Kadının dövülmesi konusunda, İslam’ın esas kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir bilgi var mıdır? Daha doğrusu kadınların dövülmesi Allah’ın bir emri midir? Kadınların dövülmesi Allah’ın bir emri ise Allah, hangi kadınların, hangi şartlarda eşleri tarafından dövülmesini tavsiye etmektedir?
Bugün elimizde mevcut Kur’an meâllerinin çoğunluğuna göre; kadınların, şartlar oluştuğunda eşleri tarafından dövülebileceğine işaret eden husus, Kur’an-ı Kerim’in 4. sûresi olan Nisâ Suresi’nin 34. ayet-i Kerimesi’nde geçmektedir. Konu ile ilgili olarak Türkiye’de koparılan bütün fırtına, söz konusu ayette geçen “vedribûhunne” tabirinden kaynaklanmaktadır. Zira söz konusu kelimenin ortasında geçen “edribû” kelimesi, umum Kur’ân mütercim ve müfessirleri tarafından Arapça’da “dövdü” anlamına gelen “darebe” mâzi fiilinden emr-i hazırdır. Anlaşılacağı üzere; “vedribûhunne” tabiri, üç ayrı kelimeden müteşekkil olup, açılımı şöyledir; Ve+edribû+hunne. Baştaki “ve”, Türkçemizdeki anlamıyla bağlaçtır. “edribû”, “darebe” mâzi fiilinden türetilmiş emir kipidir ve anlamı “dövünüz” şeklinde verilmektedir. Kelimenin sonundaki “hünne” ise Türkçemizdeki işaret zamiri yerine kaimdir ve anlamı kadınlar için “onlar” dır. Zira Arapçada her kelimenin, bu arada işaret zamirlerinin de müennesi (dişisi) ve müzekkeri (erkeği) vardır. “He”, “hüma” “hüm”, erkekler için “o”, “o ikisi” ve “onlar” demek iken, “hi”, “hüma”, “hünne” bayanlar için “o”, “o ikisi” ve “onlar” demektir. Ve, “edribû” kelimesinin mâzi hali olan “darebe” kelimesi, Türkiye’de Arapça öğreten herkes tarafından Arapça öğrenen herkese “dövdü” olarak öğretilmektedir. Dolayısıyla, bu düşünce sahiplerine göre Kur’an’da geçen “vedribûhunne” kelimesi, “ve o kadınları dövünüz!” anlamına gelmektedir…
Gelelim Kur’an’daki bu hususun, muhtelif meal ve tefsirlerdeki ifade ediliş tarzına. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayını olan bir meâlde Nisa Sûresi’nin 34. âyet-i Kerîmesi’nin anlamı şöyle verilmektedir: “Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, malarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zamanda koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itâat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yücedir, büyüktür”(1).
Türkiye Diyanet Vakfı yayını olan bir meâlde ise söz konusu ayetin anlamı şu şekilde verilmektedir: “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür” (2).
Söz konusu meâlde ayetin anlamı bu şekilde verildikten sonra şöyle bir yoruma da yer verilmiştir:
“Erkeklerin maddi ve manevi özellikleri ile ekonomik rolleri onların aile reisi olmalarını tabii kılmıştır. Aile küçük bir toplumdur. Toplum düzenle yaşar. Düzen ise bir reisi, bir idareciyi zaruri kılar. İslam’da devlet başkanından aile reisine kadar her idareci ilahi talimata göre hareket etmek, yönetmek mecburiyetindedir; şu halde onlara itaat bu talimata itaat demektir. İdare eden veya edilen bu talimatın dışına çıkar, itaatsizlik ederse müeyyide uygulanır. Burada bahis mevzuu olan zevcenin itaatsizliğidir. Çare olarak önce öğüt vermek, sonra yatak boykotu ve daha sonra da dövme tavsiye edilmiştir. Kur’an-ı bize tebliğ eden Hz. Peygamber (s.a.) hiçbir zaman kadın dövmediği gibi, “Kadını eşek döver gibi dövüp de günün sonunda onu koynunuza alıp yatmanız olacak şey midir?” buyurarak ümmetini uyarmıştır. Dövme müeyyidesi kullanıldığı takdirde kadının canını yakmayacak ve vücudunda iz bırakmayacak şekilde uygulanması gerektiğini de ifade buyurmuştur. Şu halde dayağı İslâm getirmemiş, aksine onu hafifleterek ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Ayrıca kadına da, kocasından şikâyetçi olması halinde hakem ve hâkime başvurma, hakkını arama imkânı vermiştir”(3).
Diyanet İşleri Başkanlığı adına Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri Doç. Dr. Halil Altuntaş ve Dr. Muzaffer Şahin tarafından hazırlanan “Kur’an-ı Kerim Meâli” isimli eserin 2002 baskısında ve bu mealin, adı geçen kurumun internet sitesinde yayınlanan nüshasında Nisâ Sûresi’nin 34. ayetinin anlamı şöyle verilmiştir: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah çok yücedir, çok büyüktür.”(4). Söz konusu mealde, ayetin anlamı bu şekilde verildikten sonra, diğer bazı açıklamalarla birlikte şu açıklamalara da yer verildiği görülmektedir:
“Mü’minler için en güzel örnek Hz. Muhammed Aleyhisselamdır. Bu ayet-i kerimeyi en iyi anlayan da şüphesiz ki odur. Kesin olarak biliyoruz ki o ömründe bir defa olsun elini kaldırıp bir kadına vurmamıştır. ‘Kadınlarını dövenleriniz iyileriniz değildir’ buyuran da odur, ‘İçinizden biri, karısını köle döver gibi dövüp sonra da gece onunla yatabilir mi?’ diyerek karı koca ilişkilerinin sevgiye dayanması gerektiğine dikkat çeken de odur. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz Veda Hutbesinde ancak çok can alıcı konulara temas etmiştir. Bu hutbesinde kadınların haklarının gözetilmesini ve bu konuda Allah’tan korkulmasını özellikle vurgulamıştır. Kadının, evlilik sorumluluklarını yerine getirmemek, kocanın haklarını ihlal etmek, onun şahsiyet ve vakarını zedeleyici tavırlar sergilemek veya iffet ve namusunu tehlikeye sürükleyebilecek durumlara meyletmek gibi olumsuz davranışlara girmesi halinde, aile yuvasının devamını sağlamaktan birinci derecede sorumlu olan kocanın, içine düştüğü mecburiyetten dolayı bazı tedbirlere başvurması tabiidir. Bu tedbirler, zaman, mekân ve sosyal şartlara göre farklılık gösterebilir. Ayette son seçenek olarak zikredilen darp meselesi de çok istisnai bir tedbirdir. Böyle bir tedbirin fayda getirmeyeceği, tam tersine zarar getireceği bilinen durumlarda, İslam bilginleri, kesinlikle bu seçeneğe başvurulmaması konusunda ittifak halindedirler.”(5).
Elmalılı M.Hamdi Yazır ise yazmış olduğu “Hak Dîni Kur’an Dili” isimli eserde Nisâ Sûresi’nin 34. ayetini şöyle anlamlandırmaktadır: “Erkekler kadınlar üzerinde hâkimdirler. Çünkü bir kere Allah, birini diğerinden üstün yaratmış bir de erkekler kendi mallarından infak (harcama) etmektedirler. Onun için iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah kendi haklarını nasıl koruduysa, onlar da öylece korunması gereken gaybı (mal, şeref, namus, aile sırları) korurlar. Serkeşliklerinden ve itaatsizliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvela kendilerine nasihat edin, sonra yattıkları yerde, yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. Dinliyorlar ve itaat ediyorlarsa incitmeye bahane aramayın. Çünkü Allah, çok yüksek ve çok büyüktür”(6).
Elmalılı söz konusu ayeti bu şekilde tercüme ettikten sonra kitabının dipnotunda şu bilgiyi aktarmaktadır:
“-Burada kadın dövülür mü?- diye bir şey hatıra gelebilir. Evet dövülmez. Fakat bu ifadede kadın demek ennaşize, isyankâr karı demek olmadığı da unutulmaması gerekir. Sırasına göre insanca olmak üzere bir kez tokat, isyan duygusuyla düşüş ve alçalışa doğru giden, hırçın bir karıya, kadınlık şeref ve terbiyesini vermek için, güzel bir ders olabilir. Şair Ziya Paşa merhum;
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
demiştir. Zamanımızda Kur’an’ın bu emrini kötüye yorumlayarak dillerine dolamak isteyen bazı Avrupalılar görüyoruz. Fakat ne garip bir tesadüftür ki, biz bu ayetin tefsiriyle meşgul olduğumuz sırada bir Fransız mahkemesinin kocası tarafından dövülmüş olan bir Fransız karısının açtığı davaya karşı -hırçınlık edip kocasını öfkelendiren bir kadının yediği dayaktan dolayı boşanma davası açılmasına hakkı olmadığına-hüküm verdiğini gazeteler ilan ediyordu” (7).
Anlaşılacağı üzere; M.Hamdi Yazır “Fakat bu ifadede kadın demek ennaşize, isyankâr karı demek olmadığı da unutulmaması gerekir” diyerek, dövülmesi tavsiye edilen kadının, saygınlığını ve kadınlık vasfını yitirerek isyankâr vasfına bürünmüş karı olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca İslam âlimleri, bu konuda sanki konsensüs içindedirler. Söz konusu ayetin anlamı, yüz sene önce nasıl verilmişse bugün de aynı şekilde verilmektedir. İşte onlardan bazıları ve görüşleri (öğüt verme ve yatakları ayırma tedbirlerinden sonra olmak üzere);
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır; “…nihayet dövün…”(8).
Prof. Dr. Süleyman Ateş; “…(bunlarla yola gelmezlerse) onları dövün…”(9).
Enver Baytan; “… onları (son çare olarak hafifçe) dövün…” (10).
Orhan Kuntman; “…(Bu da sonuç vermiyorsa) onları dövün!..”(11).
Ahmed Davudoğlu; “…(yine dinlemezlerse), dövün!..”(12).
Celal Yıldırım; “…(yola gelmezlerse) bu defa dövün…”(13).
Dr. Halil Altuntaş-Dr. Muzaffer Şahin, “…(bunlar fayda vermezse mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün…”(14).
Muhammed Esed; “… sonra dövün…”(15) diyorlar.
Görüldüğü gibi hemen bütün mealciler, ayette üçüncü tedbir olarak geçen “vedribûhunne” emrini “onları dövün” şeklinde tercüme ediyorlar. Kimileri, kendilerine göre bazı ön şartlar getirip, vurgulu parantez içi yan cümlecikler ekliyorlar, kimileri de direk “onları dövün” diye anlamlandırıyorlar. Oysa önemli olan ve üzerinde durulması gereken kadına atılacak dayağın şartı veya şekli değil, bizatihi kendisi olmalıdır. İslam âlimlerinden istenilen, kadına atılacak dayağa şekil vermek değil, “dayağa hayır” diyebilmeleridir.
Meâllerden anlaşıldığı kadarıyla, İslam âlimlerinin çoğunluğu, şimdilik “kadına dayağa hayır” diyememektedirler. Dolayısıyla; bu konudaki emir, şimdilik genel kabul görmüş bir kesinlik arz ediyor gibi gözüküyor. Bu sebeple bütün iş kadına düşmektedir. Ya hiç evlenmeyecek! Ya evlenirse uslu durup kocasıyla iyi geçinecek! Ya başlamış olduğu şirretlik ve serkeşliği ikaz ve yatak ayırma aşamasında terk ederek dayak yemekten kurtulacak! Ya da dayak yemeyi göze alacaktır! Veyahut da Nur Cemaati lideri Fethullah Gülen’in fetvasına uyarak en azından dayağa dayakla karşılık verecek veya gücü yetiyorsa kocasını dövecektir! Tabi böyle bir ilişkiye eğer evlilik denebilirse…
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Nisâ Sûresi’nin 34. ayetinde geçen “dövme” işini halletmişe benziyor. Yazmış olduğu mealde üçüncü tedbir olarak diyor ki; “…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin…”(16). Yaşar Nuri Öztürk’ün bu konuda ne kadar ciddi olduğunu gerçekten de bilmiyoruz. Zira adı geçen, aynı eserin 1994 baskısında sadakatsizliğinden ve iffetsizliğinden korkulan kadının terbiyesindeki üçüncü tedbiri “…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları dövün…” şeklinde açıklamaktadır(17). Görüldüğü gibi Yaşar Nuri Öztürk, hemen her zaman yaptığı gibi yine duruma göre vaziyet almış ve 1994 yılında “…Nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları dövün…” şeklinde üç seçenekli olarak sunduğu üçüncü tedbiri, 5 yıl sonra iki seçenekli hale indirmiş ve emirdeki “onları dövün” seçeneğini kaldırıvermiştir. Yaşar Nuri Öztürk’e göre; kadını dövmektense sokağa atmak çok daha uygun bir tedbir oluyor. Oysa böyle diyeceğine, “haklarını vererek onları boşayın” demiş olsaydı, belki de kadının onuru bakımından çok daha uygun bir öneride bulunmuş olurdu. Bu takdirde belki ayetin anlamını yanlış vermiş olurdu ama böyle bir öneri, hiç olmazsa yapmış olduğu öneriden çok daha insanî olurdu!
Tefsir sahasında ülkemizde yazılmış en yeni ve en son eser olan “Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir” isimli eserde acaba bu konuya nasıl yaklaşılmıştır? İsterseniz şimdi de gelin bu konuda söz konusu eserde söylenenlere bir kulak verelim. Söz konusu eserde Nisâ Sûresi’nin 34. ayetinin anlamı;
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdır. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür” (18) şeklinde verildikten sonra, ayetin tefsiri yapılırken durum biraz yumuşatılarak şöyle denilmektedir:
“Dövme tedbiri ve hükmünün bu ayet dışında en önemli dayanağı ilgili hadislerdir. Bu hadislerin, aksini söyleyen rivayetlere nisbetle daha sahih ve sağlam olanlarında Peygamberimiz kadınların dövülmesini menetmekte, eşlerini dövenlere –hayırsız- demekte, bu davranışla aynı yuvayı ve yatağı paylaşmanın bağdaşmazlığına, insanî ve ahlakî olmadığına dikkat çekmektedir(Buhârî, “Nikâh”, 93). Bu ayetin geliş sebebi olarak zikredilen bir olay da, esasen Araplar’da âdet haline gelmiş bulunan kadın dövme eylemine Hz. Peygamber’in olumsuz bakışını ve bunu ortadan kaldırma iradesini yansıtmaktadır. Bize göre bu ayette, kadının aile hukukunu çiğnemesi halinde bir ıslah tedbiri olarak başvurulabilecek belli başlı yolların insanlığın tecrübeleri ve özellikle içinde yaşanılan topluluğun örf ve âdeti dikkate alınarak zikredilirken -kocanın karısını dövmesi- eylemine de yer verilmiş olmakla beraber, bu uygulama Hz. Peygamber tarafından toplum ıslah edilerek, insanın ve özellikle zevcenin dövülemeyeceği ifade ve telkin edilerek kötülenmiş, -iyi bir kocanın karısını dövemeyeceği- kaidesi bu yakışıksız davranışın önüne bir set olarak konmuştur. Burada sünnet (Resûlullah’ın sözleri ve uygulaması) ayeti neshetmemiş, yerelliğini ve kültürel bağlamını açıklamıştır”(19).
Bu konuya ilgi gösteren ve konuya oldukça farklı yaklaşan ender araştırmacılardan birisi yazar Cengiz Özakıncı olmalıdır. Tıpkı bizim gibi, aslında ilahiyatçı olmayan C. Özakıncı, Kur’an-ı Kerim’i İngilizce’ye çeviren İran asıllı Lale Bahtiyar isimli bayan yazarın, 25 Mart 2007 tarihli The New York Times gazetesine yapmış olduğu, 26 Mart 2007 günü de Vatan gazetesinde yer alan açıklamasında, Nisa Sûresi’nin 34. ayetinde geçen ve asırlardır “dövün” şeklinde yanlış tercüme edilerek erkeklere eşlerini dövme hakkı veren hükmün “dövün” değil, “uzaklaştırın” şeklinde açıklamalarda bulunduğunu ve söz konusu ayetin ilgili kısmını, “…Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin” şeklinde tercüme ettiğini aktarıyor. Buna ilave olarak C. Özakıncı, söz konusu ayetin Lale Bahtiyar’dan önce olmak üzere; Türkiye’de Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk tarafından 1999 yılında, kendisi tarafından da 1991 yılında aynı şekilde tercüme edildiğini söyleyerek 20 Haziran 1991 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Kur’an’da ‘kadını dövün’ buyruğu yok” başlıklı yazısına atıfta bulunuyor.
C.Özakıncı, Yaşar Nuri Öztürk’ün, “darb” kelimesinden gelen “vedribû” kelimesinin, Arapça’da otuza yakın anlamı olduğunu, kendisinden önceki mütercimlerin ise bu kelimeyi sadece “dövme” fiili ile sınırladıklarını söylediğini belirttikten sonra onun, ayette geçen “vedribû” kelimesinin, vurmak ve dövmek, huruç(çıkmak), zehap (gitmek) ve dolaşmak gibi anlamlara geldiğini söylediğini de aktarıyor. 20 Haziran 1991 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde bulunan “Kur’an’da ‘kadını dövün’ buyruğu yok” başlıklı kendi yazısında ise söz konusu kelimenin, Kur’an’da 58 ayrı yerde geçtiğini ve hemen hepsinde başka başka anlamlarda kullanıldığını aktardıktan sonra ilgili yazıda söz konusu kelimenin, şu anlamlarda kullanıldığını belirttiğini dile getiriyor Cengiz Özakıncı: yola “çıkmak”, boyun “vurmak”, parmakları “doğramak”, örnek “vermek”, verilen şeyi geri “almak”, konulan şeyi “kaldırmak”, birini “dövmek”, birini “yatırmak” ve “örtmek”(20).
Cengiz Özakıncı, bu açıklamalarında gerçekten de son derece haklıdır. Çünkü Kur’an tercümelerinde aynı kelime farklı farklı anlamlarda kullanılabilmektedir. Bu durum, farklı mütercimler için belki anlayışla karşılanabilir. Ancak aynı şeyi, aynı mütercimler yapınca elbette bu konuda bazı kuşkular ve itiraz noktaları ortaya çıkabiliyor. Çünkü aynı mütercim, aynı kelimeye bir sûrede veya bir ayette başka bir anlam verirken, başka bir sûrede veya ayette tamamen farklı bir anlam yükleyebilmektedir. Bu durum, büyük ölçüde, söz konusu kelimenin geçtiği ayetin, öncesinde (siyakında) ve sonrasında (sibakında) geçen ayetlerle uyum içinde olması gerektiği kaygısından, yani konu bütünlüğünün sağlanması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Örneğin konumuz olan ve “DRB” harflerinin üzerine “a” ve “e” sesi veren “üstün” harekesi konulmak suretiyle oluşturulan “darebe” kelimesini ele alalım. Bu kelimeden türetilmiş “idrib” kelimesi, Türkiye Diyanet Vakfı’nın meâlinde Nisa Sûresi’nin 34. ayetinde “dövmek” şeklinde anlamlandırılırken, aynı meâlde Yâsin Sûresi’nin 13. ve 78. ayetlerinde “misal getirmek”, yani “örnek vermek”, Nûr Sûresi’nin 31. ayetinde ise “örtmek” veya “salmak” olarak anlamlandırılıp tercüme edilmiş bulunmaktadır(DEVAM EDECEKTİR).
17 Nisan 2009
Ömer Sağlam
Dipnotlar:
1- Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlamı (Meâl), DİB Yayını, Ankara, 1983.
2- Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, s. 83, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, 5.Baskı, Ankara, 1998.
3- Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, s. 83, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, 2. baskı, Ankara, 1993.
4- Doç. Dr. Halil Altuntaş-Dr. Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, s.83, 3. Baskı, DİB. Yayını, Ankara, 2002.
5- Age, s. 83.
6- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, c.2, s. 509, Çelik-Şura Yayınları, İstanbul, 1993.
7- Age, s. 518.
8- Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili Meâli, s. 83, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul-Tarihsiz, DİB Kocatepe Camii Kütüphanesi, Debirbaş No: 0054626.
9- Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Meâli, s. 83, Kılıç Kitabevi, Ankara-Tarihsiz. DİB Kocatepe Camii Kütüphanesi, Demirbaş No: 0039970.
10- Enver Baytan, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe Tefsirli Meâl-i Âlîsi, s.85, Baytan Kitabevi, İstanbul, 1987.
11- Orhan Kuntman, Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meal ve Ek Çalışmalar, s. 87, 1. Baskı, Sümer Dağıtım, Ankara, 2002.
12- Ahmed Davudoğlu, Kur’ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâli(Türkçe Anlamı),s.85, Çile Yayınları, İstanbul, 1998.
13- Celal Yıldırım, Tefsirli Kur’ân-ı Kerim Meâli, c.1, s. 170, Anadolu Yayınları, İstanbul, 1984.
14- Dr. Halil Altuntaş-Dr. Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meâli, s.83, DİB. Yayını, Ankara, 2001.
15- Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, s.143, 5. Baskı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 2002.
16- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, s.98, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 1999.
17- Yaşar Nuri Öztürk, kur’an-ı Kerim Meali, Türkçe Çeviri, Hürriyet Ofset, 1994 baskısı- Alıntı Sırrı Ataman’ın “Unutturulan Ayetler” isimli kitabından yapılmıştır. Bkz. age, s. 52, 1. Baskı, Berfin Yayınları, İstanbul, 2008.
18- Kur’an Yolu, Türkçe Meâl ve Tefsir, c. 2, s. 54, 2. Baskı, DİB Yayını, Ankara, 2006.
19- Age, s. 59, 61.
20- Ayrıntılı bilgi için bk. Cengiz Özakıncı, Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, s. 11-26, 8. Basım, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2007.
Bir yanıt yazın