Piri Mehmet Paşa ve Tayyip Erdoğan

Sadrazam Piri Mehmet Paşa ve Başbakan Tayyip Erdoğan

Hürriyet yazarı Oktay Ekşi 3 Nisan 2009 günü yazmış olduğu “Hatamız nerede” başlıklı yazısında, başbakanın “Benim bakanım”, “Benim valim”, “Benim müsteşarım” ve “Benim özel temsilcim” şeklinde tebarüz eden üslubunu tenkit ediyor, bunun bahsetmiş olduğu insanları küçük görme anlamına geldiğini söylüyordu. Oktay Ekşi, Sayın Başbakan’ın yine aynı üslup ve yaklaşımla “hükümetteki 6 bakanı gerek görürse (kapının) dışına koyacağını ilan ettiğini” de belirtiyordu yazısında.

Gerçekten de öyle. Sayın Başbakan, devletin bakanından, valisinden ve müsteşarından bahsederken genelde “Benim…” diyor. Sanki bu adamların maaşlarını cebinden veya babasından kalan mirastan ödüyor gibi hareket ediyor. Ancak biz, Sayın Başbakan’ın bunu maksatlı olarak yapmadığına inananlardanız. Bu tamamen bir dil alışkanlığı. Çünkü Tayyip Bey, sadece “Benim valim”, “Benim bakanım”, ”Benim müsteşarım” la yetinmiyor, “Benim ülkem” ve “Benim devletim” de diyor. Oysa bu ülke ne sadece Başbakan’ın ailesi tarafından fethedildi, ne de bu devlet Erdoğan ailesi tarafından kuruldu. Bu ülke ve bu devlet, sadece başbakanın ve ailesinin değil, bütün milletindir. Dolayısıyla Sayın Başbakan’ın, bir an önce, bu hükmedici Padişah tavrını ve hükümdar edasını (daha doğrusu cemaat lideri yaklaşımını) terk etmesi gerekiyor…

Oktay Ekşi’nin 2 Nisan tarihli yazısını okuyunca naçizane bazı notlar almıştım ajandama. Bu yazımda izin verirseniz o notları paylaşacağım sizlerle.

Hatırlanacağı gibi Sayın Başbakan, 18 Mart 2005’te kutlanan Çanakkale şehitlerini anma gününde, Çanakkale’deki törenlere birlikte katılan dönemin Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ü, tören bitiminde kendi makam aracına davet ederek “Buyur hocam birlikte gidelim!” demiş, ancak daha sonra ısrarla bunu inkâr etmiş, hep “Hocam lafını, orada bulunan Prof. Dr. Beşir Atalay için söylediğini” dile getirmişti. Konuya ilişkin olarak Radikal Gazetesi’nin Ankara bürosunca verilen haber şöyledir;

“Başbakan Tayyip Erdoğan, Çanakkale törenleri sırasında ‘Hocam’ diye hitap ettiği kişinin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök değil, Devlet Bakanı Beşir Atalay olduğunu açıkladı. Erdoğan’ın haberlerin üzerinden bir hafta geçtikten ve Özkök’ün ‘Duymadım’ demesinden sonra yalanlaması dikkat çekti. İçişleri Bakanlığı’nda dün düzenlenen valiler toplantısında Erdoğan, gazetecilerin sorularını yanıtladı. ‘Çanakkale törenleri sonrasında Genelkurmay Başkanı Özkök’e ‘Hocam’ diye hitap ettiğiniz söylendi. Böyle bir hitapta bulundunuz mu?’ sorusu üzerine Erdoğan, Özkök’e her zaman, ‘Sayın paşam’ diye hitap ettiğini belirterek şöyle konuştu: ‘O gün sayın paşam eşiyle birlikte oradaydılar. Ben kendisine ‘Sayın paşam’ diye hitap ettikten sonra eşleriyle beraber oldukları için arabalarına hareket ettiler. Ben Başbakanlık’tan çok önce, siyasette Beşir beye (Devlet Bakanı Beşir Atalay) hep ‘Hocam’ diye hitap etmişimdir. Rektörlük, öğretim üyeliği yapmış bir hocamız. Beraber olduğumuz için, ‘Hocam buyur geçelim’ dedim. Beşir beyi alarak yol açılışına gittim. ‘Hocam’ diye hitap ettiğim kişi Beşir beydir.”(1).

Her ne kadar inanmıyorsak da bir an için Sayın Başbakan’ın, 2005 yılında Hilmi Özkök’e değil de Sayın Beşir Atalay’a ‘Hocam’ dediğini kabul edelim. Bu takdirde Sayın Babakan’ın hocası olan bu zata saygı göstermesi ve sürekli olarak onu onore etmesi beklenir değil mi? Ancak Sayın Başbakan’da bu saygı ne gezer? 2005 yılında ‘Hocam’ diye hitap etmek suretiyle saygı gösterdiğini söylediği İç İşleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay için bu tarihten tam 4 yıl sonra olmak üzere “İç İşleri Bakanım” diyerek, ona sanki özel hizmetlisi veya emir eri muamelesi yaptığını ortaya koymuş durumdadır. Sayın Başbakan Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşmesi olayı ile ilgili olarak 28 Mart 2009 günü partisinin İstanbul İl Başkanlığı’nda yapmış olduğu açıklamada şöyle diyordu:

”…Bu çerçevede İçişleri Bakanımı, bizzat çarşamba günü akşamı Kahramanmaraş Göksun’a göndermek suretiyle onun koordinasyonunda Genelkurmay’ın, Ulaştırma Bakanlığımızın, Sağlık Bakanlığımızın, Emniyet Genel Müdürlüğümüzün, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğümüzün, gönüllü sivil kurtarma ekiplerinin ve sivil vatandaşlarımızın gayretli çalışmalarına hepimiz şahit olduk…”(2).

Buradan da anlaşılacağı üzere; Sayın Başbakan şu anda Türkiye’de tam bir tek adam rolü oynamaktadır. Üstelik bu tek adamlık, Cumhurbaşkanının da önündedir. Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde AKP’nin adayını açıklarken kullanmış olduğu “Partimizin adayı Abdullah Gül kardeşimdir” lafını bunun için söylemiş olmalıdır! Bu yaklaşımın altında muhabbetten öte muhatabını küçük görme ve onu minnet altına alma isteği gizlidir. Sabah gazetesine sızan bilgileri kastederek “Yazdıklarınızı ispatlayın 6 bakanımı da kapının dışına koyarım” diyerek göstermiş olduğu pervasızlık da bu anlama geliyor! Oysa hiç çekinmeden dışarı koyacağı bakanlarından birçoğu, kendisinin ağabeyi yaşındadır. Hatta babası yaşında olanlar bile vardır. İçlerinde Vecdi Gönül ve Beşir Atalay gibi yaşlılar olduğu gibi Prof. Dr. Mehmet Aydın gibi bu ülkenin belli başlı bilim adamlarından birisi de vardır. Nerede Fatih’in Akşemsettin’e ve Molla Hüsrev’e gösterdiği saygı, nerede Başbakan’ın Beşir Atalay’a duyduğu saygı. Nerede Yavuz Sultan Selim’in Kemalpaşazade’ye gösterdiği ihtiram, nerede Başbakanın Mehmet Aydın’a gösterdiği tevazu…

Mersinli Çiftçi Kemal’e “Artistlik yapma lan! Haydi ananı da al git!” dediği için Başbakan’ı ayıplayanlar, şunu bilsinler ki; Sayın Başbakan aynı tavrı muhtemelen partili milletvekillerine ve bakanlarına karşı da sergiliyor. Artık yüksek bürokratları ve devlet memurlarını varın siz düşünün. Almanya’da halkın gözü önünde Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi’ne yaptığını henüz unutmuş değiliz! İç İşleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın hem de günlerce Göksun’da bekletilmesinin ne anlamı olabilir? Belki de arada bakan olmasaydı helikopter enkazına çok daha çabuk ulaşılmış olurdu. Sanki bakan Göksun’da bekleyince amaca daha çabuk mu ulaşıldı? Şu iletişim çağında aynı koordineyi Ankara’dan da yapabilirdi Beşir Bey. Ancak amaç siyasi şov olunca, her şey mubah oluyor. Bütün maksat, “Bakanımı günlerce Göksun’da beklettim. Konuyla yakındam ilgilendim” diyebilmek için.

Davos gerginliğinden sonra Sayın Başbakan’a yakıştırılan “Son Osmanlı Padişahı”, “İkinci Atatürk”, “Davos Fatihi” ve “Son Halife” gibi sıfatların, Başbakan üzerinde yaratmış olduğu etkinin sonucudur tüm bunlar diyeceğim ama değil! Çünkü Sayın Başbakan, bu sıfatlardan sonra böyle olmuş değil, böyle olduğu için yandaşları tarafından bu sıfatlarla anılmaya başlamıştır…

Sadrazam Piri Mehmet Paşa ve Başbakan Tayyip Erdoğan

Karamanlı olduğu için Karamanî Mehmet Paşa olarak da bilinen Piri Mehmet Paşa sadrazamdır. Yani Vezir-i Âzâm. Padişah ise astığı astık, kestiği kestik Yavuz Sultan Selim. Yavuz Sultan Selim devlet işlerinde en küçük bir ihmali ve hatayı bile affetmemekte, bu durumdaki devlet adamlarının derhal kellelerini vurdurmaktadır. Pirî Mehmet Paşa, günün birinde Yavuz’un hışmına uğrayıp kelleyi kaybetme korkusu ecel terleri dökmekte, işlerinde hata yapmamaya büyük özen göstermektedir. Günün birinde ve Padişah’ın keyifli olduğu bir saatte bu korku ve endişesini Padişah’a açar ve şöyle der:

-“Hünkârım, bir gün bir bahane ile bu aciz kulunuzun da kellesini uçurtacaksınız. Lütfen bir an önce bu işi yapın da şu zayıf kulunuzu bu azaptan kurtarın!” .

Yavuz Sultan Selim huzurunda selam vaziyetinde iki büklüm duran Sadrazamına bakar bakar ve sonra da o kalın sesiyle basar kahkahayı. Kabul salonunu dolduran kahkaha eşliğinde pala bıyıklarını sıvazlayarak şöyle der Pirî Mehmet Paşa’ya:

-“İlahi Mehmet Paşa! Esasında benim de muradım odur. Ancak ol memâliki Osmanî’de yerine kaim olacak kimesne zor bulunur!”(3).

Kıssadan hisse; 29 Mart yerel seçimleri gösterdi ki; Türk Milleti Başbakan Erdoğan’a tam da Yavuz Sultan Selim’in Piri Mehmet Paşa’ya dediğini demiştir! Çünkü Türk Milleti’nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP’ye vermiş olduğu %47’lik oyu, 29 Mart’ta %39’a indirmesini ben biraz da böyle okuyorum: AKP’yi tasvip etmesine tasvip etmiyorum da, Türkiye’de AKP’nin yerini dolduracak başka parti yok. Tamam, AKP gitsin de yerine kim gelecek? Türkiye’de lider sıkıntısı olmayan tek parti AKP’dir. Diğerleri, henüz liderleri etrafında kenetlenmeyi bile temin edememişler. Kendi kendilerini yönetmekten acizler. Türkiye’yi nasıl yönetecekler? Süleyman Soylu DP liderliğinden, Zeki Sezer DSP liderliğinden istifa etmiş. Deniz Baykal’ın CHP’deki, Devlet Bahçeli’nin ise MHP’deki durumu tabana rağmendir. Bu durumda tabana dayanan tek lider Tayyip Erdoğan’dır. Gelin de bu gerçeği inkâr edin bakalım…

9 Nisan 2009
Ömer Sağlam
________________
1-bkz. . Şahsen o sahneyi gayet iyi hatırlıyorum ve ekranlardan kendi gözlerimle de gördüm. Hatta sahneyi görünce evde eşime ve çocuklarıma “Allah! Başbakan nasıl böyle bir gaf yapabilir?” diyerek şaşkınlığımı dile getirdiğimi hatırlıyorum. Çünkü bahse konu olay TV’lerin ana haberlerine konu olmuş Sayın Başbakan’ın “Buyur hocam birlikte gidelim” şeklindeki teklifine Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök “Teşekkür ederim. Biz Arkadaşlarla birlikte gideceğiz” şeklinde karşılık vermişti. Ve o sırada kameranın objektifinde Sayın Başbakan ile Sayın Özkök’ten başka, dikkat çekecek boyutta hiç kimse (örn. Bakan Beşir Atalay) yoktu. Ancak bu husus, daha sonra her iki tarafça da inkâr edilmiştir.

2- bkz.

3- Mehmet Paşa, aslında benim isteğim de seni öldürtmektir! Ancak Osmanlı ülkesinde senin yerini dolduracak kimse zor bulunur…

Oktay Ekşi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir