Metnin Orijinali (English)
BEYAZ SARAY
Basın Sekreterinin Ofisinden
(Kahire, Mısır)
Derhal Yayınlanmak Üzere 4 Haziran 2009
YENİ BAŞLANGIÇ ÜZERİNE BAŞKAN’DAN DÜŞÜNCELER
Kahire Üniversitesi
Kahire, Mıısr
(Yerel Saat :13.00)
Başkan Obama: Çok teşekkür ederim. İyi günler.
İki fevkalade enstitü tarafından, zamana karşı duran şehir Kahire’de konuk edilmekten
şeref duyuyorum. El Azhar bin yıldan uzun bir süreden beri İslam öğretisinin rehberi
olmuş ve Kahire Üniversitesi de yüzyıldan uzun zamandır Mısır’ın gelişmesinde rol
oynamıştır. Siz, birlikte, gelenek ve gelişme arasındaki ahengi temsil ediyorsunuz.
Sizin ve Mısır halkının konukseverliği için teşekkür ediyorum. Aynı zamanda
Amerikan halkının iyi dileklerini, ülkemdeki Müslüman toplumun barış selamını size
iletmekten gurur duyuyorum: “Esselamün aleyküm.”
Biz, Amerika Birleşik Devletleri ile İslam dünyası arasında, kökleri herhangi güncel
politik tartışmanın çok ötesine uzanan tarihi konulara dayanan gergin bir dönemin
yaşandığı bir zamanda bir araya geliyoruz. İslam ve Batı arasındaki ilişkiler
yüzyıllarca devam eden barış içinde bir arada yaşama ve işbirliği ile birlikte,
anlaşmazlık ve dini savaşları da kapsar. Son zamanlarda bu gerginlik, nüfusunun
çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin çoğu zaman hak ve olanaklardan mahrum
edilmesine yol açan sömürgecilik ve ülkelerin kendi arzuları dikkate alınmadan
genellikle ellerinden vekâlet alınmış gibi davranılan bir Soğuk Savaşla beslendi.
Ayrıca, modernleşme ve küreselleşmenin getirdiği köklü değişiklikler birçok
Müslümanın, Batıyı İslam geleneklerine düşman olarak görmesine yol açtı.
Şiddet yanlısı aşırıcılar, İslam dünyasının küçük ama güçlü bir kesiminde kendi
çıkarları için bu gerginlikten faydalandı. Bu aşırıcılar gerçekleştirdiği 11 Eylül 2001
saldırıları ve sivil topluma karşı şiddete başvurmağa devam etmeleri ise, bazı kişilerin
ülkemde İslamı sadece Amerika ve Batı ülkelerine değil, insan haklarına da düşman
olarak nitelemelerine yol açtı. Bu durum, korku ve güvensizliği daha da besledi.
Bizim ilişkilerimiz aramızdaki farklılıklarla tanımlandığı sürece, barış yerine nefret
ekenleri ve adalet ve refahı sağlamağa yardım edebilecek işbirliği yerine anlaşmazlığı
destekleyenleri güçlendirmiş olacağız. Biz bu bir şüphe ve uyuşmazlık döngüsünü
sona erdirmeliyiz.
Ben Kahire’ye Amerika Birleşik Devletleri ile Dünyadaki Müslümanlar arasında
karşılıklı çıkar ve karşılıklı saygıya dayanan, Amerika ve İslamın birbirleriyle zıt
olmadığı ve rekabete gerek bulunmadığı gerçeğine dayanan yeni bir başlangıç arayışı
ile geldim. Aslında onlar birbirini tamamlar, adalet ve gelişim, hoşgörü ve bütün
insanların saygınlığı gibi ortak ilkeleri paylaşır.
Değişimin bir anda oluşamayacağını bilerek hareket ediyorum. Ayrıca bu konuşmam
ile ilgili olarak çok şeyler yazıldı çizildi ve söylendi, ne car ki, yıllardır süren
karşılıklı güvensizlik bir konuşma sonucunda ortadan kalkmayacaktır. Ayrıca bizi bu
noktaya taşıyan karmaşık soruların tamamına da sizinle geçirdiğim şu kısa öğle
sonrasında cevap bulamam. Ne var ki ilerlemek için, yüreklerimizde sakladıklarımızı
ve genellikle kapalı kapılar arkasında söylenenleri biribirimize açıkça söylememiz
gerektiğine inanıyorum. Birbirimizi dinlemek, birbirimizden öğrenmek, birbirimize
saygı göstermek ve ortak bir zemin bulmak için devamlı olarak çaba göstermeliyiz.
Mukaddes Kuran’ın bize söylediği gibi, “Allah’ı aklından çıkarma ve daima gerçeği
söyle.” (Alkışlar) Benim bugün yapmağa çalışacağım şey, insan olarak
paylaştıklarımızın bizi ayıran güçlerden çok daha kuvvetli olduğu yolundaki
inancımdan şaşmadan, önümüzdeki fevkalade görevin önemini bilerek, elimden
geldiği kadar gerçekleri yansıtmaktır.
Bu inancımın bir kısmı kendi tecrübelerime dayanır. Ben bir Hıristiyanım, fakat
babam Müslüman nesilleri de kapsayan bir Kenyalı ailedendir. Çocukluğumun birkaç
yılını Endonezya’da, her gün şafak vakti ve gün batarken ezan dinleyerek geçirdim.
Gençliğimde birçok Müslümanın kendi inancıyla saygınlık ve huzur bulduğu Şikago
toplumlarında çalıştım.
Bir tarih öğrencisi olarak, medeniyetin İslama olan borcunu da biliyorum. El Azhar
Üniversitesi gibi yerlerde, yüzyıllarca tahsil ışığını taşıyan, Avrupada Rönesans ve
Aydınlanmanın yollarını İslam toplumlarındaki gelişmeler açmıştır. Cebir düzenini,
manyetik pusulayı, yöngüdüm cihazlarını, yazı ve basımda ustalaşmamızı,
hastalıkların nasıl yayıldığını ve nasıl tedavi edilebileceğini anlamamızı, Müslüman
toplumlarda yapılan icatlar sağladı. İslam kültürü bize harika kemerler, yüksek
kuleler; zamana baş eğmeyen şiirler, unutulmaz müzik; zarif hattatlık ve huzurlu
tefekkür yerleri verdi. Ve İslam tarih boyunca gerek söz ve gerekse eylemde dini
hoşgörü ve ırk eşitliğinin yarattığı fırsatları sergiledi. (Alkışlar)
İslamın her zaman Amerika’nın geçmişinin bir parçası olduğunu da biliyorum.
Ülkemi ilk tanıyan ulus Fas’tı. İkinci Devlet başkanımız John Adams 1796 Tripoli
Anlaşmasını imzalarken şöyle yazmıştı “Amerika Birleşik Devletleri’nin içinde,
Müslümanların yasalarına, dinine ve ruhuna karşı hiçbir husumet yoktur”. Ve
kuruluşumuzdan beri, Amerikalı Müslümanlar Birleşik Devletleri zenginleştirdi.
Onlar savaşlarımızda savaştı, devletimizde hizmet etti, vatandaşlık haklarını savundu,
ticaret kurdu, üniversitelerimizde ders verdi, sporda yükseldi, Nobel Ödülleri kazandı.
En yüksek gökdelenlerimizi inşa etti ve Olimpiyat Meşalemizi yaktı. Kongreye
seçilen ilk Müslüman Amerikalı, ülkemizin kurucularından Thomas Jefferson’ın özel
kitaplığında sakladığı Kuran’a el basarak Anayasamızı savunacağına yemin etti.
(Alkışlar)
İslam dininin ilk başladığı bölgeye gelmeden önce İslamı üç kıtada tanıdım. Amerika
ile İslam arasındaki ortaklığın, İslamın ne olmadığına değil ne olduğuna esaslanması
gerektiğine dair inancıma da bu deneyimim ışık tutar. Ve ben İslam hakkında, nerede
olursa olsun olumsuz stereo tiplemelerle mücadele etmeyi Amerika Birleşik Devletleri
başkanı olarak üstlendiğim sorumluğun bir bölümü kabul ediyorum.
Ama aynı ilkeler Amerika hakkındaki algılamalara da uygulanmalıdır. (Alkışlar)
Müslümanlar nasıl böyle çiğ bir klişeye sığmıyorsa, Amerika da sadece kendi
çıkarlarına hizmet eden imparatorluk klişesine sığdırılamaz. Amerika Birleşik
Devletleri, Dünyanın tanık olduğu en büyük gelişmenin kaynağı oldu. Biz bir
İmparatorluğa karşı gerçekleştirilen devrimden doğduk. Biz herkesin eşit yaratıldığı
ideali üzerinde kurulduk ve yüzyıllarca bu kelimelere anlam kazandırmak için hem
kendi ülkemiz sınırları içinde, hem de dünyada mücadele verdik, kanımızı akıttık.
Biz dünyanın her köşesinden gelen her kültürle yoğrulduk ve kendimizi basit bir
kavrama adadık: E pluribus unum: “Birçoğundan, bir.”
Barak Hüseyin Obama adlı, Afrika kökenli bir Amerikalının başkan seçilebilmiş
olması konusunda çok şey yazılıp söylendi. (Alkışlar) Oysa benim öyküm o kadar da
benzersiz değildir. Amerika’ya gelen herkesin başarı rüyası gerçekleşmemişse de, bu
vaat kıyılarımıza gelen herkes için mevcuttur – ki bu, şu anda ülkemizdeki yaklaşık
yedi milyon Müslüman Amerikalıyı da kapsar. Bu arada şunu da balirtmeliyim ki,
ülkemizdeki Müslüman Amerikalıların gelir ve eğitim düzeyi Amerika genelinde
ortalamanın üzerindedir. (Alkışlar)
Ayrıca, Amerikada’ki özgürlük, bir kişinin dinine ibadet etme özgürlüğünden
ayrılamaz. Bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri’nin her eyaletinde olmakla
sınırlarımız dahilinde toplam 1200’den fazla cami vardır. Bu yüzden devletimiz
kadın ve kızların başını örtme hakkını korumak, onları bu haktan mahrum etmek
isteyenleri cezalandırmak için mahkemeye başvurmuştur. (Alkışlar)
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın: İslam Amerika’nın bir parçasıdır. Ve
inanıyorum ki, Amerika ırk, din, hayat tarzı gibi konulara bakmadan kendi gerçeğine
sadıktır ve hepimiz barış ve güvenlik içinde yaşamak; tahsil almak ve onurlu
çalışmak; ailelerimizi, toplumumuzu ve Tanrımızı sevmek gibi ortak istekleri
paylaşıyoruz. Bu tüm insanların ümididir.
Elbette biz ortak insanlığımızı farketmenin, görevimizin sadece başlangıcı olduğunu
biliyoruz. Sözler tek başına insanların ihtiyacını karşılamağa yetmez. Bu ihtiyaçlar
ancak önümüzdeki yıllarda cesur adımlar atarsak, zorlukları birlikte göğüslersek ve
bunu başaramadığımız takdirde hepimizin zarar göreceğini anlarsak karşılanacaktır.
Çünkü, yakın zamandaki tecrübelerden gördük ki, bir ülkede mali sistemin
zayıflaması, her tarafta refahı etkiliyor. Bir yeni grip virüsü bir insanı etkilediğinde
herkes risk altına giriyor. Bir devlet nükleer silah elde etmek isteyince tüm ülkeler
için nükleer saldırı
riski artıyor. Şiddet yanlısı aşırı uçlar dağların bir uzantısında faaliyet
gösterdiklerinde okyanus ötesindeki insanlar tehlikede oluyor. Darfur’da, Bosna’da
masum insanlar katledildiğinde bu hepimizin vicdanında bir kara leke oluyor.
(Alkışlar) 21. yüzyılda bu dünyayı paylaşmanın anlamı işte budur. İnsan olarak
birbirimize karşı sorumluluğumuz da budur.
Bu, taşınması zor bir sorumluluktur. Çünkü insanlık tarihi, çıkar uğrunda diğer ülke
veya kabileleri ve evet dinleri de, kendilerine boyun eğdirmenin tarihi olmuştur. Oysa
yeni çağda bu tür tavırlar, tavrı koyana zarar veriyor. Birbirimize o kadar bağımlıyız
ki, devlet veya grubu başkasından üstün tutan herhangi bir dünya düzeninin
başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdır. Bu yüzden geçmiş hakkında nasıl
düşünürsek düşünelim, onun esiri olmamalıyız. Bizim problemlerimiz ortaklıkla
çözümlenmeli ve gelişimimiz paylaşılmalıdır. (Alkışlar)
Bu, gerginlik kaynaklarını görmezden gelmemiz gerektiği anlamına gelmez. Aslında
bunun tam tersini gösterir. Bu gerginlikleri cesaretle göğüslemeliyiz. Burada, izin
verin, sonuçta birlikte göğüslememiz gerektiğine inandığım bazı çok özel meseleler
hakkında elimden geldiği kadar açık ve net konuşayım.
Karşı çıkmamız gereken ilk mesele, her şekliyle şiddet yanlısı aşırıcılıktır.
Ben Ankara’da, Amerika’nın İslamla savaşmadığını ve asla savaşmayacağını açıkça
ifade ettim. (Alkışlar). Bununla birlikte güvenliğimiz için ciddi tehlike oluşturan,
şiddete başvuran aşırı uçlara amansızca karşı duracağız. Çünkü tüm müminlerin
reddettiği şeyi biz de reddediyoruz: o da masum erkek, kadın ve çocukların
öldürülmesidir. Ve Amerikan halkını korumak Başkan olarak benim birinci
vazifemdir.
Afganistan’daki durum gösteriyor ki, Amerika’nın hedefleri, ve birlikte çalışma
ihtiyacı özdeştir. Yedi yıldan uzun bir süre önce, Amerika Birleşik Devletleri El Kaide
ile Taliban’ı, büyük uluslararası destek ile takibe başladı. Biz oraya kendi seçimimiz
sonucu değil, mecbur kaldığımız için gittik. 11 Eylülle ilgili bazı sorular ve hatta
gerekçeler ortaya atıldığının farkındayım. Fakat, El Kaide’nin o gün yaklaşık 3.000
kişiyi öldürdüğü konusunu netleştirelim. Olayda Amerika’dan ve başka uluslardan,
kimseye ziyanı dokunmamış masum erkek, kadın ve çocuklar hayatını kaybetti. El
Kaide bu insanları insafsızca katletmeyi seçti, saldırının sorumluluğunu üstlendi ve
kitle ölümlerini gerçekleştirmeğe kararlı olduğunu tekrar tekrar beyan etmektedir.
Onlar birçok ülke ile işbirliği yapıyor ve ulaşabilecekleri alanı genişletmeğe çalışıyor.
Bunlar tartışma konusu olan görüşler değil, yüzleşilmesi gereken gerçeklerdir.
Şu iyi bilinmelidir ki, biz askerlerimizi Afganistan’da tutmak istemiyoruz. Orada
askeri üs bulundurmak da istemiyoruz. Genç kadın ve erkeklerimizi kaybetmek
Amerika’ya ıstırap veriyor. Bu anlaşmazlığın devam etmesi bahalıya mal oluyor ve
politik sorunlara neden oluyor. Afganistan ve Pakistan’da mümkün olduğu kadar çok
Amerikalıyı öldürmeğe kararlı olan şiddet yanlısı aşırı uçların bulunmadığından emin
olsak her bir askerimizi memnuniyetle geri getirirdik. Fakat hal böyle değildir.
İşte bunun içindir ki biz, 46 ülkenin yer aldığı bir koalizyona katılıyoruz. Bunun
maliyetinin yüksek olması, Amerika’nın bu davaya bağlılığını zayıflatmayacaktır.
Gerçekten de buu aşırı uçlara hiçbirimiz göz yumamayız. Onlar birçok ülkede adam
öldürdü. Onlar farklı dinlerden insanları, hepsinden daha fazla Müslümanı öldürdü.
Onların davranışları insanoğlunun hakları, ulusların gelişimi ve İslamla bağdaşmıyor.
Mukaddes Kuran “masum bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş sayılır, bir insanı
kurtaran, tüm insanlığı kurtarmış sayılır” der. (Alkışlar) Bir milyardan fazla insanın
iman ettiği bu güzel din, birkaçının kısır nefretinden çok daha büyüktür. İslam, şiddet
yanlısı aşırıcılıkla mücadelede problemin bir parçası değildir, barışın
gerçekleştirilmesinin önemli bir parçasıdır.
Şimdi artık biliyoruz ki, Afganistan ve Pakistan’daki problemleri sadece askeri güçle
çözümlemek mümkün değildir. Bu nedenle, Pakistan’la ortak olarak, okul ve hastane,
yol ve ticaret yapımı için önümüzdeki beş yıl boyunca, yılda 1,5 milyar dolar yatırım
yapmayı ve evlerini kaybedenlere yardım yapmayı planlıyoruz. Aynı nedenlerle
Afganların ekonomilerini geliştirmeleri ve insanlara gerekli hizmetleri sağlamalarına
yardım için 2,8 milyar dolardan fazla para temin ediyoruz.
İzin verirseniz Irak konusuna da değineceğim. Afganistan’ın aksine, Irak savaşı hem
benim ülkemde hem de dünyada derin fikir ayrılıklarına neden olan, zorunluluk
sonucu başlatılmayan bir savaştı. Saddam Hüseyin’in diktatörlüğünden kurtulmanın,
sonunda Irak halkı için daha iyi olacağına inanmama rağmen, Iraktaki olayların,
Amerika’ya, problemlerimizi çözümlemek için diplomasiden faydalanmamamız ve
uluslararası konsensüs kurmamız gerektiğini hatırlattığına inanıyorum. Aslında bizim
büyük devlet başkanlarımızdan biri olan Thomas Jefferson’ın bu konudaki sözlerini
hatırlamak yerinde olur. O şöyle demişti, “Umarım bilgeliğimiz gücümüzle orantılı
olarak büyüyecek ve bize, gücümüzü ne kadar az kullanırsak o kadar büyüyeceğini
öğretecek.”
Bugün Amerika’nın çifte sorumluluğu vardır: Iraklıların daha iyi bir gelecek
kurmalarına yardım etmek ve Irak’ı Iraklılara bırakmak. Irak halkına bizim orada üs
kurmak istemediğimizi, onların toprak ve kaynakları üzerinde hiçbir iddiamız
olmadığını açıkça bildirdim. (Alkışlar) Irak’ın egemenliği kendisine aittir. Bu
nedenle, muharip tugaylarımızın gelecek Ağustosa kadar dönmeleri için emir verdim.
Yine bu nedenle, Irak’ın demokratik yolla seçilmiş hükümeti ile anlaşmamıza uygun
olarak Irak şehirlerindeki muharip kuvvetleri Temmuz ayına ve Irak’taki bütün
kuvvetlerimizi 2012 yılına kadar geri çekeceğiz. Biz Irak’ın kendi güvenlik
kuvvetlerini eğitmesine ve ekonomisini geliştirmesine yardım edeceğiz. Ne var ki,
güvenli ve toprak bütünlüğü olan Irak’ı asla bir koruyucu gibi değil, bir ortak olarak
destekleyeceğiz
Ve nihayet, Amerika aşırı uçların şiddet hareketlerini hiçbir zaman hoşgörüyle
karşılayamayacağı gibi ilkelerimizi de hiçbir zaman değiştirmeyecek ve
unutmayacağız. Onbir Eylül ülkemiz için son derecede büyük bir sarsıntıydı. Bu
olayın neden olduğu korku ve kızgınlık anlayışla karşılanabilirdi, ama bazı
durumlarda bizi, ideallerimizle çelişen davranışlara sürükledi. Bu gidişatı değiştirmek
için somut adımlar atmaktayız. Ben Amerika Birleşik Devletleri’nin işkenceye
başvurmasını açık bir şekilde yasakladım ve Guantanamo Körfezindeki hapishanenin
önümüzdeki yılın ilk aylarında kapatılmasını emrettim.
Amerika, ülkelerin egemenliklerine ve hukukun üstünlüğüne saygılı kalarak kendisini
savunacaktır. Ve biz bunu, aynı şekilde tehdit altında olan Müslüman toplumlarla
ortak olarak yapacağız, çünkü aşırı uçlar Müslüman toplumlarında ne kadar çabuk
izole edilir ve dışlanırsa hepimizin güvenliği o kadar çabuk sağlanır.
Konuşmamız gereken ikinci büyük gerginlik kaynağı da İsraillilerle Filistinliler ve
Arap dünyası arasındaki durumdur.
Amerika’nın İsrail’le güçlü bağları herkese malumdur. Bu bağ kırılamaz. Bu bağ
kültürel ve tarihi ilişkilere ve Musevilerin vatan isteğinin inkar edilemez trajik bir
tarihe dayandığının kabul edilmesine esaslanır.
Museviler, dünyanın her yerinde yüzyıllar boyu zulme maruz kalmış ve anti-Semitizm
Avrupada benzeri görülmemiş Musevi Katliamı ile doruğa erişmiştir. Yarın, ,
Musevilerin III ncü Reich Hükümeti tarafından köleleştirildiği, işkence gördüğüi,
vurularak ve gaz odalarında gazlanarak öldürüldüğü kamp ağının bir parçası olan
Buchenwald’ı ziyaret edeceğim. Altı milyon Musevi öldürüldü ki, bu sayı şu anda
İsrail’de yaşayan Musevilerin toplam sayısından fazladır. Bu gerçeği inkar etmek
asılsızdır, cehaleti ve nefreti işaret eder. İsrail’i yıkmakla tehdit etmek veya Museviler
hakkında kötü stereo tiplemeleri tekrarlamak son derece yanlış olduğu gibi, bir
yandan İsraillilerin o acı hatıralarını canlandırırken öte yandan da bölge halkının hak
ettiği barışa engel olur.
Diğer taraftan, Müslüman ve Hıristiyan Filistinli halkın da kendilerine vatan
edinebilmek için çektikleri eziyet inkar edilemez. Filistin halkı 60 yıldan uzun bir
zamandır, yerlerinden yurtlarından ayrı düşmenin acısına katlandı. Çoğu Batı Şeria,
Gazze ve komşu arazilerdeki mülteci kamplarında, şimdiye kadar hiçbir zaman
yaşayamadıkları barış ve güvenlikli hayatı bekliyor. Her gün, işgalle gelen büyük
veya küçük hakaretlere tahammül ediyorlar. Bu yüzden, Filistinli halkın durumunun
tahammül edilmez düzeyde olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Amerika,
Filistinlilerin onur, olanak ve kendi devletlerine sahip olma konusundaki meşru
emellerine sırt çevirmeyecektir. (Alkışlar)
Uzun yıllar bir çıkmaz yoldaydık: karşımızda, her biri uzlaşmayı zorlaştıran acı
geçmişleri ve meşru talepleri olan iki halk var. Suçu birbirinin üzerine atmak –
Filistinlilerin yerinden yurdundan olmalarına sebep olarak İsrail devletinin
kurulmasını göstermeleri, İsrailliler’in de, tarihleri boyunca sınırları dahilinde ve
ötesinde, sürgit husumet ve saldırılara hedef olmalarının sebeplisi olarak
Filistinlileri göstermeleri kolay olandır. Gerçekte bu anlaşmazlığa sadece bir ya da
diğer taraftan bakarsak gerçeğe gözlerimizi kapamış oluruz. İki tarafın isteğini yerine
getirmek için tek çözüm, Filistinliler ve İsraillilerin barış ve güvenlik içinde
yaşayabilecekleri iki devlettir. (Alkışlar)
Bu hem İsrail’in, hem Filistin’in, hem Amerika’nın hem de Dünya’nın yararınadır. Ve
bu nedenle ben bu sonucu gerçekleştirmek için, bu zor görevin gerektirdiği sabrı ve
azmi göstererek bizzat çalışacağım. Yol Haritası anlaşması altında tarafların
sorumlulukları bellidir. Barışa ulaşmak için onların ve hepimizin sorumluluklarımıza
sahip çıkma zamanı gelmiştir.
Filistinliler şiddeti bırakmalıdır. Şiddet ve öldürme yoluyla direnme başarı
kazandırmayacaktır. Yüzyıllar boyunca, Amerika’daki siyahlar köle olarak kamçıların
altında azap çekti ve ayrımcılığın yarattığı hakaretlere katlandı. Fakat sonunda şiddet
değil, Amerika’nın kuruluşunun temelindeki ideallere esaslanan barışçıl ve kararlı
ısrar sayesinde eşit haklar kazandı. Bu hikaye Güney Afrika’dan Güney Asyaya, Doğu
Avrupadan Endonezya’ya kadar birçok ulus tarafından anlatılabilir. Bu basit bir
gerçeği, şiddetin çıkmaz sokak olduğunu gösteren bir öyküdür. Bu, uyuyan çocuklara
roket atmanın ya da yaşlı kadınları taşıyan otobüsü bombalamanın ne bir güç ne de
cesaret olmadığının işaretidir. Ahlaki üstünlük bu şekilde kazanılmaz, olsa olsa bu
şekilde kaybedilir.
Şimdi Filistinlilerin neler yapabilecekleri üzerinde odaklanmalarının zamanıdır.
Filistin yönetimi, halkının ihtiyaçlarına hizmet edecek kurumlar da dahil, yönetme
kapasitesini geliştirmelidir. Hamas bazı Filistinliler tarafından desteklenmemekle
birlikte onun da sorumlulukları olduğunu kabul etmesi gerekir. Filistinlilerin
emellerinin yerine getirilmesinde ve Filistin halkının birlik olmasında rol oynamak
için, Hamas şiddeti durdurmalı, geçmişte yapılan anlaşmalara uymalı ve İsrail’in
mevcudiyet hakkını tanımayı reddetmeye son vermelidir.
Aynı zamanda İsrailliler de, İsrail’in mevcut olma hakkı nasıl inkar edilemezse,
Filistin’in mevcudiyetinin de reddedilemeyeceğini kabul etmelidir. Amerika Birleşik
Devletleri İsrail’i denize atmaktan bahsedenlerin yasal olduğunu kabul etmez, ama biz
İsrail’in yerleşim merkezleri inşasına devam etmesinin meşruiyetini de kabul
etmiyoruz. (Alkışlar) Bu inşaat daha önceki anlaşmaların ihlalidir ve barış sağlamak
yolunda gösterilen çabaları baltalamaktadır. Bu yerleşim merkezlerinin inşaatının
durdurulmasının zamanı gelmiştir. (Alkışlar)
Ve İsrail, Filistinlilerin, yaşayabilmeleri ve çalışabilmeleri, toplumlarını geliştirmeleri
için kendisine düşen sorumlulukları omuzlamalıdır. Gazze’deki insani kriz Filistinli
aileleri nasıl perişan ediyorsa, İsrail’in güvenliği için de yararlı değildir. Filistin
halkının günlük hayatında gelişme kaydedilmesi barışa giden yol haritasının kritik
önemdeki bir parçasıdır. Bu nedenle İsrail bu gelişmenin gerçekleşmesi için somut
adımlar atmalıdır.
Ve nihayet, Arap devletleri de, Arap Barış Girişiminin önemli bir başlangıç olmakla
birlikte, onların sorumluluklarının sonu olmadığını kabul etmelidir. Arap-İsrail
anlaşmazlığı, Arap devletlerinin kendi uluslarının dikkatini başka problemlerden
uzaklaştırmasına daha fazla alet edilmemelidir. Bunun yerine, Filistin ulusunun kendi
devletini idame ettirecek kurumları geliştirmesi; İsrail’in meşruiyetini tanıması ve
geçmişte izlediği ve kendi amacını köstekleyen odaklaşma yerine, gelişimi tercih
etmesine yardımda bulunmak için harekete geçme nedeni olmalıdır.
Amerika kendi siyasetini barış arayanlarla uyumlu hale getirecektir ve özel olarak
İsraillilere, Filistinlilere ve Araplara söylediklerimizi, halka açıklayacağız. Barışı
zorla kabul ettiremeyiz. Ama birçok Müslüman açıkça söylemese de, İsrail’in bir yere
gitmeyeceğini kabul ediyor. Şimdi herkesin bildiği gerçeğin gereğini yapma zamanı
gelmiştir.
Çok fazla gözyaşı aktı. Çok fazla kan döküldü. İsrailli ve Filistinli annelerin,
çocuklarının büyümesini korku duymadan görebilecekleri günün gelmesi; üç büyük
dinin Kutsal Toprağının Tanrının istediği gibi barış yeri olması; Kudüs’ün Museviler,
Hıristiyanlar ve Müslümanlar için güvenli ve sürekli bir yuva haline gelmesi,
İbrahim’in bütün çocuklarının İŞRA hikayesinde Musa, İsa ve Muhammed (Tanrının
rahmeti üzerlerine olsun) birlikte dua ettikleri gibi barış içinde yaşayacakları bir yer
olmasına çalışmak yolunda hepimiz sorumluluk taşıyoruz. (Alkışlar)
Ortak ilgi alanımıza giren üçüncü gerginlik kaynağı ise nükleer silahlarla ilgili olarak
ulusların hak ve sorumluluklarıdır.
Bu konu Amerika Birleşik Devletleri ile İran İslam Cumhuriyeti arasında gerginliğin
kaynağı olmuştur. Uzun yıllardır İran kendini bir bakıma benim ülkeme muhalefetle
tanımlamıştır ve gerçekten de bizim çalkantılı bir geçmişimiz vardır. Soğuk Savaşın
ortasında Amerika Birleşik Devletleri İran’ın demokratik yolla seçilen bir
hükümetinin devrilmesinde etkili oldu. İslam Devriminden beri İran ABD asker ve
sivillerine karşı rehin alma ve şiddet hareketlerinde rol oynadı. Bu geçmiş herkese
malumdur. Ben, geçmişin tuzağında esir olmaktansa, İran’ın liderlerine ve halkına,
ülkemin ileri adım atmağa hazır olduğunu açıkça ifade ettim. Şimdi mesele, İran’ın
neyin karşısında olduğu değil, nasıl bir gelecek kurmak istemesidir.
Yıllarca devam eden güvensizliği bir tarafa bırakmak kolay olmayacağını takdir
ediyorum fakat biz cesaret, dürüstlük ve kararlılıkla ilerleyeceğiz. Ülkelerimiz
arasında müzakere edilecek birçok mesele olacak ve biz karşılıklı saygı esasında ve ön
koşul ileri sürmeden ileri adım atmağa hazırız. Ama nükleer silahlar alanıyla ilgilenen
herkes için bu konuda bir karar noktasına ulaştığımız açıktır. Sorun yalnız
Amerika’nın çıkarları değil, bölgeyi ve Dünya’yı son derecede tehlikeli bir yola
sürükleyebilecek Orta Doğu’da bir nükleer silah yarışını ve nükleer silahların
yayılmasını engelleme açısından, son derece tehlikeli bir yola gürülmesini önleme
sorunudur.
Ben, bazı ülkeler nükleer silaha sahipken diğerlerinin olmamasına itiraz edenleri
anlıyorum. Hangi ülkelerin nükleer silah bulundurmasını bir tek ülke seçmemelidir.
Bu yüzden Amerika’nın, hiçbir ülkenin nükleer silah bulundurmadığı bir dünya
istemekteki kararlılığını tekrar ve kuvvetle teyit ettim. (Alkışlar) Nükleer Silahların
Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması altında sorumluluğunu yerine getiren, İran da
dahil her ülke, barış amaçlı nükleer enerji elde etmek hakkına sahip olmalıdır. Bu
vaat Anlaşmanın özünü teşkil eder ve anlaşmayı kabul eden herkes tarafından
uyulmalıdır. Ve bölgedeki tüm ülkelerin bu amaç etrafında birleşeceği konusunda
umutvarım. Değineceğim dördüncü konu demokrasidir. (Alkışlar)
Biliyorum, son yıllarda demokrasinin yayılması konusunda fikir ayrılıkları oldu, bu
tartışmaların çoğu Irak’daki savaşla ilgilidir. Bu nedenle, şunu vurgulamama izin
verin: Hiçbir üşleye başka bir ülke tarafından bir yönetim sistemi empoze
edilmemelidir.
Bu gerçek benim, halkına söz hakkı veren, hukukun üstünlüğüne ve bütün insanların
haklarına saygı gösteren bir hükümet sistemine olan inancımı azaltmıyor. Her ülke bu
ilkeyi kendince ve kendi insanının geleneklerine uygun şekilde hayata geçirir. Barış
içinde gerçekleştirilen bir seçimin sonucunu bilemeyeceğimiz gibi, Amerika herkes
için neyin daha iyi olacağını bildiğini iddia etmiyor. Ama ben insanların bir takım
belirli şeyleri istediklerine kesinlikle inanıyorum: düşüncelerinizi söyleme olanağı,
yönetiminizle ilgili söz sahibi olma; hukukun üstünlüğüne güven duyma; adaletin
eşit uygulanması; şeffaf ve halkından çalmayan hükümet; istediğin gibi yaşama
özgürlüğü gibi. Bunlar yalnız Amerikan idealleri değil, insan haklarıdır ve bu yüzden
bu hakları her yerde savunacağız.
Bu vaadi ulaşmak için dümdüz uzanan bir yol yoktur. Ama şu kadarı açıktır ki, bu
hakları koruyan hükümetler sonunda daha istikrarlı, başarılı ve güvenli olurlar.
İdealleri bastırmak hiç bir zaman onları yok edememiştir. Amerika bütün barışçı ve
yasalara uyan seslerin dünyanın her tarafında işitilmesine, hatta biz onlarla hemfikir
olmasak da, saygı gösterir. Ve biz seçimlerle iş başına gelen bütün barışçı
hükümetleri, onların ulusun tamamını saygı ile idare etmeleri şartıyla, memnuniyetle
karşılarız.
Bu son nokta önemlidir, çünkü bazıları demokrasiyi ancak iktidarda olmadıkları
zaman savunur, iktidara geçtiklerinde ise diğerlerinin haklarını insafsızca çiğner.
(Alkışlar) O halde bu tip bir durum nerede meydana gelirse gelsin, halk için ve halk
tarafından seçilen bir hükümet, tüm yetkililer için tek bir standart uygular: siz
yetkinizi zorla değil fikir birliği ile sürdürmelisiniz; azınlıkların haklarını korumalı ve
ulusun çıkarlarını kendi partinizinkinden üstün tutmalısınız. Bu bileşenler olmadıkça,
sadece seçimlere gidilmesi gerçek bir demokrasiyi var edemez.
SEYİRCİLER : Seni seviyoruz Barack Obama
BAŞKAN: teşekkür ederim (Alkışlar) Birlikte ele almamız gereken beşinci konu
din özgürlüğüdür.
İslamın gurur duyulacak bir hoşgörü geleneği vardır. Tarihte bunu Endülüs ve
Cordoba’da Engizisyon sırasında gördük. Ben buna, çocukluğumda, dindar
Hıristiyanların, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede serbestçe ibadet ettikleri
Endonezya’da bizzat tanık oldum. Bugün ihtiyacımız olan ruh hali de budur. Her
ülkede insanlar, kendi akıllarının, yüreklerinin ve ruhlarının ikna olduğu dini seçmek
ve ona uygun yaşamak özgürlüğüne sahip olmalıdır. Dinin gelişmesi üçün önemli
olan bu hoşgörünün karşısına birçok şekillerde güçlük çıkarılmaktadır.
Bazı Müslümanlar arasında birinin imanını, bir başkasının imanını reddederek ölçmek
gibi rahatsız ediici bir eğilim var. Dini çeşitliliğin zenginliği, ister Lübnan’daki
Maruniler veya Mısır’daki Kıptiler olsun, korunmalıdır. (Alkışlar) Eğer dürüstçe
konuşmamız gerekirse, Sünni ve Şiiler arasındaki bölünme özellikle Irakta trajik
şiddet hareketlerine neden oldu, bu yüzden Müslümanlar arasındaki sert çizginin de
kapanması gerekir.
Din özgürlüğü insanların birlikte yaşayabilmelerinin esasıdır.Her zaman onu
koruyabileceğimiz yollar aramalıyız. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde
hayırsever bağışlarla ilgili kurallar Müslümanların dini sorumluluklarını yerine
getirmelerini zorlaştırdı. Bu yüzden ben Müslüman Amerikalılarla birlikte, onların
zekat vermelerini kolaylaştırmak için çalışacağım.
Aynı şekilde, batı ülkelerinin Müslüman vatandaşlarının dinlerini kendilerinin uygun
gördükleri gibi uygulamalarına, Müslüman kadınların nasıl giyinmesi konusunda
olduğu gibi, engel olmamaları da önemlidir. Kısaca ifade edersek, herhangi bir dine
karşı düşmanlığı liberalizmmişgibi sunnamayız. .
Geröekten de din bizi bir araya getirmelidir. O yüzden biz Amerika’da Hıristiyanları,
Müslümanları ve Musevileri bir araya getiren hizmet projeleri uyguluyoruz. Bu
yüzden Kral Abdullah’ın Dinlerarası Diyalog ve Türkiye liderliğinin Medeniyetler
Birliği gibi girişimlerini memnunlukla karşılıyoruz. Dünyanın her tarafında diyalogu
Dinlerarası hizmete çevirebiliriz ve böylece insanlar arasında kurulan köprüler ister
Afrika’da sıtma ile savaşmak, ister bir doğal felaket sonucu kurtarma çalışması olsun,
faaliyetlere yol açar
Ele almak istediğim altıncı konu kadın hakları.
(Alkışlar)Buradaki izleyicilere bakarak, bukonuyla ilgili sağlıklı bir tartışma
olduğunu görüyorum. Bazı Batılıların başını örtmeyi seçen kadınların eşitliklerinden
taviz verdiği yönündeki görüşlerine katılmıyorum, ama eğitim hakkından mahrum
bırakılan kadınların eşitlikten de mahrum bırakıldığına inanıyorum. Kadınların iyieğitimli
olduğu ülkelerin müreffeh olma olasılıklarının daha yüksek oluşu da tesadüf
değildir.
Net olarak ifade edeyim: kadın eşitliği hiçbir şekilde sadece İslamın sorunu değildir.
Türkiye, Pakistan, Bangladeş ve Endonezya gibi çoğunluğun Müslüman olduğu
ülkeler kadınları seçerek lider yaptılar. Öte yandan kadının eşitliği uğraşısı Amerikan
hayatının belli yönlerinde ve dünyadaki diğer ülkelerde hala sürüyor.
Kızlarımızın da, erkek evlatlarımız kadar topluma katkıda bulanacağına (alkışlar) ve
ortak refahımızın tüm insanlığın -kadınların ve erkeklerin- tam potansiyellerine
ulaşmalarıyla sağlanabileceğine inanıyorum. Kadınların eşit olabilmek adına
erkeklerle aynı seçimleri yapmak zorunda olduklarına katılmıyoru ve geleneksel
rollerde yaşamlarını sürdürmeyi seçen kadınlara saygı duyuyorum. Ama bu onların
seçimi olmalı. İşte bu nedenle ABD herhangi bir çoğunluğu Müslüman ülkeyle
ortaklık içinde kızların okuryazarlığının artmasına katkıda bulunacak ve bu genç
kadınların rüyalarını gerçekleştirmelerine yardımcı olacak mikro-finansman
seçenekleriyle istihdam arayışına girmelerine destek olacaktır. (Alkışlar)
Son olarak, ekonomik kalkınma ve fırsatları gözden geçirmek istiyorum.
Biliyorum ki çoğumuz için küreselleşmenin çelişkili tarafları var. Internet ve
televizyon bilgi ve fikirler sunarken beraberinde suça yönlendirici cinselliği ve
düşüncesiz şiddeti de eviçlerine getirebiliyor. Ticaret refah ve yeni fırsatlar sunarken,
büyük huzursuzluklar ve toplumsal değişikliklere de neden oluyor. Amerika da dahil
olmak üzere tüm uluslarda bu değişim korku getirebiliyor. Modernlik yüzünden
ekonomik seçimlerimiz, politikalarımız ve daha da önemlisi kimliklerimiz üzerindeki
kontrolümüzü kaybedeceğimiz korkusu – toplumlarımızda, ailelerimizde,
geleneklerimizde ve inançlarımızda en değer verdiğimiz yönler.
Ama aynı zamanda insanın gelişiminin engellenemeyeceğini de biliyorum. Gelişme
ve gelenek çelişmek zorunda değildir. Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler
ekonomilerini muazzam ölçüde geliştirirken özgün kültürlerini korudular. Kuala
Lumpur’dan Dubai’ye kadar inanılmaz gelişim gösteren, nüfuslarının çoğunluğu
Müslüman ülkeler için de durum aynıdir. Geçmiş zamanlarda ve günümüzde İslam
toplumları yeniliğin ve eğitimin öncülüğünü yapabildiklerini göstermiştir.
Bu önemli, çünkü hiçbir kalkınma stratejisi sadece topraktan çıkanlara endekslenemez
ya da genç insanlar işsizken sürdürülemez. Pek çok Körfez ülkesi petrol sayesinde
büyük refaha kavuştu ve bazıları bunu daha geniş kapsamlı kalkınmaya odaklanmaya
başlıyor. Ama hepimiz anlamalıyız ki, eğitim ve yenilik 21. yüzyılın para birimi
olacaktır. (Alkışlar) Bunun kendi ülkem için de vurguluyorum. ABD geçmişte
dünyanın bu bölgesinde petrol ve gaza odaklanmış olsa da, artık daha kapsamlı
ilişkiler arayışındayız.
Eğitim alanında değişim programlarının kapsamını arttıracağız, babamın Amerika’ya
gelmesini sağlayanlara benzer bursları fazlalaştıracağız, (Alkışlar) Amerikalıları da
Müslüman ülkelerde eğitim almağa teşvik edeceğiz. Ümit vadeden Müslüman
öğrencilere Amerika’da staj fırsatları sunacağız, dünyanın dört bir yanındaki öğrenci
ve öğretmenler için on-line eğitim yatırımları yapacağız, yeni on-line ağlar
oluşturacağız, böylelikle Kansas’taki bir genç anında Kahire’deki bir gençle temasa
geçebilecek.
Ekonomik kalkınma anlamında, yeni iş dünyası gönüllüleri yaratarak onların
çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki eşdeğerleriyle ortaklık yapmalarını
sağlayacağız. Bu yıl bir Girişimcilik Zirvesine ev sahipliği yapacağım; böylelikle
ABD ve dünya genelindeki Müslüman toplumların iş dünyası liderleri, kurumları ve
sosyal girişimcileri arasındaki bağların nasıl derinleştirilebileceğini belirleyeceğiz.
Bilim ve teknolojide çoğunluğu-Müslüman olan ülkeler için teknolojik kalkınmayı
destekleyecek yeni bir fon başlatacağız ve işgücü piyasasına fikirler aktararak
istihdam yaratmalarına yardımcı olacağız. Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’da
bilimsel mükemmeliyet merkezleri açacağız; buralara yeni bilim elçileri atayarak yeni
enerji kaynakları geliştirme, çevre dostu işler yaratma, kayıtları dijital ortama
dönüştürme, temiz su ve yeni tarım ürünlerinin yetiştirilmesi konularında ortak
programlarda çalışacağız. Ve bugün İslam Konferansı Örgütüyle birlikte çocuk
felcinin kökünün kazınması amacıyla yeni bir küresel çabamızı açıklıyorum. Ayrıca,
ana ve çocuk sağlığını iyileştirmek için, Müslüman toplumlarla daha fazla ortaklık
arayışına gireceğiz.
Bunların hepsi ortaklık içinde yapılmalıdır. Amerikalılar dünya genelindeki
Müslüman toplumlarda insanlarımızın daha iyi bir yaşam sürmelerine yardım etmek
amacıyla vatandaşlar ve hükümetlerle, toplum örgütleriyle, dini liderlerle ve iş
dünyasıyla biraraya gelmeye hazırdır.
Burada tanımladığım sorunların çözülmesi kolay olmayacak. Ama aradığımız
dünyaya ulaşabilmek adına biraraya gelme sorumluluğumuz var – bu dünyada aşırı
uçtakiler insanlarımızı tehdit etmeyecek ve Amerikan birlikleri evlerine dönmüş
olacak; bu dünyada İsraillilerin ve Filistinlilerin kendilerine ait güvenli vatanları
olacak, nükleer enerji barışçıl amaçlar için kullanılacak; hükümetler kendi
vatandaşlarına hizmet edecek ve Tanrı’nın tüm çocuklarının haklarına saygı
gösterilecek. Bunlar müşterek menfaatler. İstediğimiz dünya bu, ama buna ancak
birlikte ulaşabiliriz.
Biliyorum ki çoğunuz – Müslüman ya da değil – böyle bir başlangıcı yapıp
yapamayacağımızı sorguluyorsunuz. Bazıları bölücülük tohumları ekme hevesinde ve
ilerlemenin önünü kesmek istiyor. Bazıları bu çabalara değmez – uyuşmamak
kaderimiz, medeniyetler çatışmaya mahkum – diyor. Diğerleri ise gerçek değişimin
olabileceğine sadece tereddütle yaklaşıyor. Çok fazla korku var, bir o kadar da
güvensizlik. Ama geçmişin bizi durdurmasına izin verirsek hiç ilerleyemeyiz. Bunu
özellikle de hangi inançtan olursa olsun, her ülkedeki gençlere söylemek istiyorum:
Dünya’ya yeni bie vizyonla bakmak ve onu yeniden yaratmak kaabiliyetine sizler
sahipsiniz.
Zman içersinde hepimiz bu dünyayı kısa bir süre paylaşıyoruz. Burada sorulacak soru
şudur: bu kısacık süreyi bizleri ayıran şeyler üzerine odaklanarak mı geçirelim, yoksa
kendimizi, ortak bir zemin bulma, çocuklarımız için istediğimiz geleceğe odaklanma
ve tüm insanların saygınlığına saygı gösterme gibi bir çabaya -istikrarlı çaba- mı
adayalım?
Bunlar basit şeyler değil. Savaşları başlatmak durdurmaktan daha kolay. Diğerlerini
suçlamak kendi içine dönmekten daha kolay; birinde nelerin farklı olduğunu görme,
neleri paylaştığımızı bulmaktan daha kolay . Ama her dinin özünde mevcut bir de
kural var- kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak başkalarına öyle davranmalıyız.
(Alkışlar) Bu gerçek ulusların ve insanların ötesinde ve yeni olmayan bir inanç; bu
siyah, beyaz ya da kahverengi değil; Hıristiyan, Müslüman ya da Yahudi değil. Bu
inanç medeniyetlerin beşiğinden doğdu ve hala milyarların kalbinde atıyor. Bu
başkalarına olan inancımız ve bugün beni buraya getiren neden.
Bizim düşlediğimiz dünyaya ulaşma gücümüz var; ama bunu ancak yazılanları akılda
tutarak yeni bir başlangıç yapma cesaretini gösterirsek başarabiliriz.
Mukaddes Kuran bize şunu söyler: “Ey insanlar, biz sizi kadın ve erkek olarak yarattık
ve birbirinizi tanımanız için sizi ulus ve kabilelere böldük.”
Talmud şöyle der: “Tevrat’ın bütünü barışı yaymak amacı güder.”
Kutsal İncil’de şu ifade yer alır : “Tanrı barış getirenlerin tarafındadır, onlar Tanrının
evlatlarıdır.” (alkışlar)
Dünyadaki insanlar barış içinde birarada yaşayabilir. Bunun Tanrı’nın vizyonu
olduğunu biliyoruz. Şimdi, Dünyadaki işimiz bu olmalı. Teşekkür ederim. Tanrı’nın
rahmeti üstünüze olsun. Çok teşekkir ederim. Telekkir ederim. (alkışlar) .
SON Yerel saatle 14:05
.pdf kopyası
Bir yanıt yazın