Sevgili okurlar, bir önceki yazımda ‘Asılsız Ermeni Soykırımı’nın gerek diaspora Ermenileri gerekse Ermenistan vatandaşları açısından taşıdığı anlam üzerine incelemelerde bulunacağımı belirtmiştim. Geçen bir haftalık sürede ABD Başkanı Barak Obama’nın merakla beklenen Asılsız Ermeni Soykırımına ilişkin 24 Nisan bildirisi yayınlandı. Papatya falına dönen ve üzerine bahis dahi oynanmaya başlanan bu açıklamada, ABD Başkanı Obama soykırım kelimesini kullanmadı ancak soykırım kelimesinin adeta tanımını ve açıklamasını yaparak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dedelerini katliamcı barbarlar konumuna soktu.
Sevgili okurlar, Ermeni-Türk ilişkileri ve Asılsız Ermeni Soykırımı sorunu konusunda bilinen ve tekrarlanan cümleler ve tezlerin dışında artık Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı olarak yeni bir şeyler söylememenin zamanı geldiğini düşünenlerdenim. Yıllarca tarihi perspektiften baktığımız ve kendimizi dünya kamuoyu önünde haklı çıkarmaya çalıştığımız Asılsız Ermeni soykırımı sorununda yeni şeyler söylemenin ve yeni hamlelerde bulunmanın yolunun ise bu sorununun başta Ermeniler olmak üzere dünya kamuoyundaki algılanışını ortaya koymaktan geçtiğine inanmaktayım. Defalarca kaleme aldığım Asılsız Ermeni Soykırımı hususundaki yazılarımda, bu köşeyi takip edenler rahatlıkla göreceklerdir ki klasik Türk’e Türk propagandası yapmanın ötesinde bir bakış açısı sunmaya çalıştım hep.
1980’li yılların Asılsız Ermeni Soykırımı hususunda ‘tarih arşivleri merkezli savunma’ psikolojisinin realitede bu sorunun halli konusunda bize pek de faydalı olmadığını daha üniversite eğitimimin başında görmüştüm. Birbirinin tekrarı niteliğinde olan bu çalışmaların yayımının ve okuyucu kitlesinin Türkiye ile sınırlı kalması ve dar bir kitle haricinde kamuoyu ile de sağlıklı bir şekilde paylaşılmamasının Asılsız Ermeni Sorunu konusunda ciddi oranda enerji ve zaman kaybetmemize, Ermeni tarafının ise kalıcı başarılar kazanmasına neden olduğunu şimdi daha rahat ifade edebiliriz.
Yaklaşık bir yüz yıldır kendilerinin Türkler tarafından soykırıma uğradığına inanan ve bu inançları için kendi tarihlerini inşa eden diaspora Ermenileri, son kırk yıldır bu ikonalaşmış tarihlerini tüm dünyaya inandırmak ve buna inanmayanları da suçlu göstermek istemektedirler. Tarihte yaşanan bazı acı olayları bir var oluş aracı olarak gören ve yaşanan geçmişi kendi durumları açısından yeniden kurgulayan ve bu kurguya diğer insanların da inanmasını isteyen diaspora Ermenilerinin içinde bulundukları sosyo-psikolojik durumun tespiti bize Ermeni sorunu açısından çok önemli veriler sunacaktır.
Tarihleri boyunca hiçbir zaman ve hiçbir şekilde devlet normu biçiminde bir örgütlenme vücuda getirememiş olan Ermeniler, birkaç derebeylik şeklinde organizasyona sahip olmuşlarsa da bu organizasyonlar hiçbir zaman kendi başına hareket eden bağımsız devletler olamamıştır. Anadolu, Kafkasya ve İran coğrafyasında dağınık bir biçimde yaşayan Ermeniler yaşadıkları coğrafyalarda da yine hiçbir zaman ve şekilde demografik çoğunluğa sahip olamamışlar ve bu nedenle de daima azınlık konumunda olan bir insan topluluğu olarak algılanmışladır. Ermeni topluluklarına tarihte millet olma niteliğini kazandıran şey ise Grogaryan Ermeni kilisesi ve bu kilise etrafında toplanan dinsel cemaat topluluğu olmuştur. Grogaryan Ermeni milletine karşı 19. yüzyılın başından itibaren başlayan misyonerlik faaliyetleri zamanla Ermenileri farklı cemaat topluluklarına bölmüş ve Ermenileri bir arada tutan dinsel cemaat bilinci ortadan kalkmıştır. Dinsel bir cemaat etrafında millet olma durumunu sürdüren ve Osmanlı İmparatorluğunun sürdürdüğü millet sistemi içerisinde yaşayan Ermeniler 19. yüzyılın sonlarına doğru hızla esen milliyetçilik akımlarının da etkisiyle yeni arayışlara yönelmişlerdir. Gregoryan kilisesinin uğramış olduğu ağır itibar erozyonu ve misyonerlik çalışmaları sonucu ortaya çıkan Protestan ve Katolik Ermeni cemaatleri Ermenileri bir arada tutacak ve var olmalarını sağlayacak yeni sosyo-politik arayışlara ve hedeflere yönelmek zorunda kalmıştır. Etnik Ermeni milliyetçiliği ve ütopik bir Ermenistan muhayyilesi etrafında şekillenmeye başlayan Ermeni milli düşüncesinde İngiltere, Fransa ve Rusya\’nın şark sorunu çerçevesinde oynadıkları rolün de etkisi büyük olmuştur. Devletsiz ve dağınık olan bu halkın bir devlet teşekkülü meydana getirebilmek için karşısında duran en büyük sorun ise nüfus ve tarihti.
1. Dünya Savaşı esnasında yaşanan olaylar daha sonraki süreçte özellikle Avrupa ve Amerika’ya göç eden diospora Ermenileri için ortak bir tarih oluşumu ve gelecek nesillerin Ermeni olarak kimliklerini devam ettirmesi için bir garanti olmuştur. Mağduriyet merkezli bir tarih kurgusu ve bu kurgu etrafında şekillenen bir sosyal yapı Ermenilerin bulundukları toplumlarda kimliklerini korumaları hususunda en büyük dayanak noktası olduğu gibi, bazı Ermenilerin de kazanç ve iş kapısına dönüşmüştür. Amerika ve Avrupa’daki Ermeni toplulukları içinde özellikle radikal ve etnik gruplar soykırım mağduriyetine sığınarak diosporada bulunan Ermenilerin kazançlarına ortak olmuşlar, bağış adı altında on yıllarca dernek veya lobiler aracılığıyla bu durumu nakde çevirmişlerdir. Bu duruma karşı çıkan ilk dönem Ermenilerin bulundukları ülkelerde bu radikal Ermeni gruplara karşı verdikleri mücadele ve sindiriliş öyküleri çağdaş araştırmacıları ve tarihçileri bekleyen bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Ermeni radikalizminin ilk önce sorgulanamaz bir inanç haline getirdiği soykırım meselesi daha sonra bir çok ülkenin de kabullendiği sosyo patolojik bir vaka halini almıştır.
Öldürülme, zülüm üzerine kurulu bir propagandanın bir var oluş biçimi olduğunu Ermeniler, Balkan milletleri ile Yahudilerin milletleşme ve devletleşme süreçlerinden görüp örnek almışlardır. Özellikle Yahudi İsrail devletinin İki bin yıllık süreçten sonra tarihi, halkı ve devleti ile tekrar varoluşu daha doğru anlatımla icadı diospora Ermenileri için başarılı bir örnek olarak karşılarında durmaktaydı. Tıpkı Yahudilerde olduğu gibi soykırım mağduriyeti üzerine inşa edilmiş bir uluslar arası propaganda sistemi ile Ermenilerin seslerini duyurmaları için yeni bir tarih icadı gerekliydi. Bu tarih icadının uluslar arası toplumdan önce bizzat Ermenilerin bütününce kabulü ve icat edilen bu tarihe sarsılmaz bir iman gerekmekteydi. Bu konuda başarılı olan diosporadaki radikal Ermeniler daha sonra icat edilmiş bu tarihe başta içinde bulundukları ülkelerin vatandaşlarını daha sonra da uluslar arası kamuoyunu inandırma yolunda yoğun bir propaganda faaliyetine giriştiler. Bu propaganda faaliyeti bin dokuz yüz yetmişli yıllara kadar pek yol kat etmedi. Bu konuda yeni açılımlara gidilmesi gerektiğini düşünen radikal Ermeni gruplar Türk diplomatlarına ve vatandaşlarına suikastlar yaparak soykırım iddiasının propagandasını yapmaya başladılar. Her vurulan Türk diplomat aynı zamanda Asılsız Ermeni Soykırımını gündeme getiriyor, Ermeniler de bu süreçte kendilerini tekrar buluyor ve Ermeni kimliğini tekrar inşa ediyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Asılsız Ermeni Soykırımı meselesi karşısında koyduğu argüman ise tarihi belgelerdi. 1915 yılında yaşanan olayların karşılıklı ve savaş çerçevesinde yaşanan üzücü olaylar olduğu ve Türklerin Ermenileri soykırıma uğratmadığı gerçeği maalesef ne Ermenileri ikna etmeye ne Ermenilerin soykırıma uğradığı inancına sahip olan Batılı ülke vatandaşlarını ikna etmeye yetti. Bilimsel tarihi bir vaka ya da sorun olmaktan ziyade bir inanç ve iman meselesine dönüşen ve bir topluluğun temel varlık mihengi olan Asılsız Ermeni Soykırımı metaformu günümüze gelinceye değin uluslar arası arenada ciddi siyasi ve hukuki destek gördü. Soykırım ifadesi Yahudilerin acılarına bir kutsallık ve soykırım, sonrası yaptıkları faaliyetlere bir meşruiyet zemini oluşturduğu gibi Ermeniler de kendilerinin soykırıma uğradığı savını ileri sürerek uluslar arası toplumdan isteklerde bulunmaya başladılar. Bu isteklerin başında da Türklerin, katillerin ve soykırımcıların torunları olduğunu bütün dünyanın kabul etmesi ve bu inancı Türklerin torunları olarak bizlerin de kabullenmesi geliyor. Bu kabullenmeden sonra ise Yahudi örneğinde olduğu gibi kurgulanan inanç ve tarih çerçevesinde yeni bir vatan.
Sevgili okurlar, Asılsız Ermeni Soykırımı meselesine bir inanç ve bir var olma aracı olarak bakıldığında biz Türklerin işi hiç de kolay görünmemektedir. Nasıl iki bin yıldır Hıristiyan inancını temelini oluşturan İsa’nın çarmıha gerilmesi ikonası hala Hıristiyanların hafızalarında canlı yerini koruyor ve bu olay karşısında acı duymak ve bu acıyı içselleştirmek imanlarının en önemli göstergesi ise Ermeniler için de 1915 yılında yaşanan olaylar üzerine inşa edilen acı ve tarih Ermeni olmanın ve kalmanın temelini oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında Asılsız Ermeni Soykırımı meselesi öyle basit tavizler, karşılıklı görüşmeler yoluyla halledilecek ve bitecek bir mesele değildir. Dedelerimizden miras kalan bu meseleyi torunlarımıza, onların da torunlarına bırakma ihtimali çok yüksektir.
Oğuzhan ALPARSLAN/Ortadoğu
Bir yanıt yazın