YeniDüzen için yazım (28 Mayıs 2009, Persembe Günü için)
Ozan Ceyhun
3 ve 7 Haziran 2009 tarihleri arasında tüm AB genelinde gerçekleştirilecek Avrupa Parlamentosu Seçimleri yaklaştıkça bir takım çevreler “Türkiye’nin AB üyeliği sürecini” bir “şantaj malzemesi” olarak kullanma hatasını tekrarlamaya başladılar. Fransa Devlet Başkanı, Almanya Başbakanı ve tüm diğer “Avrupa Sağı” her seçim toplantısında “Türkiye’nin AB üyeliğine karşı” açıklama yapmayı adet haline getirdiler. Hatta geçenlerde Frankfurt’ta konuşan Almanya Başbakanı ve CDU Başkanı Merkel, bir yandan “Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını” açıklarken diğer yandan da “CDU’nun Avrupa Parlamentosu’na önerdiği Türk kökenli adayı” övmekteydi. “Türk dostu ama Türkiye karşıtı” bu yeni tür “oy avcılığı” ile hem sağcı Almanlar hem de Türkler CDU’yu “seçsin” istenmekte.
Tüm AB genelinde hristiyandemokratlar “Türkiye’yi” seçim propaganda malzemesi yapmış durumdalar. Üstelik “çamur at, izi kalsın” tarzı “Türkiye’de genç kızların sünnet edildiği” şeklinde akla, hayale gelmeyecek karalamalar da seçim kampanyasının söylevleri arasında yer almaktalar. AB hakkında söyleyecek lafı olmayan tüm politikacılar “Türkiye karşıtlığı” ile demagoji yaparak destek aramaktalar.
Avusturya’da durum daha da vahim. Hadi aşırı sağ ve sağcı partilerin her zaman olduğu gibi “Türkiye düşmanlığı” yapmaklarına şaşırmıyoruz. Hatta Yeşiller’in “bilmem kaçıncı dönemdir” milletvekilliğini yapan tescilli “Türkiye düşmanı” politikacısına da alıştık artık. Ama her zaman “Türkiye Dostu” diye pazarlanmaya özen gösteren Hannes Swoboda’da “gerçek yüzünü” gösterme ihtiyacı duydu galiba. 25 Mayıs 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki Celal Özcan imzalı habere göre Avusturyalı sosyaldemokrat ve Türkiye ziyaretlerinde hep “dostumuz” diye özel ilgi gören Hannes Swoboda da “Artık bu yanlıştan dönülsün” diye buyurmuş. Avusturya vatandaşı olan Türkiye kökenli seçmenler Avrupa Parlamentosu Seçimleri’nde gerçekten zor durumdalar. SPÖ’de dahil olmak üzere seçebilecekleri doğru dürüst bir parti yok! Oysa Avusturya’daki “Türkiye karşıtlığına” karşı tavır alması gerekenlerin başında SPÖ ve de ondan önce ortalıkta “Türk Dostu” olarak gezen Hannes Swoboda gelmeliydi. “Oy” için “dostluk da” unutuluyor demek ki!
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Güney Kıbrıs’lı politikacılar da “Türkiye” konusunu istismar etmek amacıyla ellerine geçen fırsatı değerlendirmek için çırpınmaktalar. Markos Kiprianu ve diğerleri son günlerde “akıllarınca” Türkiye’ye yönelik bir “şantaj politikasını” denemekteler. Ankara Protokolu ile ilgili takvim yaklaştıkça “Türkiye’nin AB üyeliği” ile ilgili olarak “bu şekilde olmaz!” deyip duruyorlar. Kıbrıs Sorunu kapsamında gündeme gelen tartışmalarda da “Türkiye’ye mesajlar veriliyor” ve her mesajın sonunda “Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin sabote edilebileceği” hatırlatılıyor. Özellikle müzakere başlıkları tam bir “şantaj malzemesi” durumundalar. Türkiye ve AB arasındaki müzakereleri “dondurarak” amaçlarına ulaşacaklarını sanmaktalar. Oysa bu “şantaj politikası tam bir bumerang”. Kafalarına çarptığı vakit akılları başlarına geldiğinde “çok geç olacak!”.
Türkiye’yi sürekli “AB üyeliği” ile “köşeye sıkıştırabileceğini” sananlar bence yanılıyorlar. Türkiye zaten AB ile çok sıkı ilişkilere sahip. ABD ve AB için vaz geçilemez bir müttefik durumunda bulunduğu bu coğrafyada. Günün birinde Türkiye AB’ye bir tür “imtiyazlı ortaklık ilişkisi” önerirse o zaman bazı AB politikacılarının suratlarını görmeyi çok isterim. Güney Kıbrıslı politikacılar da bence “AB atına oynarken” belki de “yanlış ata oynamaktalar!” Türkiye günümüzde öyle sanıldığı gibi “her şey pahasına AB üyesi olmak zorunda olan bir ülke” değil artık. AB’nin tamamının bu gerçeğin farkına varması aslında AB’nin çıkarları açısından çok yararlı olacaktır.
Bir yanıt yazın