8 Haziran 2009 / Ahmet KÜLAHÇI
AVRUPA deyince akla; demokrasi gelir. Avrupa deyince akla; demokratik hukuk devleti gelir. Avrupa deyince akla; adalet makamlarının aldığı kararlara saygı gelir.
Ancak, Türkiye ve Türkler sözkonusu olduğunda Avrupa’nın, daha doğrusu Avrupalıların bu ilkeleri genelde hemen unutuverdikleri gözlenmektedir.
Tıpkı vizesiz seyahat ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyeliğinde olduğu gibi.
Türkiye ile şu andaki AB’nin “anası” konumundaki Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında tam üyelik hedefiyle 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması’na ek olarak 1 Ocak 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol’de, çok açık bir biçimde “taraflar, aralarında yerleşme hakkı ve hizmetlerin serbest icrasına yeni kısıtlamalar koymaktan sakınırlar” denilmektedir.
Bu “Hakların Geriye Dönük Kötüleştirmesi Yasağı” olarak nitelenmektedir.
Yani, bu sözleşmeye göre Türklerin o dönemde sahip oldukları hakların kötüleştirilmesi yasaktır.
Ama, başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri hükümetleri, bunu politik olarak ilerine gelen şekilde yorumlayıp, işlerine geldiği şekilde bir tutum izlemişlerdir.
Nitekim Almanya 5 Ekim 1980 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize alma zorunluluğunu hayata geçirmiştir.
Hem de Katma Protokol’e aykırı olduğunu bile bile…
Nitekim Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) verdiği kararlar bunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
14 Mart 200 tarihli Koçak kararı.
8 Mayıs 2003 tarihli Alternatif ve Yeşil Sendikacılar kararı.
21 Ekim 2003 tarihli Abatay kararı.
7 Temmuz 2005 tarihli Gürol kararı.
30 Mart 2006 tarihli Yedas Tarım ve Otomotiv Sanayi kararı.
18 Temmuz 2007 tarihli Derin kararı.
4 Ekim 2007 tarihli Polat kararı.
10 Kasım 2007 Tüm ve Darı kararı.
Son olarak da 19 Şubat 2009 tarihli Sosyal kararı.
Evet, ABAD’ın son 10 yılda aldığı bu kararların hepsi vize uygulamasının Katma Protokol’le bağdaşmadığı yönündedir.
Ama buna rağmen Almanya da, diğer AB ülkeleri de hala “yan çizmenin” yollarını aramakta ısrar etmektedir.
Aynı tutum Türkiye’nin AB üyeliği için de geçerlidir.
Türkiye ile AET arasında tam üyelik hedefini içeren Ankara Anlaşması 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmıştır.
1999 yılında Helsinki’de Türkiye’ye “resmi aday statüsü” verilmiştir.
17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de yapılan AB Konseyi Zirvesi’nde Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması kararlaştırılmıştır.
Hem de oybirliğiyle.
Böyle olduğu halde Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel’in başını çektiği bir grup, Türkiye’yi “imtiyazlı ortaklık” ile karar mekanizmasının dışında tutmanın yollarını aramaktadır.
Açıkçası, Sarkozy de, Merkel de devletlerarası sözleşmeleri hiçe sayıp Türkiye’yi dışta tutmak istemekteler.
Oysa ki, hükümetlerin gelip geçici, devletlerin ise kalıcı olduğunu Sarkozy de, Merkel de çok iyi bilmektedir.
Tabii ABAD gibi bir en yüksek düzeyde bir yargı organının kararlarının kendileri için bağlayıcı olduğunu da…
Ama buna rağmen “yan çizme”nin yollarını aratmaktan da geri kalmıyorlar.
İşte bu tutum Avrupa’ya daha doğrusu Avrupalılara ve Avrupalılığa yakışmamaktadır.
Hem de hiç yakışmamakta…
Bir yanıt yazın