Ahmet B. ERCİLASUN
bercilasun@yahoo.com
Türkler 13. yüzyıla kadar tek bir yazı dili kullanmaktaydı. Köktürk, Eski Uygur ve Karahanlı yazı dilleri, bütün Türklerin ortak yazı dilleri idi. Okuma yazma bilen her Türk, 11. yüzyılda yazılmış Kutadgu Bilig’i okuyup anlayabiliyordu. 12. yüzyıldaki Ahmet Yesevi’nin hikmetleri bütün Türk dünyasının ortak şiir ürünleriydi. 11. yüzyıldan başlayarak Oğuzların Azerbaycan ve Anadolu’ya yerleşmeleri ve Türkistan’la Karadeniz’in kuzeyinde kalmış Türklerden coğrafya olarak, daha sonra da siyasi olarak uzak düşmüş olmaları sonucunda Azerbaycan ve Anadolu’da Oğuz ağzına dayalı yeni bir Türk yazı dili doğdu. Yunus Emrelerin, Âşık Paşaların, Süleyman Çelebilerin dili. Türk dilinin bugüne kadar gelen bu koluna bilim dünyasında Oğuzca veya Batı Türkçesi denir. Osmanlıca / Osmanlı Türkçesi, 16. yy. başlarından 20. yy. başlarına dek sürmüş olan Batı Türkçesi dönemidir. Buna karşılık Türkistan ve Karadeniz’in kuzeyinde kalmış olan Türkler, küçük değişikliklerle Karahanlı Türk yazı dilini devam ettirdiler. Bu yazı dilinin 13-14. yüzyıllardaki dönemi Harezm-Kıpçak Türkçesi, 15. yy. başından 20. yy. başına dek sürmüş olan dönemi Çağatay Türkçesi adını alır. Ancak bunlar ilmî terimlerdir; doğuda da batıda da Türkler 20. yüzyıl başlarına kadar kendi dillerine Türkçe, Türk dili / tili demişlerdir. Kuzey ve Doğu Türklerinin Rus hâkimiyetine girmelerinden sonra, 19. yüzyılda, Rusya’daki Türklerin dillerini ayırma süreci başladı. Gaspıralı İsmail, hepsini birleştirmeye, Ruslar ise ayırmaya çalışıyordu. 1917’deki Bolşevik ihtilalinden sonra, Gaspıralı’yı izleyenlerin faaliyetleri yasaklandı; Sovyetler’deki Türklerin her boyunun konuşma dili ayrı bir yazı dili hâline getirildi. Böylece bugünkü Türk dünyasında 20 yazı dili oluşturuldu. Hepsinde ayrı ayrı zengin edebiyatlar meydana geldi. 1990’dan sonra ilişkiler rahatlayınca, birbirinden uzak düşmüş bu zengin edebiyatların karşılıklı olarak tanınması zarureti ortaya çıktı. Türk lehçelerinden pek çok roman ve şiir son 20-25 yılda Türkiye Türkçesine aktarıldı. Azerbaycan’dan Vahapzade’nin şiirleri, Anar’ın, Elçin’in romanları; Özbekistan’dan Çolpan’ın şiirleri, Aybek’in, Adil Yakubov’un romanları; Kazakçadan Mağcan Cumabayoğlu’nun, Tatarcadan Abdullah Tukay’ın şiirleri gibi. Az da olsa diğer Türk lehçelerine de Türkiye Türkçesinden bazı eserler aktarıldı.
Bütün bu faaliyetler ve sonunda ortaya çıkan ürünler, çeviri / aktarma biliminin konusudur. 31 Mart – 05 Nisan 2009 tarihlerinde Türksoy’un öncülüğünde, Maltepe Üniversitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TİKA, Gazi Üniversitesi ve Avrasya Yazarlar Birliği’nin iş birliği ile aktarma çalışmalarının bugünkü durumunu ve karşılaşılan sorunları ele alan bir toplantı yapıldı. Maltepe Üniversitesinin Kayış Dağı’na yerleşmiş Marma Kongre Merkezi’nin güzel oda ve salonları Türk dünyasından gelen edebiyatçılara ve genç aktarıcılara kapılarını açtı; Maltepe Üniversitesinde altı günlük bir bilgi şöleni yaşandı. Bu tür toplantılar için bir ilk olan iki günlük atölye çalışmasında genç aktarıcılar kendi lehçelerinden edebî metinleri Türkiye Türkçesine, Türkiye Türkçesinden seçilen edebî metinleri de kendi lehçelerine aktardılar. Böylece sorunlar uygulamalı olarak görülüp tartışıldı.
12 Türk ülkesinden 30’dan fazla bilim adamı, edebiyatçı ve genç aktarıcının katıldığı toplantının sonunda, bütün üyelerin iştirakiyle bir sonuç bildirisi hazırlandı. Bildiride, toplantının her yıl tekrarlanması, Türk dünyasından aktarılacak eserlerin öncelik sırasına konulması, konuşurları çok azalmış bulunan Karay, Hakas gibi Türk topluluklarına özel bir önem verilmesi, bilgisayar destekli çeviri programları oluşturulması, başarılı çalışmaların ödüllendirilmesi, profesyonel çevirici / aktarıcılar yetiştirilmesi için gerekli tedbirlerin alınması ve bütün bu dileklerin Türk ülkelerinin Kültür Bakanlıklarına ulaştırılması gibi kararlar alındı. Bu tür faaliyetlerin Türk dünyasını birbirine daha çok yaklaştırdığı muhakkaktır. Toplantıyı düzenleyen kuruluşları ne kadar kutlasak azdır.