Azerbaycan Politikamız ve Aliyev Hanedanlığı

Türkiye kadar gündemi hızla değişen bir başka ülke da var mı bilmiyorum. Herhalde yoktur. İnanın insanın başı dönüyor bu gündemi takip edebilmek için. Hele bir de kendinizi yazı yazmak zorunda hissediyorsanız, bu konu tam bir problem olarak karşınıza çıkmaktadır. Öte yandan, bizim gibi adamların her gün yazı yazma imkânı olmadığından, gündemi takip etmek başlı başına bir mesele haline geliyor. Örneğin, ben bugün Genel Kurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un dün Harp Akademileri’nde yapmış olduğu konuşma üzerine yazmayı çok isterdim. Ancak baktım, medyada bu konu çoktan paylaşılmış. En iyisi mi ben başka konulara eğileyim istedim. Dolayısıyla bugün becerebildiğim ölçüde Azerbaycan üzerinde durmak istiyorum.

Ancak şu kadarını söylemek isterim ki; Sayın İlker Başbuğ’un dünkü konuşması, ülke gündeminin çok şeylere gebe olduğunu göstermektedir. İlker Başbuğ’un “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır” şeklindeki sözlerini sizler nasıl okursunuz bilmiyorum ama ben şahsen bu sözleri, bir Genel Af Yasası çıkarma isteği olarak okudum. Bu sözleriyle Sayın İlker Başbuğ, Talabani, Barzani ve DTP tarafından uzun süredir dillendirilen bir isteği belki de kısmen dile getirmiş oluyor. Barzani, Talabani ve DTP’nin, Pkk’ya yönelik olarak şartsız bir genel af istedikleri biliniyor. Sayın Başbuğ ise muhtemelen suç işlememiş olanlara yönelik bir affı ima etmiştir bu sözleriyle. Suç işlemeyenleri ayırma görevi de herhalde bu affı isteyenlere ait olacaktır.

Öte yandan dün Harp Akademileri’nde sergilenen bazı görüntüler, bana oldukça ilginç gelmiştir. Bu ilginç görüntülerden birisi de şudur. Org. İlker Başbuğ’u dinlemeye gelen Genel Kurmay eski başkanları arasında Org. İsmail Hakkı Karadayı ve halefi Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu olduğu halde, Org. Hilmi Özkök yoktu. Peki, ilginçlik bunun neresinde diye sorulacak olursa derim ki; Sayın Karadayı ve Sayın Kıvrıkoğlu 28 Şubat sürecinin muvazzaf subaylarıydı. Encümen-i Dâniş üyesi de olan Org. Karadayı hakkında, meşru hükümet aleyhine görüşler içeren ses kasetlerinin olduğu söyleniyor medyada. Org. Kıvrıkoğlu ise “28 Şubat gerekirse bin yıl sürer” diyen general olarak biliniyor. İşte bu ikisi, dün İlker Başbuğ’u dinlemeye gelirken ve Başbuğ tarafından saygıyla ve yakın ilgiyle karşılanırken (Org. Karadayı ile Org. Başbuğ salonda yan yana oturmuşlardır), mevcut iktidar aleyhine planlanan birçok darbeyi engellediği söylenen iki önceki Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ortalıkta yoktu. Sayın Özkök, CNN TÜRK’e yapmış olduğu açıklamada bu durumu kendisinin İzmir’de oturmasına, toplantıya katılanların ise İstanbul’da oturmalarına bağlayarak, toplantıya katılmamasının bir tavır olmadığını ima etmeye çalışmıştır. Kim bilir belki de öyledir! Ancak Org. Özkök’ün, Sayın Başbuğ’un, “Tarihi” denebilecek bu iki saatlik konuşmasını salondan dinlememesi yine de kafalarda bazı soru işaretleri yaratmış bulunmaktadır. Neyse geçelim…

Azerbaycan Politikamız ve Aliyev Hanedanlığı

Türkiye ile Ermenistan arasında Cenevre’de yaklaşık iki yıldır devam eden ikili görüşmeler ve ABD Başkanı Obama’nın 6-7 Nisan tarihlerinde Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret esnasında yapmış olduğu değerlendirmelerin, Türk-Azeri ilişkilerini oldukça gerdiği görülüyor. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev sırf bu maksatla, yani bir anlamda Türkiye’yi protesto etmek maksadıyla aynı günlerde İstanbul’da gerçekleştirilen Medeniyetler İttifakı toplantısına katılmamış, bu toplantıya hiçbir resmi sıfatı olmayan kızını göndermek suretiyle Türkiye ile adeta dalga geçmiştir. Öncelikle belirtmem gerekirse İlham Aliyev, bu hareketiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı ayıp etmiştir. Oysa Sayın Aliyev İstanbul’a gelmeli, hem Obama ile hem de Türk yetkililerle görüşmeli, niyeti neyse açıkça ortaya koymalıydı. Hatta Türk yetkililerine veryansın etmeliydi.
İlham Aliyev’in yaptığı, “fazla naz âşık usandırır” kabilinden oldukça basit bir duruştur ve bu duruş, devlet adamlığı kimliği ile asla bağdaşmamaktadır. Eğer onun yerinde babası merhum Haydar Aliyev olsaydı, eminim ki; bu basitliği yapmaz, Türkiye’yi zorda bırakmazdı. İlham Aliyev, statüsü öteden beri tartışmalı olan Karabağ özerk bölgesini ve Laçin Koridoru denilen Azerbaycan’ın öz topraklarını sanki Türkiye yüzünden kaybetmişler gibi muamele yapmaktadır Türkiye’ye karşı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Karabağ’a ilave olarak ülke topraklarının %20’sinin, kendi nüfusunun ancak 1/3’ü oranında bir nüfusa sahip olan Ermenistan tarafından işgali karşısında utanacağı yerde, bu utancını Türkiye’ye karşı tavır almakla örtbas etme gayretine düşmüştür.

Peki İlham Aliyev kimdir? Bana sorarsanız İlham Aliyev, 1993 yılında Rusya tarafından desteklenen bir darbe ile Türk Milliyetçisi Ebulfeyz Elçibey’i iktidardan uzaklaştırmak suretiyle Azerbaycan’ın idaresini ele geçiren eski Sovyetler Birliği Polit Büro üyesi de olan komünist Haydar Aliyev’in komünist oğludur. Babasının uzun soluklu iktidarı döneminde Azerbaycan ekonomisinin can damarı olan Petrol ve Doğalgaz gelirlerinin idaresini ele almış(1994-2003), bu sayede aşırı derecede zengin olmuş ve bu zenginliğini kullanarak babasının ölümünden sonra (15 Ekim 2003) Azerbaycan Devlet Başkanlığı koltuğuna kurulmuş bir şehzâde! Öyle ki; İstanbul’da yapılan Medeniyetler İttifakı toplantısına gönderdiği kızı 24 yaşındaki Leyla Aliyeva’nın şahsi servetinin bile milyonlarca dolar civarında olduğu söyleniyor (ki; Leyla Aliyeva’nın, oğlu Emin’le evlendiği Azeri kökenli Rus iş adamı Oraz Agalarov’un hükmettiği servetin bile 540 milyon dolar olduğu söyleniyor). Bunca servet nasıl ve nereden edinilmiş olabilir? Azerbaycan halkının ve Karabağ kaçkınlarının(muhacirlerinin) hakkı olan neft ve gaz gelirlerinden olmak üzere haksız yoldan sağlanmış olabilir mi dersiniz? Bence olabilir. Bizim Başbakan’ın oğlunun birkaç milyon dolarlık gemi almasını alabildiğine tenkit edenlerin, İlham Aliyev’in kızı Leyla’nın ve eşinin serveti karşısında dudakları uçuklamış mıdır bilinmez. Ancak uçuklaması gerekir!

Ha diyeceksiniz ki; durum böyle diye Ermenistan ile olan ilişkilerimizde Azerbaycan’ın menfaatlerini gözetmeyecek miyiz? Ne münasebet? Elbette gözeteceğiz. Ermenistan işgal ettiği Laçin koridorundan çekilmediği ve Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycan’ı da memnun edecek şekilde çözülmediği sürece Alican Sınır kapısı elbette açılmamalıdır. Zira Azerbaycan’ın Ermenistan karşısındaki menfaatlerini savunmak demek, aynı zamanda Türkiye’nin menfaatlerini savunmak demektir. Biz, Merhum Elçibey zamanından beri süre gelen “Bir millet iki devlet” söylemini hayata geçirmek özlemiyle yanıp tutuşan insanlar olarak, Azerbaycan’ı elbette gözden çıkaramayız.

Ancak bu böyledir diye; Türkiye’nin Kafkas politikası, İlham Aliyev gibi yeni yetme devlet adamların tavrına ve kaprislerine göre de şekil alamaz. Bizim için esas olan, gerektiğinde Türkiye’yi Rusya’ya feda edebilecek karakterde olduğunu ortaya koyan, Rusya destekli İlham Aliyev iktidarı değil, umum Azerbaycan halkının ortak tavrıdır. Bu, elbette Azerbaycan halkı için de geçerlidir. Çünkü Türk halkı ve Azerbaycan halkı olarak biz biliyoruz ki; iktidarlar geçici, halklar ebedîdir. Bu bakımdan Sayın Başbakan’ın Antakya tatiline giderken ayaküstü söylediği “Karabağ sorunu çözülmedikçe sınır kapısı açılamaz” şeklindeki açıklamasını olumlu, ancak yetersiz buluyoruz.

Bu bakımdan hükümet, en kısa zamanda bakan, hatta Başbakan seviyesinde Azerbaycan’a bir resmi ziyaret gerçekleştirmek suretiyle Azerbaycanlı kardeşlerimize moral destek vermek durumundadır. Zira Türkiye, yaklaşık 20 yılda oluşturduğu Azerbaycan politikasını bir anda değiştirme lüksüne sahip bir ülke değildir. Türkiye’nin ikircikli politikaları, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın elimizden kaymalarına sebep olmuştur. Bunlara bir de Azerbaycan’ın eklenmesi, Türkiye’de hiç kimsenin hoşuna gitmez ve Türk halkı bu durumu asla affetmez. Bana kalırsa AKP iktidarı, Filistin’e ve Gazze’ye göstermiş olduğu ilginin en az yarısını, Azerbaycan’a ve diğer Türk Cumhuriyetlerine de göstermek zorundadır. Zira Türkiye’nin milli menfaatleri, tek taraflı ilişkilerde değil, çok taraflı ilişkilerde yatmaktadır.

Ermenistan belki evvel emirde Laçin Koridoru’nu açmak istemeyebilir. Bu durumda benim naçizane önerim şudur: Ermenistan eğer hem Alican Sınır Kapısı’nın hemen açılmasını istiyor buna karşılık Laçin koridorunu açmayı ve Karabağ’dan çekilmeyi bir takvime bağlamak istiyorsa, bunun karşılığında ve takvim sona erinceye kadar Azerbaycan ile Nahçivan arasında Azerbaycan’a bir koridor açmayı kabul etmek zorundadır. Böylece hem Azerbaycan’ın bölünmüşlüğü (belki geçici bir süreyle de olsa) nispeten ortadan kalkacak, hem de Azerbaycan ile Türkiye bu süre boyunca birbirine bağlanmış olacaktır. Bunun dışındaki bir şartla Alican Sınır Kapısı’nın açılması, Azerbaycan halkını da Türk halkını da asla memnun etmeyecektir. Türk yetkilileri umarım bu gerçeğin farkındadırlar…

15 Nisan 2009
Ömer Sağlam


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir