İsrail Büyükelçisi Urfa’ya “Arz-ı Mev’ûd” Demiş!
Bugün 27 Mayıs 2009. Türk Demokrasisi’ne vurulan birinci darbenin 49. sene-i devriyesi. Yani yıldönümü. Ancak biz bütün bunları unutmuşçasına başka konularla meşgul oluyoruz…
Malum; şu anda Türkiye’nin gündeminde Suriye sınırı boyunca döşenen mayınlı arazinin mayınlardan temizlenmesi meselesi var. Rivayet, Hükümetin ve TSK’nın, söz konusu ihaleyi İsrail firmalarına verme isteğinde olduğu şeklinde. TSK, ısrarla, “Benim elimdeki teknolojik imkânlar bu işi yapmaya elverişli değil” diyor. O zaman yapılacak şey, mayın temizleme ihalesini gözü kapalı İsrail’e vermek değil, TSK’nın teknolojik imkânlarını söz konusu mayınları temizleyecek düzeye getirmektir. 72 milyonluk koskoca Türkiye, değil TSK’nın teknolojik imkânlarını Suriye sınırındaki mayınlı bölgeyi temizleyecek seviyeye getirmek, eğer 3.5 milyonluk İsrail’i toptan satın alacak imkâna kavuşturamazsa varsın yok olsun!
Gerçi bu konuda Genel Kurmay Başkanlığı İletişim Dairesi Başkanı Tuğ. Metin Gürak’a hak vermiyor da değilim. Çünkü TSK, hala Pkk’nın döşediği kıytırık mayınları bulup imha etmekten bile aciz teknoloji ile savaşıyor! Bu sebeple mayına basarak parçalanan vatan evladının sayısını ben çoktan unuttum. Herhalde sizler de unutmuşsunuzdur. Bu teknoloji ile 2 Kıbrıs adası büyüklüğündeki alanın mayınlardan temizlenmesi gerçekten de imkânsız! Demek ki; TSK’nın elindeki teknoloji gerçekten de yetersiz. O zaman yapılacak iş, “Türkiye’de ilk defa eğitim harcamaları savunma harcamalarının önüne geçti” diyerek savunma harcamalarını kısmak değil, TSK’nın silah ve teknolojik imkânlarını el âleme, bu arada kıytırık İsrail’e bile muhtaç olmayacak seviyeye yükseltmektir. Çünkü vatan savunmasından ve güvenlik ihtiyacından tasarruf edilemez. İsrail, bundan tasarruf etmediği için Heronlar konusunda bize hava basmıyor mu zaten?
Bu noktada, dün kendimiz yazıp kendimiz yönettiğimiz bir senaryoya uygun olarak, yani kendimiz çalıp kendimiz oynadığımız bir oyun havasında geçen Efes-2009 tatbikatından sonra “Herkes Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ateş gücünü gördü. Dostlarımız sevinsin, düşmanlarımız da kara kara düşünsün…” anlamında laflar ederek böbürlenen Genel Kurmay Başkanımız Sayın Org. İlker Başbuğ’a bizim yörede çok kullanılan “Oynamaktan maksat ütmek, ötmekten maksat yumurtlamaktır”(1) şeklindeki Türk atasözünü hatırlatarak birkaç kelam etmek isterim:
Sayın Başbuğ, teşbihte hata olmasın; bizim oralarda bir tavuk eğer sürekli gıdaklıyor, ancak hiç yumurtlamıyorsa, onun gideceği yer, direk bıçağın ağzıdır. Türk Milleti’nin, bağrından çıkan ordusundan beklediği, başarılı tatbikatlar icra etmek, ya da iki de bir Kandil üzerinde gürültü yapmak değil, öncelikle Doğu ve Güneydoğu’da tam 25 yıldır devam eden bu kirli savaşı bitirmek, sonra da mayınlı araziyi mayınlardan arındırmaktır. Bu noktada size düşen “Bizim teknolojik imkânlarımız yetersizdir. Onun için mayınlı bölgeyi temizleyemeyiz” diye sızlanmak değil, “Bu mayınları biz gömdük, biz temizleriz. Yeter ki teknolojik imkânlarımızı arttırın. Bir ülkenin hududu, üzerinde yaşayan milletin haremi ismetidir, namusudur. Bu sebeple haysiyetli bir millet, haremi ismetine namahrem postalını sokamaz!” demektir. İşte o zaman ben de gelir hiç çekinmeden sizin elinizden öperim! Atatürk’ün deyimiyle “Türk Milleti’nin çelikleşmiş iradesi” olan Türk Ordusu’nu hiç kimsenin zaaf içinde göstermeye hakkı yoktur. Hele sizlerin asla böyle bir hakkınız bulunmuyor…
Sahi sormak isterim; dün Kahraman Maraşlı Uzman Çavuş Hüseyin Özden’in şehit edildiği Tunceli’deki çatışmada kaç terörist öldürüldü hiç söylemediniz. Ya da siz söylediniz de biz duyamadık! Yoksa Siirt ve Lice’de öldürüldüğü söylenen 8 terörist, bu uzman çavuşa bedeldir diye mi düşünülüyor? Sizin öldürdüğünüz teröristlerin cenaze törenlerine katılan Belediye Başkanları ve diğer Devlet Memurları hakkında herhangi bir işlem yapılacak mı? Örneğin şu Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak hakkında? Bu konuda herhangi bir girişiminiz var mıdır? Sahi şu devlet, DTP’li vekillerin ifadelerini neden bir türlü alamıyor? Allah aşkına söyleyin; millete karşı devleti zaaf içinde göstermeye kimin ne hakkı var?
Vakit ve Milli Gazete gibi gazeteleri, yanlı ve hoşgörüsüz yayınları sebebiyle fazla tuttuğum söylenemez. Ancak her iki gazetenin mayınlı bölgenin temizlenmesi meselesinde takınmış olduğu tavrı son derece destekliyorum. En son dün SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş tarafından TBMM Başkanı Köksal Toptan’a da iletilen bu tavır, onların geleneksel antisemitik tutumlarından ve İsrail düşmanlıklarından kaynaklanıyor olsa bile, mayınlı arazinin temizlenmesi konusunda takındıkları tavırlarını destekliyorum. Örneğin Vakit Gazetesi’nin Ankara temsilcisi Serdar Arseven’in 27 Mayıs 2009 günü yazmış olduğu “İsrail-2 olur!” başlıklı makalesinde dile getirdiği şu cümlelere katılmamak mümkün müdür:
“Ne güzel; Gömdüğü mayını çıkaramayan bir Silahlı Kuvvetlerimiz var!..
Ve yine ne güzel ki; hükümetle hemen hiçbir mevzuda anlaşamayan Kuvvetlerimiz, bu konuda üç aşağı beş yukarı “mutabakat” modunda!.. Kurumlarımız kol kola, ver ihaleyi Mişon’a!.. Bu işin şakası yok; Türkiye-Suriye sınırındaki alanı yıllar yılı (aslında süresiz olarak!) “siyonistlere” teslim etmenin de, teslim edilmesine göz yummanın da vebali ödenemez!..”
İkinci Bir Galataport mu?
Bu mayın temizleme işi, bana başka bir ihaleyi hatırlatıyor gibi. O ihale Galataport ihalesidir. Hatırlanacağı gibi 2006 yılında açılan Galataport ihalesine yaklaşık 3.5 milyar dolar ile en yüksek teklifi İsrailli iş adamı Sami Ofer’in büyük ortağı bulunduğu konsorsiyum vermiş, ancak muhalefetten ve kamuoyundan gelen baskı ile aynı zamanda YPK Başkanı da olan zamanın Devlet Bakanı ve Babakan Yardımcısı Abdüllatif Şener devir sözleşmesini imzalamayınca ihale iptal edilmek zorunda kalmıştı. Bu konuda Danıştay 6. Dairesi’nin vermiş olduğu karar da etkili olmuştu. Bence mayın temizleme ihalesi de biraz Galataport’u hatırlatmaktadır(2). Kim bilir belki bu ihalenin arkasında da Sami Ofer bulunmaktadır! Belki de bizim Sami! Galataport’la oferleyemediği Türkiye’yi mayın ihalesiyle oferleme gayretinde. Umarım bu ihalenin sonu da Galataport gibi olur. İnanıyorum ki; olacaktır da…
Urfa Bölgesi Arz-ı Mev’ûd’tur!
Bilmeyenler için bir kez daha söyleyelim; Yahudilerin ideallerinden birisi Arz-ı Mev’ûd’a sahip olmaktır. “Arz-ı Mev’ûd”, İsrail için “Vaat edilmiş topraklar” anlamına gelmektedir. Bu vaat kime aittir? İsrailoğullarına bakarsanız, Tanrı’ya ait! Muharref Tevrat’ta var mı emin bilmiyorum; ancak bu konu, Yahudilere ait birçok dinsel metinde bulunuyor olmalıdır. Peki, neresi bu arz-ı mev’ud? Nil ile Fırat arasındaki verimli topraklar. Yani bugünkü, Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Türkiye’nin bazı bölgeleri. Bu bölgeye sahip olmak, İsrail için adeta kutsal bir hedeftir. İsrail’in, bugün gerek Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle kurmuş olduğu iyi ilişkiler, gerek Türkiye’nin Güneydoğusu’na, bu arada GAP projesine duymuş olduğu yakın ilgi, gerekse geçmişte Saddam yönetimine, bugün de İran yönetimine karşı sergilemiş olduğu düşmanca tutum, hep bu idealden beslenmektedir.
Güney Mezopotamya’daki Ur şehri ile Kuzey Mezopotamya’daki Urfa şehri ise İsrail oğulları için Kudüs’ten sonra iki kutsal merkez durumundadır. Çünkü rivayetlere göre; İsrail’i İsrail yapan ve onlara ideal aşılayan Hz. İbrahim, Ur’da doğmuş, Urfa’da yaşamış, Suriye-Filistin ve Mısır’ı kapsayan bölgede peygamberlik yapmış, bana göre yine dönüp Harran’da, yani bugünkü Urfa civarında ölmüş bir şahsiyettir. İsrail adı, İbrahim’in İshak’tan torunu Yakup’a tanrı tarafından verilen bir unvandır ve “Tanrı ile güreşen” veya “Tanrıyı Yenen” anlamına gelmektedir. Yani İsrail bu unvanı, güreşte Tanrı’yı yendiği için Yakup’a “Tanrıyı Yenen” anlamında Tanrı tarafından verilmiştir. Bu rivayete göre Tanrı, güya bükemediği bileği öpmek zorunda kalmıştır! İşte bu bilek, İsrail’dir.
Hıristiyanlık, İslamiyet ve Yahudilik gibi üç büyük Tevhit dini için kullanılan “İbrahimi Dinler” kavramına dikkat ediniz lütfen. Zira her üç dinin kabul ettiği ortak ata ve ortak peygamber Harranlı (Urfalı) Abraham’dır. Yani Hz. İbrahim. Çünkü Hz. İbrahim, rivayete göre hem Hz. Musa’nın, hem Hz. Meryem’in (dolayısıyla Hz. İsa’nın), hem de Hz. Muhammed’in büyük atası kabul edilir. İşte bu yüzden bu üç peygamberin tebliğ ettiği dinlere mensup kişiler, ortak ata Abraham’ın memleketi olan Harran bölgesini kutsal kabul ederler. Tıpkı Kudüs ve civarı gibi. Bu bakımdan “İbrahimi Dinler” kavramı etrafında dünya hoşgörü şampiyonluğuna soyunmuş durumdaki ABD beslemesi Fethullah Gülen ve cemaatinin çalışmalarına da özellikle dikkat edilmelidir…
Gaby Levy Urfa’ya “Arz-ı Mev’ûd” mu Demek İstedi?
İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy dün Urfa’ya bir ziyarette bulunmuş. Levy’inin bugünlerde Urfa’da ne işi var bilmiyoruz! Ona sorarsanız “Uluslararası Halil İbrahim Buluşmaları” isimli etkinliklere çerçevesinde gitmiş Urfa’ya! Dün akşamki televizyon haberlerinde Gaby Levy Urfa’ya gidiş amacını açıklarken şöyle diyordu.
“Ziyaretimin iki amacı var. Birincisi ben Türkiye’ye Büyükelçi olarak atandığım zaman Sayın Valinin bana yapmış olduğu ziyaret, ikincisi Uluslar arası Halil İbrahim buluşmaları. Bu kapsamda bütün bu etkinliklerden çok etkilendiğimi ifade etmek isterim… Ziyaretimin bir diğer amacı da ayda en az bir iki defa Ankara dışına çıkmak ve diğer şehirleri gezmek, çünkü büyükelçiler ve diplomatlar olarak Ankara’da sıkışıp kalıyoruz. Türkiye’yi sadece Ankara’dan ibaret sanıyoruz ve diğer bölgelerini unutuyoruz. Bu sebeple Şanlıurfa’da olmaktan büyük onur duyuyorum…”
Şanlıurfa Valisi’nin İsrail’in Ankara Büyükelçisi’ni neden ziyarete etme ihtiyacı duyduğu sorusuna cevap arama gereği duymuyorsanız, yani bu ziyaretin altında herhangi bir bit yeniği aramazsanız yukarıdaki açıklamalara, makul ve herkesin kabul edebileceği türden açıklamalar olara bakabilirsiniz. Biz de zaten öyle bakıyoruz! Ancak adı geçen büyükelçinin, Milli Gazete’nin internet sayfasının bugünkü (27.05.2009) sayısında yer alan “İsrail Büyükelçisi Urfa’da ne konuştu?” başlıklı haberindeki şu ifadeleri şahsen beni oldukça kıllandırmış bulunuyor:
“Bu bölge hem Müslümanlar için hem Yahudiler için çok önemli bir yer. Biz küçüklüğümüzden beri nereden geldiğimizi ve tarihimizi biliyoruz. Bunu küçük çocuklarımız da biliyor. Tabii her Yahudi için bu topraklar ve atalarımızın dedelerimizin geldiği bu topraklara gelmek çok önemli. Özellikle Şanlıurfa ve Harran bizim için çok önemli…”
Umarım beni son derece kıllandıran bu ifadeler, bütün okuyucularımı ve Türk Kamuoyunu da kıllandırmıştır. Umarım, Türk Kamuoyunu kıllandırmış, hükümeti ise akıllandırmıştır! Düşünebiliyor musunuz beyler? Hatay’dan başlayıp Şırnak’a kadar uzanan 500 küsur km. uzunluğunda, 300 küsur m. derinliğinde (iki Kıbrıs adası büyüklüğünde)ki bir bölgeyi tam 44 yıllığına yabancıların yönetimine veriyorsunuz. 44 yıl demek, yaklaşık olarak İsrail Devletinin yaşına tekabül etmektedir. Demek ki; söz konusu proje, tamamen büyük İsrail’i yaratmaya yönelik olarak pişirilip kotarılmış yabancı menşeli bir projedir. 500 km.lik sınır hattının yönetimini ele geçiren bir yabancı, tam 44 yıl boyunca bizi güneyden kuşatarak Arap ve İslam Dünyası ile irtibatımızı kesmenin yanı sıra, bölgedeki yer altı ve yer üstü kaynaklarına da hükmedecektir. Topraklarını 44 yıl boyunca yabancı ülkelere kiralamış bir ülkeye, o topraklar üzerinde hükümran ve egemen bir ülke nazarıyla bakabilir misiniz? Örneğin Çin, 99 yıl boyunca İngiltere’ye kiraladığı Honkong’a, bu süre boyunca dönüp “Benim toprağım” diyebildi mi? Peki; İngiltere Osmanlı toprağı olan Kıbrıs’ı 19. yüzyılın sonunda nasıl ele geçirdi dersiniz? Elbette geçici bir süre diye kandırmak suretiyle…
Örneğin söz konusu ihalenin İsrail’e verildiğini düşünelim: Böylece İsrail, su ihtiyacını Fırat ve Dicle’den bedavaya sağlamanın yanı sıra bu suları Müslüman Arap komşularımıza karşı silah olarak kullanma hakkına kavuşacaktır. Söz konusu verimli toprakları ekip biçmenin ötesinde, bu toprakların altında var olduğu bilinen zengin petrol kaynaklarını ve diğer madenleri işletme hakkını elde edecektir. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’na hükmedecektir. Yönetmiş olduğu bölgede geniş topraklar satın alacaktır. Tıpkı bir zamanlar Filistin topraklarında yaptığı gibi!
Lütfen aklımızı başımıza devşirelim beyler. Ahmak Dedenin Şuursuz Torunu Hasan Cemal ve onunla aynı borazanını öttürenler, Kandil’e gidip Pkk ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasında gönüllü arabuluculuğa soyunacağınız yerde(3) gelin biraz da bu konulara kafa yorun. Ahmak Dedenin Şuursuz Torunu Hasan Cemal, bak senin has adamın Murat Karayılan neler yumurtlamış:
“İngiltere, İskoç halkının kendi parlamentosunu kurmasına izin verip İskoçların iradesini kabul etti. PKK’ da Türkiye’den aynı şeyi istemektedir. Türkiye ya önerilerimizi kabul edecek ya da bize saldırmaya devam edecek. Biz de karşılık vereceğiz…”(4)
27 Mayıs 2009
Ömer Sağlam
____________
1-Atasözünde geçen “Ütmek” kelimesi, “Rakibi aldatarak yenmek” anlamına gelir. Bu söz, Hz. Peygamber’in “Harp hiledir” hadisine de uygun düşmektedir.
2-Galataport İhalesinin iptali ile ilgili olarak 03.06.2006 tarihinde yazmış olduğum “Tüpraş+Galataport=Özelleştirme Oldu Mort!” başlıklı yazımı internetten okuyabilirsiniz(Örn. bkz. .
3- Milliyet Gazetesi Yazarı Hasan Cemal, Kuzey Irak’ta Pkk liderleriyle yapmış olduğu görüşmeleri 1-7 Mayıs 2009 tarihlerinde 6 gün boyunca yayınladı. Bu yazılardan hatırımda kalan tek şey; Murat Karayılan’ın, “İlter Türkmen’in Türkiye Devleti ile Pkk terör örgütü arasında arabuluculuk yapması” şeklinde getirmiş olduğu öneridir. Hasan Cemal, işte bu önerinin getirilmesini aracılık etmiş bir adamdır. Encümen-i Dâniş Üyesi de olan İlter Türkmen, TV’lerde Karayılan’ın önerisinin, akılcı ve gerçekçi bir öneri olmadığını, devletin terör örgütünü muhatap kabul etmesinin mümkün olmadığını söyledi ama bir yandan da aynı günlerde yanına Rahmi Koç’u da alarak Çankaya köşküne çıktı. Köşk’te neler konuştu bilmiyoruz! Terör örgütü Pkk ile devlet arasında günülü ulaklık yapmaya soyunma bahtsızlığını yaşayan Hasan Cemal bir zamanlar “Ermenilerden Özür Dileme Bildirisini” de imzala aymazlığına düşmüştü. Bu konuda 18.12.2008 tarihinde yazmış olduğum “Ahmak Dedenin Şuursuz Torunu: Hasan Cemal” başlıklı yazımı internet sitesinden okuyabilirsiniz.
4- bkz.“PKK, Kürt meclisi istedi” başlıklı haber, , 27.05.2009.
Bir yanıt yazın