rmengi@gazetevatan.com |
Amerika diğer ülkelerin içişlerine müdahale ederek aklınca “dünya siyasetine istediği yönü verme” faaliyetini sürdürerek bugüne kadar kaç ülkeyi geri dönülemez yörüngelere soktuğunu, sadece o ülkelere değil birçoğuna ne zararlar verdiğini fark etmemiş görünüyor. Elbette dünyanın en güçlü devleti olarak diğer ülkelerin siyaseti, gidişi hakkında kafa yorabilir, yorum yapabilir, raporlar hazırlayabilir ama “özgür, egemen bir ülke üzerinde o ülkenin içişleriyle ilgili baskı kurma hakkı” yoktur.Malezya’daki durumu çok geç fark ederek “Türkiye ve Malezya dünyada ‘ılımlı İslâm’a örnek iki ülkedir” dediler, Malezya kısa süre sonra şeriat rejimine geçti. Afganistan’da Rusya’ya karşı Taliban’ı yarattılar, Taliban yalnız Afganistan’ın değil Pakistan’ın da başına bela oldu. Irak’a el atıp “petrolü ele geçireceğim” diye yüzbinlerce insanı yok ettiler, ülke üçe bölünme tehlikesiyle karşı karşıya… Ama ABD uslanmıyor, utanmıyor. Şimdi Obama’nın daha kibar ve akıllı, daha iyi eğitimli ve birikimli kimliğiyle kısacası yeni, parlatılmış bir imajla aynı müdahaleleri sürdürüyor.Bildiğiniz gibi ABD’nin Uluslararası Dinî Özgürlükler Komisyonu Türkiye’yi ilk kez, aralarında Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, İran, Irak ve Mısır’ın da bulunduğu “izleme listesi”ne aldı. ABD Dışişleri Bakanlığı eğer raporu dikkate alırsa bu listedeki ülkelere “yaptırım uygulayabiliyor”muş. Daha da önemlisi bu komisyon Obama’nın “Türkiye’deki laiklik anlayışının değiştirilmesi, kamusal alanda (okul, üniversite ve devlet daireleri) dinî kıyafet serbestisi getirilmesi için çaba göstermesini” istiyor. Türkiye’de insanların “dinini özgürce yaşayamadığı”nın belirtildiği raporda araya Türkiye’nin Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik statüsünü tanıması, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması da sıkıştırılmış.
“Kadın”la başlıyor, “kadın”da bitiyor Türkiye’de herkes istediği şekilde ibadetini yapıyor, istediği gibi giyiniyor, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan ve milletvekili eşleri artık “kamusal alan sayılan birçok yerde” de sık sık türbanla ve tesettür kıyafetleriyle yer alabiliyorlar, tek kısıtlama “devlet kurumlarından yararlanılarak vatandaşlar üzerinde din baskısı kurulmaması” için devlet okul ve kurumlarındaki dinî kıyafet yasağı. Müslüman çoğunluğa sahip olan ve sonunda dinin siyasallaştırılmasından kurtulamayarak İslâmi baskı rejimine geçen bütün ülkelerde önce kadının hedef alınması, tesettüre sokulan kadın sayısı arttırılarak başlayan hareketin daha sonra “tüm kadın haklarını kısıtlama ve İslâm hukukunu uygulamaya koyma” haline dönüşmesi Türkiye’nin bu konudaki hassasiyetini anlamaları için yeterli aslında. Türkiye konumunda, aynı tehlikeyi taşıyan “laik-demokratik” yönetime sahip bir başka ülke yeryüzünde kalmadı. (Türkî Cumhuriyetler tam demokrasiye sahip olmadıkları halde endişeyi taşıdıklarını göstermeye başladılar. Azerbaycan’dan sonra Özbekistan da cemaat okullarını kapattı ve hatta bazı mezunlarını “laik rejime karşı faaliyet”le suçlayarak yargıladı.) Durum böyle olduğu, geri dönülemez sonuçlar doğurduğu içindir ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden kararlar “Türkiye’deki laiklik uygulamasının insan haklarına aykırı sayılamayacağı, laiklik kurallarının uygulanmasının bir ülkeden diğerine değişebileceği” şeklinde çıkmaktadır. Bunu açıklayanlara “Vay sen dine karşı mısın, yoksa dinsiz misin” baskısının yapıldığına bakmayın, Hayrünnisa Gül ve Emine Erdoğan başta olmak üzere birçok kadının “başkaları, genellikle aileden biri tarafından yapılan baskıyla” türban taktığını, bugün ise türbanın ilk ve hatta anaokulu düzeyine indirildiğini, küçücük çocukların “kadın” sınıfına sokulduğunu hatırlayacak olursak bunun dinle/inançla bir alâkası olmadığını, olayın tamamen “siyasi bir anlayışa, misyona hizmet için bilinçli yayılma” olduğunu daha iyi görebiliriz. Devleti ele geçirme iddiası Sonuçta en dindar insanın bile yeterince dindar bulunmadığı, dindarlık ölçüsünü; giyimi, ibadeti, yaşamı devletin belirleyeceği noktaya gelinmesi zor değil, diğer ülkelerde hiç zor olmadı. Hristiyanlığın yaygın olduğu ülkelerle, İslâm dininin yaygın olduğu ülkelerin laiklik uygulamalarını karşılaştırmak abesle iştigalden, aldatmacadan başka bir şey değildir. Zira Hristiyanlığın “devleti ele geçirme” veya evlenmeden boşanmaya, mirastan tüm toplum yaşamını düzenlemeye kadar kamu düzenini belirleme, çağdaş hukuk devleti yerine din kurallarıyla yönetilen devleti benimseme iddiası artık kalmamıştır, oysa İslâm’da sosyal ve siyasi hayata yön verme, İslâm hukukunu getirme iddiası vardır ve en önemli fark budur. Kısacası; ABD’de veya Avrupa ülkelerinde bir “Hristiyanizm” tehlikesi (dinin devlet yönetimine hakim olması ve baskıya dönüşmesi) yoktur, ABD’nin veya AB ülkelerinin komşuları Suriye, Irak, İran değildir, onlarda bin çeşit terör örgütü cirit atmamaktadır, başlarında “laik rejimden hoşlanmayan” yönetimler de yoktur. Yani arkadaşlar, kıyaslamak imkânsızdır. ABD önce kendi Başkanı’na “konuşurken arkasındaki Hz. İsa adının ve haç işaretinin” üzerine neden siyah örtü örttürdüğünü sormalı! *** Ermeni tasarısına “1923” nasıl girdi? Türkiye’nin “Ermeni soykırım iddiası ve Ermeni sınır kapısı” ile ilgili olarak bir kumpasa getirilmesi hep beklendiği için millet de gergin ve şüpheli gözlerle izliyor olayları… Almanya’dan yazan Nermin Irmak isimli okurumuz ABD’de Türk lobisinin önemli bir parçası olan Turkish Forum‘dan Hande Özdinler’in bir yazısına dikkat çekmiş. “Yazılmak istenen yeni tarih budur” başlıklı yazıda Özdinler “Amerikan Meclisi’ne sunulan sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısının ilk maddesindeki ‘1915-1919 yılları arasında’denilen kısmın çıkarılıp yerine ‘1915-1923 yılları arasında’ibaresinin getirildiğini, bunun kağıt üzerinde küçük ama tarihsel olarak çok büyük bir değişikliktir olduğunu” anlatıyor. Ve bunu şöyle açıklıyor: “Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan 24 Nisan’da ne demişti: ‘Türk halkını sorumlu tutmuyoruz. O dönem baştakiler sorumludur’, tarih 1919’dan 1923’e taşınınca baştakinin kim olduğunu söylemeye gerek var mı? Bu ‘olaylar Kurtuluş Savaşı zamanında oldu’ demektir, bu savaşın başkumandanı ise Atatürk’tür. Bu iki rakam değişikliğinden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile Cumhurbaşkanı’nın haberi yok mudur? Onların ister olsun, ister olmasın bizim hepimizin haberi olmak zorundadır, lütfen yeni dökümanı okuyun, inceleyin.” (Yeni düzenlenmiş dosyanın internet adresini de veriyor. Hande Özdinler “Türklerin tarihleriyle yüzleşmesi” istekleri Atatürk’te bitecek, hatta arkadan “Zamanında size yapılanı şimdi Kürtlere yapıyorlar suçlaması gelirse şaşırmayalım” diyor ve ekliyor: “Sarkisyan konuşmasında ‘Türkiye Ermeni soykırımını kabul ederse Türkiye’de laik sistem yıkılır’ dedi, bu cümle son derece güzel bir analizin damıtılmış öz sözüdür, suç Atatürk’ün üstüne yıkılırsa Atatürk 20. yüzyılın ilk azılı katili ilan edilecek ve Kurtuluş Savaşımızın, Cumhuriyet’in meşruluğu bile tartışmaya açılabilecektir.” Olaylar adım adım öyle güzel geliştiriliyor ki Türkiye’nin tartışılmaz önderi, kahramanı Atatürk’ün adını 1’inci ve 2’inci Ergenekon iddianamesi’ne bile koyma cüreti gösterilebildi. Zamanla “soykırım” iddiasının Atatürk’e yıkılarak, “Ermenilerin katili” gösterilerek kabul ettirilmesi de hiç imkansız görünmüyor. Türkiye’nin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Amerikan Meclisi’ne sunulan yasa tasarısında 1919 tarihinin nasıl 1923’e dönüştürüldüğünü hemen araştırmak ve itiraz etmek zorundadır. Onların ihmalinin faturasını kuşaklar boyu bu toplum ve ülke ödeyecek yoksa! |
Yazarın Önceki Yazıları |
Obama kendine baksın! ( 02.05.2009 ) |
Türkiye “Deniz Feneri istifası”nı bekliyor! ( 01.05.2009 ) |
Ahmet Türk açıklasın! ( 30.04.2009 ) |
AKP “iktidarı” sevdi ama… ( 29.04.2009 ) |
Medyum medya dehşeti! ( 28.04.2009 ) |
Obama size daha ne desin? ( 27.04.2009 ) |
Liseli kızlara “koca” telaşı! ( 26.04.2009 ) |
23 Nisan’da iki şok görüntü! ( 25.04.2009 ) |
Bir yanıt yazın