Rusya.ru
Rusya’nın Ankara eski Büyükelçisi Aleksander Lebedev, 1998-2003 arasında görev yaptığı yıllarla ilgili hatıralarını paylaştı. Terörist başı Abdullah Öcalan’ın Moskova’ya gelişi, Mavi Akım projesinin inşası, köpeği ile göstericileri korkutması ve birçok olayın perde arkasını Cihan Haber Ajansı’na anlattı. Türkiye’den getirdiği kedisi ‘Mouse’ ile özlem gideren Lebedev, iki ülke ilişkilerinin stratejik ortaklığa doğru ilerlediğini, bunun tüm bölgede barış ve huzur ortamının oluşmasına katkı sağladığını söyledi. Sema yapan Mevlevi figüranları ve eşeğe ters binmiş Nasreddin Hoca kuklası Lebedev’in masasını süslüyor. İki ülke ilişkilerinin gelişmesini engelleyecek taraflı yayınlar eski Rus büyükelçisini üzüyor. Lebedev’in tek hayali ise Türkiye anılarını kaleme almaya başladığı kitabını tamamlamak.
Türkiye’de görev yaptığınız dönemle ilgili hatıralarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Ağustos 1998’de Türkiye’de göreve başladım. Bende Türkiye ile ilgili çok güzel anılar kaldı. İnsanlarla kurulan samimi diyaloglar beni fazlası ile etkiledi. Her kesimden insanla bir araya gelmiştim. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den başlayarak sıradan vatandaşlara kadar herkesle görüşüyordum. Türkiye’yi çok gezdim. Sadece Ankara değil, diğer kentlere de giderek Türk insanlarıyla hoş diyalog ortamında bulundum. Doğu’ya da gittim. Belki de doğu bölgesinde giden ilk Rus büyükelçisi benim.
Benim dönemimde iki ülke arasında çok sayıda siyasi sorun yaşandı. Ben göreve başladığım da PKK terör örgütü ele başısı Abdullah Öcalan’ın Rusya’ya kaçırılması gündeme geldi. Öcalan sorunu bitti, ardından Mavi Akım’la ilgili problemler ortaya çıktı. Ardından Rus-İsrail ortak yapımı Erdoğan helikopteri ihalesi gündeme geldi. Diğer taraftan tatsız olaylar da yaşanıyordu. 2001 yılında İstanbul’dan Suudi Arabistan’a uçak kaçırıldı. 1996 yılında Avrasya feribotunun kaçırılması olayının etkileri halen devam ediyordu. Rusya Ankara Büyükelçiliği önünde PKK’lılar sürekli gösteri düzenliyordu. Hatta bu gösterilerle ilgili çok komik ve aynı zamanda da ciddi bir olay da yaşandı. Büyükelçiliğimiz terasından benim Miki isimli köpeğim her zaman ana caddeyi seyretmeyi severdi. Elçiliğin önünde Rusya karşıtı bir gösteri vardı. Terasta heyecanlanan köpeğin yanına giderek okşadım. Sonra fark ettim bir televizyon kanalı bizi kayda alıyor. Tüm televizyon kanalları bu görüntüleri yayınladı. Bazı Türk politikacılar bana sitem ederek, “Neden köpekle göstericileri korkuttun.” dediler. Ben de gerçeği anlattım. Maalesef bu tür nahoş, biraz da komik olaylar yaşandı.
Rusya eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin 1999 Kasım tarihinde İstanbul’da düzenlenen AGİT zirvesine katıldığı günlerde korkunç bir olay atlattık. Zirve öncesi Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosluğu duvarlarının birinde bir konsolos görevlimiz güçlü bir bomba buldu. Bomba dışarıdan içeri atılmıştı. Bombayı bizim görevli şans eseri buldu çünkü patlayıcı madde duvarın gözle görünmeyen bir yerine bırakılmıştı. İnanın o bomba eğer patlasaydı, sadece Rus konsolosluğu değil, aynı zamanda binaya yakın Richman oteli de havaya uçardı. Ertesi gün ise Yeltsin İstanbul’a geliyordu. Bu planın Çeçen parmağı olduğu apaçık belli idi. Bunu Türk güvenlik güçleri de doğruladı. Türk güvenlik güçleri 20 dakikada olayı çözdü. Daha sonraki dönemde havaya uçurulan İngiliz Konsolosluğu’nun durumuna da düşebilirdik.
Biz Türk makamlarla bu tür hoş olmayan olayları üstesinden gelebilmeyi başarıyorduk. İlişkilerimiz yine normale dönüyor ve dostluğumuz aynen devam ediyordu. Ve ben çok güzel anılarla ve izlenimlerle Moskova’ya döndüm. Tabii ben Rus-Türk ilişkilerinden bahsederken bu tür hoş olmayan olayları da anıyorum, yazıyorum.
Rusya’da devlet televizyonlarında bazen Türkiye karşıtı haberler yayınlanıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Örneğin, geçtiğimiz ay Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ülkemize yaptığı resmi ziyaretinin ve başarılı bir gezinin ardından devlet televizyonu Rossiya kanalında Türkiye karşıtı bir belgeselin sunulmasına bir türlü anlam veremiyorum. Bulgaristan’da yapılan katliamı Bulgarlar kendileri dile getirsinler, eğer istiyorlarsa ve rahatsızlarsa. Ama Bulgarlar bu olaylardan şimdi rahatsız değil. Onlar günümüzde Türkiye iyi ilişkilerin kurumasından yana. Bugün tarihe bakmamız lazım, tabii tarihi unutmaya davet etmiyorum. Geleceğe bakmalıyız.
Bizim basında çıkan bu tür iğrenç şeyler benin elçilik yaptığım dönemde de ortaya çıkıyordu. Hatırlıyorum Moskovski Komsomolets muhabiri Aleksandr Hinşteyn herkes görsün diye Türkiye Genelkurmay Başkanlığı binası önünde tam 1 saat görüntülü haber sunarken, kafasında çirkin yazı yazmayı düşünüyordu. Zannediyordu ki, birisi gelip onun oradan zorla kolundan tutup kaba davranacaktı. Ama Türk polisi çok nazik şekilde onu oradan uzaklaştırıp karakola götürdü. Sonra da Rus konsolosluğu devreye girerek Hinşteyn’i oradan çıkardı.
İki ülke ilişkilerin gelişmesini kimler istemez? Daha önce de Türk şirketleri ile ilgili menfi haberler yapılmıştı. Bu tür haberler kimin işine yarıyordur?
Bunlar muhtelif güçler olabilir. Öncelikle Türk şirketlerinin rakipleri olabilir. Örneğin, Enka’nın Çeçen ayrılıkçılarına mali destek sağladığı yönündeki iddiaları kastediyorum. Enka’nın rakipleri olabilir. Ya da bu güçler çeşitli kurumlarda çalışan güçler de olabilir. Kremlin değil tabii ki. Ama istihbarat güçlerinde olabilir. Bu güçler “düşman” oluşturma çabasında oluyor. Eskiden düşman Amerika idi, ama şimdi Washington artık eskisi gibi düşman değil. ABD’nin yerini birisi alması lazım. Onlara göre Türkiye olabilir. Ben ise Türkiye’nin böyle bir niyetinin olmadığını düşünüyorum. Enka’nın Çeçenlere mali yardım ettiği yönündeki iddialar bana komik geliyor. Ben Türkiye’de ciddi bir düzeyde birilerinin veya Türk firmalarının Çeçen ayrılıkçılara yardım ettiğini hiç duymadım ve buna da kesinlikle inanmıyorum.
PKK terör elebaşısı Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında Suriye’den Rusya’ya kaçırılma sürecini anlatabilir misiniz? Rusya PKK terör örgütüne destek sağladı mı?
Öcalan’ın Rusya’da güçlü bir desteği vardı. Öcalan bu destek sayesinde Rusya’da siyasi sığınma hakkı alacağını düşünüyordu. Ben hatta isim de verebilirim. Öcalan burada Rusya Liberal Demokrat Parti lideri Vladimir Jirinovski’ye ve bazı komünistlere güveniyordu. Ben bu konuda çok sert tutum ortaya koydum. Ben Öcalan’a Rusya’dan yardım yapılmasına kesinlikle karşı çıktım. Burada başka bir konu var. Öcalan’ın iade edilmesi. Ki bu Anayasal bir konu. Ama en azından bu sorundan kurtulmak için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bana en çok bu konuda dönemin Başbakanı Yevgeni Primakov yardımcı oldu. Tabii benim çabalarım da çok önemli idi.
Öcalan’ın Rusya’ya nasıl geldiğini ve kimler tarafından davet edildiğini ben tam öğrenemedim. Bunun Jirinovski ve bazı siyasi güçlerin himayesi altında gerçekleşti. Saklamıyorum: Bazı Rus özel birimleri de yardımcı olmuştur, çünkü eski Soğuk Savaş’ın etkileri devam ediyordu. Bu birimler PKK’ya destek sağlıyordu. Moskova çevresindeki Yaroslav semtinde PKK’ya bir kamp bile tahsis edilmişti. Eski okul kampını onlara güya çocuk kampı diye vermişlerdi. Hangi çocuklar? Sanırım daha sonra bu kampı kapattılar. Rusya’da Öcalan’ı destekleyenler onun bir terör sembolü olduğunu unutuyordu. Eğer siz bu soruyu resmi bir düzeyde sorsanız size hemen şunu derler: “Kimse resmi olarak Öcalan’a burada yardım etmedi ve hiç bir şey yapmadı.” Sonunda Rusya’dan Öcalan çıkarıldı.
Bu benim için çok zorlu bir süreç oldu. Üstelik Türkiye’de göreve başladığım ilk dönemdi. O günlerde Ankara’da her gün, bazen günde iki kere dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz beni çağırıyordu. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de haftada üç kere yanına çağırıyordu. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem de aynı şekilde. Ve hepsi bana Öcalan’la ilgili baskı yapıyordu. Gerçi size şimdi dürüstçe itiraf etmek zorundayım: Yılmaz benimle şöyle bir pazarlığa da girdi. Yılmaz bana, “Eğer Rusya Öcalan’ı bize iade ederse, bu durumda Rus-Türk ilişkilerinde her şey mükemmel olacak.” Taahhüdünde bulundu. Yılmaz Mavi Akım, helikopter ve başka projelerde güzel işbirliğimizin olacağını iddia etti. Yani Rus-Türk ilişkilerinden herkes gıpta edecek dedi. Fakat Öcalan Rusya’dan gönderildi. Mavi Akım projesinin dışında bizim elimize başka bir şey geçmedi. Ki Mavi Akım da bitmek üzereydi. İşte Türk siyasetçiler bu durumlarda fırsatı kullanabiliyorlar. Bu tabii ki politika.
Öcalan Rusya’da saklandığı sıralarda Türkiye Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığı’ndan PKK elebaşısının kaldığı evi ve sokağın fotoğraflarını gösteriyorlardı. Ben ise durumu Moskova’ya aktarıp bilgi istediğimde ilgili makamlar bana resmi şekilde “Öcalan burada değil. Burada olmadı ve olmayacak.” dediler. Primakov’un dışında. Bana ise Ankara’da Türk yetkililer Öcalan’ın fotoğrafını gösteriyorlardı. Primakov ise o sıralarda yeni Başbakan olmuştu. Ve ustaca bana tek cümle ile, “Öcalan burada olmayacaktır!” diyordu. Neyi kastettiği de anlaşılıyordu: “Öcalan buradadır, ama gidecektir!” Gerçekten de Primakov sözünü tuttu. Ama bazı Rus milletvekilleri ve bazı özel kurumlar çok direndiler. Öcalan Rusya’dan gönderildikten sonra inanın ben de çok rahatladım.
Çeçenistan ve PKK iki ülke ilişkilerinde pazarlık konusu olarak mı görülüyordu?
Fakat benim şansımdan sorunlar arka arkaya geldi. Örneğin 2001 yılındaki İstanbul’dan uçak kaçırılması olayı. Bizim istihbarat güçlerinin iddiasına göre, güya uçakta Türk istihbarat servisi MİT ajanının fotoğrafını çekmişler. Daha önce Avrasya feribotunun kaçırılmasına yardımcı olan bir MİT ajanı bu seferki kaçırılan uçakta da varmış. Moskova’da da MİT ajanının bu uçağın kaçırılmasını organize ettiği düşünülüyordu. Ve dolayısıyla hemen bu olaydan bir sonuç yapıldı: Güya uçağın kaçırılması olayını MİT organize etmiş. Ama bunlar ciddi iddialar olduğu için kanıtlanması gerekiyor. Tabii bu olay faciayla sonuçlandı. Dolayısıyla Rusya’da kamuoyu çok öfkelendi: “Kim bu MİT ajanı?!” Ben de onun soyadı da var. Ama o şahıs MİT ajanı olup olmadığı da belli değil ki zaten. Belki birçok gizli servislerin ajanıdır. Anlattığım gibi benim görevde bulunduğum süre sakin geçmedi.
Belki burada şunu da iddia edebiliriz; Türkiye Çeçenistan’a yardım etti iddiasına karşılık Rusya da PKK’ya yardım ediyor. Ama bu iddiayı ilk Çeçen savaşı için ortaya atabiliriz. Ama Türk yönetiminin resmi bir politikası ve resmi açıklamalarında Türkiye’nin Çeçenistan’a hiçbir yardımda bulunmadığına şahit oluyoruz. Ankara’nın Rus karşıtı ve Rusya yönetimine karşı bir tutum beslediğini görmedik. Bu da çok önemli husus. Ve sonrası da bu tür suçlamalar giderek resmi belge ve gündemden de çıkmaya başladı. Bu da benim görevimi çok rahatlattı.
Erdoğan helikopteri projesi de sizin döneminizde idi. Neden başarılı olunamadı?
Türkiye coğrafyaların kesiştiği bir noktada. Avrasya’nın en dev ülkelerinden biri. Türkiye’yi sadece transit ülke diyerek geçmemek lazım. Türkiye ABD ve Rusya arasında bir rekabete dönüştü. Size örnek verebilirim: Bir ABD Ankara Büyükelçiliği’nde elçi-müsteşarıyla konuşurken, onu Mavi Akım ve Türkiye-Rusya-İsrail ortak yapımlı helikopter konusunda ikna etmeye çalıştım. Helikopterin ismi “Erdoğan”. Bu ismi de bizim bir mühendis koydu. Mühendis sayın Erdoğan’ın kim olduğunu ve geleceğinin parlak olduğunu tahmin ediyordu. Erdoğan’ın şerefine projeye onun ismini verdi.
Ben Amerikalı diplomatı bahsettiğim projelerle ilgili ikna ettim. O ise beni sabırla dinliyordu. Amerikalı diplomat beni ikna etmeye çalışıyordu. Baktık ki birbirimizi ikna edemiyoruz. Çünkü Amerikalılar günlük gelen direktiflerle çalışıyorlar. Her zaman ABD diplomasisi böyle çalıştı ve halen de böyle çalışmaya devam ediyorlar. Tartışmanın sonunda ABD’li diplomat nihayet şu öneride bulundu: “Pekala, Mavi Akım sizin, helikopter projesi de bizim.” Sonunda biz tartışmayı orda noktaladık. Ben fikir olarak ise ayrılmadım. Helikopter konusunda kendi görüşümden vazgeçmedim. Çünkü Erdoğan helikopteri ABD’nin helikopterinden daha iyi idi ve Türk ordusuna uygundu. Erdoğan helikopterleri Türk savunma sanayisini canlandırabilirdi. Çünkü Türkiye’de hava sanayisi var. Bu helikopter süper. Burada konu uzun yıllara dayalı ortak yapımla ilgili. Ama ne yazık ki gerçekleşemedi. Bu örnek Türkiye’nin ABD ve Rusya arasındaki rekabetle ilgili örneklerden biri. ABD Rusya’nın Türkiye’deki önemli alanlarına girmesine müsaide etmemeye çalışıyor. Ama bugün Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İran’la görüşmeler yapıyor, bana göre güzel bir gelişme. Sayın Gül ABD ve İran arasında arabuluculuğa soyunur. Çok mükemmel!
Mavi Akım inşa sürecinde neler yaşandı? Rusya ve Türkiye’nin enerji alanında işbirliği yapması mümkün mü? Ankara ve Moskova yönetimlerine önerileriniz neler?
Türkiye pasif bir transit ülkesi değil. Türkiye enerji kaynakların taşınması açısından ana distribütör ülke olabilir. Bu topraklardan Yunanistan, İtalya ve başka ülkelere hatlar döşenebilir. Ben Nabucco’dan çok Mavi Akım-2 projesine ağırlık verilmesini öneriyorum. Şimdi Türkmen doğalgazının Hazar boru hatları üzerinden değil, İran toprakları üzerinden Türkiye’ye oradan başka ülkelere Nabucco üzerinden aktarılması konuşuluyor. Uygulama süreci ne kadar gerçekçi tartışmalı. Bu sadece ABD’nin değil, AB’nin de projesi. Amaç da Rusya’yı by-pass etmek. Ukrayna ve Rusya arasında patlak veren “doğalgazı savaşı” da Nabucco ile ilgili tartışmaları hızlandırdı. Mavi Akım projesi Türkiye’nin tam işine yarayan bir hat oldu. Örneğin kış aylarında Türkiye, Rusya’dan daha fazla doğalgaz verilmesi isteğinde bulundu. Rusya buna yeşil ışık yaktı. İkinci Mavi Akım’ın da teorik olarak inşa edilebileceğine inanıyorum.
Ben şahsen Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı inşa sürecinde de Rusya’nın projeye dahil olmasını istemiştim. Bunun için Moskova’ya yazı yazdım. Rus Lukoil şirketi sahibi Vahit Alekperov -kendi inisiyatifi mi, yoksa Kremlin’in inisiyatifi mi, bilemiyorum- bu projeye ilgi duymadı. Ben hala “Keşke Rusya bu projeye dahil olsa idi.” diyorum. Nabucco için de aynı şey olabilir. Tekelcilik olduğunu anlıyorum. Bazen biz de ABD’nin tekelciliğine kızıyoruz.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Boru hatları ve diğer konularda rekabet ve AB üyeliği Rusya ile ilişkileri etkiler mi?
Beni geçenlerde bir Hollandalı basın mensubu arayarak Türkiye’nin AB üyeliğini sordu. Ben ona Türkiye’nin AB’ye tam olarak üye olabileceğini ve bu gelişmenin de Avrupa’nın yararına olacağını belirttim. Ben bu üyeliğin ardından Türkiye’de demokrasinin daha da gelişeceğini ve ileriye yönelik güzel, olumlu adımların atmasına yardımcı olacağını kaydettim. Zaten Türkiye’de bugün bu gelişmeler var. Üyelik daha da artırabilir. Benin görüşüm bu. Farz edelim ki, Türkiye’yi AB’ye almadılar. Bu durumda Türkiye Nabucco veya Avrasya coğrafyasındaki başka projelerle ilgili düşünür mü? Bilemem. Belki Rusya ve Türkiye ortaklığı olabilir. Neden olmasın? Zaten Türkiye’de de Avrasyacılığı savunanlar var. Deniliyor ki, “Madem batı bizi istemiyor, o zaman Avrasya’nın iki büyük ülkesi olarak Rusya ve Türkiye el ele vermeli.” Ortak projeler üretebiliriz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Moskova ziyaretinde Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’le birlikte çok boyutlu ve çok taraflı ilişkilerin derinleştirilmesi konusunda ortak deklarasyon imzalandı. Uluslararası konularda çoğu zaman ortak görüş ortaya konabiliyor. Gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rusya-Türkiye ilişkilerinin bu noktaya taşınmasından çok memnunum. Bugün stratejik ortaklığa doğru ilerliyoruz. Bu beni çok sevindiriyor. Doğru yoldayız. Orta Doğu, Kafkaslar ve Karadeniz bölgelerinde görüş ayrılığımız yok. Ben Türkiye’nin o zamanlar önerdiği Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Paktı’nı gözden geçirilmesi için Moskova’dan istekte bulunmuştum. Biliyorsunuz bu öneri ilk 7-8 yıl önce ortaya çıkmıştı. Ben kendi payıma mutluyum ki, benim dönemimde artık Rusya ve Türkiye arasında çok boyutlu ortaklıkla ilgili gelişmeler ve daha sonra belgeler imzalandı. Benim dönemimde bu anlaşma Dışişleri Bakanları düzeyinde imzalanmıştı. Dolayısıyla benim göreve yeni başladığım yıllar, ayrıldığım 2003 yılı ve günümüzü karşılaştırdığımda radikal değişimler var.
Türkiye’nin önerdiği Kafkasya İşbirliği ve İstikrar Paltformu, bölgenin istikrarı ve barışı acısından çok muazzam. Eğer benim dönemimde kabul edilseydi, durum farklı olurdu. Ama o sıralarda Moskova’dan hiçbir resmi yanıt alamadım. Eğer o dönem Moskova bunu ciddi şekilde ele alsaydı, belki de Gürcistan’daki savaş veya bölgedeki hoş olmayan olaylar yaşanmazdı. Maalesef Moskova’da elçilerden çok ‘akıllı’ adamların laflarına kulak asılıyor.
Bugünkü Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Vladimir İvanovski de iyi bir diplomat, benim de dostum. İvanovski Türkiye’yi ve ülkenizle ilgili hassas konuları çok iyi biliyor. Bu da beni çok sevindiriyor. Dolayısıyla şimdiki iki ülke arasında güzel perspektifler açılıyor.
Türkiye’de mevcut hükümetin dış politika yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sıfır problemli dış politika vurgusu bölge barışına ne kadar katkı sağlıyor?
Türkiye’de büyükelçilik yaptığım yıllarda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyib Erdoğan iktidarının Türkiye’yi İslamlaştıracağı endişeleri dile getiriliyordu. Aradan geçen yıllar endişelerin yersiz olduğunu ortaya koydu. Ben ayrıca batılı arkadaş ve gazetecilere de Türkiye’den aşırı bir İslam tehlikesinin doğacağını ve tüm Avrupa’yı tehdit edeceğiyle ilgili haberlerin, söylentilerin yersiz olduğunu izah ediyorum, inandırmaya çalışıyorum.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) dış politikasına gelince, şu an bağımsız ve dengeli bir dış politika yürütüyorlar. Artık Rusya’da hiç kimse Türkiye’yi “potansiyel bir düşman” olarak görmüyor. Bu da AKP’nin dış politikasının başarısı. Ölçülü ve dengeli. Ben Türkiye’ye nazar değmesin dileğinde bulunuyorum. Türkiye bölgede kendi çıkarlarını görebiliyor ve doğal olarak da çıkarlarını koruyor.
İki yıl önce Türkiye’de İslam karşıtı yapılan protestolu gösteriler ekranlara ve medyaya yansıdı. İnanın ben çok korktum. Bu tür protestoların ülkeyi istikrarsızlaştıracağından endişe ettim. Bu Rusya içinde kötü olabilirdi. Bizim ülkenin nüfusunun yüzde 20’si Müslüman. Biz bu sorunun Batılılardan daha iyi anlıyoruz. Benim Türkiye’deki protestolu gösterilerle ilgili iki endişem oldu. Birincisi, bana ilk başlarda öyle geldi ki -tabii sonra yanıldığımı anladım- Atatürk’ten sonra Türkiye’de ortaya çıkan bu tür ani aşırı İslam patlaması var. Ancak gördük ki gösteriler hükümeti düşürmek için bir kurgudan ibaretmiş. İkinci endişem, söz konusu patlamanın ülkeyi geniş şekilde istikrarsızlaştırılacağıyla ilgili. Türkiye’nin istikrarsızlaşması ise Rusya için de iyi olmaz. Çünkü burada da her şey sakin değil.
Türkiye ile ilgili endişelerim yersiz olduğunu daha sonra anladım. Bunların suni şekilde kurgulandığını anladım. Hatırlıyorum, iki generalin eşi bizi bir gün akşam yemeğine davet etti. Yaşları 40 falandı. Onlar diyorlardı ki, “Bizim nineler artık başörtüsü takmıyorlar. Peki şimdi neden başörtüsünü bize empoze etmeye çalışıyorlar.” Tabii ben onlarla tartışamazdım. Ama gönüllülük söz konusuysa, neden olmasın ki.
Ben sonuç olarak şuna inanıyorum; Türkiye çok hızlı şekilde gelişecek ve büyüyecek. Krize ve başka sorunlara rağmen, Erdoğan ve Gül hem iç ve hem de dış politikada başarılarına devam edecek. İkisi de İslami kökenli sayılan bu iki liderin politikalarını beğeniyorum. İkisinin de halka karşı baskıcı bir tarafını görmüyorum. İslami bir dayatmasını görmüyorum ve hissetmiyorum.
Bir yanıt yazın