ANZAC SİPERLERİNDEN MEKTUPLAR; DİNÇ AKAL

Gelibolu muharebeleri sırasında, ülkesini savunan erlerimizin düşmanda saygı ve hayranlık uyandıran soylu davranışları hakkında, yıllardır efsanelere dönüşen yazılar okuduk, beyanlar dinledik. Bölgeyi son ziyaretimde, benim de kulaklarıma bir takım soytarılar, insanı kahkahalarla güldürecek kadar komik, uyduruk efsaneler fısıldadı. İşin esef verici yönü, lisan bildiğini sanan madrabazların bu masalları allayıp pullayarak, özellikle de, Mustafa Kemal’i dışlayarak, Gelibolu gerçeğini yabancı ziyaretçilere tarzan ingilizcesiyle nakletmeleriydi. Doğal olarak dinleyenler, inanır görünmek zahmetine bile katlanmadan, yobaz taifesinin zırvalarına açıkça gülüyorlardı.

Bu soylu mücadelelerin esatiri öykülerle kirletilmesi içimi acıttı bir süre. Ben de, özellikle İngiliz ordusu saflarında çarpışan Avustralya ve Yeni Zelanda işbirliği askerlerinin (ANZAC), Türk Ordusunun muharebe sırasındaki soylu duruşu hakkındaki kanaatlerini, gerçekliğini tartışmayı gereksiz kılan kanıtlarla belgelemek istedim. Kütüphanemde özenle sakladığım Avustralyalı yazar Bill Gammage’nin (The Broken Years) Kırık Yıllar adlı eseri ile, 1915 yılında yayımlanan ‘The Age‘ adlı Avustralya  gazetesinin ‘Gelibolu Çıkarması ile ilgili neşriyatından alıntılar yapmaya karar verdim.

Kırık Yıllar adlı kitapta bu çatışmaya katılan ANZAC askerlerinin şarapnel, mermi yağmuru altında, siperlerinden vatanlarına, ailelerine yazdıkları mektupların derlenmesiydi. İşin hüzünlü yanı, dipnotlarda mektup sahiplerinin çoğunun  isimlerinin yanına (KIA) ‘Kill In The Action yani ‘Çarpışmada öldü ve yine yani bir anlamda ‘Şehit‘ açıklamasının yazılı olmasıydı.

Mektupları vatanlarına ulaşabilmişti; Ama, ya kendileri?

Aslında Gammege’nin kitabını Devlet Matbaasında birlikte çalıstığımız bir Ozi (Avustralyalı) olan arkadaşım Bill Scullen, matbaada çalışmaya başladığım ilk günlerde hediye etmişti bana. 1973 yılında, İngilizcem bir hayli zorlansa da, lügat yardımıyla kitabı adeta yutarcasına okudum.

Gazetedeki derlemeler ise elime şöyle geçti:

1984 yılında Afternoon Shift (16.00-24/00 arası mesai) sorumlusu olarak çalışıyordum. Bir akşam görev dağıtımı yapmış ve makinemin başına geçmiştim. Aslında Hintli olan ve Fiji’den göç eden Harry, bir half-tone baskı örneğini OK için getirdiğinde çok şaşırdım. Bu, Mustafa Kemal’in Arıburnu’ndaki o muhteşem resmiydi. Resmin altında şöyle yazıyordu: (ANZAC Kolordusuna yapılan karşı hücumu idare eden 19’uncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal Bey). İş Emrindeki tanımı (Galant Australian) Kahraman Avustralyalılar‘ idi. Hemen baskıdan bir set aldım ve okumaya başladım. Okudukça gururlandım, gururlandıkça okudum. O günden sonra, matbaanın büyük duvarlarından birine çakılmış görkemli bir pano üzerinde, I. ve II. Dünya Savaşlarında bu matbaa çalışanlarından olup şehit düşen ve özellikle adlarını yanında ‘Gallipoli‘ ‘Gelibolu yazılı olanlara derin bir hüzün ve saygıyla bakmaya başladım. Düşmanın bile soylu olabileceğine inandım, inanıyorum, inanacağım da.

Sanırım bu kitap ve onun içinde yazanlar belki de ilk defa gün ışığına çıkıyor. Bu projeyi yıllardır düşünüyordum. Artık mecburum ve bir kez daha, titrek parmaklarımın naçiz gayretimle, son yıllarda alçakça kirletilen milli onurumuza ulaşmak istiyorum. Onursuzları gıcık etmeyi göze alarak.

KIRIK YILLAR

(The Broken Years)

‘….Türklere duyulan nefret ancak bir ay sürebildi. 19 Mayısta Türkler karşı hücuma geçti. Çoğu iki siper arasındaki sahada öldü, pek azı ANZAC siperlerine ulaşabildi. Başarmaları imkansızdı, fakat hücuma devam ettiler ve cesurca ölüme koştular. Öğleye kadar en az 10 bini ya yaralandı, ya da şehit düştü. Öğleden sonra hücumlar kesildi. Bu arada Türkler normal birer insan olduklarını ve cesaretlerini kanıtladılar. ANZAC‘lar da bu yüceliğe ulaşmışlardı. Düşmanlığımız hayranlığa dönüştü ve Türkler oyunun tarafıydı artık. Çatışmaya ara verildiğinde Avustralyalılar ‘-Hoşça kalın, haftaya Cumartesi yine oynayalım!..‘ diye sesleniyordu Türklere. Davranışları dostça rekabetin örneğiydi ve bu Gelibolu’da hayatın bir parçasıydı artık. 5 gün sonra naaşların toplanması için ateşkese karar verildiğinde taraflar karşılaştı, birbirini selamladı, aralarında karşılıklı sigara ve fotoğraf teati edildi. Gerçekten Türkler hiç de kötü insanlar değildi. Çavuş Devine’nin yorumuna göre o günden sonra, Türkler hakkındaki görüşleri değişmişti. Aslında o artık Türklerin, savaşta Almanlardan daha üstün olduklarına da inanıyordu.

…. Arkadaşlarımızdan birinin ‘-İstanbul ne kadar uzak? sorusuna bir Türk’ün cevabını yazdığı kağıda sarılı bıçak kısa düşmüştü. Avustralyalıların ateş kesmesi üzerine Türk siperi aşarak bıçağı aldı. Bir başka sefer de, Türkler bizimkilerle konuşurken aniden saklanın diye işaret etmeye başladılar. Herhalde bir Alman subay geliyordu. Hemen arkasından yoğun makineli ateşi açıldı. Tabii ki, hiç zayiat vermedik. Bu Türklerin savaşta ne kadar hakkaniyetle davrandıklarının bir göstergesiydi.

Yzb. Chambers – KIA

…. Kısa sürede Türklerin cesur, becerikli, kesinlikle savaş kurallarına uyarak centilmence döğüşen beyefendiler oldukları anlaşıldı. 10’nuncu batarya komutanı, onların şimdiye kadar savaştığı en üstün ve kahraman savaşçılar olduğunu söylüyordu ısrarla.

Yzb. A.E.Leane POW – Harp esiri‘.

…. 10’nuncu batarya plaja çıkıp 400 numaralı platoya doğru ilerlemeye başladı. Saat 06.00-07.00 arası oraya vardılar. Toplarının atışa başlamasının hemen ardından bu fırsattan yararlanarak siper kazmaya başladılar. Türkler önce hafif ve sonra şiddetle artan bir şekilde atışa başladı. Askerlerimiz Türk karşı hücumu ile biraz gerilediler. Ön saftakiler ağır ateş altındaydı. Çoğu vurulmuş, sağ kalanlar da adeta toprağa yapışmıştı. Bir mitralyöz ateşi altında kalan onbaşı Mitchel başını bile kaldıramıyordu. Taş gibi sert toprağı kazamazdı da. Çevresinde arkadaşlarından yardım isteyecek şansı yoktu. Ölmekte olan arkadaşları için bile kimseden yardım isteyemez haldeydi.  Artık stresini kontrol edemiyor, adeta ölmek istiyordu.

Mitchel-Şehit/25.04.1915‘.

….Türkler yendi bizi. Bu gece ANZAC bölgesindeki son gecemiz. Burayı terk etmek acı verici. Ben şüphesiz bıktım bu işten, istirahate ihtiyacım var. Eğer Avustralyalılar görevlerini yapamadılar derlerse, lanet olsun. Onlar istenenden çok daha fazlasını yaptılar. İnanın bana bundan eminim. Fakat, hiç şansımız yoktu. Diye yazıyordu subay Worrall.

THE AGE

GALANT AUSTRALIAN ‘Yiğit Avustralyalılar’

24 Mayıs Pazartesi- Ateşkes.

….Oh anneciğim. Birisi Türklerle Avustralyalıları birbirine böyle içten yardım ettiklerini görse, kısa bir zaman sonra yine birbirlerini öldürmek için savaşacaklarına inanmakta güçlük çekerdi.

…. Bir seferinde ateşkes sürerken bir Türk askeri yerde bulduğu bize ait bir el bombasını kaparak kendi hatlarına doğru koşmaya başladı. Bir Türk subayı da askerin arkasından koştu ve onu tutup sarsarak elinden aldığı  bombayı, Binbaşı Heane’e reveransla iade etti.

…. Güneşin ilk ışıklarıyla Türkler’le süngü savaşı başladı. Türkler çok maharetliler, onları yenmek imkansız. Süngü savaşı aralıklarla akşama kadar sürdü. Karanlık bastığında cephede yaralıları toplamak için ara verildi. Bir Türk askerine rastladık. Gömleğinden yırttığı bir parçayla kucağında yatan yaralı bir askerin yarasını sarmaya çalışıyordu. Bu bir Tür askeri idi. Kendi yarasına yerden aldığı toprağı bastırırken, yaralı asker için gömleğini yırtıyordu.

…. Bu öyle bir çatışmaydı ki, ancak güçlü bir liderle kazanılabilirdi. Bu da, ilerde Türklerin başkanı olacak Mustafa Kemal Paşa’nın korkusuz kişiliğiyle mümkün olabilirdi.

…. Kemal ayakta geçirdiği dördüncü geceden sonra 10 Ağustosta sabahı 04.30’da saldırı emri verdi. Emrindeki subaylar askerlerin yorgun olduklarını söyleyerek biraz nazlandılarsa da, O sadece emrini tekrarladı ve keşif birliğinin önüne geçerek ilerleyip karanlıklara daldı.

…. Güneş doğmadan savaş alanına doğru sürünerek ilerleyen Kemal, kısık sesle askerlerine cesaret veren birkaç söz etti ve ‘-Acele etmeyin, önce ben gideyim. Kamçımı kaldırıncaya kadar bekleyin. Ondan sonra hep birlikte ileriye atılın‘. dedi. Saat  04.30’da siperlerin arasında ayağa kalktı. Bir kurşun kol saatini parçaladı ve ona rağmen o kamçısını kaldırıp İngiliz hatlarına doğru yürümeye devam etti. 4 saat sonra Sarıbayır’da bir tek yabancı asker kalmamıştı.

…. Türkler iyiydi çünkü ülkeleri için savaşıyorlardı. Onlar haklı, biz haksızdık. Bizim orada olmaya hiç hakkımız yoktu. Kanaatimce büyük bir yanlış idi bu.

…. Öylesine insancıldılar ki, Kruvazör Triumph yaralanıp batarken asla ateş etmediler. Bir defasında da kıyıya çıkışımızdan 14 gün sonra Kabatepe’yi almak için yaptığımız saldırımız akim kaldı. Türk tarafı bize seslenerek geride kalan yaralılarımızı almamızı söyledi. İşimiz bitene kadar asla ateş etmediler.

…. Gelibolu’da gözlemci olarak bulunan bir Alman subayı şunları söylüyordu: Türk askerinin cesur ve nitelikli bir komutan emrinde yönetilmesi çok kolaydır. Mukaddesata ve mukadderata güçlü bir şekilde inanırlar. Hücuma kalktıkları zaman hiçbir güç onları siperlerine geri döndüremez. Açık arazide fütursuzca ilerlerler. Siperlerini kazarken de öyle pek özenli davranmazlar. Bu nedenle çatışmanın ilk günlerinde fazla zayiat verdiler. Türk askerinin yalnızca savunmada başarılı olduğu tezine katılmıyorum. Son dört ayda yaptıkları süngü saldırıları karşısında, en üst derecede eğitim görmüş İngiliz askerleri bile dayanamadı. Fransızların kendilerine duydukları şiddetli nefreti bilmelerine rağmen, onlar yine de İngilizlerden nefret ederler.

Bir ANZAC Şairinin şiirinden

ABDUL

…And he knows way to die.                              Ve o nasıl öleceğini biliyordu.

Yes, We’ve seen him dying there in front        Evet, ön safta ölürken gördük onu.

Our own boys died there too.                            Bizim çocuklarımız da orada öldü.

With his poor dark eyes a-rolling,                     Onların halsiz koyu gözleri,

Staring at the hopless blue                                Ümitsizce gökyüzüne bakıyordu.

With his poor naimed arms a-stretcing             Gerilmiş zavallı, sakat  kollarıyla.

To the God we both can name                           İkimiz de aynı Allah’a inanıyorduk.

We will judge you Mr.Abdul                                Seni yargılayacağınz Bay Abdul.

By the test by wich ve can                                  Becerebildiğimiz ölçüde

That all your breth, in life, in death.                   Sen her nefesinde, hayatta ve

ölümde,

You’ve played the gentleman.                            Bir centilmeni oynadın.

The ANZAC Book C.E.V.B. .

SONUÇ :

25 Nisan 1985 günü, Gelibolu muharebelerinin 70’inci yıldönümünde Canberra’da bir parka Atatürk adı verildi. Ben de davetliler listesindeydim. Avustralya, Yenizelanda ve Türk dışişleri bakanları (Vahit HALEFOĞLU) birer konuşma yaparak Atatürk anıtını açtılar. Törene az sayıda ANZAC gazileri de katılmıştı. Aramızda çok sıcak ve düzeyli konuşmalar oldu. Bizler Türk olarak öyle gururluyduk ki, bunu ANZAC gazileriyle paylaşmak için elimizden geleni yaptık.

Başardığımızı sandık.

Oysa gerçekte bunu başaranlar her iki tarafın da, Gelibolu’da yatan şehitleriydi.

BİR ZAMANLAR DÜŞMANDILAR…

DİNÇ AKAL


İstanbul

– Adı,Soyadı : DINC AKAL
– Adresi : ALANYA
– E-Posta Adresi : dincakal@hotmail.com   Mail Yolla
Gelibolu muharebeleri sırasında, ülkesini savunan erlerimizin düşmanda saygı ve hayranlık uyandıran soylu davranışları hakkında, yıllardır efsanelere dönüşen yazılar okuduk, beyanlar dinledik. Bölgeyi son ziyaretimde, benim de kulaklarıma bir takım soytarılar, insanı kahkahalarla güldürecek kadar komik, uyduruk efsaneler fısıldadı. İşin esef verici yönü, lisan bildiğini sanan madrabazların bu masalları allayıp pullayarak, özellikle de, Mustafa Kemal'i dışlayarak, Gelibolu gerçeğini yabancı ziyaretçilere tarzan ingilizcesiyle nakletmeleriydi. Doğal olarak dinleyenler, inanır görünmek zahmetine bile katlanmadan, yobaz taifesinin zırvalarına açıkça gülüyorlardı. - siir sair mektup kalem edebiyat

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir