkenin esas vatandaşı olup, azınlık içinde değildir.
Değerli arkadaşlar,
Sadece ülkemize uygulanacak olan, AB nin öne sürdüğü hazmetme yeteneği ve ucu açık görüşmeler gibi tanımsız bir koşul kabul edilemez. Yine 27 tane AB ülkesinin halkına reform ile üyeliğimizin kabulunun sorulacağını içeren ve kesinlikle red kararının çıkacağı belli olan bir koşulla, ülkemizi 46 yıldır uyutan AB ye üye olmamız olanaksızdır. Bunun yerine 3. sınıf bir tercih olarak bize imtiyazlı ortaklık denilen bir çeşit MANDA olmamızı sağlayan bir teklife de evet dememiz mümkün değildir. Yani AB’nin MANDASI OLMAYACAĞIZ.
Değerli arkadaşlar,
İrlanda halkının Lizbon antlaşmasını veto etmesi ile AB dördüncü kez hüsran yaşadı (14.06.2008-Milliyet). Daha önce 1992 de Maastricht antlaşmasının Danimarka tarafından, 2001 de Nice antlaşmasının İrlanda tarafından ve 2005 de AB Anayasasını, Fransa (%55) ve Hollanda(%61,6) halkının reddetmesi yüzünden, Lizbon antlaşmasını devreye sokmaya çalıştılar. Polonyanın da Lizbon antlaşmasını onaylama öncesi, İrlandanın ikna edilmesini istemesi de şok etkisi yarattı. Galiba, İrlandada çoğunluğun kabul etmediği oylamanın yeniden yapılması istenecekmiş. Çoğunluk tarafından red edilen bir kavram için yeniden oylama istemek, ne derece demokratik ve çağdaş bir tutum? AB nin bu tutumunu takdirlerinize sunarım. Ayrıca daha henüz bir Anayasası bile olmayan AB nin geleceğini nasıl belirleyeceğini de sizlerin dikkatine sunmak isterim.
Ülkemizin sahip olduğu jeostratejik konum, yöneticilerimiz tarafından iyi bilinmeli ve iyi yorumlanmalıdır. Türkiyemiz gibi, dünyanın en büyük askeri kuruluşu NATO’ya, 51 tane müslüman ülkenin temsil edildiği örgüte, Karadeniz Bölgesi Ekonomik Güç Birliğine üye olan, geleceği çok güçlü 7 tane TÜRKİ Cumhuriyetleriyle kardeş olan, Asya ve Avrupa arasında doğal bir köprü olan, şu an bile dünyanın ekonomik güc sıralamasında 17 nci ve askeri güç olarak da ordusu dünyada 8 nci sırada sayılan bir başka ülke var mı?
Bütün bu özelliklerimiz bir arada değerlendirilirse, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü koruyarak daha çağdaş ve daha gelişmiş bir ülke olmak ilk hedefimiz olmalıdır. AB ülkeleriyle rekabet edecek şekilde yasal değişiklikler ve reformlar yaptığımızda onlar bizi üye yapmak için ayaklarımıza geleceklerdir.
Umarım bu yorumumu Güney Kıbrıs gemilerinin Limanlarımıza girişinin vetosu bahane edilerek askıya alınan ve ara verilen AB görüşmelerine, onlar “35 başlığı açmasada biz açarız ve kapatırız” diyerek kendi kendine gelin güvey olmaya kalkan, müzakerelerde başlık açmayı “önem verilmemesi gereken teknik detay” diye tanımlayan yöneticilerimiz de duyar.
Sevgi ve saygılarımla (15.06.2009).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Bir yanıt yazın