…
Râğıp El İsfahani, Kur’ân Kavramları Sözlüğü olarak hazırlamış olduğu “Müfredât” isimli eserinde “DARABE” kök fiilinden türetilmiş bazı kelimelerin şu anlamlara geldiğini söylemektedir: (Bir nesneyi başka bir nesnenin üzerine)düşürmek, (elle, sopayla veya kılıçla)vurmak, (bulut için söylenirse yeri yağmurla) vurmak, (para) basmak, tabiat-seciye-mizaç-karakter, (yere ayaklarla vurulmasından dolayı)yolculuk etmek-gitmek, (çekiçle) vurmak, (develer için) çiftleşmek, (çadır) kurmak, (kulaklarının üzerine) yatırmak, (Ut, ney ve boru) çalmak, (sütü birbirine) vurmak(buradaki ‘vurma işi’ karıştırma şeklinde olur)(26), mesel yapmak, ortaklık kurmak(mudâraba), dikilirken kendisine çokça vurulan şey (yorgan vb. bir şey), kışkırtmak-tahrik ve teşvik etmek, (farklı farklı)yönlerde çok gitmek (uzaklaşmak), (dişi deve için) kızışmak(27).
Mevlüt Sarı tarafından hazırlanan “El-Mevârid” isimli Arapça-Türkçe Lügat’ta da “Darabe” kelimesi “Vurmak” şeklinde anlamlandırıldıktan sonra, önüne veya sonuna olmak üzere yanına getirilen muhtelif kelimelerle birlikte belli başlı şu anlamlara geldiği belirtilmiştir:
Bir şeyi diğer şeye vurmak, kuş kısmı yabana yem aramaya gitmek, bir kimseyi salıvermeyerek elinden tutmak, gaza, ticaret vs. amaçla sefere çıkmak, seferden vazgeçip mukim olmak, (dişi)deve kuyruğunu kaldırıp fercine vura vura gitmek, bir şeyi diğer şeye katmak, suda yüzmek, akrep sokmak, bir şey kımıldayıp oynamak, gece uzamak, bir şeyden yüz çevirmek, eliyle işaret etmek, uzak etmek, tayin ve tahdit etmek, darbı mesel söylemek, vergi koymak, çadır dikmek, kazık çakmak, para dökmek-kalıplamak (baskı için), mühürlemek, üflemek-çalmak, tasarruftan men etmek, soğuk veya sıcak vurmak-dokunmak, nabız atmak, geçip gitmek, ifsat etmek(aralarını bozmak), renge çalmak, rekor kırmak, misal göstermek, kırağı-çiğ düşmek, bir yerde ikamet edip ayrılmamak, grev yapmak, ekmek pişmek, vuruşmak-dövüşmek, çalkanmak, kazanç yoluna girişmek, bozulmak, deniz dalgalanmak, bal pek beyaz ve kıvamlı olmak, misil-şekil, çarpmak (matematikte), çarpma, vurma(28).
Bu iki eserde “Darabe” fiili hakkında verilen anlamlar içinde bizim dikkatimizi çeken ve Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetinde geçen “Vedribûhünne” tavsiyesinin anlamı konusunda “dövmek” dışında bizlere yol gösterici ve kullanıldığı yere göre (kendisinden önceki) diğer iki tavsiye ile anlam bütünlüğü sağlayacak mahiyette olanları şunlardır: Yolculuk etmek, sefere çıkmak, misal vermek, bir şeyden yüz çevirmek, uzak etmek, tayin ve tahdit etmek, tasarruftan men etmek, grev yapmak. Açık söylemek gerekirse; serkeşliklerinden endişe edilen kadınları evlilik hukukuna uygun davranışlara sevk etmek bakımından, “öğüt verme” ve “yatakları ayırma” tedbirlerinden sonra, “vedribûhünne” tavsiyesinin kapsamına girdiği anlaşılan bu tedbirlerden hangisi uygulanırsa uygulansın en az bahse konu kadınları “dövmek” kadar, belki de ondan çok daha etkili sonuçlar doğuracaktır. Burada üçüncü tedbirin, onları belli bir süre kendinizden ayrı tutun, kendinizden uzaklaştırın, belli bir süre ile onlardan yüz çevirin, onlara yüz vermeyin, belli bir süre sefere çıkarın (eşinizin, dostunuzun veya akrabalarınızın yanına) gönderin, misaller vererek, yani evliliğin bitmesinin kötü sonuçlarını anlatarak ikna etmeye çalışın, bazı şeylerden mahrum edin, kısıtlamalar getirin vs. şeklinde anlaşılması gerektiği ortadadır(29).
Bunlara ilave olarak, yukarıda da bazı örneklerini verdiğimiz üzere; “darabe” fiili ve bu fiilden türetilmiş bazı kelimeler, Kur’an’da birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bu örnekleri tekrar hatırlamak gerekirse;
Bakara 2/60, 73, A’raf 7/160, Şuarâ 26/63: (Bir cismi başka bir cisme)Vurmak.
Bakara 2/273: (Kazanç için yeryüzünde)Dolaşmak.
Bakara 2/61, Âl-i İmrân 20/112: Damga Vurmak.
Âl-i İmrân 3/156, Nisâ 4/101, Tâhâ 20/77: Sefere çıkmak.
Nûr 24/31: (Başlarını) Örtmek.
Enfâl 9/12: (Boyun ve parmak)Vurmak,
Muhammed 47/4: (Boyun) Vurmak.
Sâffât 37/93: (Elle)Vurmak.
Enfâl 8/50, Muhammed 47/27: (Yüzlerine ve sırtlarına öldürmek maksadıyla) Vurmak.
Kehf 18/11: (Kulakları üzerine) Vurmak (uykuya yatırmak veya uykuya daldırmak).
Hadîd 57/13: (Arasına sur)Çekmek.
İbrahim 14/24, 45, Nahl 16/75, 76, 112, Kehf 18/32, 45, Rûm 30/28 ve 58, Zuhruf 43/57, Yâsin 36/13, 78, Kehf 18/45: Misal Vermek.
Zuhruf 43/58: (Tartışmak için)Söylemek.
Zuhruf 43/5:Vazgeçmek.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetinde geçen “Vedribûhünne” tavsiyesini “…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin…”(30) şeklinde yorumlaması da söz konusu kelimenin bu anlamlarına dayandırılmış olmalıdır. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, söz konusu ayetin anlamını bu şekilde vermekle kalmamış, bunu kendi özel hayatına da uygulamış bir ilahiyatçıdır. Zira Yaşar Nuri Öztürk, araları bozulan ve kendisiyle geçimsizlik yaşadığını belirttiği eşi Canan Öztürk’ü, direk boşamak yerine, altı ay süreyle evden uzaklaştırmakla cezalandırmayı tercih etmiştir. İşin ilginç olan tarafı, Yaşar Nuri Öztürk, bunu bizzat kendisi değil, Türkiye’de ilk defa olmak üzere pozitif hukuk, yani mahkeme kanalıyla yapmıştır. Konuya ilişkin haberde “Prof. Öztürk, eşinin kendisini tehdit ettiği iddiasıyla aile mahkemesine başvurdu. Mahkeme Canan Öztürk’ün 6 ay evden uzaklaştırılmasına karar verdi…” denildikten sonra şu bilgilere yer veriliyordu:
“Sabah Gazetesi’nin haberine göre; Halkın Yükselişi Partisi (HYP) Genel Başkanı Prof. Yaşar Nuri Öztürk, eşi Canan Öztürk’ün tehdit, şantaj ve şiddetine maruz kaldığını, can güvenliğinden endişe ettiğini belirterek evden uzaklaştırılması talebiyle aile mahkemesine başvurdu. Mahkeme, Öztürk’ün 6 ay evden uzaklaştırılmasına karar verdi. Canan Öztürk bir süre önce eşi HYP Genel Başkanı ve İlahiyat Profesörü Yaşar Nuri Öztürk’ü eski danışmanı Şahane Sultan Müftüoğlu ile birlikte uygunsuz vaziyette yakaladığını, Yaşar Nuri Öztürk ise eşinin kendisini küçük düşürmek ve siyasi rakiplerine malzeme vermek amacıyla iftira attığını iddia etmişti. Olayın kamuoyuna yansıması üzerine Öztürk, Beykoz Aile Mahkemesi’ne başvurarak, eşi Canan Öztürk’ün kendisini tehdit ettiğini, şiddetine maruz kaldığını belirterek, evden uzaklaştırılmasını istedi. Eşi ile aralarında parasal sorunlar bulunduğunu vurgulayan Prof. Öztürk, avukatı aracılığı ile verdiği dilekçesinde, bu sorunlar nedeniyle de basında çıkan haberlerle zarara uğradığını savundu.
Öztürk dilekçesinde, eşinin ziyarete gelen çocuklarını dahi evden kovmaya kalktığını belirterek, şahsi eşyalarına zarar vermesinin önlenmesine, müşterek oturdukları konuttan uzaklaştırılmasına ve işyerine de yaklaştırılmamasına karar verilmesini talep etti. Öztürk’ün dilekçesini inceleyen Beykoz Aile Mahkemesi hâkimi, Canan Öztürk’ün ‘aynı çatı altında yaşamakta olan davacıya karşı şiddet ya da korkuya yönelik davranışlarda bulunmamasına, davalının birlikte ikamet ettikleri konuttan uzaklaştırılması ve konuta yaklaşmamasına, davalının, Yaşar Nuri Öztürk’ü iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi, eşyalarına zarar vermemesi, varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesine, bu tedbirlerin 6 ay süreyle geçerli olmasına’ karar verdi.”(31).
Görüldüğü gibi, söz konusu mahkeme kararında, kadının evden uzaklaştırılmasının yanı sıra, bazı haklarını kullanmaktan men edilmesine, tayin ve tahdide (sınırlandırmaya) varıncaya kadar birçok tedbir bir arada bulunmaktadır. Canan Öztürk hakkında uygulanan bu tedbir, sanıyorum Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetinde önerilen tavsiyeye de uygun bir tedbir olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada dikkatimizi çeken, Yaşar Nuri Öztürk’ün, evli bir erkek olarak eşi Canan Öztürk’ün tehdidi altında olduğunu iddia etmesi, can ve mal güvenliğinin tehlikede bulunduğunu söylemesidir. Bu durumda Yaşar Nuri Öztürk’e ve onun durumundaki kocalara, “eşlerinizi dövün” denilebilir mi? Bu durumda, bu tür kocalar, eşleri olan kadınlar karşısında büsbütün tehlikenin kucağına atılmış olmaz mı? Doğrusunu söylemek gerekirse; Nisâ Sûresi’nin 34. Ayetine vermiş olduğu anlamı, mahkeme kanalıyla da tescil ettiren Yaşar Nuri Öztürk’ü tebrik etmek istiyoruz. Çünkü onun yapmış olduğu yorum, pozitif hukuk tarafından da benimsenmiş olacak ki; Beykoz Aile Mahkemesi böyle bir karar vermiş bulunmaktadır.
“Darabe” fiilinin anlamları konusunda yukarıda verilen bilgiler arasında dikkatimizi çeken, bize oldukça ilginç gelen ve Nisâ Sûresi’nde kullanıldığı ayetteki(4/34) diğer tavsiyelerle direk olmasa bile, dolaylı olarak konu bütünlüğü sağlayan diğer anlamlar ise “Develerin kızışması, develerin çiftleşmesi, dişi devenin kuyruğunu kaldırıp fercine vura vura yürümesi” şeklinde verilen anlamlardır. Bu konuyu, R.1304 (M.1888) yılında İstanbul’da baskısı yapılan ve Mütercim Âsım Efendi tarafından tercüme edilerek dilimize kazandırılan Muhammed Fîrûzâbâdi’nin “Kâmûs’ul Muhît” isimli “Kamus”unda(32) verilen bilgilerden hareketle aydınlatmaya çalışalım;
Arapça-Türkçe(Osmanlıca) olarak hazırlanan söz konusu Kamus’ta “Darabe” fiilinin ne anlama geldiği hakkında dolu dolu tam dört sayfa bilgi verilmiştir. Ragıb el-İsfahâni’nin “Müfredat” isimli eserine de atıfta bulunulup alıntılar yapılan Kamus(sözlük)da, “Darabe” fiilili hakkında “Dâd’ın fetha ve Râ’nın sükûnu ile ‘vurmak’ manasınadır” denildikten sonra, “…Ragıb’ın, Müfredat’da beyanına göre Darabe’nin aslı, bir nesneyi diğer bir nesneye îka’ eylemek, yani vurmak manasınadır”(33) denilmektedir. Demek oluyor ki; Ragıb el-İsfani’ye göre de “Darabe” fiilinin birincil anlamı “vurmak” tır. Ancak buradaki “vurmak” kelimesi, Türkçemizdeki “sopa atmak”, “dövmek” veya “acı verecek biçimde muhatabının vücuduna baskı uygulamak” anlamında değil de, sanki “değdirmek”, “dokundurmak”, “hafifçe çarpıştırmak” veya “sürtmek” gibi bir anlam taşımaktadır. Bizi bu türlü düşünmeye iten ise Arapça “îkâ’” kelimesinden hareketle “îkâ’ eylemek” fiilidir.
Sözlük ve ansiklopedilerin; yapma, yaptırma(34), yapma, etme, ika etmek: yapmak, işlemek(35), yapma, etme, meydana getirme, düşürme(36) yapma, yaptırma, meydana getirme, oluşturma(37) şeklinde Türkçe karşılıklar verdikleri “îkâ’” kelimesi, “îkâ’ eylemek” şeklinde kullanıldığında “yapma eylemek” veya “etme eylemek” gibi iki fiilin yan yana geldiği bir kullanım şekline bürünür ki; bu kullanım şeklinin Türkçe yazım kurallarına aykırı olduğu ve son derece anlamsız bir şekil aldığı ortadadır. Şu halde “eylemek” ya da “etmek” fiilleriyle birlikte kullanılan bu “îkâ’” kelimesinin başka anlamları da olmalıdır.
Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Necati Aksanyar, Mustafa Kâmil isimli bir Arap Müellifinin H.1316 yılında Mısır’da basılmış “Mesele-i Şarkiyye” isimli eseri konusunda yapmış olduğu bir Transkripsiyon çalışmasında, söz konusu eserde geçen “Nemse Devleti; Devlet-i aliyye ile ettiği muhârebelerin, nefsine pek büyük zararlar îkâ eylediğini ve neticelerinin kendi üzerine gayet meş’ûm geldiğini bilmiştir” cümlesindeki “îkâ’ eylemek” tabirinin, “yapma, yaptırma, oldurma” anlamlarına geldiğini belirtmektedir(38). Cümlede geçen “meş’ûm” kelimesinin de “uğursuz” anlamına geldiğini biz eklemiş olalım. Bu durumda söz konusu cümleyi, günümüz Türkçesiyle yeniden yazacak olursak galiba şu şekilde yazmamız icap edecektir: “Avusturya Devleti, Osmanlı Devleti ile yaptığı savaşların, kendi ekonomisini büyük zararlara soktuğunu ve sonuçlarının kendisi açısından son derece uğursuz olduğu kanaatine varmıştır”.
Görüldüğü gibi bahsi geçen Kamus’ta ünlü dil bilimci Ragıb el-İsfahânî’ye atfen söylenen ve “Darabe” kelimesinin “îkâ’ eylemek” anlamına geldiği belirtilen bilgiden hareketle, Arap Müellifi Mustafa Kâmil’in eserinde bu tabirin, dışarıdan gelen bir etki ile “içine sokmak”, “içine itmek”, “içine girdirmek”, “içine düşürmek”, “dâhil etmek”, “dûçar bırakmak” veya “maruz bırakmak” gibi anlamlarda kullanıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Müellif eğer “îkâ’ eylemek” yerine, aynı anlama geldiği söylenen “Darabe” fiilini kullanmış olsaydı herhalde “Nemse Devleti; Devlet-i aliyye ile ettiği muhârebelerin, nefsine pek büyük zararlar darbelediğini (veya darp ettiğini)… bilmiştir” derdi ki; o zaman da biz bu cümleyi herhalde yine “Avusturya Devleti, Osmanlı Devleti ile yaptığı savaşların ekonomisini zarara soktuğunu (veya zarara uğrattığını)…anlamıştır” şeklinde günümüz Türkçesine çevirirdik. (SÜRECEK)
29.04.2009
Ömer Sağlam
Dipnotlar:
26-Türkçemizde yoğurt yapmak maksadıyla sütü mayalama işine “süt çalmak” veya “yoğurt çalmak” adı verilmektedir.
27- Ragıp El İsfahani, Müfredât-Kur’ân Kavramları Sözlüğü, s. 896-898, 1.Baskı, Çev. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007. Ragıp El İsfahânî’nin, hayatı, yetişmesi, sahip olduğu ilmi nereden aldığı ve kimlere hocalık yaptığı hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ölüm tarihi konusunda da birbirinden farklı tarihler verilmektedir. Vefat tarihini H. 452, 500 ve 503 olarak veren kaynaklar bulunmaktadır(bkz. dr. Muhammed b. Abdurrahman el-Humeyyis, “er-Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredât’ındaki Bazı Te’villere Eleştirel Bir Yaklaşım” başlıklı makalesi, Çev. Yrd. Doç. Dr. Hasan Keskin, Cumhuriyet Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: VII / 1, s.399-416, Haziran-2003-SİVAS). Ölüm tarihleri doğru kabul edilecek olursa, en iyimser tahminle adı geçenin, ömrünün çoğunu H. 5. yüzyılda yaşadığı söylenebilir. Yani M. 11. yüzyıl ile 12. yüzyılın başları. Yrd. Doç. Dr. Hasan Keskin’in tercümesini yaptığı bilimsel makalede El-İsfahânî’nin ismi konusunda; “Onun adı, el-Hüseyin b. Muhammed b. el-Mufaddal Ebü’l Kâsım el-İsfahâni veya el- Esbehâni olup, er-Râgıb olarak tanınmıştır” denilmektedir. Bu künyeden hareketle, adı geçenin İran’da İsfahan şehri civarında doğmuş Fars asıllı bir bilgin olduğunu söylemek herhalde akla yatkın bir yaklaşım olsa gerekir. Ragıb’tan yaklaşık 200 sene sonra dünyaya gelmiş bir başka dil bilgini Fîrûzâbâdî’nin de İran asıllı oluşu, bizi bu konuda bir hayli cesaretlendirmektedir. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk de zaten Ragıb’tan bahsederken “İsfahanlı Ragıb” tabirini kullanmaktadır(bkz. “Kur’an’ın gösterdiği 5 temel adres (1)” başlıklı makalesi, Hürriyet, 21.08.2008).
28- Mevlüt Sarı, El-Mevârid, Arapça-Türkçe Lûgat, s, 895-896, Bahar Yayınları, İstanbul, 1980.
29- bkz. 2. Bölüm, 25 nolu dipnot.
30- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, s.98, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 1999.
31- bkz. Milliyet Gazetesi’nin internet sayfasında bulunan 44.44.2009 tarihli ve “Yaşar Hoca’nın eşine 6 ay evden uzaklaşma cezası” başlıklı haber
).
32- Muhammed Fîrûzâbâdî, M. 1329-1415 yılları arasında yaşamış ünlü bir İslam Bilgini’dir. İran’da Şîrâz Şehri yakınlarındaki Fîrûzâbâd’ın Kâzerûn kasabasında doğduğu için daha çok Fîrûzâbâdî olarak meşhur olmuştur. Asıl adı Muhammed bin Yâkûb’tur. Soyunun Hz. Ebu Bekir’e dayandığı söylenmektedir. İslami ilimlerin pek çok dalında eserler vermekle birlikte bunların içinde “Kâmûs-ül-Muhît vel-Kâbûs-ul-Vesît” ismiyle hazırlamış olduğu Arapça lügat kitabı pek meşhur olmuştur. Bu eser, Mütercim Âsım Efendi tarafından “El-Okyanûs el-Basît fî Tercümetil-Kâmûs el-Muhît” ismiyle dilimize kazandırılmıştır. Eserin bizim istifade ettiğimiz Arapça-Türkçe(Osmanlıca) nüshasının üzerinde “İşbu Kamus Tercümesi, Hakkaklarda Yirmibir Numaralı Dükkân’da Kitapçı Rizeli Hasan Hilmi Efendi Marifetiyle Tab’ Olundu-1304” kaydı bulunmaktadır.
33- Age, s. 348. Mütercim Âsım Efendi’nin, Fîrûzâbâdî’nin “Kâmûs’ül Muhît” isimli eserini tercüme ederken Râgıp El- İsfahânî’nin “Müfredât” isimli kamusundan da istifade ettiği anlaşılmaktadır.
34- D.Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s, 456, Birlik Yayınları, Ankara, 1981.
35- Türkçe Sözlük, c.1, s, 1056, 9, Baskı, TDK. Yayınları, Ankara,1998.
36- Büyük Larousse, c, 11, s, 5595, Milliyet Yayınları, İstanbul.
37- İslam Ansiklopedisi, c, 22, s, 13, TDV. Yayınları, İstanbul, 2000.
38-
Bir yanıt yazın