TARIH: Osmanlı-Rus Savaşı

Balkan göçmenleri İstanbul’da

On ay süren Osmanlı-Rus savaşı,

toplumu temelden sarsmış ve Rumeli’de yaşanan felaket,

yarım milyonu aşkın bir Müslüman nüfusun yaşamına mal olmuştu.

Popüler TARİH /Mart 2001 NECDET SAKAOĞLU

Balkanlar’dan kaçan Türk göçmenleri, Anadolu’da iskan edilmek üzere kayıklarla Üsküdar’a geçiriliyor.

“93 Harbi” de denilen “Büyük Seferberlik”

Günümüzden 124 yıl önce, Osmanlı devleti, uzun tarihinin en büyük savaş sınavını verirken, Tuna yalılarından Yeşilköy’e, Kafkas dağlarından Erzurum’un Aziziye tabyalarına uzanan savaş cephelerinde, bu cephelerin gerisindeki Rumeli ve Anadolu bölgelerinde de açlık, kıtlık, göç olguları yaşanıyordu.

Tarihçilerin 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başlığıyla verdiği, Rumi 1293 yılında başladığı için de ’93 Harbi’ denilen ve 10 ay süren bu savaş boyunca, ağır seferberlik koşulları yaşanmış; silah altına alınanlar cephelerde erirken sivil halk da işgal, baskın, çete, soygun, ricat, göç, açlık, soğuk, salgın karabasanına tutsak olmuştu.

Cephelere asker, cephane, erzak sevki, yaralıların tedavisi, on binlerce Rumelilinin kış ortasında göçmen olması, Rus ordularının Edirne’yi işgal ederek Çatalca’ya inmesi, Grandük Nikola’nın Ayastefanos’ta (Yeşilköy) karargâh kurması, korku uyandırdı.

İstanbul’a akan göçmenler

İstanbul’a akan göçmenler, camileri, medreseleri, meydanları doldurdu; teneke, tahta barakalardan göçmen mahalleleri oluştu. Bu durumda, halka moral vermek düşüncesiyle, Gazi Osman Paşa’nın Plevne savunması, Doğu cephesindeki başarılar, büyük birer zafer gibi açıklandı; bunlar için destanlar, türküler yazıldı.

Neden ‘Büyük Seferberlik’ dendi?

93 Harbi’nin tahribatı öylesine ağır olmuştur ki, bu felâketi ve 40 yıl sonraki seferberliği -I. Dünya Savaşı’nı- yaşayanlar, ilkine, ‘Büyük Seferberlik’ demişlerdir.

93 Harbi, bir bakıma Çarlık Rusya’sının Osmanlı devletini yutma, 20 yıl önceki Kırım Harbi’nin intikamını alma projesiydi. Üstelik, Kırım Savaşı’nda, ‘Düvel-i Muazzama’nın desteği sayesinde, zafer kazanan Osmanlı ordusu, bu kez yalnızdı; iç siyaset çalkantılı bir süreçten geçiyordu, halk ise 1873-1875 kıtlıkları nedeniyle aç ve umutsuzdu.

Ne yazık ki yaşanan bu zor yılları biz de görmezden geliyoruz

Yoksul yığınların alın teri ve savaşlarda akan kanıyla beslenen İstanbul saraylarındaki lüks ve israfla, Anadolu halkının katlandığı açlığın o günkü boyutlarını yan yana getiren bir belgeselden, yazık ki yoksunuz.

Yabancı kimlikli Osmanlılardan Anderas David Mortmann’ın anılarını (İstanbul ve Yeni Osmanlılar, İstanbul, 1999) okuyanlar bu konuda bizim tarihlerimize hiç yansımamış tanıklıklar karşısında hayrete düşebilirler.

1876 kışında, İstanbul’dan yola çıkıp ‘at sırtında’ Anadolu’yu kat eden İngiliz gezgin Frederick Burnaby’nin yapıtında da (Yzb. Frederick Burnaby, Küçük Asya Seyahatnamesi, İstanbul 1998) ilginç gözlemler vardır.

93 Harbi’nin iki meşum gecesi 8 ve 9 Ocak 1878

0 günlerin hazin öyküsü, Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin, “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra – Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli” adlı yapıtında ayrıntılarıyla anlatılır. Balkanlarda şiddetli bir kışın başladığı 1878’in ilk günlerinde, Zağra Müftüsü’nün deyimiyle, tam bir “hercümerç” yaşanmıştır.

Şıpka’dan sonra önünde bir engel kalmayan Rus birliklerinin Sofya ovasına inişi, erzakı tükenmiş olarak ricat eden Osmanlı taburlarınınsa, Yıldız Sarayı’ndan gelen buyruklarla savunmada tutulmaya çalışılması, paşalar arasındaki anlaşmazlıklar;

Sofya’dan Bergos’a kadar, Türk ahalisinin, köy köy, kasaba kasaba arabalarını yükleyip “göçmen” olmak üzerelerken İstanbul’dan gelen, “Ateşkes ilan edildi. Asker ve ahali çekilmesin!” telgraflarına inanıp evlerine dönmeleri; 10 saat sonra, “Ahaliyi hicret ettirin, mala eşyaya bakacak gün değildir!” yollu telgraflar üzerine, yataklarından fırlayanların karlara, buzlara, bataklara dala çıka yollara dökülüşleri… İşte tarihin bir insanlık dramı o meşum 8-9 Ocak 1878 gecesi başlamış; Osmanlı devletinin, Rumeli’nde 195 bin kilometrekare toprak kaybını belgeleyen Ayastefanos Önbarış Antlaşması’nın 3 Mart 1878’de imzalanmasına değin, iki ay sürmüştür.

‘Evlad-ı Fatihan’ torunlarının, ’93 Muhacirleri’ kimliğiyle geri dönüşü

Artık, Sofya-İstanbul arasında perişan kafileler vardır ve bu, yüzyıllar önce fethedilen Balkan topraklarına Anadolu’dan göçenlerin ‘Evlâd-ı Fatihan’ denilen torunlarının, ricat eden ordunun ardına takılıp ’93 Muhacirleri’ kimliğiyle geri dönüşü olmuştur. Bu dönüş, bir ‘muhaceret’ sürecinin başlangıcı olup arkası çorap söküğü gibi gelecek; Girit, Selanik, Bulgaristan, Romanya ve ‘Mübadele’ muhacirleri, fasılalarla Türkiye’ye sefalet ve gözyaşı taşıyacaklardır.

Siyasal ve ekonomik çalkantılara gelince;

93 Harbi arifesinde Saray’ın, Babıali’nin, ordunun gündemleri, sorunlar ve bunalımlarla doluydu:

Yolsuzluklar,

çığ gibi artan iç ve dış borçlar,

yöneticilerle ilgili dedikodular, güven bunalımı,

Genç Osmanlılar’ın özgürlük-demokrasi istekleri,

Avrupa devletlerinin ‘Doğu Sorunu’nu bir baskı öğesine dönüştürmeleri,

Hersek’te ayaklanma (1875) ve o yıl, devlet borçlarının ödenmesini erteleyen Ramazan Kararnamesi’nin yayımlanması,

Karadağ olayları, ertesi yıl Bulgaristan’da ayaklanma başlaması,

‘talebe-i ulûm’un (medrese öğrencileri) eylemleri,

Berlin Memorandumu,

Osmanlı devletinin bağımsızlığına vesayet konulması,

Selanik’te Almanya ve Fransa konsoloslarının linç edilmesi,

Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) tahttan indirilmesi ve kuşkulu ölümü,

Çerkeş Hasan Olayı,

Sırp ve Karadağ savaşları,

depresyon geçiren V.Murad’ın da üç aylık bir saltanattan sonra tahttan indirilmesi,

II. Abdülhamıd’in (1876-1909) tahta çıkışı,

Rus ültimatomu,

İstanbul Konferansı,

Kanun-ı Esasi’nin (Anayasa) ilanı,

Meclis-i Meb’usan’ın açılışı…

93 Harbi’nden önceki 1875 ve 1876 yıllarının başlıca konuları bunlardı ve doğrusu, giderek güçlenen Rusya açısından, -Çar II.Aleksandr savaş yanlısı olmasa da- bir istila fırsatı doğmuş bulunuyordu!

Rusya’nın ‘umumi harp’ ilanı

Sonra ne oldu? Her büyük savaşı tutuşturan kıvılcımlar gibi, bu savaşa da bir bahane bulundu: Osmanlı ordusunun Sırp ve Karadağ ayaklanmalarını bastırmasına karşın Rusya, Nikşik kasabasının Karadağ’a bırakılmasını istedi; Babıali reddetti. Tepedekilerin bu notalaşması, iki taraftan yüz binlerce insanı yeni bir savaş ortamına sürüklemeye yetti!

Rusya’nın ‘Umumi Harp’ ilan ettiği haberi, 24 Nisan 1877’de Babıali’ye ulaştı. Ertesi gün, Meclis-i Meb’usan’daki tartışmalarda, İstanbul Meb’usu Hasan Fehmi Efendi, bunun bir ‘istila’ kararı olduğunu, tüm tebanın bu karara canları ve mallarıyla karşı koymaları gerektiğini vurgularken, Halep Meb’usu Manuk Efendi, “Rusya hiçbir zaman Hıristiyanları himaye etmediği gibi, Hıristiyanlar da bu himayeyi istemez. Ben Ermeniyim. Vilayetimin Ermeni Hıristiyanları adına, Rusya’nın himayesine muhtaç olmadığımızı beyan ederim. Memleketimizi müdafaa için, mal ve canlarımızı fedaya hazırız!” diyordu.

Osmanlının yalnızlığı

İngiltere, Fransa ve Avusturya tarafsızlıklarını ilan ettiklerinden, Osmanlı orduları, Rus orduları karşısında yalnız kaldı. Kaynaklar, Rumeli ve Doğu cephelerinde Rusların toplam 546 bin kişilik bir seferi orduya, Osmanlı ordularının ise Mayıs 1877’ye kadar silah altına alınanlarla, 480 bin mevcuda ulaşabildiğini yazıyor.

10 ay süren süren (Mayıs 1877-Mart 1878) ve Osmanlı toplumunu temelden silkeleyen bu büyük savaşta, Tuna-Rumeli Cephesi’ndeki Osmanlı ordularının başkumandanı (Serdar-ı Ekrem) Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa, Rus ordularının başkumandanı ise Grandük Nikola idi. Yaşlı fakat deneyimli Çırpanlı Paşa, Plevne’deki olağanüstü savunmayla kamufle edilmeye çalışılan bozgunun sorumlusu olarak Divan-ı Harb’e verilmişse de savunması Saray’ı ve Babıâli’yi güç durumda bıraktığından, yargılanması kesilip, Paşa Rodos’a sürülmüştür. Bu ilginç savunma, ‘Karagöz’ gazetesi tarafından 1329’da (1913) bir risale olarak yayımlanan “Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nâdir Paşa’nın Müdafaanâmesi” ile Cevdet Paşa’nın Tezakir’inde vardır…

Doğu Cephesı’nde ise Katırcıoğlu Ahmed Muhtar Paşa, karşısında da Ermeni asıllı general Loris Melikof vardı.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Doğu Cephesi savaşlarını, ‘Sergüzeşt-ı Hayatımın Cild-i Sanısı’nde (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996) anlatmıştır.

Rus generalleri, Yeşilköy’de (Ayastefanos)zaferlerini dini bir ayinle kutluyorlar.

İki taraflı göç başlıyor

Rumeli’nin neredeyse tamamının yitirilişiyle noktalanacak bir bozgun yaşanması, Yeşilköy’de karargah kuran galip Grandük Nikola’nın Dolmabahçe rıhtımında törenle karşılanıp II. Abdülhamid’le görüşmesi, payitaht halkını korkuya boğmuş; dondurucu kış soğuğunda Balkan göçmenleri İstanbul’a akarken, İstanbullular da Anadolu’ya göçmeye başlamışlardır.

Facia sürerken II. Abdülhamid, savaş koşullarını gerekçe gösterip 13 Şubat 1878’de Meclis-i Meb’usan’ı kapatmıştır.

Halk, kılıçtan geçiriliyor

İzleyen günlerde Süleyman Paşa, dağılan birlikleri Filibe’de toplamaya çalışırken Rus tümenlerinin Edirne’ye girdiği haberi ve ” Gavur geliyor!” sadalarıyla, bitkin ve aç askerler de şuursuz bir kaçışa yönelmişler; Kazaklar, asker-sivil demeden, yetiştikleri kafileleri kılıçtan geçirmişlerdir. Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi, o günlerin kıyım ve kırımlarını özetle şöyle anlatır:

“Ahali zaten ürkmüş ve tetik üzerinde bulunur olduğundan, düşmanın İşve ve Hamidli geçitlerinden tecavüz ettiği gün, araba ve hayvanları ile, bunları bulamayanlar ise yayanca, Zağra ve Çırpan üstünden kaçmaya başladılar. Yardımcı askerler dahi dağıldı. Bu firari askerler Çırpan, Eski Zağra, İzlâdi ve Karlova taraflarından yollara dökülen binlerce muhacire bir kat daha dehşet verdiler. Kabacık ve Sekbanlı istasyonlarına mahşer gibi toplanmış, karlar üstünde şimendifer bekleyen biçare ahali bu korkuyla Edirne’ye ve Kırcaali dağlarına yürüdüler. Yollarda ve istasyonlarda terk olunan kıymetli eşyaların, at ve hayvanların hesabı yoktu. Evlâdını taşıyamayanların, ‘Araba getirip sizi alacağız!’ diye aldatıp bıraktıkları masumlar karlar üstünde bekleşe kalmışlardı. Herkes can derdine düştüğünden, geriden gelip faciayı görenler de bir âhı teessüfle yanlarından geçip giderlerdi. Ruslardan kaçan yüz binlerce ahali, sel önündeki çer çöp gibi, imkân nereye müsait olursa o tarafa akıp gitmekte, ana baba evladını ve evlat ana babayı terk etmekte, o şiddetli kışta kırlarda kar üstünde yatmaktaydılar. Her işin tedbirinde noksanlık olduğu gibi, muhacirlerle dolu katarlar haftalarca yollarda tutuldu ve birçokları öldü. Mütareke görüşmeleri için hususi trenle Kızanlık’a hareket eden Server ve Namık paşalar muhacirlerin dehşet verici manzarasını görmemek için trende gizlenmeye mecbur olmuşlardı. Diğer yandan Moskof orduları her taraftan Edirne’yi kuşatmış; öncüleri ise Çatalca’ya erişmişlerdi. Bunlar, yetiştikleri muhacirleri soyarak vahşetle katlettiler. Yollarda soğuktan donarak, kalabalık yüzünden vagonlardan dökülerek ölenler de sayısızdı.”

İstanbul’da neler yaşandı?

Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’, “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra – Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli” adlı yapıtında, 93 Harbi’ne ilişkin olarak Balkanlar’da yaşananların, İstanbul’a yansımasını da anlatır:

“Rumeli’nden boşanan yüz binlerce ahali, araba ve hayvanla, trenle yahut yaya, gece ve gündüz demeyip İstanbul’a döküldüler. Son nefesteki canlarını, Payitaht-ı Saltanat’a ve İstanbulluların merhamet kucaklarına attılar. Sirkeci mevkii, Ayasofya, Sultanahmet, Yenicami, Nuruosmaniye ve diğer camilerle birçok mektep ve binaların avluları ve bütün meydanlar, mahşere döndü. Trenler tasavvur olunmaz bir halde geliyordu. Vagonların içi ve üstü, erkek kadın, kucak kucağa istif olmuş, yanları hatta ön ve arkadaki zincirlerin üstleri insan örülmüş idi. Soğuktan donarak düşenler istasyonlarda hasta kalanlar hesapsızdı. Bunların çoğu açlıktan ve soğuktan kırıldı. Allah’ın hikmeti, o günlerde şiddetli fırtınalar kar ve yağmurlar durmayıp bu biçarelerin üzerinden geçti. Vagonlardaki sıkışıklık ve ızdırap içinde lohusalar ve nice anneler yavrularıyla telef olup gittiler.”

İstanbul’a gelen Rumeli göçmenlerinin öyküsü ve o günlerin İstanbul’undaki genel hava, Nedim Gök’ün “Rumeli’nden Anadolu’ya Türk Göçleri” (Ankara 1994) adlı yapıtında da yer alır:

“İki saatte bir, 20-30 vagon dolu olduğu halde bir tren geliyordu. (…) Vagonlardan inen muhacirlere, ilk önce Sirkeci Garı’nda, Sermaye-i Şefkat-i Osmaniyye ve Baron de Hirsch Komitesi tarafından, çorba ve ekmek veriliyordu. En muhtaç olanlarına yün battaniyeler dağıtılıyor, hasta olanların, 4-5 yataklı hasta odasında ilk tedavileri yapılıyordu. (…) 15-24 Ocak 1878 arasında gelen 80 bin muhacirle, İstanbul’daki göçmen sayısı, 150 bine yükselmişti. Bu akın sonucu gelenlerin çoğu, açıkta kaldılar. İstanbul’da yer bulunamadığı için Edirne-İstanbul demiryolu hattı boyunca, 25-30 bin muhacir perişan durumda kalmıştı. 31 Ocak’ta Edirne Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra da göçün devam etmesi üzerine, şehirdeki izdihamı azaltmak için, muhacirlerin bir kısmının taşraya sevki kararlaştırıldı. Yine de 4 Mart’ta İstanbul’daki muhacir mevcudu 200 bine ulaşmış bulunuyordu.”

Adana’ya gönderilen göçmenler için yaptırılan meskenlerin resmi açılış töreni (Servet-i Fünûn’dan).


Hazırlayanlar : Kerem (krmhby@hotmail.com), bahadircan,

Kaynak : Popüler Tarih Mart 2001 sayısında “Balkan göçmenleri İstanbul’da” başlığı ile yayınlanan yazıdan derlenmiştir. Paragraf başlıkları ilave edilmiştir. Resimlerde kirlilik yaratmamak için grup adı vs kullanılmamıştır.

Balkan göçmenleri İstanbul'da - slide 3