ABD BASINI
The Wall Street Journal: “AB Ekonomik Durgunluk Sürerken Boru Hattı Projesini Destekliyor”: “(…) AB yetkililerine göre, Orta Doğu ve Hazar Denizi bölgesinden Avrupa Birliği’ne doğru inşasına ihtiyaç duyulan boru hattı için, Türkiye, Azerbaycan, Irak ve Mısır’ın yanı sıra bölgedeki diğer ülke liderleri, başbakanlar ve cumhurbaşkanları Prag’da ilk kez, cuma günü yapılacak zirvede bir araya gelecekler.(…) Proje, başladığı günden bu yana boru hattını dolduracak yeterli doğal gazın olmayacağı konusunda duyulan endişelerin yanı sıra geçiş koşulları bağlamında boru hattı konsorsiyum ortaklığı ile Türkiye arasında yapılan pazarlıklar nedeniyle sıkıntılı günler geçiriyor. Zaman zaman, herhangi bir anlaşmaya yönelik bir gelişmeyi AB ile olan sorunlu üyelik görüşmelerine bağlayabileceğini belirten Türkiye, aylardır Nabucco ortaklığı ile geçiş koşulları konusunda pazarlık yapıyor. Diger yandan AB yetkilileri, haziran ayına kadar geçiş hususunda bir anlaşmaya varmayı ümit ediyor. (…) Power GmbH, Macaristan’dan MOL, Bulgaristan’dan EAD ve Türkiye’den BOTAŞ AŞ firmaları yer alıyor. Birçok analistin süre bitimine kadar yetişemeyeceğini düşündüğü Nabucco Projesi’nin, 2014 yılında faaliyete geçmesi planlanıyor.”
ALMANYA BASINI
Der Tagesspiegel: “Avrupa’da Bir Katliam”: “Türkiye’nin AB’ye ehil olup olmadığı şüphesiz defalarca tartışılabilir. Ülkenin siyasi ve ekonomik bakımdan Avrupa’ya yakınlaşmasıyla ilgili bardağın yarısının dolu, yarısının boş mu olduğu şeklinde bir yaklaşım sergilenebilir. Fakat bu denli iğrenç bir katliamın bütün bunlarla ne ilgisi olabilir? Şimdi Avusturya’da çocuklara tecavüz edenler olduğu için bu ülke AB’den mi çıkarılsın? Acaba Avrupa’da meydana gelen çocuk tecavüzleri ve okullardaki kanlı baskınlar Avrupai katliamlar, kan davası gibi katliamlar da Avrupai olmayan katliamlar olarak mı değerlendiriliyor? Bu durumda İtalya’nın Sicilya’sında meydana gelen kan davaları yüzünden bu ülkenin de AB üyeliği sorgulanmalıdır. Mafya ile ilgili sorundan ise hiç bahsetmeye gerek yok! Türk Devleti kan davası sorununa yeterince ilgi göstermediği için suçlanabilir ve suçlanmalıdır. Ancak son yaşanan katliama benzer olaylar nedeniyle her defasında bir ülkenin Avrupa’ya ehil olup olmadığı tartışılmaya başlanırsa, AB’nin pek yakında üye ülkesi kalmaması gerekir.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung: “Sarkozy: Derhal Müzakere Edilsin”: “Fransa, AB’nin Türkiye ile AB tam üyeliğine alternatif olarak derhal Ortak Ekonomi ve Güvenlik Alanı kurulmasına ilişkin görüşmeler başlatmasını istiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, bu talebi salı akşamı Nimes’de dile getirdi. Türkiye’nin günün birinde AB’ye girme ihtimali olmadığını defalarca dile getiren Sarkozy, yalan söylemenin dostluğa yakışmayacağını belirterek, bir ekonomi ve güvenlik alanı oluşturulması için Türkiye ile derhal görüşmeye başlanmasını talep etti. Rusya’nın da bu oluşuma katılabileceğini ifade eden Sarkozy, Fransa’nın güneyinde gerçekleştirdiği seçim kampanyasında, Türkiye ile devam etmekte olan AB’ye katılım müzakerelerinden hiç söz etmedi. Fransa şimdiye dek müzakereleri bloke etme girişiminde bulunmadı.”
FRANSA BASINI
Les Echos: “Türkiye’nin Karşı Çıkılan Yürüyüşü”: “Türkiye’nin geleceği nerede? Avrupa’da mı, yoksa Asya’da mı? Bu soru hala soruluyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün Jakobenizm ve Fransız usulü laiklikten esinlenerek 1923 yılında kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa ile birleşme yolunda karşı çıkılan yolculuğuna devam ediyor. Türkiye prensipte Brüksel ile 2005 yılında açılan müzakerelerin sonuna gelindiğinde, 2025 yılında Avrupa Birliği’ne katılabilir. Ancak sadece prensipte diyoruz… Zira müzakereler duraklama noktasında. “AB müktesebatının” Türk yargısına aktarılmasını sağlayan 35 başlıktan sadece on tanesi açıldı. Geriye kalan 25 başlık ise, Türkiye Kıbrıs’ın gemi ve uçaklarını topraklarında kabul etmediği sürece kapalı kalacak. Avrupa Birliği yolundaki engelli parkurun ayrıca Ankara’nın 1915 “Ermeni soykırımını” tanımayı reddetmesi sebebiyle de zorlaştığı unutulmamalı. Bu mesele hiçbir şekilde katılım şartı oluşturmasa bile Avrupa Parlamentosu, hatta Fransa’daki gibi ulusal parlamentolar kendi yasalarını çıkardılar. Ancak tarihin bir çelişkisidir ki, Türkiye’nin Avrupa yolculuğu sadece Avrupa’yı ilgilendiren bir mesele değildir, aynı zamanda sadece Ankara’nın özellikle insan hakları konusundaki reformları gerçekleştirme şartına da bağlı değildir. Türkiye’nin üyeliği meselesi, Amerikalılar ile Avrupalılar arasında bir anlaşmazlık konusudur. ABD’ye göre, Türkiye siyasi açıdan Avrupa’dadır. Hem çeyrek asırdan beri ülkenin Asya kıtasındaki toprakları Avrupa’ya İstanbul Boğazındaki köprülerle bağlandığı için, hem de Barack Obama’nın 6 Nisan’da Ankara’daki Türk meclisinde yaptığı konuşmada da belirttiği üzere, yüzyıllardır ortak bir tarih, kültür ve ticari ilişkileri paylaştıkları için. NATO’nun doğudaki direği Türkiye, ABD başkanının gözünde Sovyetler Birliği’nin güneye doğru etkisinin durdurulmasının ardından Orta Doğu ve Orta Asya yönünde Atlantik İttifakı’nın köprübaşı. Stratejik çıkar, ayrıca ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesi ve Afganistan’da güçlenmesi gereğiyle de anlaşılıyor. ABD, doğal olarak Avrupa’nın, tıpkı Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri için olduğu gibi, bu ülkeyi siyasi anlamda stabilize edebileceğine inanıyor. Ancak ABD’nin Avrupalı Türkiye görüşünü Avrupalıların tamamı paylaşmıyor. Elbette İngilizler, İtalyanlar veya Kuzey Avrupa ülkeleri bu fikre karşı çıkmıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Almanya Başbakanı Angela Merkel, hatta Avusturya Başbakanı Werner Faymann için durum farklı. Onlara göre, “bir imtiyazlı ortak” olması gerekse bile Türkiye’nin Avrupa’nın siyasi kurumlarında yeri yok. Bu reddin ardında İslam’a ve nüfusa bağlı endişeler gizli. Türkiye’nin üyeliğiyle AB içerisindeki Müslüman sayısı 15 milyondan 92 milyona çıkacaktır. Ayrıca Türkiye, 2015 yılına kadar Almanya’nın önünde Avrupa’nın en kalabalık ülkesi olacaktır -ki bu durum kuşkusuz siyasi katsayılara yansıyacaktır. Pek çok Avrupalı lider, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP’nin, laikliğin koruyucusu olan Türk ordusu karşısında ılımlılığı temsil ettiği söylense bile toplumun İslamlaştırılmasının Truva atı olduğuna inanıyor. Avrupa Birliği için diğer bir risk, kişi başına milli gelirde 27 AB ülkesi ortalamasının yarısının altında bir düzeyde olan 70 milyon nüfuslu bir ülkeyi hazmedebilme kapasitesidir. Kriz, son dört yılda 6,7’lik büyüme oranı kaydeden Türkiye’yi de sert biçimde vurmuştur. Kısacası sadece gelir düzeyindeki uçurumun daha da açılması değil, ayrıca 2009’un sonuna kadar en az 3 milyon Türk vatandaşının işsiz kalması söz konusudur. Atlantik okyanusu ile Ural Dağları arasında sınırları zor belirlenen bir kıta olan Avrupa, Türkiye’ye Avrupa Birliği’nin kapılarını kapatarak coğrafi anlamda zaten bilinen konumunda kalma riskini alıyor: yani sadece Asya’nın küçük bir uzantısı olma konumunu…”(Jacques Hubert-Rodier/07/05)
İRAN BASINI
İran: “Sarkozy, Türkiye’nin AB Üyeliğine Karşı Sözlerini Yineledi”: “Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Paris-AB ilişkileri konusunda yaptığı açıklama sırasında Türkiye’nin üyeliğine karşı sözlerini yineledi. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye göre, AB’nin, Türkiye ile ekonomik ve güvenlik meselelerin incelenmesi için bir zeminin oluşturulmasına dair müzakerelerini derhal başlatması gerekiyor. Sarkozy, bunun, Türkiye’nin AB üyeliği için bir alternatif olabileceğini söyledi.”
İTALYA BASINI
Forum International: “Türkiye: Asya ile Avrupa Arasında Bir Köprü”: “Türkiye’nin Avrupa’ya giriş müzakereleri artık bir süredir devam ediyor; farklılıklar pek çok ve özellikle bu ülkenin yerine getirmesi gereken reformlar sürecinde alınacak yol oldukça fazla. Kendine özgü kültürel kimliğini muhafaza etmekle beraber, sadece her bir devletin kendi iradesi, tarihi yeniden yazmakta olan bu yeni üniter kimliğe hayat verme kapasitesine sahiptir. Türkiye’nin, Avrupa ile arasında oldum olası çok yoğun ve detaylı bir ilişki oldu ve “Avrupa’nın Asya’daki ayağı, kültürlerin eritme potası, iki kıta arasına atılmış bir köprü” olmaya devam ediyor. Bu ülkede yeniyle eski, atadan kalma geleneklerle post modern kültür, derin dini hislerle ateizm, hissiyat ile usçuluk, ilk bakışta anlaşılmaz görünen zıtlıklar sunarak, birbirine karışıyor. Kalbini Asya’ya dayayan ve kafasını Avrupa’ya çeviren, Batı ile Doğu arasında sınırda bir ülke. Bu devlet, Avrupa halkının büyük bölümünde korkuya neden oluyor; 70 milyon Türk’ün yüzde 98’i Müslüman olduğundan mıdır yoksa bu ülke Avrupa ortalamasına kıyasla gerçekten geri durumda olduğundan mıdır bilinmez, ama insan hakları ve temel özgürlüklere saygıda gösterilen yetersiz özenin de bunda etkisi var. İtalya’nın iki katı büyüklüğündeki bu ülke hakkında bu genel özelliklerin ötesinde gerçekten ne biliyoruz? Engelleri aşıp, hepimiz Avrupalıyız demeyi nasıl başarabiliriz? Yıllardır bu ülkede yaşayan İtalyan gazeteci Mariagrazia Zambon’un, “La Turchia E’ Vicina-Ancora Yayınları” (Türkiye Uzak Değil) adlı kitabında anlatılan Türkiye’ye uzanarak birkaç soruya yanıt vermeye çalışalım. Ankara’dan Anadolu’ya, Hrıstiyan Türkiye’ye doğru şehirler ve köyler boyunca gerçekleştirilmiş uzun bir yolculuk söz konusu. Coğrafi, tarihi ve özellikle de şehir ve köylerin ara sokaklarında karşılaştığı insanların yüzlerindeki hisler ve heyecanlar aracılığıyla, coşkuyla dolu ülkelerini anlatma görevini üstlenerek ve Türklerin gerçekten kim olduklarını anlamak üzere okuyucuyu dünyalarına girmeye davet ederek yazara rehberlik edenlerin hikayelerinde anlatılan bir betimleme.(…) Aynı zamanda halk için, “etkili bir Batılılaşmayla birlikte” Türk ulusal kimliğini oluşturan kişiydi “çünkü ona göre medeniyet, her şeyden önce Batılı bir medeniyet demekti.” Bir bakıma Türkiye’nin Avrupa’ya geçişinin öncüsü oldu. Genç arkeolog, Osmanlı İmparatorluğunun Fransa ve Almanya gibi ülkelerle anlaşmalar yaparak, Avrupa siyasetinde önemli bir rol oynadığını gururla vurguluyor. Atatürk’ün gerçekleştirdiği en önemli şeylerden biri, laik bir hükümet kontrolündeki Diyanet İşleri Başkanlığı adlı halen varlığını sürdüren ve görevi kurum ve özel kişilerin dini hayatını gözetim altında tutmak olan kurumu oluşturmak oldu. Dini aşırılığın, dini devlet işlerine müdahaleye doğru ülkeyi itiyor göründüğü bir anda bunun bir garanti olması gerekir. İslâmi görüşlü Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002 seçimlerinde elde ettiği zafer, ülkenin “Avrupalılaşmasını” yavaşlattı; Türkler de Avrupalılardan korkuyor. Nüfusun yüzde 40’ı, 40 yaşın altında. Çoğunluk orta-düşük gelir düzeyi sınıfına ait ama teknolojiye “susamış” durumdalar; sokaklarda yeni nesil gençlerin ellerinde cep telefonları, Mp3 çalarlar ve dijital fotoğraf makineleri dolu. Göz ardı edilmemesi gereken ve genişlemekte olan bir Pazar. (…) Türkiye bir çelişkiler ülkesi; köylerde, şehirlerde siyah çarşaflarına sarılmış kadınlara ve kısa belli kot pantalon ve tişörtlü kadınlara rastlanıyor; Mc Donald’s bir yanda, rengarenk geleneksel pazarların bulunduğu küçük sokaklar diğer yanda, rock müzik bir yanda, müezzinlerin duaya çağrıları diğer yanda. Türkiye, kadınların eşitlik mücadelesinin dev adımlar gerçekleştirdiği bir ülke; Türkiye’de ABD’de olduğundan daha fazla kadın doktor bulunuyor, Avrupa’nın diğer hiçbir ülkesinde buradaki kadar kadın üniversite öğretim görevlisi yok, ama aynı zamanda bazı köylerde kadınlar hala babalarının seçtiği bir adamla 13 yaşında evleniyorlar. Kadınların 2002’den bu yana hukuksal eşitlikleri var ama özel hayat dahilinde eşitlik hala oldukça uzak; Amnesty International’ın son raporunda, “Kadınlara şiddete son” kampanyasına ilişkin olarak, Türkiye’de kadınların üçte birinin aile içi fiziksel şiddete maruz kaldığından bahsediliyor ve kadın vücudunun “ailenin şerefinin muhafaza edildiği yer” olarak görüldüğü bir kültür sorununa bağlı namus cinayetlerine de dikkat çekiliyor. ”
RUSYA BASINI
Vremya Novostey: “Türkiye ile Azerbaycan Prag’da Yapılacak Doğal Gaz Konulu Zirveye Anlaşmazlık İçinde Katılıyor”: “(…) Bilindiği üzere, Türkiye için doğal gaz fiyatı ve Azeri doğal gazının AB’ye naklî konusunda Türk BOTAŞ’ı ile Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi arasında 5 Mayısta Bakü’de yapılan görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı.(…)Geçenlerde, Türkiye hükûmetinde değişiklikler yapıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına Taner Yıldız atandı. Yıldız, BOTAŞ heyetinin Bakü’ye yaptığı ziyareti yorumlarken, Prag’daki zirvede tarafların, Azeri doğal gazının fiyatını görüşeceklerini umduğunu söyledi. Azerbaycan’ın Şah Deniz yatağında üretilip 2007’den bu yana Türkiye’ye nakledilen doğal gaz, Bakü-Tiflis- Erzurum boru hattıyla taşınıyor. Türk pazarına gelen Azerbaycan doğal gazının fiyatı, Rus doğal gazının fiyatından çok daha düşük. Bu nedenle Bakü, bir yıldan bu yana doğal gaz fiyatını yeniden gözden geçirmek istiyor. Ankara ise, Azeri doğal gazını ancak Türk toprakları üzerinden Avrupa’ya ulaştırabileceğinin farkında olup bu görüşmeleri ertelemeye çalışıyor. (…) Türkiye, doğal gazının bir kısmını Azerbaycan’dan satın alarak tüketicilere kendisi satmaya (reexport) niyetli. Azeri tarafı ise bunu kabul etmek istemiyor.” (Aleksey Grivaç/07/05)
Bir yanıt yazın