Hiç kimse yarın kalkıp bizi “Avrupa Birliği’ne hiçbir katkı yapmamış olmak”la suçlamasın! Bakın, Avrupa seçimlerine bir hafta kala, neredeyse tek başımıza, aralarında onca başka sorun yaşayan Fransa-Almanya yakınlaşmasından sorumluyuz. Sarkozy ve Angela Merkel haftasonu yayınladıkları ortak bildiride, Avrupa’nın yumuşak karnı haline gelen Türkiye’nin adaylığına karşı “Avrupa’nın sınırlara ihtiyacı var, sonsuz bir genişleme mümkün değil” diyerek bir kere daha set çektiler. Fransızların “Le Journal du Dimanche”ı ve Almaya’nın “Die Welt am Sonntag” gazetelerinde iki gün önce yayınlanan ortak bildirinin bunun dışında tek ilginç vurgusu “kuralsız (yani vahşi!) liberalizmin dibe vurduğu” ve bunun yerine “sorumlu piyasa ekonomisi“nin gelmesi gerektiği itirafıydı. Yoksa bunlar dışında diğer paragraflar “güçlü ve koruyucu bir Avrupa, karşılıklı dünya dış ticareti veya devlet borçlarının gelecek nesillere bırakılmaması, ekolojinin korunması” gibi genel söylemlerden ibaretti.
2004’e dönelim tekrar, hani Avrupa vekillerinin ellerinde tuttukları “Ja” “Si” “Evet” yazılarının Türk basınına yaşattığı o büyük heyecana (!) dönelim… Ne oldu atıp tutan büyük yazarlarımıza, ya da anti-kemalizme hapsolmaktan başka bir performansı olmayan “akademisyen”lerimize? Şimdi sıkıntıdan evlerine mi kapanacaklar sandınız? Yok canım, hiç üzülmeyin onlara. Yine kanallarda turlamaya devam ederler! O günlerde beş yıl öncesinden şu dönemde yaşadığımız her şeyi yazmış olan bizlere ise, yine bu traji-komik sahneleri izleyip “ya sabır” çekmek düşecek…
Bir “aydınlar” (!) ordusu düşünün ki, bırakın Ermeni, Kıbrıs ve Kürt sorunlarını, bırakın Güney Kıbrıs ve Yunanistan’dan başlamak üzere bize ters bakan her ülkenin veto hakkını, Türkiye’yi yöneten kadronun evimizde siyaseti ve onun ötesinde günlük yaşamı nerelere taşıdıklarını görmekten acizler! Aynen geçmişte Türk Ceza Kanunu’nda şeriatçı yayın ve gösterilere yasak getiren 163. maddenin kaldırılmasının nelere malolacağını, ya da sinsi planlarla Atatürkçülükten uzaklaştırılan Türkiye’nin ana tutkalının sulanarak çözüleceğini görememiş olmaları gibi… (Tabii haykırışlarınızı da duyar gibiyim, “onların çoğu tam tersine bunları gördüler ama misyonları buydu” diye!)
O günlerde de söylüyordum, bugün de tekrarlayalım: Ne AKP gerçekten AB’ye girmek istiyor, ne de AB gözle görülür hızda yobazlaşan Türkiye’yi kendi içinde görmek istiyor! AKP yıllardır Avrupa’yı, kendini yurt içinde dolu yağmurundan korumak için bir şemsiye, hatta bir savaş kalkanı olarak kullanıyor, AB de ayakta uyuttuğu Türkiye’yi “Gümrük Birliği” piyasa malzemesi olarak kullanıyor. Alan memnun satan memnun, dostlar alışverişte görsün durumları! Şimdilerde biraz makyaj akmaya başladı kaçınılmaz şekilde, hepsi bu! CHP o günlerde doğruları hatırlatıp “Avrupa’ya böyle 20 yıl beklemeyle ve serbest dolaşım hakkı verilmeden girilmez, girilecekse oyalandırılmadan, birinci sınıf ülke olarak ana kapıdan girilir” şeklinde özetlenebilecek sözleri söylediği zaman, “medyokrasi”miz, yani medya demokrasisinin “mediocre”, vasat altı takımı, CHP’yi büyük bir hışımla AB ve çağdaşlık düşmanlığı ile suçluyordu. Onlara göre ülkenin gerçek anlamda tek reformcu, AB’ci, ilerici ve “modern mahrem” Partisi AKP’ydi ve bizler, yani “kafası örümcek dolu statükocu ulusalcılar” bunu göremiyorduk… İlerleyen süreçte, geçmişte “medyokrasi” olarak tanımladığım takım, son bir-iki yılda iyice çirkinleşen siyaset sahnemizde artık “liberal faşist”liğe terfi ettiler! Onlar artık AB yolunda ilerleyen türban demokratı AKP’nin eli maşalı gardiyanı, gözü dönmüş avukatı ve gerekirse propagandadan sorumlu vurucu timi!
Bu hafta Obama Avrupa’ya gelerek Almanya’da, ardından Fransa’da temaslar yapacak. Büyük ihtimalle “Türkiye’yi dışarıda bırakmayın” mesajı verecek. Onlar da diğer konuların yanında münasip dille Champs Elysees’ de 100.000 türbanlı ve çarşaflı görmeye ve Irak’la komşu olmaya hazır olmadıklarını söyleyecekler…
Aslında artık birilerinin Obama’ ya Türkiye’yi demokrat dünyanın çizgilerinde tutmanın, öncelikle AKP iktidarının nihayete ermesi ile ulaşılır bir hedef olduğunu, Avrupa meselesinin ondan sonra gelebileceğini anlatması lazım!
Bedri Baykam