Ülkemiz son dönemde ciddi bir süreçten geçiyor. Süreçleri safha safha değerlendirdiğimiz de sağduyunun varlığını göremedik. Bugün bu arayışı başlatıyoruz…
Gelişmeleri sıralıyoruz;
· Mardin’de akıllara durgunluk veren katliam ve üzerinden 24 saat geçtikten sonra unutulan 47 hayat. Uygarlıktan yoksun, cehaletin kucağına terk edilmiş, töreye ve teröre gebe bırakılmış bir diyar Mardin. Devletin şefkatli kollarını uzatmaya çekindiği, ancak gönderdiği Asker ile varlığını hissettirebildiği, bütünüyle kucaklayamadığı, sorunlarını çözemediği bölge. Bizler unutsak da medyada önemini yitirse de bu haber, öksüz, yetim kalan çocukların yüreklerinde acı yaşayacak…
· Diyarbakır-Bingöl karayolu Abalı köyü yakınlarında ve Şemdinli’de terörün hain saldırısı 10 Askerimiz şehit düştü 29 Nisanda. Yürekler yandı, ocaklar söndü. Analar, babalar Teröristleri sevindirmemek için “Şehitler ölmez, Vatan bölünmez” diye haykırdı. Bundan 5 yıl önce ya da 6 ay önce söylediği gibi. Özgürlük savaşçısı olarak kendilerini dünyaya tanıtanlar sempati toplarken, bizler alıştırılmış insanlar olarak üzüntümüzü yanı başımıza koyup devam ediyoruz.
· Her gün aldığımız cinayet, tecavüz haberlerine de alıştık. Toplum olarak vahşileşen ruhlarımızın bu hale gelmesinin sebepleri sorgulanmadan, tedavi yolları aranmadan etiketi yapıştırır olduk. Caydırıcı cezalar da uygulanmadığı sürece ateş yine düştüğü yeri yakmaya devam edecek.
· Bostancıda 1 Mayıs öncesi yaşanan fiyasko. Güvenlik önlemlerin alınmasında gecikme, canlı canlı TV ekranlarda süren operasyonun yaşattığı travma, aynı zamanda doğuda AKP karşıtı “Vasat tarikatına” yapılan operasyonlarını da gölgelemişti. Yine 1 Mayıs, yine sol hareketine karşı operasyon ve yine taşların sopaların, copların havada uçuştuğu Taksim.
· Baba beni okula gönder kampanyası ile yola çıkmıştı, Prof. Dr. Türkan Saylan önderliğinde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği. Henüz dava aşamasında olan Ergenekon ile ilişkilendirilmişti. Çağdaşlığa aydınlığa atılan adımların önü kesilerek, Kardelenler bursuz, umutsuz bırakıldı. Cehalet haberleri ile ülke çalkalanıyorken.
· Alican Sınır kapısının açılması gündeme getirildi. Obama ayağının tozu ile bu konuyu sunmuştu Ankara’ya. Ermenistan ile normalleşme sürecine giren Türkiye Azerbaycan’ı kırmadan, Karabağ sorununu göz önünde bulundurarak hareket ettiğini söylese de Ankara Bakü arasında gerginlikler yaşandı. Rus ordusunun verdiği destekle Azerbaycan halkına karşı sürdürülen operasyonlar Hocalı katliamı gibi soykırıma örnek katliamlar yaşanmıştı, acılar ise halen taze. Azerbaycan bölgede kalan tek müttefikimiz, onu kırmak incitmek ancak ABD’nin ve Rusya’nın işine gelir.
· Ermeni soykırımı yıllardır ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürüldü. Oysa, yemeğin malzemelerinden tutunda, katkı maddeleri, baharatları, tenceresi tavası ısıtıcısına kadar tüm üretim Ermenistan’a ve emperyalist devletlere ait. Türkiye belgeleri ile soykırım safsatasının yalan olduğunu belgelese de, Ermenistan bundan hep kaçtı. Toprak talebini, soykırımın kabullenilmesini hala diretse de uluslar arası alanda kendine yaratıcılarından destek bulsa da “belgelerimiz olduğu sürece” bu oyun tutmamalı.
· Yüzyılın soygunu olarak değerlendirilen Deniz Feneri davası halen bir netlik kazanmadı. Dosyanın tercüme edilmesi beklenirken, haklarında birçok suçlama bulunan kişiler davanın başlatılmasını bekliyor.
· Ergenekon; hakkında en çok yazılan çizilen, en baskıcı en sindirilmiş dava. Hakkında ki suçlamaları öğrenemeden yitip giden, hastalanan hayatlar. Ergenekon’u oluşturanlar darbe girişimini düzenleyecek kişilerden oluşuyormuş ya da buna destek verenlerden. Mühimmatları toprak altına saklamışlarda hangi silah, hangi bomba ile yan yana durmaz öğrenenmişler. Bu dava da yolsuzluk da var, ihaleye fesat karıştırmak da var, iddialar bu yönde. Darbe sendromunu yaşayanlar baskı ile korku imparatorluğu yaratarak birçok kişiyi susturdu. Ve bu sayede hukuka yeni bir terim eklendi. “Suçları sabit olmadıkça herkes suçludur” Hassasiyetten mahrum bırakılmış Deniz Feneri aksine Ergenekon davası ile ilgili konuşmak fazlasıyla serbest.
· Ve Kayıp Trilyon davası; Refah Partisi’nin kapatılması davası ile ortaya çıkan davada Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nin Abdullah Gül için “yargılanması gerekir” kararının çıktığı mahkemede “kamu hukukunda ‘dokunma’ kural olduğu için milletvekilleriyle kıyas yapılarak Cumhurbaşkanı için ‘Soruşturulamaz’ kararı verilmesinin yanlış olduğu” sonucuna ulaşmıştır. Anayasa’da Cumhurbaşkanlarının bu tür soruşturmalarının nasıl yapılacağı konusunda boşluk bulunduğunu, Anayasa değişikliğine gidilmesini de önermiştir. Dokunulmazlıkların kaldırılmasını, hukukun karşısında herkesin eşit olmasını isterken Anayasa Mahkemesi tarafından 6/5 oyla kapatılmamış olan ancak ciddi uyarı alan iktidar partisi Anayasayı değiştiremeyeceği aşikâr. Dokunulmazlık yalnızca Milletvekilleri için geçerliyken bu haksız haktan yararlandırma çabaları sürerken davanın zaman aşımına yenik düşmesinden korkarım.
Sıralamaya almadığımız birçok konu olsa da bunların çözüme ulaşması onlara da ışık olacak düşüncesiyle şimdilik sonlandırıyoruz.
Ve diyoruz ki, toplumu ilgilendiren sorunlar aynı hassasiyet ile ele alınsın ve çözüm için somut adımlar atılsın. Yitirdiğimiz sağduyu olgusunu yeniden yeşerterek, ortak paydalarda milli ruh ile bilinci ile birleşerek hareket edilsin.
Yargımızı, Hukukumuzu, Ordumuzu, Laikliğimizi, Demokrasimizi yıpratmadan!
nuran.talay@politikadergisi.com
Not: Hukukun üstünlüğüne dayalı bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ isteyenlerin kurmuş olduğu bu site desteğinizi bekliyor.
Bir yanıt yazın