Sözde Ermeni Soykırımı Metoforu Ve Türklere Karşı İşlenen İnsan Hakları İhlali
Sevgili okurlar, geçen haftaki yazımızda Ermeniler açısından ‘Asılsız Ermeni Soykırımı’ meselesini ele almış ve Türklerin bir tarih yahut hukuki bir mesele ile değil bir inanç meselesi ile karşı karşıya olduklarını belirtmiştim. ‘Asılsız Ermeni Soykırımı’ meselesinin diaspora Ermenileri başta olmak üzere Ermenilerin büyükçe bir kısmı için Ermeni kimliğiyle var olabilmelerinin en büyük aracı olduğunu belirttiğim yazımda Ermenilerin iman haline getirdikleri bu soruna bakışlarının tarihi belgeler veya karşılıklı dostluk gösterileriyle değişmeyeceğini de vurgulamıştım. Yine bu yazımda Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin yıllardır dillerinden düşürmedikleri arşiv belgeleri hususunun maalesef pratikte geçen yarım yüz yıllık süreçte ‘Asılsız Ermeni Soykırımı’ meselesinde bize pek de katkı sağlamadığını söyleyerek, Türkiye Cumhuriyeti ve biz Türklerin bu ata davamız hususunda farklı politika ve mücadele yöntemleri benimsememizin zamanının geldiğini belirtmiştim.
‘Asılsız Ermeni Soykırımı’nı Ermenilerin açısından taşıdığı anlam ve önemden sonra bu hafta da siz okurlara sözde ‘katillerin torunları’ olarak biz Türklerin içerisine düşürüldüğü durumun analizini yapmaya çalışacağım. Tarihi bir vakadan dolayı dedelerin yerine torunlardan hesap sorulması ve bu kişilere dedelerinin soykırımcı olduklarını kabullenmeleri hususunda uluslar arası siyasi, hukuki baskı yapılmasının insan hakları ve modern hukukla bağdaşır yanının olup olmadığını tartışmamız gerekmektedir. Tarihteki bir vakayı kendi varoluşları için yeniden kurgulayan ve kurguladıkları bu tarihi vakayı tıpkı eski dönem totem inançlarına benzer bir şekilde iman edip tapınan ve kendilerinden olmayan insanların da bu tarihi kurguya iman göstermelerini isteyen diaspora Ermenilerinin, Türkleri sosyo-psikolojik olarak içine düşürmek istedikleri aşağılanmışlık hali ile Nazi Almanya’sı döneminde Naziler tarafından Yahudilerin içine düşürülmek istendiği aşağı ve adi bir ırk veya topluluk oldukları inancı birçok açıdan birbirine benzemektedir. Naziler eski inançlarından aldıkları tarihi olayları günün koşullarına uygun bir biçimde yeniden inşa etmişler ve etkin bir propaganda ile Alman toplumu başta olmak üzere Avrupalı Hıristiyan bir çok topluluğa Yahudilerin adi, suçlu bir ırk olduğunu inandırmayı başarmışlardı. İşin garibi Nazilerin bu yoğun ve etkin propagandasından dönemin bazı Yahudileri de etkilenmiş ve kendilerinin adi bir ırk olduğundan yapılanları hak ettiklerine inanmışlardı. Diaspora Ermenileri de özellikle yetmişli yılların başından itibaren yoğun bir propaganda faaliyetine girişerek ilkin Batılı toplumları, kurgulanan tarihi metafor çerçevesinde bir Ermeni soykırımına inandırdılar daha sonra da bu inancı, yaşayan Türklerin de kabullenip buna inanmaları konusunda faaliyete giriştiler.
Soykırıma inanmayan insanların bazı Avrupa ülkelerinde hukuki olarak suçlu ilan edilmesini dahi sağlayan diaspora Ermenilerinin hedeflerinde ise Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve halkının bu soykırım metaforunu ve dünya önünde dedelerinin katil olduğunu kabul etmesi vardır. Ermeni diasporasının Türkleri soykırım suçlusu olarak görmesi, dünya kamuoyunu bu doğrultuda yönlendirmesi ve Türkleri soykırım konusunda zorla itirafa zorlanması İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine göre işkence kapsamına giren bir suçtur. Bu sözleşmeye göre; ‘İşkence, bir kimseye karşı kendisinden itiraf almak, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanan bir eylem nedeniyle cezalandırmak …’ şeklinde tarif edilmektedir. Buna göre Türk milletinin bütünü tarihi bir vakadan dolayı topluca suç itirafına zorlanmak istenmektedir ve itiraf için bir millete topluca işkence yapılmaktadır. Bu zorlama işleminde ise işin garibi hukuk ve çarpıtılmış tarih suç aracı olarak karşımızda durmaktadır.
Bir milletin bütününü işlemedikleri bir suç konusunda itirafta bulunmaya zorlamak ve onları bütün dünyaya suçlu olarak göstermek bize göre açıkça bir insan hakları ihlalidir. Hele hele bu iş için uluslar arası mahkemeler kurma, ulusal parlamentolardan kararlar çıkarma ve yeni ceza türleri icat etmek bir işkence türüdür. Türklerin bedenine değil zihnine ve duygularına karşı işlenen bu suç karşısında Türkiye’de de birtakım şahısların bu suça ortak olması ise bir başka garabettir. Tarihle yüzleşmemin zamanının geldiği söylemini kullanarak soykırım suçunu Türk vatandaşlarına kabullendirmek isteyen bu kişilerin bazıları yukarıda ifade ettiğimiz Yahudiler türünden şahıslardır. Yoğun Ermeni propagandası karşısında kendisinin ve halkının suçluluğuna inanan bu kişilerin patolojik bir vaka olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Bu şahısların dışında bu soykırım meselesinden rant ve şöhret uman kişiler olduğu gibi toplumuyla ciddi bir kan davası olan yapı sökümcü oportünist aydın cinsinden şahıslar da vardır.
Türk milletini dünya önünde katillerin ve soykırımcıların torunları oldukları itirafında bulundurmak isteyen diaspora Ermenilerine ve Batılı devletlerin kamuoylarına şu soruyu sormak gerekmektedir. Tarihi bir ikonadan hareket ederek Türkleri uluslar arası arenada cezalandırmak istiyorsunuz peki o zaman Habil’in suçlusu olarak Kabil’in torunları kimlerdir?
Oğuzhan ALPARSLAN 05.05.2009 ORTADOĞU
Bir yanıt yazın