Mustafa Kemal Atatürk diyor ki:
“Millî hayatımızda yediden yetmişe hepimizin bilmesi gereken zafer günlerimiz olmakla beraber, acısını dünya durdukça içimizden atamayacağımız millî felaket günlerimiz de vardır… 1877 Rus harbi sonu büyük muhaceretleri! Türk’ün Avrupa’dan âdeta kökünün kazınması isteğiyle hortlayan haçlı zihniyetinin giriştiği toplu katliamlar! 1912 Balkan Savaşı ve Türker’e reva görülen zulüm ve işkenceler! Tarihin bu acı mirasları her Türk’ün kalbinde unutulmamak üzere dünya durdukça muhafaza edilmelidir. Milletimizin kalbinde hiss-i intikam olmalı! Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır.” (16.3.1923)
Biz de unutmuyoruz!
BÜYÜK HELENİZM VE PONTUSCULUĞUN TARİHİ GELİŞİMİ
Şimdiye kadar 1815’den beri küçülmekte olan Osmanlı devleti‘nin çekildiği topraklarda Türker’in ve Müslümanların uğradığı zulüm, soygun, katliam ve sürgünü bir nebze olsun anlatmaya çalıştık. Aynı şekilde, 15 Mayıs 1919’dan sonra Ege, Marmara ve Trakya’da yine Türker’in uğradığı zulüm, katliam ve soygunu, kelimelere dökmeye uğraştık.
Bu kısımda Pontus diye adlandıkları Karadeniz Bölgesi‘nde yerli Rumların Türkler’e karşı giriştikleri tam anlamıyla soykırım ve sürgünü anlatacağız.
Ama önce biraz genel tarihî bilgi verelim.
Bilindiği gibi, emperyalist Batılılar, kendilerini esas olarak iki unsura bağlarlar: Grek medeniyeti ve Hıristiyanlık!
Hıristiyanlık diye bildiğimiz dinin, Hz. İsa‘dan değil de, Sen Pol diye bilinen Pavlus‘tan kaynaklandığını, lâiklik (belirtilen adresin) sayfamızda detayları ile anlatmıştık.
Grek medeniyeti ise Yunan şehir devletleri‘nden, heykel, mimarî ve felsefî eserlerden ibarettir… Yunan kelimesi Anadolu‘nun batısında yaşayan halka, Arapların “İon” (yani İyon, Türkçe karşılığı Yunan) demesinden kaynaklanır. Yani Grek medeniyeti, eski Yunanistan‘a Anadolu’dan ve Mısır‘dan geçmiştir. Tanrılarını Anadolu‘dan ve Mısır‘dan almışlar ve meşhur Yunan mitolojisi‘ni geliştirmişlerdir. Hemen bütün meşhur Yunan âlimleri Anadolu doğumludur. Fenike alfabesi‘ni MÖ.780’lerde almışlar ve Grek alfabesi‘ni oluşturmuşlardır. Mimarî ve heykel konusunda da yine Anadolu ve Mısır’ın büyük etkisi vardır. (John A. Garraty – Peter Gay, The Colombia History Of The World, Colombia University, USA, 1981.)
Yani, MÖ. 4000’lere giden Sümer medeniyeti ile MÖ. 3000’lere giden Mısır medeniyetinden çok sonra ortaya çıkmış olmasına rağmen; batılıların kökü kökeni olmadığı için, kendilerini eski Yunan’a bağlarlar!
Eski Yunanların Batı’ya ancak iki katkısı olmuştur. Birisi şehir devletlerinde oluşturdukları demokrasi, biri de homoseksüellik!
Batı tarzı demokrasinin ne zırva bir şey olduğunu daha önce anlattık. Atatürk‘ün Türkler’e has Cumhuriyeti daima demokrasiden üstün gördüğünü de belirtmiştik.
Homoseksüellik ise, Kur’an-ı Kerim’de “Siz, sizden önceki hiç bir kavmin yapmadığı ahlâksızlığı yapıyorsunuz. Kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz,” diye lânetlediği Lut kavmi’nden sonra, eski Yunanistan’da yaygın şekilde ortaya çıkmış, bugün ise bütün Hıristiyan batı dünyasında “makbul” hale gelmiş, “gay-mutlu” denilen aktif-pasif homoseksüeller sokaklarda gösteri yürüyüşleri yapmak bir yana; milletvekili, bakan, hatta komutan dahi olabilmişlerdir!
Homoseksüelliğin eski Yunanistan’da yaygınlaşmasının sebebi, atlet ve askerlerin talimlerini tümden çıplak yapmaları ve daha sonra hamamlarda erkek erkeğe sohbet ve âlem yapmalarıdır. (aynı eser, sf. 149-150)
Batılıların Solon, Aristo, Eflâtun gibi Yunan bilginlerinin eserlerine ulaşmaları, ancak 1492’de Endülüs‘teki İslâm kütüphanelerini ele geçirmeleri ve Arap âlimlerin eserlerini tercüme etmeleri ile mümkün olmuştur! Yani birbirine bağlı bir Yunan-Roma-batı medeniyet zinciri yoktur. Bugünün Batılıları, barbar Vandalların ve Gotların torunlarıdır! Az ilerde göreceksiniz!
Eski Yunanlar, hiç bir zaman büyük bir devlet kurmamışlardır! Şehir devletleri ve bunlara bağlı koloniler vardı. Oluşturdukları tek birlik, MÖ. 478 yılındaki Dalyan ligi‘dir ki, bu Batı tabiriyle Yakın Doğu’daki en küçük ve en kısa ömürlü imparatorluktur. Söz konusu “Attika” oluşumu, Batı Ege Adaları, şimdiki Yunanistan’ın kuzey sahili ile Anadolu’nun Ege Sahilleri ile güneybatı sahilleri ve bir kısım Karadeniz sahili, bir de İtalya’da bir koloniden ibaretti! Bu birlik, MÖ. 431-404 yılları arasında süren Pelopones Savaşları ile sona ermiştir! (aynı eser, sf. 164, 172)
Bu savaştan sonra eski Yunanistan‘a MÖ. 404-371 tarihleri arasında Ispartalılar, MÖ.371-362 tarihleri arasında Tebliler hâkim olmuş, ondan sonra Etrüsk kökenli Makedon dönemi başlamıştır. 338’de Makedonya kralı 2. Filip, Tebliler‘i yenmiş, Aristo‘yu da alıp götürmüş, oğlu İskender‘e hoca yapmıştır! Bölgenin fethi ile Grek kültürü ve Grek mimarîsi, Makedonları etkilemiştir ama bu asla onların Grek olduğu anlamına gelmez!
Büyük İskender kısa ömründe bilinen dünyanın neredeyse yarısını fethettikten sonra MÖ.323 yılında Bâbil‘de ölmüş, ama parçalanan imparatorluğu etkisini İskenderiye‘nin MÖ. 190 yılında Romalılar tarafından fethine. Hatta MÖ. 146 yılında Makedonya‘nın kontrol altına alınmasına kadar sürdürmüştür.
Roma‘ya gelince, Roma civarında bazı küçük yerleşimler, MÖ.700’lerde görülmeye başlamıştır! İlk şehir MÖ. 600’lerin başında kurulmuştur. (aynı eser, s. 190) Bu şehir MÖ. 387 yılında Keltler tarafından yıkılmıştır. Yani daha ortada imparatorluk falan yoktur. Roma şehrinin kuruluşu Romus ve Romülüs adlı bir dişi kurt tarafından emzirilen iki kişiye atfedilir ki, bu tamamen bir Türk efsanesidir. Zaten çoğu İtalyan ve batı tarihçileri Roma‘nın Etrüsk (İskit-Saka) kökenini kabul eder. (Adile Ayda, Türker’in ilk ataları, Ankara, 1987, sf. 19-36, 46-50, 60-123. Vatikan elçisi olan Adile Ayda, Vatikan kütüphanesi’nde yaptığı çalışmalarla yabancı kaynaklardan bu gerçeği tespit etmiştir.)
Büyük Roma İmparatorluğu o zamana kadar görülmemiş bir düzen kurmuştur. Anadolu, Arabistan’ın kuzeyi, Mısır, Afrika’nın kuzeyi, İspanya yarımadası, Avrupa’nın çoğu ve İngiltere adası bu imparatorluğa dâhildir. Hıristiyanlık, Roma dönemi‘nde ortaya çıkmış ve imparatorluk sınırları içinde yayılmıştır. Uzun süre bastırılmasına ve Hıristiyanların zulme tâbi tutulmasına rağmen, Konstantin‘in annesinin Hıristiyan olması ve Hıristiyanların onu desteklemesi ile MS. 306 yılında imparatorluğunu ilân etmiş ve 324 yılında ülkeyi birleştirmeye muvaffak olmuştur.
Konstantin, 325 yılında İznik‘te bir konsül toplayarak Hıristiyan dininin bugünkü temellerini atmıştır. Bu dinin esasları putperest sol ınvectum (güneş dini) ile Pavlus‘un çarpıttığı Hz. İsa‘nın öğretilerinden oluşmuştur. Konstantınople‘u (İstanbul) kurmuş ve 330 yılında başşehir ilan etmiştir. Böylece batıda Roma, doğu’da Konstantınople, fiilen iki imparatorluk oluştu. Bu ayrılış tarihi olarak 395 verilmektedir.
Batı Roma ki Katolik Hıristiyanlık merkezine dönüşmüştü, Galler bölgesi 406’dan itibaren Alanlar’ın, Suevler‘in ve Vandallar‘ın saldırısına uğradı. 410’da Vizigotlar aşağılara indi ve Roma’ya saldırdı. 436-453 yılları arasında hun akınları vardır. Arkasından Ostrogotlar geldi ve Batı Roma Devleti yıkıldı, Avrupa’nın 1000 yıllık Karanlık Çağ’ı böylece başlamış oldu!
Endülüs‘ün tekrar Hıristiyanlarca geri alınması (1492), keşifler üzerine batı Avrupa devletleri güçlenmeye başladılarsa da, hiç bir zaman Roma’nın mirasçısı olamamışlardır! Roma medeniyeti, hiç bir zaman Hıristiyan Batı’ya yansımamış; Vandalların, Gotların vahşiliği; talan, katliam ve sömürgecilik olarak ortaya çıkmıştır!
Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ise, varlığını 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet‘in Konstantınople’u fethetmesine kadar varlığını sürdürdü. Şehrin adı önce Konstantaniyye, sonra İstanbul oldu!
İşte bu yüzden Doğu Roma‘nın hâkimiyeti altında yaşayan, Yunanistan ve Anadolu halkına Rum denilmiştir. Romanya’dakiler ise, adından belli – Romen, yani yine Romalıdır, Grek ismi tarihten silinmiştir. Ta ki, 1800’lerde emperyalist Batılılar eskiye özlemle Grek-Grece kelimelerini icat edene kadar!
Tekrar ediyoruz, ne Yunanistan‘da, ne de Anadolu‘da bir Grek imparatorluğu yoktu. Bu yüzden Yunanların Megalo İdea olarak Büyük Elenistan hayalleri, bir temele dayanmaz!
Aslında Sümerler’in, Etrüskler‘in ve Romalılar’ın gerçek varisleri Türklerdir! Ayasofya’nın kubbesi, Süleymaniye Camii’nde de görülür. Roma köprüleri, Mimar Sinan’ın köprülerinde yaşar! Onun içindir ki, Yıldırım Bayezıt’tan itibaren Osmanlı padişahları’na “Sultan-ı iklim-i Rum” (Roma diyarının hükümdarı) denirdi!
Gelelim Pontus meselesine… Pontus deyince akla, Karadeniz bölgemizin doğusunda eski Pharis nehri ile Kızılırmak arasında kalan sahil bölgesinde kurulan devlet gelmelidir.
Bölge, Pers İmparatoru 1. Darius zamanında Perslere bağlı bir satraplık halinde idi, oldukça bağımsızdı… MÖ. 370’de Pontus, Kapadokya‘yı da içine alan bağımsız bir devlet kurmak isteyen Damates‘in idaresine girdi. Arkasından MÖ. 331 yılında Makedonyalı İskender‘in hâkimiyetine girdi.
MÖ. 323 yılında Büyük İskender‘in ölümü üzerine Trabzon, Karadeniz sahillerimizin önemli bir kısmı, Paflagonya (Kastamonu tarafları), Kapadokya (Kayseri-Nevşehir tarafları) yine İskender‘in generallerinden Evmenes‘in hissesine düştü.
Nihayet Pers kökenli 1. Mithriades (MÖ. 302-266), Pontus devleti‘ni kurdu ve Amasya‘yı kendine başkent yaptı. Yani milât’tan önceki Pontus devleti‘nin Grekler ile hiç bir ilgisi yoktur!
Bu devletin bir şehri olan Trabzon‘un tarihi, başkent olmamasına rağmen, Pontus‘un tarihidir… Şehrin Sinop‘tan gelen Miletliler tarafından MÖ.756’da kurulduğu söylenir. Ancak gerçek tarih bundan 100 yıl sonradır. Daha önce Kafkasya‘dan gelen Mosklar, Marlar ve Tibarenler‘in yaşadığı bilinmektedir ama haklarında daha fazla bilgi yoktur.
Trabzon‘dan ilk bahseden, onbinler’in seferi’nden kalan 8.000 askerle şehre gelen Ksenofon‘dur. (MÖ.400, Anabasis, ıv, sf. 8,12) şehir Sinop‘a vergi ödemekteydi. Eski adı Trapezus ve Trapeza idi. Apollon kültü‘nün hâkim olduğu şehir işlek bir liman idi. eski Trabzon paralarının bir yüzünde Apollon başı, diğer yüzünde de bir gemi burnu ile çapa vardır.
Pers savaşlarına gemileriyle katılan Trabzonlular, bir ara kurtuldularsa da, daha sonra Pers satrabı Datames‘in iktidarında tekrar onların idaresine girdiler. Onun ölümü ile özerk oldularsa da, MÖ. 331 yılında İskender’in hâkimiyetine girdiler… Trabzon MÖ. 280 tarihinde, 1. Mithriades‘in Pontus devleti‘ne bağlandı. Bu devlet, rahipler ve beyler sınıfı ile Persler‘e has bir yapıya sahipti. Makedonlar dolayısıyla Grek kültürü vardır, ama Grekler yoktur!
Pontus devleti‘nin ege adalarına, hatta Yunanistan‘a kadar yayılma siyaseti, onu Roma imparatorluğu ile karşı karşıya getirdi. Roma imparatoru Pompeus, Pontus ordusunu bozguna uğrattı. (MÖ.66) Pontus toprakları parçalandı. Bir bölümü Bitinya‘ya bağlandı (Pontus-Bitinya eyaleti). Galatya‘ya bağlanan topraklar daha sonra imparator Antonius döneminde Polemonlar‘a verildi (Polemon Pontusu). Trabzon ve civarı da Delotarios‘un hissesine düştü. Daha sonra Pontus prenslerinden 1. Polemon‘un eline geçti.
1. Polemon‘un ölümünden sonra Trabzon da dâhil olmak üzere, bütün Pontus tekrar Roma‘nın eline geçti ve imparator Neron tarafından tekrar Galatya‘ya verildi. (MS. 63) böylece Pontus krallığı sona ermiş oldu.
Buna göre, gerçek Pontus devleti MÖ. 285 ile MS. 63 arasında varlık göstermiştir… Görüldüğü gibi Grekler-Yunanlar ile hiç bir ilgisi yoktur!
Trabzon daha sonraki imparatorlar döneminde önem kazandı. Şehri Anadolu‘ya bağlıyacak şekilde askerî bir yol yapıldı. Sahil yolu inşa edildi. Bu suretle İran ve Mezopotamya ile ticaret imkânı arttı. İmparator Trayanus (MS. 98-117) döneminde Trabzon, bütün hak ve imtiyazlarından vazgeçerek, her bakımdan bir Roma şehri oldu.
İmparator Hadrian (MS. 130-131) döneminde şehre bir liman, hipadrom, amfiteatr, surlar ve su kemerleri yapıldı.
İstanbul‘un kurucusu olan ve bugünkü Katolik Hıristiyanlığın temelini atan ilk Hıristiyan imparator Konstantin, yaptığı dinî taksimatta Trabzon‘u piskoposluk merkezi olarak belirledi.
Roma‘nın bölünmesinden sonra, Bizans (Doğu Roma) imparatorlarından Justinianus, Trabzon surlarını Sasanîler‘e (İran) ve komşu halklardan Ça’niler‘e (Laz) karşı tahkim etti.
Trabzon, İslamiyet’in ortaya çıkmasıyla yayılan Arap fetihlerinin dışında kaldı. Şehir liman olarak Müslüman tacirler için önemli idi.
Trabzon bir ara Selçuklular‘ın eline geçti. (1080) ancak daha sonra şehrin valisi Theodos Gabras tarafından geri alındı.
Bizans genelde imparator ailesinden kişileri duka (bey) olarak Trabzon‘a gönderir, ancak bunlardan bazıları kendi başlarına buyruk hareket etmeye başlardı.
Anadolu Selçuklu devleti, adeta Trabzon‘u tecrit etti. Hele 1194’den sonra Samsun limanının bir kısmı Selçukluların eline geçince, Trabzon’un İstanbul ile irtibatı zorlaştı.
1204 Haçlı Seferi sırasında, Ortodoks Hıristiyanların merkezi İstanbul‘un Latinler tarafından işgali üzerine, Bizans imparatoru Andronikos Kommenos‘un oğlu Aleksios, Trabzon‘a kaçtı ve Gürcü kraliçesi Tamara‘nın desteği ile kendisini “imparator” ilan etti! Trabzon Rum imparatorluğu işte böyle kurulmuş oldu. Kurulan, aslında bir imparatorluk falan değil, küçük bir devlet idi… bazıları bunu yeni bir “Pontus dönemi” olarak görür.
Bu minik devlet, bir süre İznik‘te kaçak yaşadıktan sonra tekrar İstanbul‘u ele geçiren Bizans imparatorlarına rağmen, varlığını sürdürdü. taki Fatih Sultan Mehmet şehri fethedinceye kadar! (1204-1461 arası) ama hep birilerine tâbi olarak!
Bu minik devletin sözde imparatoru Aleksios, Sinop‘u Selçuklu sultanı Alaaddin Keykavus‘a karşı korumak için sefere çıktıysa da, esir düştü. Kendini ve devletini kurtarmak için Sinop‘tan vazgeçti, vergi vermeyi, gerektiğinde asker göndermeyi kabul etti. (1214) yani bir nevi Selçukluların himayesine girmiş oldu!
İlhanlı ve Türkmen akınları sonucunda 1332 yılına gelindiğinde Trabzon artık sadece bir “şehir devleti” idi, elinde 1-2 kaza, 5-10 köy kalmıştı. zaten “imparatorluk” ve “imparator” unvanları, baştan beri palavradan ibaretti!
Sözde imparatorlardan bir başkası 3. Aleksios (1349-1390), küçücük devletini kurtarabilmek için, kız kardeşi Despina Naria‘yı Kutlu Bey‘e vermiş (1352), diğer kız kardeşi Theodora‘yı Ordu Beyi Hacı Emir‘le, kızı Evdokya‘yı da Kelkit vadisi beylerinden ve bölgenin Türkleşmesinde büyük emeği olan Emir Taceddin‘le evlendirmişti!
Kısacası, Trabzon Rum devleti, o dönemde Akkoyunlu Devleti‘ne tâbi idi, onlara vergi veriyor, gerektiğinde asker gönderiyordu. Bölgede sadece Rumlar değil, Lezgiler, Türkmenler de yaşıyordu.
1404’de Trabzon’a gelen İspanyol elçisi Clavijo, “İmparator’un Bayezid’e vergi verdiğini” belirtir ki, Bayezid‘in Timur‘a yenilmiş olmasına rağmen, vergi ödenmeye devam ediyorsa, enteresandır.
1461’de Fatih Sultan Mehmet ile yapılan teslim anlaşması gereğince, imparator ve ailesi, 1500 kadar Rum genciyle birlikte Edirne‘ye yerleştirildi. Şehir halkına aman verildi. Daha sonra, 1463 yılında David‘e geçimini sağlayabilmesi için tuna civarında geliri 300.000 akçe olan köyler tahsis olundu. Yani bir nevi tımar olarak verildi… Bunca itibar ve hoşgörüye rağmen, bir türlü akıllanmayan David, fatih’in rakibi olan aynı zamanda damadı sayılan Akkoyunlu devleti sultanı Uzun Hasan‘la gizlice haberleşmeyi sürdürünce, aynı yıl üç oğluyla birlikte idam edildi!
Fatih, Trabzon‘a girince ilk cuma namazını Saınt Eugenıus kilisesinde kılmış, sonra burası Yeni Cuma adıyla camiye çevrilmişti. Hz. Meryem kilisesi de Orta Hisar Camii olmuştu.
Fatih, savaşa katılmış olan Rum askerlerini bağışlamış, ancak mallarını Türk askerlerine devretmişti. Halkı da cizyeye (gayrimüslimlerden alınan vergi) bağlıyarak, aileleriyle mallarıyla şehirde bırakmıştı!
Bütün bunları teferruatıyla anlatıyoruz ki, fetihlerdeki hoşgörülü davranışımız, 1800’lerden itibaren çekildiğimiz Mora, Teselya, Ege Adaları‘nda ve Anadolu‘da Rumların yaptığı katliamlar ile kıyaslanabilsin!
Eğer biz de Mora‘yı, Teselya‘yı, Girit’i, Kıbrıs‘ı, diğer ege adaları’nı fethettiğimizde, benzer bir katliam yapsaydık, Batılılar orada bir Yunanistan devleti kuracak kadar Rum bulamazlardı!
Daha sonra Trabzon‘da nüfus dengesini sağlamak için Rum, Ermeni, Cenevizliler‘in çoğu sur dışına yerleştirildi. Trabzon‘dan alınan 500 kişi İstanbul‘da Fener‘de iskân edildi. Hızla artan sayıda Türk ve Müslüman göçmen aile, Niksar, Lâdik, Bafra, Osmancık, Çorum, Tokat, Samsun gibi şehirlerden getirilerek Trabzon‘a yerleştirildi… (İslam ansiklopedisi, cilt 12/ı, s. 455-477)
Böylece Trabzon‘un Rum “imparator” sülâlesi son bulmuş oldu, hem Trabzon Rum devleti ortadan kalktı, hem de Trabzon’un Ortodoks Rum hüviyeti tamamen değişip Türk ve Müslüman oldu!
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul‘u fethettiğinde 20 yaşlarında olmasına rağmen, çok iyi eğitim almış, çok ileri görüşlü bir insandı. Doğu Roma‘dan sonra (İstanbul’un bir adı da 2. Roma idi), gözünü Batı Roma‘ya, yani Haçlı seferleri‘nin kaynağı, Katolik Papa‘nın yaşadığı şehre dikmişti! Onun etkisini azaltmak, karşısına bir rakip olarak çıkmak istiyordu. Bizans başvekili Notaras‘ın, “Kostantinople’da Katolik külâhı görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim,” sözünü dikkate aldı. Bunun için Ortodoks Rum patrikliği makamını muhafaza etti. Geniş imtiyazlar verdi. İleriki yıllarda büyük asker Ahmet Gedik Paşa‘yı yollayarak İtalya sahillerindeki Otranto kalesini fethetti. 1481 yılında büyük ihtimalle Roma‘nın fethi için sefere çıktı, ama esrarengiz bir şekilde hastalanarak öldü.
Fener Rum Patriği‘nin büyük imtiyazları vardı ama tamamen sultan’a tâbi idi. ancak Osmanlı tabiiyetinde biri patrik olabilirdi. Metropolitler de öyle seçilirdi. Mora isyanı‘na kadar, devlet’in güçlü olduğu dönemlerde bu konuda bir problem çıkmamıştır. Ne zamanki Patrik Gregorius isyanı teşvik etmiş ve hainlik yapmış, o vakit patrikhane’nin orta kapısı’na cüppesi ile birlikte asılmıştır!
Lozan‘da patrikhane hakkında imtiyaz sayılacak bir hüküm yoktur ve patrik tamamen Türk kanunlarına tâbi, Türkiye vatandaşı olmak zorunda olan bir kişidir. Yine ihanet içinde bulunan Patrik Dreteos, Atatürk tarafından sınır dışı edilmiş, yenisi tayin edilmiştir.
Bu kural ilk olarak maalesef Menderes tarafından çiğnenmiş, Nutuk‘ta vatana hainliği vesikalarla anlatılan Athenagoras isimli şahıs, Türk vatandaşlığından çok önce çıkarılmış ve Amerikan vatandaşlığına girmiş olmasına rağmen, eski patrik ölünce, A.B.D.‘nin baskısı sonucu alelacele Türk vatandaşı yapılarak patrik koltuğuna oturtulmuştur! Bunu hiçbir zaman affetmeyiz! Aynı olay şimdiki Patrik Bartolameos Efendi için de geçerlidir! Adamın nasıl Türk Devleti‘ne kafa tuttuğunu görüyorsunuz. Yurt dışından metropolit tayin ediyor, kendini “ekümenik” ilân ediyor, devlet reisi gibi yabancı liderleri ağırlıyor, ağırlanıyor! Yapılması gereken, ona devlet otoritesini hatırlatacak şekilde görevden almak ve vatandaşlığını iptal ile sınır dışı etmektir!
Bunları, Fener patrikhanesi‘nin Pontus katliamı‘nda nasıl biri rolü olduğunu gösterebilmek için anlatıyoruz.
Venizelos, “patrikhane, Yunanistan emrine girmelidir,” demiş ve 1910 yılında başvekil olmasından sonra Türkiye’deki Rum mektep ve cemiyetlerini birer Megalo idea karargâhı haline getirmeye çalışmış, bunda da muvaffak olmuştur. Venizelos‘un emri ile aslen karamanlı olup, fazla Yunanlık gütmeyen patrik 1919’da değiştirilmiş, yerine Megalo idea güden Doroteos getirilmişti! Yeni patrik, Rum okullarını ve kiliselerini birer silah deposu ve militan yuvası haline getirdi. Patrikhane’nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağı asıldı!
YUNANİSTAN ADINA FAALİYET GÖSTEREN RUM CEMİYETLER
1. Pontus cemiyeti,
2. Matbuat cemiyeti,
3. Rum müdafaayı milliye cemiyeti,
4. Rum Trakya cemiyeti,
5. Rum muhacirin cemiyeti,
6. Rum küçük Asya cemiyeti,
7. Rum ebedî cemiyeti,
8. Rum izcilik teşkilâtı,
9. Rum tüccar cemiyeti,
- Silozos kulübü,
- Zoğrafyan ve Zapyon liseleri,
- Çeşitli Rum kulüpleri,
-
Mektepler, kolejler,
-
Yetimhaneler ve hastaneler,
-
Etniki Eterya cemiyeti.
Pontus cemiyeti, Yunanistan‘ın Anadolu‘yu işgal edememesi ihtimaline binaen kurulmuştu. Karadeniz sahillerinde oluşturulacak bir Rum devleti ileride Yunanistan ile birleşecek ve “büyük Elenistan” veya “yeni Bizans” kurulacaktı!
Osmanlı Devleti‘nin dört bir yanında 400’den fazla yabancı okul, kolej vardı. 1878’deki büyük mağlubiyetten sonra kurulan ve sayısı hızla artan bu okulların Sırp, Bulgar ve Yunan isyanlarında büyük rolü olmuştu. Sırp ve Bulgar ihtilalciler Robert kolej mezunu idiler! Kayseri-Talas, Mersin-Tarsus, Gaziantep, Harput’taki kolejler ise Ermeni isyanlarını tertiplemişlerdi. Merzifon‘daki amerikan koleji ise, Rum isyanını hazırlıyordu. Önce “Rum kültür sevenler ve Pontus cemiyeti” ile sözde “musiki kulüpleri” kuruldu. Sonra “müdafaa-yı meşrua” ve “mukaddes Anadolu Rum cemiyeti” açıldı. Arkasından Batum’dan Trabzon’a kadar şubeler kuruldu. Ancak hayalî Rum Pontus devletinin sınırları içinde olan Rumların Müslüman Türk nüfusa oranı beşte bir, yani % 20 idi! İşte Türklere katliam ve sürgün bu yüzden uygulanmıştır!
RUM ÇETELERİN YAPTIĞI ZULÜM VE KATLİAMLAR
Trabzon Rum metropoliti Hrisantos, 17 Nisan 1916’da Rus ordularının Trabzon‘a girdiğinde, Türk sancağını kumandanın atının ayakları altına atarak hıyanetini zirveye çıkarmıştı! Rum kızları düşman birliklerine atacakları çiçekleri bir gece evvelden hazırlamış, Rum delikanlıları Türklerin terk edip gittiği evlerin ve dükkânların kapılarını kırıp yağmalamışlardı. Kiliselerin çanları sürekli çalmıştı. Ancak Rus komutan General Lahof, şehre girdiğinde yerde serili Türk sancağı‘nı görünce birliği durdurmuş, yaverine sancağı yerden kaldırtmış ve şöyle demişti:
“Bu sancağı savaş meydanlarında yere sermekle (düşürmekle) şeref duyabiliriz. Fakat böyle kendi vatandaşlarının eliyle düşmanın ayakları altına serilmesini asla görmek istemeyiz! Bu bayağılık ve aşağılıktır! Alçak Grekler! Sizi görmek istemiyorum!”
Komutan, eski efendisine ihanet edenin kendisine de ihanet edeceğini çok iyi biliyordu! Aynı şekilde, Büyük İskender, kaç an pers imparatorunu kalleşçe öldürüp kendisine getiren iki Pers‘i bu sebepten dolayı derhal idam ettirmişti!
Ama hainlik sadece Hrisantos‘da değildi. Patrikhane de Rus Çarı‘na bir tebrik telgrafı çekmişti, ülkesini işgal ettiği için!
Hrisantos, işgal sırasında 1919 Martı’nda Paris‘e gitti. Esasen 1918 senesinden beri Konstantinidis, Pontuslular adına Paris ve Londra‘da faaliyet göstermekte idi. Hrisantos‘un yanında bursa metropoliti Dreteos ile patrikhane müşaviri Aleksandr Pappas vardı. Hrisantos, Paris ve Londra‘da yetkililere “Türk hükûmeti’nin yerli Rumlara baskı yaptığı”na dair uydurma vesikalar verdi, taleplerde bulundu. Bunlardan birinde şöyle diyordu:
“Hemşerilerimizin biçare vaziyetlerine nazarı dikkatinizi celp eder, mütarekeden beri bir senedir tür mezaliminin devam ettiğini bildiririz.”
“Gerek Karadeniz sahillerinde ve gerek dâhili memlekette İslâm ahaliye silah tevzi edilmiştir. Hıristiyanlar ise silahsız, müdafaadan aciz, yeni katil tehditleri altında yaşamaktadırlar.”
“Türkler mağlup oldukları halde, kıtallerinin cezasız kaldığını gördüklerinden, eskisi gibi şekavet ve kıtallere devam etmektedirler.”
“Türk zulmünden kurtulmak üzere bir kaç yüz bin vatandaşımız muharebeden evvel ve muharebe esnasında Rusya‘ya hicret etmiş ve mütarekeyi müteakip avdete başlamışlardı. İtilâf devletleri’nin sayesinde Pontus cumhuriyeti‘nin teşekkülü ile milletlerin tahlis edileceğini (kurtulacağını) beklemekte idiler! Heyhat! Muhacirler köylerine avdet etmeğe bile muvaffak olamadılar. Çünkü başıbozuk Türk çeteleri yolları ve geçitleri kapamıştır. Bu yüzden (ihtilal’den sonraki) Rus anarşisini, Türklerin zulüm ve katliamlarına tercih ediyorlar, (Rusya’ya dönüyorlar.)”
“(Bu yüzden) muzaffer itilâf hükümeti muazzamasına iltica ediyor, vatandaşlarımızın bugünkü vaziyetlerinden halâs edilmelerini temenni ediyoruz.”
Paris, 15 Teşrinisani 1335
İmza: Paris’te Pontus ittihadı millî reisi Sokrat Ekonomos
Pontus yerlileri kongresi reisi Jan Konstantinidis.
Böyle pek çok ihanet belgesi var…
Ama yer yok…
İlgilenenlere Yunan mezalimi kitabına bakmasını tavsiye ederiz.
Aslında Rumlar ile Ermenilerin Osmanlı Devleti‘nden kapmak istedikleri parçalar çakışıyordu. İki taraf ta aynı yerleri istiyordu. Rekabeti ortadan kaldırmak için İngiliz ve Amerikalılar çok çalışmış, sonunda ermeni Patriği Zaven Efendi satın alınarak mesele halledilmiştir… Nutuk‘ta Mavri Mira teşkilâtı ile ermeni Patriği’nin bu tarz ortak faaliyetleri vesikalarla anlatılır. Bu vesikalardan bir tanesi, Mustafa Kemal‘in gönderdiği bir tamimdir ve şudur:
“İstanbul Rum patrikhanesi‘nde Mavri Mira isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun reisi patrik vekili Dreteos, âzâları Athenagoras, İnoz metropoliti Giritli Katehakis, Kathelepoulos, Diyasilmas, Aynia, Pilitimis Siyari isimli kimselerden ibarettir.”
“Vazifesi Osmanlı vilâyetleri dâhilinde çeteler teşkil etmek, propagandalar yapmaktır. Yunan salibi ahmeri de bu Mavri Mira heyetine merbuttur (bağlıdır). Vazifesi eczâyı tıbbiye ve levâzım-ı sıhhiye nâmı altında silah, cephane ve teçhizatı memâlik-i Osmaniye’ye ithaldir.”
“İstanbul patrikhanesi ve Yunan konsoloshanesi esliha ve cephane deposu halini almıştır. Ve hatta kiliseler ibadet yerlerinden ziyade askerî ambarlar gibi kullanılmaktadır. Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın alınmıştır.”
“İstanbul, Bursa, Bandırma, Kırkkilise (Kırklareli), Tekfurdağı (Tekirdağ) ve mülhakatında izci teşkilâtı itmam olunmuştur. İzciler yalnız çocuk değildir. 20 yaşını mütecaviz gençler de dâhildir! Samsun ve Trabzon cephane tevzi mahallidir.”
İmza: Mustafa Kemal
Pontuscu Rumlar, siyasî propaganda ile yetinmemişler; Karadeniz sahillerinde silahlı çeteler teşkil ederek Türker‘e karşı katliam, tedhiş, yağma, soygun ve ırza tecavüz faaliyetlerine girişmişlerdir! Karadeniz bölgesinde ileride bir plebisit yaptırarak Rum halkını çoğunluk gösterip kurulacak Pontus devletine verilmesini temin etmek için, Müslüman Türk ahaliye karşı korkunç bir imha hareketine kalkışmışlardır… Ayrıca Rum muhacirin cemiyeti vasıtasıyla Rusya‘dan ve diğer ülkelerden Rumlar getirterek Rum nüfusu artırmaya çalışıyorlardı. Cihan harbi başlangıcında umumî seferberlik ilân edilince, herkesin katılması gerekirken Rumlar bu emre uymamışlar, çeteler kurarak talan ve katliama başlamışlardı. İngilizler mütareke’den sonra Samsun‘a çıkınca, bu çetelere herkesin gözü önünde 10.000 silah dağıtmışlardı! Onlar da vakit kaybetmeden silahları toplanan Türker‘i boğazlamaya girişmişlerdir. Ancak bu faaliyetlerin dayanılmaz bir hal almasından sonra, mukabil harekete geçilmiştir.
Türk köylerini yakıp yıkan, kadın ve kızların ırzına geçen, halkın mallarını yağmalayan ve Nebyan çeteleri diye bilinen bu çetelerin en önemlileri şunlardı:
1. Bafra‘nın Kelek köyü çetesi reisi İstavri,
2. Samsun‘un Taflan köyü çetesi reisi Lefter,
3. Havza‘nın Köprüdağı köyünden Piç Vasil çetesi,
4. Osmanbeyli köyünden Piço,
5. Samsun‘un Kuruökçe köyünden Andon çetesi,
6. Balık köyünden Endik çetesi,
7. Karapınar köyünden Piç İlya çetesi,
8. Kirazlı köyünden Taşçıoğlu kara Sava çetesi,
9. Bafra‘nın Yayla köyünden kel Sava çetesi,
- Samsun‘un Eğribel köyünden Anastas ve dayısının çeteleri,
-
Aynıdere köyünden Balcıoğlu Deli Yani çetesi,
-
Havza‘nın Elmalıca köyünden Eleni Çavuş çetesi,
-
Baratlı köyünden Fali çetesi,
-
Samsun‘un Beylik köyünden Sarı İstil çetesi,
-
Kapıkaya köyünden Kavaklıoğlu Yuvan ve yeğeni Totoroğlu Agapiyus
Çeteleri,
- Alaçam köyünden Timuroğlu Yani çetesi,
-
Bakırpınar köyünden İstavri çetesi,
-
Zünbül köyünden Totoroğlu çetesi.
O mıntıkada etrafı Rum köyleriyle sarılı 6 Türk köyü vardı. Çeteler bunlardan Çağsura köyüne anî bir baskın yaptılar. Köyün Müslüman halkından bir tek fert bile kurtulamadı! Kundaktaki çocuktan, yataktaki ihtiyarlara kadar bütün köy halkı süngülendikten sonra evleri, ahırları, samanlıkları tamamen yaktılar! Köyün hayvanları, bütün malları yağmalandı!
Aynı bölgede Kusça ve Boyalı köyleri de bu suretle haritadan silindi. Bu iki köyde önce öldürülen, sonra yakılanların sayısı 367 idi!
Nebyan çeteleri daha sonra kendi bölgelerinden çıkarak cinayetlerini etrafa yaymaya başladılar. Birçok diğer köye aynı şekilde saldırıp tahrip ettiler. Kısa zamanda 27 köyü ve 22 çiftliği yakıp yıktılar.
Oruç köyünde diri diri yaktıkları insanlarla, ırzlarına tecavüz ettikleri kadınlar büyük bir yekûn tutuyordu. Önce, Garip ve Kuyumcu köyleriyle alaçam köyünü basarak hayvanlarını götürdüler.
Ayrıca Almazsa köyünden 40, Çal köyünden 45, Çarin köyünden 75, Terzili köyünden 4, Engiz‘den 3, İngazi‘den 25 evi yağmaladıktan sonra yaktılar.
Vezirköprü‘den Kızılırmak vasıtasıyla mal ve eşya nakli yapılırdı. Bu çeteler Kapıkaya bölgesini tutarak kayıklara baskınlar yaptılar, malları yağmaladılar.
Nebyan çetelerin mevcudu 2.000 civarında idi. mukabil hareket başlayıncaya kadar Bafra havalisini kasıp kavurmuşlar, binlerce Müslüman öldürmüşlerdi!
Samsun taraflarındaki çeteler de bundan geri kalmıyordu. Güney ve Ballarca köylerinde 24 kadın, erke ve çocuğu süngüden geçirdiler. 500 kadar evi yağmaladıktan sonra yaktılar.
Duayeri ve Kabibaşalan köylerinde 25 kişi öldürüldü, 20 kişi de ağır yaralandı. Samsun‘un merkezinde 50 kişiyi ya öldürdüler, ya da yaraladılar.
Samsun bölgesinde Rum çeteleri Ermenilerle birlikte hareket ediyordu. Çarşamba ve terme’de 335 ev, 2 cami, 2 mektep ve 22 de samanlık yaktılar, 2 kişiyi de işkence ile öldürdüler.
Amasya‘nın Sığırçobanı köyünden geçmekte olan 6 Türk askeri, Rum eşkıya tarafından feci şekilde şehit edildi! Amasya dâhilinde 25 cinayet işleyip, 100’den fazla evi yaktılar!
Rum çetelerinin en kuvvetli oldukları yer Merzifon havalisiydi. Bu bölgedeki hemen bütün köyleri gece baskınlarıyla soyup yağmaladıktan başka, birçok insanı öldürdüler, hayvanlarını alıp götürdüler.
Çeteler yağmaladıkları malların bir kısmını kendilerine saklıyor, bir kısmını da kiliselere ve metropolitlere gönderiyorlardı.
Rum çetelerinin saldığı dehşet yüzünden Müslüman halk evinden çıkamaz hale gelmişti. Bunların işledikleri cinayetlerin en fecilerinden biri Lâdik‘te meydana gelmişti… Kadınların dahi silahlı olarak katıldıkları Rum çeteleri, Lâdik‘in küpecik köyünü basarak 70 kişiyi çeşitli işkencelerle öldürdüler. Genç ve güzel kadınlara tecavüz ettiler. Mallarını yağmaladılar, evlerini yaktılar. Sonra köyün kadınlarını birlikte dağa götürdüler. Bir müddet gönül eğledikten sonra birbirlerine bağladılar. Üzerlerine gazyağı döküp yaktılar!
Destek mıntıkasında 47. piyade alayı’nın bazı birliklerini 20 temmuz 1920’de pusuya düşürerek bir çok askeri öldürdüler!
Lâdik, Gümüşhacıköy, Gümüş Madeni Köy, Havza, Tokat, Erbaa, Zara mıntıkasında birçok köyü yaktılar, insanlarını öldürdüler, mallarını yağmaladılar.
Bu çeteler birçok yerde tarlalardaki ekinleri de yakmış, halkı açlığa mahkûm etmiştir.
Üç ay gibi kısa bir müddet zarfında bu bölgede 3160 Türk‘ü çeşitli işkencelerle öldürdükleri, pek çoğ4unu yaktıkları ve birçok köyleri de en ufak bir kulübe kalmayacak şekilde yakarak ortadan kaldırdıkları tespit edilmiştir!
Köprü kazası civarında da birçok köyü yağmaladılar ve yaktılar. Yüzlerce insanı öldürdüler. Köprü‘nün ortaklar köyü 150 haneli zengin bir köydü, yağmaladılar! 20 haneli esen köyünden bir tek fert bile kurtulamadı! Baskın günü köyde 15 kişi vardı. Bunlardan 5 erkek, 4 kadın derhal öldürülmüş, 5 erkekle 1 kadın feci şekilde yaralanmıştı. (Pontus meselesi, ilk defa 1922 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından bastırılan “Pontus meselesi” adlı kitap, dr. yılmaz kurt tarafından sadeleştirilmiş şekliyle T.B.M.M. tarafından 1995 yılında tekrar yayımlanmıştır… Bir başka kitap ise, Trakyalılar cemiyeti tarafından 1922 yılında yayınlanan “şarkî Trakya’da Yunan zulümleri”dir. Kitapta yapılan zulümler belirli bir tasnife ayrılmadan, şehir ve köy isimleri verilerek anlatılmıştır… Bunun yanı sıra Ekim 1921 yılında Garp Cephesi kurmay başkanlığı tarafından bastırılan “orta Anadolu’da Yunan mezalimi” adlı kitap da kayda değerdir… Bu kitapta Yunan ordularının yaptığı zulüm ve katliamlarla verdikleri maddi zararlar, nerdeyse köy köy resmi belgelerle ortaya konulmaktadır… Diğer bir kaynak Başbakanlık Osmanlı arşividir. Buradan temin seksene yakın belge vardır.)
Sonunda Türkler, zulme dayanamayarak harekete geçtiler. İlk önce “Trabzon muhafaza-i hukuk-u milliye cemiyeti” kuruldu. Başına Hafız Mehmet Bey ile Barutçuzâde Ahmet Bey geçti. Zaten 19 Nisan 1918’de şehre Kazım Karabekir Paşa gelmiş ve “Vatanımızı ancak silah kuvvetiyle kurtarabileceğiz” demişti. Böyle bir bir teşebbüste İngiliz donanmasının şehri topa tutup tutmayacağı sorusuna da,
“Eğer işe İngiliz donanması karışacak olsa, silah toplamaya ne lüzum vardı? Mesele silah topladıktan sonra Pontus ve Ermeni hükûmetlerini kurmaktır. Bizi, içimizden parçalamak istiyorlar!”
“Ben Erzurum’a kumandan olarak gelirken, için izin kâğıdı almak üzere, Pangaltı‘da İngiliz karargâhına yaverim Yüzbaşı Fethi bey‘i göndermiştim. Yaverim vesikaları İngiliz komutana imzalatırken duvardaki büyük Anadolu haritasında ne görmüş, bilir misiniz? Erzurum-Erzincan’ın hemen şimalindeki dağlardan geçerek vatanın bu havalisini ikiye ayıran bir çizgi!”
“İşte bu hat, burada kurulacak Pontus Rum hükümeti ile buraya hudut olarak genişleyecek büyük bir Ermenistan’ı birbirinden ayıran huduttur!”
“Her gün buraya vapur dolusu Rum muhacirleri neden geliyorlar? Kimler gönderiyorlar? bu gelenlerin içinde ne kadar Yunan zabit ve erleri var, biliyor muyuz? Yunan Salibi Ahmeri‘nin (Kızıl Haç) gönderdiği battaniye denkleri içinde kaç tane mitralyöz saklıdır?”
“Efendiler! İlk yapacağınız silahlarınızı terk etmemektir! Eğer Rum ve Ermenilerin hazırlığı bu şekilde devam edecek olursa, memleket elden gider, burada Türk’ün namı kalmaz!”
Aynı tarihlerde Merzifon Amerikan koleji’nde Türkçe muallimi olarak bulunan zeki bey, “haklarında ihbarda bulunur” korkusuyla Pontusçular tarafından öldürüldü. Ama bu kolejin hastane kısmında çalışmış olan bir kadının yetkililere ifşaatta bulunmasını engelleyemedi! Hastanenin alt katında cephane ve silah deposu olduğunu bu ihbar üzerine, 1. Ordu kumandanı Sakallı Nurettin Paşa, harekete geçti. İstanbul‘da amiral Brıstol‘e de haber verilerek kolej ansızın basıldı. Külliyetli miktarda silah ve cephane ile ihaneti belgeleyen birçok vesika ele geçti! Bunlara dayanarak Nurettin Paşa gayrimüslimlerin elindeki silahları toplamaya başladı… Kısa zamanda binlerce silah, milyonlarca fişek ele geçti. Ancak çeteler evlerini terk ederek dağlara çekildiler, saldırılarına oradan devam ettiler… (bahsettiğimiz vesikaların tercümeleri, Yunan mezalimi adlı kitapta mevcuttur.)
En önemli direniş Giresun‘da Topal Osman Ağa‘nın kurduğu çetelerle gerçekleşti… Topal Osman sonradan istiklâl madalyası ile taltif edilmiştir.
Gelişmeler üzerine Yunan donanması Karadeniz sahillerini bombardıman etti! Türk hükümeti de bu mıntıkayı “Harp Bölgesi” ilan etti. Bu bölgede ele geçen Rumlar, iç bölgelere nakledilmeye başlandı! Patrikhane işe karışarak itilaf devletleri’ni kışkırttı, onlar da bize bir nota verdiler. 22.0.1921 tarihli bu notada İngiliz mümessil Rambold, Fransız mümessil Forkad ve İtalyan mümessil Parroni‘nin imzaları vardı. Ankara hükûmeti‘nin dışişleri bakanı Yusuf Kemâl (Tengirşek) bey, notaya Rum ihanetlerini anlatan bir nota ile cevap verdi.
Ecnebi müdahalesi böylece önlenince, Rum eşkıyalar sindirildi, çoğu temizlendi.
Bu isyanlara karşı Ankara hükümeti gerekli tedbirleri almış olmasına rağmen, olaylar 1923 Şubat’ına kadar devam etmiştir.
Lozan antlaşması ile de Karadeniz sahilindeki Rumlar mubadeleye tâbi tutulunca, Pontus hayali tarihe karıştı…
BİR BELGE VE SONUÇ
Sanıyorduk ki, sözde Türk, işadamımız Rahmi Koç’un da katıldığı, Fener Patriği Bartelameos‘un desteklediği, Yunan papazlardan oluşan bir güruh, 1990’lı yılların sonunda, bir Pontus haritası yayınladılar ve gemiyle Trabzon‘a geldiler. Ne var ki, Trabzon’un vatansever Türk ve Müslüman halkı, bu gâvurları sahile bile çıkartmadı! Türk toprağı‘na ayak bile basamadan kös kös dönüp gittiler!
TÜRK SOYKIRIMINI BELGELEYEN KİTAPLARDAN BAZILARI
1. Anadolu’da Yunan Zulüm ve Vahşeti (I, II ve III. Kısımlar), Ankara Matbuat ve İstihbarat Matbaası, 1338 (1922).
2. Bulgar Mezalimi, İstanbul, 1325 (1909).
3. Bulgar Vahşetleri, İstanbul 1328 (1912).
4. Bursa Vilâyetinde Yunan Fecaii, Bursa Vilayet Matbaası, 1342 (1925).
5. Pierre Loti, Can Çekişen Türkiye, İstanbul, 1329 (1913).
6. Dimetoka’da Kanlı Bir Levha, 1325 (1909).
7. İzmir ve mülhakatı ile civarında Yunan işgalinden mütehaddis fecaii hakkında vürûd eden raporlar ile bazı muharrerat, Hilâl matbaası, İstanbul, 1335 (1919).
8. İzmir fecai.
9. Şeyh Müşir Hüyesin Kaydavi, İslami çekilen kılıç, yahut alemdârânı İslâmi müdafaa, İstanbul, 1919.
- Ahmet Cevat, kırmızı siyah kitap, İstanbul, 1329 (1913).
-
Lozan zabıtları (4 cilt ve ekleri) , Ahmet İhsan ve şürekâsı matbaacılık Osmanlı şirketi, İstanbul, 1341 (1925).
-
Makedonya’da Yunan mezalimi, İstanbul, 1914.
-
Müslümanlara mahsus, İstanbul, 1329 (1913).
-
Orta Anadolu’da Yunan mezalimi (I, II, III ve IV. Cüzler), Orhaniye matbaası, İstanbul, 1337 (1921).
-
Pontus meselesi, Ankara matbuat ve istihbarat matbaası, 1338 (1922).
-
Türkiye’de Yunan fecaii Cilt I-II, matbuai ahdet İhsan ve şürekâsı, İstanbul, 1338 (1922).
-
Türk katilleri ve Yunanlılar, matbaai amedi, İstanbul, 1322 (1906).
-
Şeyh Müşir Hüseyin Kaydavi, Türkiye İslâm imparatorlunun istikbali, İstanbul, 1919.
-
Pol Hevri, Türkiye nasıl paylaşıldı? İstanbul, 1329 (1913).
-
Yürekler Acısı, matbuat ve istihbarat matbaası, Ankara, 1337 (1921).
-
Zavallı Pomaklar, İstanbul, 1330 (1914).
-
Teoman Ergene, Türk Ortodoksları, İstanbul, 1951.
-
Dimitri Kitsikis, Yunan propagandası, İstanbul, 1965.
-
Kadir Mısırlıoğlu, Yunan mezalimi, Sebil yayınevi, İstanbul, 1977.
-
Kadir Mısırlıoğlu, Lozan Zafer mi, Hezimet mi? Sebil yayınevi, İstanbul, 1971.
-
Mehmet Arif, Başımıza Gelenler, 3 cilt, Tercüman 1001 eser.
-
Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan Kutsal Barış, 15 cilt.
-
Ömer Seyfettin, Bomba.
-
Ömer Seyfettin, Beyaz Lâle.
-
Halide Edib Adıvar, Vurun Kahpeye.
-
Halide Edib Adıvar, Türk’ün ateşle imtihanı.
-
Zekeriya Türkmen, Belgelerle Yunan Mezalimi, Ankara 2000.
-
Mehmet Perinçek, Ermeni devlet adamı B.A. Boryan’ın gözüyle Türk-Ermeni çatışması, Kaynak yayınları, 2007.
-
Ermeni komitelerinin emelleri ve ihtilal hareketleri, kaynak yayınları, 2007.
-
Ovanes Kaçaznuni, Taşnak partisi’nin yapacağı bir şey yok, Kaynak yayınları, 2005.
-
A.A. Lalayan, Taşnak Partisi’nin karşı devrimci rolü, Kaynak yayınları, 2007.
-
Kızıl Kitap, Taşnak Mezalimi, Kaynak yayınları, 2007.
-
A.B. Karinyan, Ermeni Milliyetçi Akımları, Kaynak yayınları, 2007.
-
Selami Kılıç, Ermeni sorunu ve Almanya, Kaynak yayınları, 2007.
Kaynak:
======================
TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMINA KARŞI DİRENİŞ HAREKETLERİ
<
p align=”center”>TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMINA KARŞI DİRENİŞ HAREKETLERİ
MORA İSYANI (1823), 93 HARBİ (1877-78), ERMENİ İSYANLARI (1895), BALKAN HARBİ (1912), 1. DÜNYA SAVAŞI (1914-1918) ve İŞGAL DÖNEMİ’nde (1918-1923) Sırplar’ın, Bulgarlar’ın, diğer Balkan çetelerinin, Ermeniler’in, Ruslar’ın, işgalci Batılılar’ın ve Yunanlar’ın uyguladıkları zûlme dayanamıyan TÜRKLER, fırsat buldukça harekete geçmişler, direnmişlerdir.
Böyle direnen pek çok kahramanımız vardır. ADANA’da, İZMİR’de, AYDIN’da, GİRESUN’da, TRABZON’da, İSTANBUL’da örgütlenen, halkı savunan ve gerçekten büyük birer vatansever ve kahraman olan bu kişilerin hemen hiç birini tanımayız!.. FUAT BALKAN’ın Balkanlar’dan çekilen Türkler’i savunduğunu kimse bilmez. ŞAKİR ZÜMRE’yi kimse tanımaz!.. İNGİLİZ KEMÂL, Lawrence ile boy ölçüşebilecek bir TÜRK casusu olmasına rağmen unutulup gitmiştir. YAHYA KAPTAN da öyle!.. ÇERKES ETHEM ve TOPAL OSMAN gibi şahsiyetler ise tartışmalıdır. Hain mi, eşkiya mı, yoksa birer kahraman mı, bilinmez.
İSTİKLÂL HARBİ, KURTULUŞ SAVAŞI, MİLLÎ MÜCADELE tabirleri kimsenin dilinden düşmez ama; kimse KARS’ta Ermeniler’e karşı verilen savaştan, GİRESUN’da Rum çeteleri ile olan mücadeleden, ADANA’da Fransız üniformalı Ermeniler’e direnişten haberi yoktur. Hatta neden bazı şehirlerin GAZİ-ANTEP, KAHRAMAN-MARAŞ, ŞANLI-URFA diye anıldığını da bilmez!.. ŞAHİN BEY’i, ARSLAN BEY’i duymamıştır!. Fransızlar’a karşı nasıl bir mücadele verildiğini, bu şehirlerin muntazam ordu olmadan nasıl kurtarıldığını bilmez!..
Hepsini anlatmaya imkânımız yok!.. Keşke olsaydı!.. Zaten niyetlensek te, ömrümüz yetmez!.. Ama rahmetli HASAN İZZETTİN DİNAMO’nun muazzam eseri 8 ciltlik KUTSAL İSYAN’da, ve 7 ciltlik KUTSAL BARIŞ’ta her bir kahraman tek tek hayat hikâyeleri ile verilmiştir. Her şehirde cereyan eden hadiseler teferruatıyla anlatılmıştır. (May Yayınları, İstanbul , 1976… Daha sonra başka yayınevleri de galiba kısaltarak yayınladılar. Bizce tek cümlesi bile atlanmamalıdır!)
Bu kahramanlardan biri, TOPAL OSMAN AĞA’dır!.. KARADENİZ bölgesindeki direnişin temel direğidir… Onun uzun hikâyesine başlamadan önce bölgedeki genel durumu kısaca özetleyelim.
Karadeniz Bölgesinde azıtan Rum ve Ermeniler’e karşı ilk önce “TRABZON Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti” kuruldu. Başına HAFIZ MEHMET BEY ile BARUTÇUZÂDE AHMET BEY geçti. Zaten 19 Nisan 1918’de şehre KÂZIM KARABEKİR PAŞA gelmiş ve “Vatanızımız ancak silah kuvvetiyle kurtarabileceğiz,” demişti! Böyle bir bir teşebbüste İngiliz donanmasının şehri topa tutup tutmayacağı sorusuna da şöyle cevap vermişti:
– “Eğer işe İngiliz donanması karışacak olsa, silah toplamaya ne lüzum vardı?.. Mesele silah topladıktan sonra PONTUS ve ERMENİ hükûmetlerini kurmaktır. BİZİ, İÇİMİZDEN PARÇALAMAK İSTİYORLAR!”
– “Ben ERZURUM’a kumandan olarak gelirken, için izin kâğıdı almak üzere, PANGALTI’da İngiliz karargâhına yaverim Yüzbaşı FETHİ BEY’i göndermiştim. Yaverim vesikaları İngiliz komutana imzalatırken duvardaki büyük ANADOLU haritasında ne görmüş, bilir misiniz?.. ERZURUM-ERZİNCAN’ın hemen şimalindeki dağlardan geçerek vatanın bu havalisini ikiye ayıran bir çizgi!..”
– “İşte bu hat, burada kurulacak PONTUS Rum Hükûmeti ile, buraya hudut olarak genişleyecek büyük bir ERMENİSTAN’ı birbirinden ayıran huduttur!”
– “Her gün buraya vapur dolusu Rum muhacirleri neden geliyorlar?.. Kimler gönderiyorlar?.. Bu gelenlerin içinde ne kadar YUNAN zabit ve erleri var, biliyor muyuz? Yunan Salib-i Ahmeri’nin (Kızıl Haç) gönderdiği battaniye denkleri içinde kaç tane mitralyöz saklıdır?”
– “Efendiler!.. İlk yapacağınız silahlarınızı terketmemektir! Eğer Rum ve Ermeniler’in hazırlığı bu şekilde devam edecek olursa, memleket elden gider, burada TÜRK’ün nâmı kalmaz!”
8 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Kızılhaç heyetini taşıyan bir Yunan gemisi Giresun’a geldi. Heyet 11 Mayıs 1919 tarihinde Taşkışla’ya beyaz renkli Yunan Kızılhaç Bayrağını astı. TOPAL OSMAN; İzmir’in ilinin Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine, 17 Mayıs 1919 tarihinde GİRESUN’da büyük bir miting düzenleyerek işgâlci devletleri ve göz yumanları protesto etti.
Aynı tarihlerde MERZİFON AMERİKAN KOLEJİ’nde TÜRKÇE muallimi olarak bulunan ZEKİ BEY, “haklarında ihbarda bulunur” korkusuyla Pontusçular tarafından öldürüldü! Ama bu kolejin hastane kısmında çalışmış olan bir kadının yetkililere ifşaatta bulunmasını engelleyemedi!.. Hastanenin alt katında cephane ve silah deposu olduğunu bu ihbar üzerine, 1. Ordu Kumandanı NURETTİN PAŞA, harekete geçti. İSTANBUL’da Amiral BRISTOL’e de haber verilerek kolej ansızın basıldı. Külliyetli miktarda silah ve cephane ile, ihaneti belgeleyen bir çok vesika ele geçti!.. Bunlara dayanarak NURETTİN PAŞA gayrımüslimlerin elindeki silahları toplamaya başladı… Kısa zamanda binlerce silah, milyonlarca fişek ele geçti. Ancak çeteler evlerini terkederek dağlara çekildiler. Saldırılarına oradan devam ettiler… (Bahsettiğimiz vesikaların tercümeleri, KADİR MISIRLIOĞLU’nun YUNAN MEZALİMİ adlı kitabında mevcuttur.)
Mustafa Kemal’in Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gelmesinden sonra gönderdiği raporlarda şu ifadeler vardı:
– “İngilizler’in Samsun’a son çıkardıkları 100 kadar piyade ile gelen 11 süvarinin 10’u Rum’dur”
– “İngilizler gelince hemen mahpusta bulunan bütün kanlı kaatil Rumlar’ı tahliye ettiler! Ermeniler o günden itibaren isimlerini değiştirdiler!”
– “Amasya livâsı içinde 21 Rum çetesi, Tokat-Niksar’da 5, Samsun havalisinde 40 kadar Rum çetesi vardır.”
– “Samsun’da Rum nüfusun çoğunlukta, liva eçinde ezici çoğunluk Türkler’de…
– “Merzifon Kaymakamı Rum Margrit Efendi’dir.. Ladik’e bir Rum kaymakam gönderildi.”
Rumlar İngilizler’in himayesinde bölgede nüfus değişikliği sağlamaya çalışıyorlardı. Amaçlarını da aç ık açık Batılı efendilerine yazdıkları mektuplarda belirtiyorlardı. TRABZON Metropoliti HRİSANTOS, sunduğu muhtırada:
– “Rusya’da bulunan 250.000 göçmenle, PONTUS Rum ahalinin 850.000 (olacağı), aynı bölgedeki Müslümanlar’ın 836.000 nüfustan ibaret olduğu, Ermeniler’in nüfusunun da 78.000 olduğu bilinmektedir. Ruslar ve İtilâf Devletleri Pontus Mahalli ükûmeti’ni tanımıştır. Bu ve benzer nedenlerle PONTUS Bölgesinin bağımsız bir Rum ülkesi olması gerekir,”
iddiasında bulunuyordu. Bu “nüfus göçerme” olayı, günümüzde (2007) KERKÜK’te cereyan etmekte, tarihi boyunca TÜRK olan KERKÜK’e, Amerika ve İsrail’in desteği ile Irak’ın kuzeyinden ve hatta Türkiye’den Kürtler taşınarak nüfus oranı değiştirilmeye çalışılmaktadır.
Halbuki rakamlar bu iddiaların aksini ortaya koymaktadır. TRABZON ve LAZİSTAN sancaklarının 19. yüzyıl sonundaki nüfus dağılımı şöyleydi:
Müslüman : 473.795
Rum Ortodoks : 107.000
Ermeni : 26.535PAZAR., ARDEŞEN, FINDIKLI, HOPA ve ARHAVİ ilçelerinde Laz kökenliler, HEMŞİN’de Ermenice konuşanlar, OF’ta Rumca konuşanlar yaşıyordu. Ancak bu Ermenice ve Rumca konuşanların arasında İslamlaşmış Ermeniler ve Rumlar da vardı. …
Stefanos Yerasimos, 1890’da Rum nüfusun 200.000, Ermeniler’in 50.000, Muüslümanlar’ın ise 800.000 olduğunu kabul eder. (Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı 43, sf. 63) 1914’de Trabzon ve çevresinde yaşıyan Rumlar 350.000, Kastamonu ve Sivas’takiler ise 100.000 kadardır. İşte bu yözden, göz koydukları bölgelerdeki Müslümanlar’ı soyarak, tecavüz ederek, öldürürek korkutmaya ve kaçırmaya giriştiler!.. Müslümanlar da kısa sürede toparlanıp direnmeye başladılar.
En önemli direniş GİRESUN’da TOPAL OSMAN AĞA’nın kurduğu çetelerle gerçekleşti… TOPAL OSMAN sonradan başarılarından dolayı İSTİKLÂL madalyası ile taltif edilmiştir.
OSMAN AĞA, 1884 Yılında Giresun’un Hacıhüseyin Mahallesinde doğdu. Babası Hacı Mehmet Efendi, dedesi İsmail Kaptan idi. Giresun’un eşrafındadılar. Mâlî durumları iyi idi. Deniz ticareti ile uğraşırlardı.
OSMAN, gençliğinde dahi liderlik vasfına sahip biriydi. AĞA diye anılması bundan dolayıdır. Panazoğlu Hacı İsmail Ağa’ın kızı Hatun Panaz Hanım ile evlendi. Kayınpederi de varlıklı biriydi. İsmail ve Mustafa diye iki oğlu oldu. 1912’de Balkan Savaşı çıkınca, babası 54 altın lira bedel ödeyerek oğlunu askere göndermedi. Ancak OSMAN gönüllü yazıldı, 65 arkadaşı ile İstanbul’a geldi, Çatalca önlerinde savaştı. Dizinden bir şarapnel parçası ile yaralandı ve topal kaldı. Lâkabı da oradandır.
1914’de Cihan Savaşı başlayınca, TOPAL OSMAN bu sefer 100 kadar gönüllü toplayıp TRABZON cezaevini bastı, 150 mahkûmu serbest bırakıp birliğine kattı. Kasım 1915’te gönüllü olarak Doğu Cephesinde Ruslar’a karşı savaştı. Batum önlerinde savaşa katıldı. 94. Alay mensubu olarak hizmet verdiler. Bu gönüllüler Ruslar karşısında olağanüstü başarılar elde ettiler, ve okuması yazması olmayan TOPAL OSMAN AĞA’ya “yarbay” rütbesi verildi!.. Sonra Teşkilât-ı Mahsusa Alayı’da görev aldılar.
Topal Osman’ın gönüllüleri, Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak Artvin yöresindeki Ermeni tehcirinde görev yaptılar. Nisan 1916’da Borçka’da Ruslar’a karşı savaşan Türk ordusuna katılan Topal Osman, orduda olduğunu unutup kabadayılığa devam edince, komutanı kendisini affetmedi ve 50 değnekle cezalandırdı!.. Arif Cemil, bu dayağın sebebini “sıcak çarpışmaları görünce kaçma emareleri gösterince” diyerek başka bir sebebe bağlar, ve TOPAL OSMAN’ın “çürük raporu alıp memleketine geri döndüğünü” öne sürer ki, TOPAL OSMAN’ın hayatı boyunca sergilediği karaktere hiç uymuyor. (Arif Cemil, 1. Dünya Savaşında Teşkilat-ı Mahsusa) Aslında dönüş sebebi savaş sırasında tifoya yakalanıp hastalanmasıdır.
Yine Nisan 1916’da Ruslar TRABZON’u işgâl etti, AKÇAABAT’ı bombaladılar! TOPAL OSMAN, sayısı 800’ü bulmuş olan gönüllüleri ile Ruslar’a karşı gerilla savaşına başladı ve bir hayli kayıp verdirdi.
1917 Ekim’inde Rus İhtilâli gerçekleşince, Rus birlikleri geri çekildiler. Ekim 1918’de Almanlar yenilip TÜRKİYE de silah bırakınca, OSMAN AĞA’nın savaşı bitmiş oldu. Ancak rahat edemedi.
Bu arada GİRESUN Belediye Başkanı HACI BEY, yaşlılık ve sağlık sebebiyle görevden çekildi. TOPAL OSMAN kimseye danışmadan kendini “başkan” ilân etti!
Bu olay üzerine Rumlar ve Ermeniler İstanbul Hükûmeti’ne ve Patrikhane’ye şikâyet ettiler.Zaten İtilâf Devletleri’nin baskısı sonucu pek çok kişi “Ermeni Tehçiri”nden yargılanıyordu. TOPAL OSMAN da suçlu bulunanlar arasında idi. Divân-ı Harb kendisinin derhal yakalanarak İstanbul’a getirilmesine karar verdi! Durumu öğrenen TOPAL OSMAN, adamlarını alarak dağa çıktı. Böylece rahatlayan Rumlar çalışmalarını hızlandırdılar. Silahlandılar, saldırılara giriştiler. TOPAL OSMAN da misilleme olarak KEŞAP VE KARAHİSAR çevresindeki Rum köylerine baskınlar yaptı. Asker kaçakları ile mücadele etti.
GİRESUN eşrafı gelişmeler üzerine 12 Şubat 1919’da Kuva-yı Milliye teşkilâtını kurmuşlardı. Ancak bölgedeki tek etkili güç, TOPAL OSMAN ve adamlarıydı. TOPAL OSMAN, Rum tedhiş ve vahşetini durdurabilmek için çok sert metotlar uyguladı. Rum çetelerin Türk köylerine yaptıkları kötülüklerin üç beş mislini onlara yaptı. Bir seferinde eline geçirdiği Türk köylerini ateşe vermiş, ve Türkler’i yakmış olan Rum çetecileri sorguladığı geminin kazana atarak diri diri yaktı!.. Böylece Rum çetecilerin gözleri yıldı, hız kestiler… Hasan İzzettin Dinamo, “Kutsal İsyan” eserinin 2. cildinde “Mangal Yürekli Adamın Hikâyesi” başlığı altında TOPAL OSMAN’ın inanılmaz serüvenlerini anlatır…
Bu gerçeği gören MUSTAFA KEMAL, SAMSUN’a çıktıktan hemen sonra, TOPAL OSMAN’la irtibata geçti, kendisini çağırttı. TOPAL OSMAN yanına TEMOĞLU İSMAİL AĞA, DALGAROĞLU BİLÂL ve ÇAVRAKLI KARA AHMET’i alarak geldi ve 29 Mayıs 1919’da, HAVZA’da, gizlice görüştüler. MUSTAFA KEMAL söze şöyle başladı:
– “Çok buhranlı günler yaşıyoruz. Ama ümitsiz değiliz. Senin hakkında gerekli bilgileri edindikten sonra, seni buraya çağıttım. Bundan sonra el ele çalışacağız. PONTUSÇULAR’ın KARADENİZ kıyılarında neler yaptıklarını bir de erbabının ağzından öğrenelim, dedik.”
TOPAL OSMAN, GİRESUN ve çevresinde Rum ve Ermeniler’in faaliyetini teferruatıyla anlattı. Dikkatle dinleyen MUSTAFA KEMAL:
– “Görüyorum ki, vatansever duygular taşımaya, gençliğinde başlamışsın. Memleket kurtuluncaya kadar, içinde bir tek İÇ ve DIŞ DÜŞMAN kalmayıncaya kadar, çarpışmak zorundayız!”
– “Sen, KARADENİZ köy ve şehirlerini koruyacaksın. Çeteni derme-çatma bir kuvvet olmaktan çıkaracaksın. Bir alay teşkil edeceksin. Bu alayın kumandanı olacaksın. Sana genç ve atak subaylar vereceğiz. PONTUSÇULAR hangi usülleri kullanıyorsa, siz de o usülleri çekinmeden kullanın! VATAN’ı kurtarmakta bu son şansımız!.. Bu mücadeleyi kaybedecek olursak, tarihten siliniriz!”
– “PONTUS belâsının temizlenmesini tamamiyle senin tecrübeli ellerine bırakıyorum, OSMAN BEY! Seninle durmadan harbedeceğiz… Belediye reisliğini bırakıp usaklaşmamalıydın. Şimdi yine bu mevkii elde edebilir misin?”
dedi. TOPAL OSMAN güldü, ve şöyle cevap verdi:
– “Ne demek, Paşam!.. Çocuk oyuncağı bu! Siz arkamızda bulunduktan sonra, evel ALLAH, GİRESUN Belediyesi’ne gidip oturmamız gün meselesidir.”
MUSTAFA KEMAL de bu cevap üzerine:
– “Madem ki TÜRK halkı tamamiyle seni destekliyor, hiç durma, teşkilâtını yap! Git, reislik makamına otur. Şehir bilfiil senin ve adamlarının işgâlinde bulunsun. Sen kaçıp dağa çekileceğine, PONTUSÇULAR ve Rumlar kaçsın!.. Onlar bir kere kanunsuz yola adım atar göründüler mi, zamanla hepsini temizleriz.”
dedi. TOPAL OSMAN garanti verdi:
– “Siz hiç merak etmeyin, Paşam!.. Bu Pontus Rumları’na öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarında eşekarıları gibi boğulup gidecek!”
TOPAL OSMAN, Bu görüşme esnasında MUSTAFA KEMAL PAŞA’dan son derece etkilenmiş ve kendisine içten bağlanmıştır. Gerçekten de o dakikadan itibaren canıyla, malıyla, adamlarıyla yanında oldu. Onun için canını bile vermeye razıydı… Bu yürekten bağlılığı ölünceye kadar devam etti. Nitekim canını da ATATÜRK uğruna vermiş, ATATÜRK’ü eleştiren ALİ ŞÜKRÜ BEY’i öldürdüğü için çıkan çatışmada, 40 yaşında iken ölmüştür. (1.4.1923)
TOPAL OSMAN ve arkadaşları, 5 Haziran 1919’da Pontusçu Rumlar’ın GİRESUN’daki Rum mektebine astıkları Pontus bayrağını indirdiler. 8 Temmuz 1919’da TOPAL OSMAN hakkındaki tutuklama kararı Padişah VAHDETTİN tarafından kaldırıldı. Yine Temmuz ayında GİRESUN’a geri döndü, yeniden Belediye Başkanı ve Muhafaza- i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Başkanı oldu.
Bu arada Temmuz 1919’da Osman Ağa’ya meçhul bir sebeple Kaymakam BAKİ NEDİM BEY başarısız bir suikast düzenledi. BAKİ BEY, kiralık kaatil olarak Rizeli EKŞİOĞLU MEHMET adında birini tuttu. Fakat EKŞİOĞLU bu işe cesaret edemeyip durumu TOPAL OSMAN’a bildirdi. TOPAL OSMAN, Kaymakam’ın evini basarak kendisini dağa kaldırdı!.. Olayın duyulması üzerine TRABZON Valisi GALİP BEY araya girdi. “Kaymakam serbest bırakılırsa, kendisi tarafından cezalandırılacağına” dair söz verdi. Bunun üzerine TOPAL OSMAN Kaymakam’ı TRABZON’a gönderdi!
TOPAL OSMAN “basılan her Türk evine karşı 3 Rum evini basmak, yakaladığı eşkiyayı mezarını kendine kazdırıp diri diri gömmek, köylerde adam yakanı vapur kazanlarında canlı yakmak gibi uygulamalarla, bölgeyi Rumlar’ın zulüm ve baskısından tamamen halâs etti. Yani “dinsizin hakkından imansız gelir” anlayışını ve KISASA KISAS prensibini uyguladı!.. Görevinde ne kadar başarılı olduğunu Genelkurmay raporlarından anlaşılmaktadır… Stefanos Yerasimos, “o tarihte çetecilik olayına karışan Rum sayısı 11.118 iken, Rum çeteciler tarafından öldürülen TÜRK köylü sayısı 1.817’dir… 1914 Osmanlı Salnamesi’ne göre Trabzon, Sivas ve Kastamonu vilayetlerinde yaşayan 450.000 Rum’dan 86.000’i savaş sırasında Rusya’ya göç etmiş, 322.000’i 1923 nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a gitmişti… Aradaki fark olan 65-70.000 Rum’un, 1916-1923 arasında şu veya bu şekilde hayatını kaybettiği tahmin edilir,” diyerek, TÜRKLER’in kaybını önemsiz, Rum kaybını ise büyük göstermeye çalışır. TOPAL OSMAN’ın cezalandırdıklarının zalim kaatil, tecavüzcü, soyguncu olduğunu, öldürülen TÜRKLER’in ise masum köylüler olduğunu hiç dile getirmez!. PONTUS hayalini ise örtbas eder! (Stefanos Yerasimos, Pontus Meselesi, Toplum ve Bilim, 1988-89 Güz sayısı)
23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi başladı. Kongre’de MUSTAFA KEMÂL’i eleştiren Giresun delegeleri, karşılarında TOPAL OSMAN’ı buldular!.. Sivas Kongresi’nde de muhalifler vardı. Ama TOPAL OSMAN esas olarak MECLİS-İ MEB’USAN seçimleri ile ilgileniyor, İSTANBUL’a “millîci” unsurların gitmesine çalışıyordu. Ferit Paşa yanlısı Samsun mutasarrıfı ile kadısı da adaydı. TOPAL OSMAN müfrezesi ile SAMSUN üzerine yürüyünce Mutasarrıf ile Kadı, bir İngiliz savaş gemisi ile İSTANBUL’a kaçtılar!
TOPAL OSMAN’ın çetesi süretli büyüyordu. Her gün yeni gönüllüler katılıyor, masraflar artıyordu. Bu milislerin yedirilip giydirilmesi, silahlandırılması halkın bağış ve katkıları ile sağlanabiliyordu. Bundan şikâyetçi olanlarda az değildi. Çünkü OSMAN AĞA halktan az, zenginden çok alıyor, talebini yerine getirmeyenlerin de canını yakıyordu!
Ağustos 1920’de 3. Fırka komutanı RÜŞTÜ BEY, TBMM’ye OSMAN AĞA’nın eşkiyalığından, taşkınlığından şikayette bulundu. Bunun üzerine MUSTAFA KEMAL’den TOPAL OSMAN’a şu telgrafı çekti:
– “Hizmet vatanseverliğini takdir, fakat işlerinizde daima hükümeti güçlendirecek biçimde hareket etmeniz.”
TOPAL OSMAN hakkında daha sonraları da pek çok şikâyet olmuştur. 1921’de Lazistan mebusu OSMAN BEY , MUSTAFA KEMAL’e bir telgraf gönderdi:
– “Bu cahil adamın şimdiye kadar GİRESUN’da yapmadığı rezalet kalmadı. Rumlar’an ve ahaliden aldığı yüz binlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi eşkıyalığını TRABZON liman içinde yapmaya başlıyor ki… bu halin devamı pek çok çirkin olaya sebebiyet verecektir.”
Giresun Sancağı Reji Müdürü RÜKNEDDİN BEY ise Uzun mektubunda şöyle diyordu:
– “OSMAN AĞA tümden cahil biri olup, geçmişte bir hiç olduğundan bahsetmeye gerek yoktur. 1. Balkan Harbi’nde bir ayağının sakat kalması sonucu gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik, balıkçılık yaparken, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda milyonerliğe çıkan bu zatın kurduğu zenginliğin… zorla ele geçirme olduğunu gözler önüne arz ederim. Memleketi terk ederek başka bir ülkeye kaçan Rumlar’ın mülk ve bahçelerini kendine, akraba ve soyuna sopuna ve dalkavukları arasında böldüğü gibi, bunların İslam halktan alacaklarına karşılık kasalarında sakladıkları senetleri… çaresiz köylülere geri vereceği yerde… senetleri zorla ödetmek veya karşılığında bir bölüm Müslümanlar’ın bağ ve bahçelerini zaptetmiş ve tapularını elde etmiştir… Batı cephesinde görünüşte vatan hizmeti ile uğraşırken bile memleketi hâlâ pençesinde tutmak için her araca başvurmakta ve acımasız işler yaptırmaktadır.”
O tarihlerde hazırlanan resmî bir rapora göre TOPAL OSMAN, SAMSUN havalisinde 900 kişiyi bir mağaraya koyup öldürmüştür.
Bu raporlara MUSTAFA KEMÂL’in cevabı şöyle olmuştu:
– “OSMAN AĞA hakkında şikâyet edilen hallerden bittabii pek müteessir oldum… Bu biçim hareketlerin onaylayıcısı ve destekleyicisi olmadığımı bu vesile ile hatırlatmak isterim… Ancak şikâyetnamenizin son fıkralarında ‘kendi kendimizi müdafaa ederiz’ tarzındaki ifadeyi lüzumsuz ve yersiz görmekteyim efendim.”
Şikâyetlerin doğru olma ihtimali yüksektir. Ancak TOPAL OSMAN öyle kendisi adına mal-mülk düşkünlüğü gösterecek biri değildi. Bunu da o tarihe kadar ve ondan sonra çatışmalara, savaşlara katılarak, hayatını hiçe sayarak göstermiştir. Mala düşkün olan, canını hiç bir zaman tehlikeye atmaz!
KARA ZIPKALILAR diye bilinen TOPAL OSMAN’ın gönüllüleri Eylül 1920’de Doğu’daki Ermeni harekatını bastırmak üzere Kars’a gittiler ve önemli yararlılıklar gösterdiler.
ANADOLU’daki iç isyanlarla yine çeteci ve yine Teşkilât-ı Mahsusa’dan olan ÇERKES ETHEM uğraşmakta ve son derece başarılı olmaktaydı. Ancak düzenli orduya katılmaya yanaşmaması ve İSMET BEY’le (İNÖNÜ) sürtüşmesi sonucu Kuvva-yı Millî’den koptu, Yunan ordusuna sığındı. ANKARA’da olan MUSTAFA KEMÂL bu boşluğu doldurmak için KÂZIM KARABEKİR PAŞA’dan 1000 kişilik bir kuvvet istedi. Aklındaki TOPAL OSMAN’ın uşakları idi. KÂZIM PAŞA, önce “TOPAL OSMAN giderse, Rumlar azar,” diye karşı çıktıysa da, sonra razı oldu.
İddiaya göre, OSMAN AĞA, ANKARA yolunda da boş durmadı ve ÇORUM-ALACA civarında evlere tecavüz edip, bazı hayvan ve malları gasp etti. Olayları rapor eden Dahiliye ve Millî Müdafaa Vekâketi telgrafları üzerine MUSTAFA KEMAL’in TOPAL OSMAN’a yazdığı kısa telde şöyle denilmekteydi:
– “Yol boyunca müfrezeniz erlerinden bazıları uygunsuz hallere başvurduklarından bahisle şikayet edilmektedir. Buna kesinlikle ihtimal vermiyorum…” (Cemal Şener, Topal Osman Olayı’nın ekindeki Cumhurbaşkanlığı arşiv belgeleri)
12 Kasım 1920’de TOPAL OSMAN ve Giresun Uşakları Ankara’da MUSTAFA KEMAL’in muhafızlığına başladılar. Gelen KARA ZIPKALILAR arasında OSMAN AĞA’ın oğlu İSMAİL BEY, KAYMAKAMZÂDE ASIM BEY, GÜMÜŞREİSOĞLU MUSTAFA KAPTAN, KIRLAK CO HÜSEYİN, TIĞLIOĞLU ÖMER, YOLOĞLU HÜSEYİN, KAYADİBİ’nden ÂŞIKOĞLU GARİP, ALİŞIHOĞLU MEHMET, YILANCIOĞLU HASAN, AKYOMA’dan OSMANOĞLU ALİ, AKYOMA’dan SARI MUSTAFA ve KASAP’tan KÖSEOĞLU HAMİT vardı. Sonradan 250 kişi oldular… Göreve başlayan müfrezeyi karşısına alan TOPAL OSMAN şöyle dedi:
– “MUSTAFA KEMÂL PAŞA’nın hayatı ve muhafazası size, yalnız size aittir!Onu her yerde siz koruyacaksınız! Şayet MUSTAFA KEMÂL PAŞA’ya bir şey olursa, kendinizi yok bilin! Hatta memlekette bıraktıklarınızı da yok bilin!”
MUSTAFA KEMAL PAŞA ile TOPAL OSMAN birlikte oldukları o günlerde, KARADENİZ’in Rumlar’dan temizlenmesi ve BATI CEPHESİ’nde görev yapmak üzere gönüllü alaylar oluşturulması konusunda anlaştılar. TOPAL OSMAN bir kaç ay sonra müfrezesini MUSTAFA KAPTAN’a bırakarak GİRESUN’a döndü. Onun gayretleri ile 42. ve 47. alaylar kuruldu.
47. Alay’ın komuntanlığını OSMAN AĞA yapıyordu. 42. Alay’ın kumandanlığına HÜSEYİN AVNİ BEY getirildi.
TOPAL OSMAN’ın başında bulunduğu 47. Alay, KOÇGİRİ İSYANI’nı bastırmak üzere REFAHİYE’ye gitti. (20.3.1921) Bir aylık kanlı çatışmalardan sonra KOÇGİRİ aşiretinin direnişçileri dağıtıldı!.. TOPAL OSMAN’ın aşiret üzerindeki sert uygulamaları azgınlaşınca, KOÇGİRİLİ BEKO özel olarak bölgeye geldi ve TOPAL OSMAN alayını REFAHİYE’nin KAYADİBİ bölgesinde kuşattı. Ancak ERZİNCAN’dan gelen 11. Alay’ın dağ topları TOPAL OSMAN’ı ve 47. Alay’ı kurtardı.l (25.3.1921)
Alay ÜMRANİYE-SUŞEHRİ-KOYULHİSAR-REŞADİYE-NİKSAR-ERBAA yolu ile geri dönerek yol üzerindeki Rum ve Ermeni direnişine karşı acımasız bir savaş yürüttü! Bölgeyi Rum ve Ermeni etkisinden büyük ölçüde kurtardı.
47. Alay, PONTUSÇULAR’ın önemli direniş merkezlerinden olan HAVZA’ya geldiğinde, çok iş başarmıştı. SAMSUN havalisini de tamamen Rum etkisinden çıkaran OSMAN AĞA, ANKARA’dan gelen bir emirle geri döndü. MERZİFON’dan geçerken, MERZİFON AMERİKAN KOLEJİ’ni bastı, isyanın elebaşlarını yakalayıp cezalandırdı. Sonra ANKARA’ya geldi, oradan SAKARYA cephesine hareket etti.
22 gün, 22 gece süren SAKARYA SAVAŞI’nda 42. Alay’ın komutanı HÜSEYİN AVNİ BEY dahil, tümü şehit oldu!.. TOPAL OSMAN’ın komutasındaki 47. Alay’dan ise sadece 385 kişi sağ kalabildi!..
ANKARA’ya 6000 GİRESUNLU gönüllü geldiği, geriye ancak 400 kişi döndüğünü iddia edenler vardır. (Mustafa Dağ , Gurbetçi Giresun Dergisi , Sayı 11) Ancak Falih Rıfkı ve Alptekin Müderrisoğlu gibi ciddi kaynaklara göre Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm şehit sayısı 3282’dir. Gerisi mübalâğadır!..
KARADENİZ bölgesindeki gelişmeler üzerine Yunan donanması, KARADENİZ sahillerini bombardıman etti!.. Türk Hükûmeti de bu mıntıkayı “harb bölgesi” ilan etti. Bu bölgede ele geçen Rumlar, iç bölgelere nakledilmeye başlandı!… PATRİKHANE işe karışarak İtilâf Devletleri’ni kışkırttı, onlar da bize bir nota verdiler. 22.9.1921 tarihli bu notada İngiliz mümessil RAMBOLD, Fransız mümessil FORKAD ve İtalyan mümessil PARRONİ’nin imzaları vardı. ANKARA Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı YUSUF KEMÂL (TENGİRŞEK) BEY, notaya Rum ihanetlerini anlatan bir nota ile cevap verdi.
Ecnebi müdahalesi böylece önlenince, Rum eşkiyalar sindirildi, çoğu temizlendi!…
Stefanos Yerasimos’un, “65-70.000 Rum’un, 1916-1923 arasında şu veya bu şekilde hayatını kaybettiği tahmin edilir,” dediği Rumlar’ın çoğu, işte bu dönemde “harb bölgesi” ilân edilen KARADENİZ’den İÇ ANADOLU’ya nakledilen, ve oradan da mübadeleye tâbi tutulan, ve KARADENİZ hesabına girmeyen Rumlar’dır.
Şurası unutulmamalıdır ki, hakkındaki bütün iddalara ve şikâyetlere rağmen TOPAL OSMAN olmasaydı, KARADENİZ Bölgesi Rum zulmünden inim inim inler, EGE, MARMARA ve TRAKYA gibi perişan olurdu!.
Bu isyanlara karşı Ankara Hükümeti gerekli tedbirleri almış olmasına rağmen, olaylar 1923 Şubatı’na kadar devam etmiştir.
LOZAN Antlaşması ile de KARADENİZ sahilindeki Rumlar mubadeleye tâbi tutulunca, PONTUS hayali terihe karıştı…
…. sanıyorduk ki, 1990’lı yıllarda başlarında RAHMİ KOÇ, PATRİK BARTOLAMEOS olmak üzere RUM ve YUNAN papazlar bir PONTUS SEFERİ başlattılar!..
Ne var ki, TRABZON’un vatansever TÜRK ve MÜSLÜMAN halkı, bu gavurları sahile bile çıkartmadı!.. TÜRK TOPRAĞI’na ayak bile basamadan kös kös dönüp gittiler!
Bir yanıt yazın